23 Mayıs 2024

,

Klikler


İktidarda sol soslu işçi-köylü, Kürd, Alevi ve devrimci/komünist düşmanı bir klik olur, ama nedense iktidarın safında yer alırlar. Burada başvurdukları bahane, iktidarın sol soslu olmasıdır, üstelik bu bahaneyi, Marksist ustaların devrimci demokratik mücadele ile ilgili teorileriyle desteklerler.

Ulusal ve uluslararası konjonktür gereği eğer ortada yükselen bir sınıf hareketi varsa, bu ihtiyacı giderecek tek bir adım atmayanlar, mevcut suni dengeyi korumak için sol soslu halk düşmanını kendilerince geliştirdikleri, eksikliklerle malul faşizm tanımlamalarıyla açıklarlar. Bu tanıma göre politik faaliyet yürütürler.

En kötüsü de faşist sermaye partilerinden solcu çıkaranlar, kendi yoldaşları eylemde gözaltına alındığında, o çok “devrimci” yayın organlarında onları “vatandaş” diye tanımlarlar. Bunlar, bırakalım “devrimci”yi, “halk” kavramını bile o yoldaşlarına çok görürler.

Peki bu kavramların çok mu önemi var? Evet var! Zira “vatandaş” türünden kavramlar, onların postmarksist özünün birer tezahürüdür. Tesadüf değildir, devrimci yayın organlarında sermayenin temsilcileri, misal Ekrem İmamoğlu için “dolara iyi geldi” diye manşet atarlar.


Bir de bu keskin sınıf savaşçısı enternasyonal devrimciler, bulundukları bölgeyi kendi mülkiyeti olarak görürler. Başka devrimci/komünist kurumları görünce güneş ışığı görmüş kuduz köpek gibi dişlerini gösterirler. Ama mülkü olarak gördüğü bölgede halka, pardon vatandaşın karşısına geçip, CHP’nin sol işlerine bakan vekilleriyle paneller ve söyleşiler düzenlerler.

İktidarda gerici-dinci halk ve komünist düşmanı bir klik olur, bu sefer de muhalefet safında yer alırlar. Buradaki bahane ise genelde “şeriat gelecek”tir. Yine Marksizm ustalarının gerici iktidarlara karşı yürüttükleri devrimci demokratik mücadeleye ek olarak bir de birleşik cephe teorileriyle pratiklerini desteklerler. Bu desteği çok yoğun bir biçimde, başkalarından da isterler.

Feryat figan, kan ter içinde “kardeşim şeriat gelecek şeriat! Siz hâlâ sekter maceracı pratikler sergiliyorsunuz” diye çıkışırlar. Onca feryada ve figana karşın şeriatla mücadele konusunda işaret ettikleri güçse CHP’dir.


O CHP ki Diyanet’i kurandır, imam hatipleri açandır, altı oktan bile vazgeçilebileceğini söyleyendir, halkımızın tabiriyle, “kendisine bile hayrı olmayan” faşist, pragmatik, işgüzar partidir. Bu parti, bugün zor zamanlardan geçen AKP’ye koltuk değneği olmakta, uluslararası meselelerde ona omuz vermekte, “yolunuzdan dönmeyin, dönen namerttir” demektedir. CHP, faşist yerli ve yabancı sermayenin güzide bir temsilcisidir.

Bu gerçeklik karşısında “bizim en büyük talihsizliğimiz, mert bir düşmanla karşı karşıya bulunmamamızdır” diyen Kemal Pir haklıdır. Bu konuda talihsiz olduğumuzu söylemek gerek.

Bu liberal-reformist klikler, patron-ağa devleti kavramını duyunca bıyık altından gülüyorlar. “Ağa mı kaldı” diyorlar. Bunu diyenler, burjuvazinin de destek verdiği yarım yamalak “faşizm” tanımlamaları dâhilinde sermayenin adını bile anmıyorlar.

Üstelik “ağa mı kaldı” diyenler, feodalizme dair olan din ve şeriat gibi kavramları ağızlarından düşürmüyorlar. Emperyalist bir çağda temel çelişkiyi feodalizme ait argümanlarla tanımlıyorlar.

Ne var ki emperyalist bir çağda gerici olanın emperyalizm olduğunu unutuyorlar, zira en azgın gerici güç, emperyalizmin ta kendisidir.

Din, emperyalist sistemin başvurduğu ideolojik aygıtlardan sadece biridir. Reformist sol da böylesi bir aygıttır, o da en az din kadar kullanışlıdır.

Bu kullanışlı reformist ideolojik-teorik çizgiye ve sahiplerine bütün olarak baktığımızda, onların sermayenin ve onun elindeki aygıtın doğrudan veya dolaylı olarak yanında oldukları görülüyor. bunlar, kapitalist sistemden, burjuvaziden, özel mülkiyetten, üretim ilişkilerinden, toplumsal rollerden hiç bahsetmiyorlar. Her şeyi bireye ve bireyin partisine indirgiyorlar. Olan biten her şeyi, yarım yamalak, eksik gedik faşizm tanımlamaları üzerine kurulu analizlerde, iktidarın halk düşmanı neoliberal politik faaliyetlerini kişi-özne üzerinden açıklamaya çalışıyorlar, yasayı, yargıyı, hukuku, yönetim şeklini bir kişinin tercihleri olarak görüyorlar. Dost-düşman ayrımını o faşizm tanımlamalarındaki özne olan parti üzerinden yapıyorlar, o sözde “birleşik cephe”yi bu temel üzerinde inşa edeceklerini sanıyorlar.

Neticede bu klikleri (Halkevleri, Sol Parti/Devyol, TKP, Troçkistler, EMEP, SYKP vb.) Tanrı veya Allah mevcut kodlarla ve genle yaratmadı. Bu tür bir yaklaşım saçma ve metafiziktir. Saçmalığını ortaya koymak için metafizik yöntemlere başvurmaya bile gerek yoktur.

Bir burjuva öğretisi olan Varoluşçuluk bile bahsi edilen kliklerin pratiklerin altında yatan sebepleri ortaya koyabilir. Zira Varoluşçuluk’ta varoluş özden önce gelir, önce var olur, sonra da o özün tercihlerini ve yönelimlerini meydana getirir. Esasen Varoluşçuluk, bir burjuva öğretisi için oldukça ilerici bir yan barındırır. Maddi yaşam koşullarını, maddeyi/bilinci ve bunlar arasındaki etkileşimi işin içine katmasa da onun gene de hakkını vermek gerekmektedir.

Zira iyi ya da kötü, bir sorumluluk taşır, ondan kaçmaz, sonuçları metafiziksel yöntemlerle, mistik bir tavırla, havada asılı bırakmaz. Buna karşın bir burjuva öğretisinden, doğayı ve toplumu Diyalektik Tarihsel Materyalizm teorisi ve yöntemi üzerinden anlayıp çözümlemesini beklememek gerekir. Hâsılı, öğretinin özünü kavrayıp hakkını vermek gerekmektedir. 

Asıl konumuza dönmek kaydıyla, Sartre’dan şu alıntıyı yapmadan geçmeyelim. İnsanlık tarihinin tek geçerli yorumunun Marksizm ya da Diyalektik Materyalizm olduğunu söyleyen Sartre şu tespiti yapar: “En azından bizim dönemimiz için Marksizm aşılamazdır.”

Şimdi asıl konuya dönelim: Bu “keskin sınıf savaşçısı” liberal reformist solun kodları bir ilah eliyle oluşturulmuş değildir. Onlar, tümüyle sınıfsal ve ideolojik-teorik konumlanışları gereği bu hâldedirler.

Bu örgütler, büyük ihtimalle ikiyi bir yapan, reformist-restorasyoncu çizgiden besleniyorlar. Paydaşçı ve devletçi kapitalizm anlayışına yanaşıyorlar. Avro-komünizmin konformist ideo-politik çizgisi, bu örgütleri besliyor.

Devrimci demokratik mücadele gereklidir ama zamanla “devrimci” sıfatı düşürülmüştür. Çünkü bu klikler, “yirmi birinci yüzyılda ne devrimi ne sınıfı be kardeşim el insaf!” diyorlar. Sonra da şunu söylüyorlar: “Elimizde kimlik siyasetine ait argümanlar ile LGBT birey kavramı var, vegan var, feminizm var, ekoloji var, meslek odaları var, STK var, var oğlu var! İlle de devrim kavramı istiyorsan altı oktaki devrimciliği verelim sana. Elimizdeki bunlar, ister birini al, ister hepsini al, mozaik yap. Ama nihayetinde hepsi bu, aksini iddia edersen ekonomik determinist, cins körü, olmadı, düşman diye fişlerim seni. Yaparım bilirsin!”

Bu kliklerin Marksist literatürdeki karşılığı reformist, kapitalizm yolcusu, orta yolcu vs.’dir. Ama bu klikler bu tespitleri kabul etmiyorlar, hatta onları dile getirenlere kızıyorlar, çünkü onlar, kendilerini keskin birer sınıf partisi olarak görüyorlar.

Oysa gerçek hayat, somut nesnel pratikler ve deneyimler, bunun aksini söylüyor. Emperyalist haydutlar ve komprador patron-ağa devleti de kendisini “insanlık abidesi” olarak görüyor, gösteriyor. Ne var ki işçi sınıfına, köylülere, emekçilere karşı uyguladıkları halk düşmanı pratiklere, Kürd ulusunun üzerine yağdırdığı bombalara, katliamlara, imha ve inkâr siyasetine, cins, cinsiyet, inanç ve kültür farklılıklarına karşı yaratılan suni düşmanlıklara ve daha nice zulme bakınca bunun böyle olduğunu görüyoruz. Gerçekte varolan şey, faşist Kemalist diktatörlüktür. Bu tanımlama, ne devletin ne de reformist-liberal solun dediği gibi, bizim kişisel olarak tercih ettiğimiz bir şey değildir.

Bu kavramlar tercih değil zorunluluk gereğidir. Kimin dillendirdiğinin bir önemi yoktur. Ayrıca, reformistlerle yürütülen polemik ve faşist diktatörlüğün mahkûm edilmesine dönük çabanın kendisi, esasen birey özne üzerinden yürütülen bir şey de değildir. Asıl mesele, kurum olarak devlettir. Politik sahada kişisel hiçbir şey yoktur, teorik sahada hiçbir şey münferit ve birbirinden kopuk ele alınamaz. Sınıflı toplumlarda sınıf çatışmasının ortaya koyduğu tarihsel, toplumsal ve sınıfsal olaylar/olgular birbirleriyle bağlantılıdır, aralarında karmaşık ama açıklanabilir, analize tabi tutulabilir bir ilişki söz konusudur.

Her şey değişir dönüşür, güçlü olan, yerini güçsüz olana bırakır. Bu, yengi-yenilgi diyalektiği için de geçerlidir. Ama bu, kendiliğinden olmaz. Bunun için sağlam bir ideolojik ve teorik birikime, somut araçlara, asgari program düzleminde anın ihtiyaçlarını karşılayan politikalara, azami program düzleminde ise devrimci iktidarı hedefleyen, aracı amaç kılmayan, somut durumun somut analizi üzerinde duran, değerlere bağlı kalarak, oportünist-revizyonist ideolojik çizgilere, bunların politik tezahürlerine karşı amansız ideolojik mücadeleye ve tarihin seyrini işçilerin-emekçilerin, ezilen ulus ve halkların çıkarlarına uygun kılmaya dönük kavgaya ihtiyaç vardır.

Eninde sonunda tarih, elbette ki işçi-köylü iktidarını, ezilen ulus ve halkların, inançların, kültürlerin ve kimliklerin kurtuluşunu getirecek iktidarı, büyük ve kalın harflerle, bir daha hiç silinmemek üzere yazacaktır. Bu farklılıklar arasındaki suni düşmanlıklar tarihin çöplüğüne atılacaktır. Çünkü devrim ve sosyalizmle birlikte birilerinin özel mülkiyetlerine halel gelmesin diye yaratılan yapay kaoslara, savaşlara, farklılıkları dışlayan gerici suni düşmanlıklara artık gerek kalmayacaktır.

Serkan Yıldırım
14 Şubat 2021

0 Yorum: