Beş yıl öncesine kadar 2 milyondan az olan bireysel
borsa yatırımcısı sayısı bu yıl 8 milyonu aştı. 2022 verilerinde yatırımcıların
orta yaş ve üstü, portföy değerlerinin de 50 bin lira bandının altında olduğu
görülüyor. Bitcoin hesap sayılarında da benzer bir durum söz konusu. Bahis
oyunları, at yarışları, lotolar halen kullanımda.
Borsa, lise öğrencilerinin kullanımına kadar inmiş
durumda. Hisse senetlerine umut bağlayan bir gençlik var. Kripto para
getirileri, internet üzerinden oynanan oyunlardan kazanç sağlama, YouTube
kanalları eski rağbetini kaybettiğinden, Tiktok üzerinden para kazanma
girişimleri gençliğin ekonomik uğraşları arasında. Bir an önce kolay yoldan
parayı elde etme çabasının sonuçları bunlar.
Gençlik arasında yayılan araç sahibi olma planları da
motosiklet üzerinden ilerliyor. Küçük motosikletler için ehliyet alım yaşı 16’ya
indiğinden, okula motosikletle gelip giden öğrenci sayısı artıyor. Ehliyet ve
kurs ücretleri ise çok yüksek. Esnek ve güvencesiz çalışma alanına dönüşen
kuryelik, yedek ve geçici iş durumunda. Emekçi ailelerinin çocukları ucuz
motosiklete, daha varlıklı ailelerin çocukları ise arabaya yöneliyor. Her iki
gencin de ortak özelliği aracı bir statü göstergesi olarak kabul ederek buna
yaşamın anlamını yüklemesi. Bu ortak bakış; abartılı egzoz kullanımı, trafik
kurallarını altüst edişle ve trafik kazasıyla sonuçlanıyor. Genç erkekler de
durum buyken genç kızlar arasında da sosyal medya üzerinden var olma ve kazanç
sağlama girişimleri öne çıkıyor.
Gençlikte görülen diğer özellikler de dikkatsizlik,
iletişim yetisinin kayboluşu, ilişkilerden kopukluk ve ilişki geliştirmede
yaşadıkları güçlük. Akıllı telefonla açıldıkları sanal bir dünya var. Metaverse
platformu ve sanal oyunlar ilgilerini çekiyor. İnsansız bir platformda yaşam
isteği, aileyi ve ilişkileri bertaraf ediyor. Tepkiler sosyal medyadan
gösterilirken, kişisel veri ve mahremiyet de önemsenmiyor. Düzenin gençliğe
özgürlük diye sunduğu bu çarpıklığı uyuşturucu kullanımı takip ediyor.
Teknolojik cihazların araladığı insansız ortam, zihni tek başına uyuşturmaya
yetmiyor. Aykırı ve marjinal olmak, kültürel kodlardan arınmak, Batılı “özgür”
insana ulaşma ideali uyuşturucu kullanımıyla perçinleniyor. İşçi-emekçi
mahallelerinin gençlerinde görülen uyuşturucu kullanımı sorunlardan kurtulma
yanılsamasının, güç isteği için bir gruba/çeteye dâhil olma eğiliminin, aile
yapısındaki aşınmanın bir sonucuyken orta sınıf ve üstü ailelerin çocuklarında
görülen uyuşturucu kullanımının temel nedeni, düzenin onlara yoz değerler
yükleyerek anlamsızlığı marjinallik ve özgürlük diye dayatması. Her iki sınıfın
gençliğindeki ortak özellikler; dil yetilerinin iletişimdeki yetersizliği,
ailenin sadece biyolojik bağ olarak algılanması, insani değerlerin geri planda
olması, cinselliğin ve hazzın sınırsız yaşanmaya çalışılması, statünün her
şeyden önce gelmesi, yurt dışında yaşama isteği, toplumdan ve toplumsaldan
kaçış, sorumluluk almama, bedelsiz bir kazanca eğilim. İşçi olmak, utanç verici
bir meslek olarak algılanıyor, daha çok kazanç getiren ustalıktansa daha düşük
kazanç getiren statülü ve beyaz yakalı bir iş sahibi olma tercih ediliyor.
Tüm bunların sorumlusu gençlik değil, o sadece bir
sonuç. Emperyalist kapitalizmin “Küreselleşme” adı altında her türlü saldırıyı
gerçekleştirdiği gerçeği de inkâr edilemez. Orta sınıf durumuna geçen sol
kesimin çocukları neden bu halde? Bu soru yanıtlandığında, işçi sınıfının
çocuklarının neden bu halde olduğu netlik kazanacaktır.
Bugünün gençliği ve orta yaş denilebilecek kesimi 78
kuşağının ve sonraki kuşakların ailelerinde doğdu. Önce çocuklara verilen
isimler değişmeye başladı. Verilen isimler, mücadele geleneğinin dışından
seçildi. İsmi, doğrudan gelenek içinden verilen bu ailelerin çocuklarının
kişilik yapısının, hayata karşı duruşunun ve değer algısının mücadele
geleneğiyle uzaktan yakından ilgisi yok, ismi dışında.
İsim verildikten sonra çocuk yetiştirme yaklaşımı
tartışmaya açılabilir. Ailesiz şekilde çocuk yetiştirildi, yetiştiriliyor,
anne-baba ayrı olmasa da ortada aile değeri yok. Disiplinsizlikle ve
kuralsızlıkla yetiştirilen çocuk yapay travmalara sarıldı. Her çocukta
görülebilen büyüme çağı sorunlarında önce psikologa, sonra psikiyatriste
götürüldü. Muhafazakâr ailelerin hocaya/şeyhe götürme kültüründen farksız. Biri
inancı, diğeri zihni ve bedeni manipüle ediyor. Belirli bir geleneğin içinden
gelen insanın, çocuğunun sorunlarının çözümü için kendi kapasitesini ve aldığı
kültürü unutup psikologa sarılması, ideolojiyi sadece kitlesel güç olarak
algıladığını gösterir. 12 Eylül’e kadar ülkenin en kitlesel sol çevrelerinden
gelen insanların aile yapısının durumu bu.
Diğer bir anomali de çocukla birlikte alkol almak,
bunu da çağdaşlık saymak. Sovyetler’in alkol karşıtı çalışmaları da sol
tarafından unutturuldu, hatta emperyalistlerin diliyle “baskıcılık” olarak
görüldü. Sol, bunu dile getiremese de pratikte o sınırsızlığı yeniden üretiyor.
Toplumsal düzenin en küçük ve temel yapısı olan aileyi belirli bir sınıf
disipliniyle, değerlerle, ilkeyle yönetemeyen herhangi bir sol çevrenin
insanının emekçi sınıfa vereceği bir umut da güven de olmaz.
Sorun, evliliği bitirmek ya da eşler arası anlaşmazlık
değil; asıl sorun yönetimsizliğin oransal olarak solda ivme kazanması. O yüzden
Z kuşağı diye solun yücelttiği gençlik, kendi “yaşayamadığı” sınırsızlığın
öznesi. Okuma imkânı bulamayan işçi emekçi anne babaların çocuklarının
okumasını istemesi bir tür kendi yaşanmamışlığını telafidir, fedakarlıktır.
İster ki çocuğu insanca bir yaşam sürsün. Öyle zanneder suni dengeyi, olsun.
Sol ise orta sınıflaştığından, çocuğunda özgürlüğü ve yüce bireyi görmek
istiyor. Sonra kim anne, kim baba, kim kardeş, kim çocuk hatta torun
anlaşılmıyor. Onun her istediğini yerine getirdiği halde halen sorunlar
yaşadığını belirten “bilinçli” seküler ebeveynler, her isteğin
gerçekleştirilmemesi gerektiğini, kendisinin özne değil, nesneye dönüştüğünü
kabul etmek istemiyor. Yaşamın doğrusu bu sanıyor ama şikâyet etmekten geri
kalmıyor.
Sömürü düzenine karşı bir sınıf kültürü
yaşatılamıyorsa ve gençliğin durumu iç açıcı değilse bunun sorumlusu sol
çevrelerdir. Bir dönem verdiği emeği alkol masasında pişmanlık olarak
anlatanların kendi çocuğuna yükleyeceği değer, bedel ödememektir. Bu alkol
masasının işletmecisi de ağırlıklı olarak yine sol çevrelere mensup insanlar. Kaçılan
yer de sığınılan yer de aynı.
Sömürüsüz düzen yolunda mekanik ve kitlesel ideoloji
anlayışından çıkmamız gerekiyor. Karşı kültürü yaratamadığımız sürece sömürü
çarklarından kurtulamayız. İlkeden, ahlaktan, değerden yoksun hiçbir mücadele
başarıya ulaşamaz. İlke kaybolunca çocuklar ve gençler, gittikleri okulların
duvarlarında ırkçı-faşist yazıları ve parklarda ise uyuşturucu satıcısını
görür. Önce birkaç duvar diye başlar, “O bölge zaten sağ zihniyete sahip” denir
fakat sonra tüm okulların, iş yerlerinin ve mahallelerin duvarları o yazılarla
dolar, doluyor da.
Duvarlar halkın medyasıdır, ideolojik mücadele
alanıdır, o duvarlara mücadelenin sloganları yazılması için çok bedeller
ödendi. Halk, medya tekellerinin vermediği sınıf mücadelesi haberlerini
duvardaki yazılamalardan öğrenir. Bu kadar basite alınacak bir konu değil.
Taksim diye diretirken Taksim çevresindeki o
duvarların bile öylece bırakılması, solun popülizme esaretinin sonucudur. Bu
nedenle gençliğe verilmesi gereken umut, güven, sempati, ancak ilke ve
değerlerle desteklenen bir ideolojik hatla mümkündür. Onuru, namusu, adaleti,
tarihi, değerleri, bir bütün olarak ideolojiyi ve ideolojinin gereklerini
gündemimize alıp yaşatmak zorundayız. Aksi halde düzenin tüm saldırılarıyla
kirletilmeye çalışılan gençliğin yetişkinlik dönemi hayal bile edilemeyecek
derecede çarpık olacaktır. Bu nedenle “güçsüzüz” şeklindeki söylem, bir an önce
aşılıp asıl gücün kaynağı olan sınıfla anti-emperyalist bir hatta birleşmek
zorundayız.
Direniş; Filistin’de, Donbas’ta, Yemen’de ve ülkemizde
güçlü bir şekilde ilerliyor. Bize düşen, bu güçleri birleştirmekten geçiyor.
Gençlik de sömürülenler ve ezilenler de kurtuluşa başka türlü ulaşamayacak.
S. Adalı
19
Mayıs 2024
0 Yorum:
Yorum Gönder