06 Mayıs 2024

,

Yoroz Burnu


İstanbul’da 1 Mayıs’a katılmaları nedeniyle gözaltına alınanlar adliyeye sevk edilince İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, adliye önünde yapılacak basın açıklamasına çağrı yaptı. Sendikaorg’a konuşan bir ana, oğlunun 1 Mayıs’ta Taksim’e yürüme çağrısına uyarak Saraçhane’ye gittiğini, evlerinin sabah beş sularında basılarak oğlunun gözaltına alındığı bilgisini veriyor. Basın açıklamasında konuşan KESK eşbaşkanı; ülkede açlık yoksulluk yaşandığını, öğrencilerin barınma sorunundan dolayı yerleştiği üniversiteye kayıt yaptıramadıklarını söylüyor. Megafonla konuşan platform sözcüsü ise “Bizi yalnız bırakanlar oldu” diyor.

Oğlu gözaltına alınan ana haklı. 1 Mayıs’ta Taksim’e yürümek için sendikalar, meslek odaları ve CHP Saraçhane’ye çağrı yaptı ama onlardan kimse gözaltına alınmadı, alanı terk edip kaçtılar. Platform sözcüsü de bu yüzden haklı, emekçiler alana sıkıştırıldı ve Tertip Komitesi kaçtı. KESK eşbaşkanının ise söyledikleri doğru fakat bu sorunların çözümü için attıkları bir adım yok.

Eğitim-Sen’in öğrencilerin, DİSK ve KESK’in ise işçinin-emekçinin yaşadığı barınma krizine yönelik bir çalışması yok. KESK eşbaşkanı, aynı zamanda bir eğitimci. Madem öğrencilerin bu sorunları yaşadığını ve alana bu taleplerini dile getirmek için geldiğini biliyor, neden öğrencilerini saldırıya açık hale getirip alanı terk etti?

Tertip Komitesi’ni oluşturan sendika ve meslek odaları başkanları adliye önündeki açıklamada yok, sadece KESK eşbaşkanı var. Ayrı hareket ediyorsanız, o gün neden otobüsün üstüne çıkıp yapılan anonsa ortak olup bu anonsu üyeleriniz duysun diye görevlilerinizi alana yolladınız? Tertip Komitesi adına adliye önünde açıklama yapıyorsanız, o zaman sorumluluğa ortaksınız demektir ve “omuz omuza mücadeleyi büyütme” söyleminiz yine bir yalandan ibarettir.

Barınma krizinin zirveye çıktığı İstanbul’da sendika olarak ne yaptınız? Hemen önünüzde açıklama yapan platform sözcüsü haklı, onları yalnız bıraktınız. Hatta Şişli-Beşiktaş hattından Saraçhane’ye kadar onlardan kaçtınız, kendi bileşenlerinizden kaçtınız.

Platform bileşenleri ve gözaltına alınanların mensup olduğu siyasi çevrelerin bir gerçeği artık anlaması gerekiyor. Kendi üyesini kendisinin biçtiği kadere terk eden Tertip Komitesi’ne sizden fayda da dayanışma da gelmez.

DİSK başkanı doktor, patriyarka karşıtı TTB genel başkanı, insan haklarını sadece belirli bir halkın hakları olarak milliyetçi politika yürüten İHD eşbaşkanı, işçiler-emekçiler adına “hesap soracağını” iddia eden epik sesli TMMOB “lideri” adliye önünde yok. Hepsi de sizden değil, sınıftan ve halktan kaçıyor.

Kurumuna kayyım atanmasına direnemeyen TTB’den kimseye şifa gelmez. Depremle maden ocağı göçüğüyle enkaz altında kalan halk için suspus olan TMMOB’un cetvelinden doğru hesap çıkmaz. Ama bugüne kadar bu emek düşmanı politik anlayışları eleştiren ne bir cümle eleştiriye ne bir cümle yazıya tahammül edebildiniz ama sizlere yakın sendikal gruplar, KESK ve meslek odalarının yönetimini oluşturdu. Siz de ihraçlar döneminde Saraçhane’deki kısmen birleşik direnişin benzerini göstermediniz. “Bizi yalnız bırakanlar oldu” deseniz de siz de direnenleri yalnız bıraktınız. Bu gerçekle yüzleşmek zorundasınız. Gerçek, kapınıza dayandı.

Adliye önünde CHP de DEM de yok. Her iki parti de kendi insanını taşıma kitle olarak görüyor. Her ikisi de adliye önüne gelmezler. Evleriniz basılırken CHP de DEM de yeni anayasa görüşmeleri yürütüyordu. 2019 seçimlerinde günlerce sandık kurullarının önünde uykusuz nöbet tutup hatta saldırıya maruz kalanlar varken İmamoğlu, aldığı seçimin tekrarlanmasına müsaade ederek hakkınızı yedirmeyeceğini iddia ediyordu. İmamoğlu, siz adliyedeyken, Paris belediye başkanını ziyaret edip proje ortaklığı geliştirmeye çalışıyordu. Aynı İmamoğlu, neden anayasal bir hakkı bile savunmadan alanı sendikalarla ve genel başkanıyla terk etti?

“Ergenekon sürecinde Bursa Nutku var” diyerek hareket eden CHP’nin şimdiki genel başkanı, “ben partimi tehlikeye atmam, partilimi bu tür olaylara karıştırmam” diyor. Öyleyse neden insanlar sandık kurullarının önünde saldırıya uğradılar? Kılıçdaroğlu da mühürsüz oyların geçerli sayılması karşısında partisini sokağa dökme nedeni olarak duyumlarına göre provokasyon çıkacağını, kimsenin burnunun bile kanamasını istemediğini söylüyordu.

CHP, seküler sermayenin partisidir. Sermayenin dini ve milliyeti olmaz. Solun bu gerçeği hatırlaması gerekiyor. Avrupa gezisi sırasında İmamoğlu, Avrupa Sosyalist Partisi oturumunda, gittikçe sağcılaşan yönetimlere dikkat çekiyor ve ayakta alkışlanıyor. Bunu, Türkeş’i rahmetle andığını dile getiren paylaşımlar yapan İmamoğlu söylüyor. CHP’nin gerçeği bu. Koç grubu, CHP’nin yıllar sonra aldığı Üsküdar Belediyesi’ne ziyarete gidiyor. 2019 yerel seçimleri sürecinde henüz adayken Tunç Soyer, en büyük rüyasını paylaşıyor:

“Benim çok büyük bir rüyam var. Bu rüya, Koç Holding’in genel merkezini İzmir’e taşıtmak. Tabii Koç Holding bir sembol, Eczacıbaşı zaten İzmirliydi, İzmir’e dönecek. Vodafone, Turkcell, Sabancı, aklınıza ne gelirse o şirketlerin yönetim merkezlerini İzmir’e taşıtacak bir şehir hayal ediyorum ben. Bu, öyle bir ütopya falan değil. Bu olay, yirminci yüzyılın başında Amerika’da olmuş. Birçok şirket, yönetim merkezlerini New York’tan başka şehirlere taşımış. Starbucks’ın, Boeing’in, Coca-Cola’nın merkezleri New York dışındaysa, Türkiye’nin büyük şirketlerininki neden İzmir’de olmasın. Bir CEO düşün. Çocuğunun en iyi okulu burada. Sağlık hizmetleri dünya çapında. Hafta sonu ofisinden çıktıktan sonra Çeşme arabayla 45 dakika, Bodrum 2,5 saat. Bir gastronomi merkezi. Bugüne kadar İzmirli genç, çalışmak için İstanbul’a gidiyordu, şimdi İstanbullu CEO, çalışmak için İzmir’e gelecek. Ayrıca Türkiye’nin Silikon ve startup nabzı burada, bu şehirde atacak.”[1]

Bu rüya, Tunç Soyer'e değil, CHP’ye ait. O yüzden, yeni anayasa görüşmelerine katılan Özgür Özel, Gezi tutuklularının durumunu dile getirdiğini söylüyor. Saraçhane’de sığınılacak bir Divan Otel olsaydı, CHP alanı terk etmezdi. CHP de Tertip Komitesi’nin temsilcileri de sendika ve meslek odaları da şu an gözaltılar için o çok sevdikleri eylem biçimi olan hashtag’i bile açmazlardı. DİSK, TTB, TMMOB başkanlarının sesleri çıkmıyor, çıkmaz.

Dün, siyanürlü toprağın altından iki işçinin daha cansız bedeni çıkarıldı, TMMOB nerede. TMMOB, kentsel dönüşümle yeni çizilecek projelerin karşılığı olarak ne alacağının hesabını yapıyor. O yüzden, onlardan barınma krizi konusunda açıklama yapması, adliye önüne gelmesi beklenemez.

TMMOB, barınma krizinin dile getirilmemesi için KESK ve DİSK’e rapor verir. TTB de okulların kapatılması için Eğitim-Sen’e rapor verir. Tertip Komitesi’nin durumu da amacı da işçi-emekçi düşmanlığını sol içinden yürütmektir.

CHP de DEM gibi Avrupa tarzı belediyecilik siyaseti yürütüyor. Bookchin’in yerelden merkezi zorlama yönündeki ikili iktidar politikasını uygulamaya çalışıyor. Halk TV’de yayınlanan Sınırsız programında halkın sandığa giderken belediyecilikten çok ülke yönetimi için oy vermesini, globalleşmeye uygun şekilde Batı belediyeleriyle ortak projeler yapıp gelir elde edilmesinin doğru olduğunu, belediyelerin ülke siyasetine dair söz söylemesi gerekip sadece “kanalizasyon” sorunuyla ilgilenmemesi gerektiği kitlelere aşılanıyor. Evet, ortada bir kanalizasyon sorunu var, o da emperyalist kapitalizmdir.

Öte yandan, ikinci bir gözaltı dalgasından sonra Halkevcilerin gözaltına alınmasına rağmen Sendikaorg, basılan bir evde köpeğin korkudan kustuğunu, Ankara 1 Mayıs’ında LGBT’nin “İşçiyim, ibneyim, patrona öfkeliyim” sloganlı pankartını paylaşıyor. Sendikaorg’un sınıf kini ve 1 Mayıs anlayışı bu kadar: hayvan hakları ve cinsel kimlikler mücadelesi. Saraçhane, sınıfın sözcüsünün CHP olması yönünde atılan bir adımdır.

Aynı dil sorunu, solun geneline hâkim. Barikatın önünde yer alanlara Evrensel yazarı Nuray Sancar “gençler” diyor. Yani herhangi bir sınıf aidiyeti yok, sadece bir kuşak. Böylece öğrenci de olsa yetiştiği ailenin sınıfsal konumunu da bilinçlerden kaçırmaya çabalıyor çünkü sol, ailesiz bireyi hedefliyor. Sol, aynı siyasi çizgiden olmasanız bile politik bir dil kullanarak “dostlarımız, bileşeni olduğumuz platform üyeleri, işçiler-emekçiler” diyemiyor.

Bir önceki yazımızda, Saraçhane’de ortaya çıkan tablodaki birleşikliğin kendiliğindenciliğin ürünü olduğuna dair tespiti bu sebeple dile getirmiştik. 

Gazete Yolculuk da gözaltına alınan ve tutuklananlar için “yurttaş” diyor. Oysaki burjuva da proleter de yurttaştır. Yurttaşlık, sınıfsal ayrımı düzleştirerek sınıf kinini törpüler.

İşçiler-emekçiler kendi vatanında kirada bile oturamıyor. Her gün emeği ve vatanı emperyalist tekeller tarafından sömürülüyor. Yurtlaşmak, bir yer edinmektir. İşçiler-emekçiler, yer bile edinemeyip kendi yurdunda köksüzleşiyorlar. “Yurttaş” denildiği anda CHP siyasetinin dili ortaya çıkar. Aynı hataya düşülmüyor, aksine bilinçli bir tercih yapılıyor. Saraçhane sürecinin özeti, CHP-HDP bileşeni tasfiyeci solun tuzla buz olmasıdır.

Bugüne kadar eğitimciler olarak her yazıda okulların duvarları faşist yazılarla dolduruluyor, Ülkü Ocakları okullarda etkinlik düzenliyor, CHP-HDP, ırkçı liderlerle ittifak kurup oy istiyor, barınma krizi ve açlık varken bu sollardan, onların diliyle ifade edersek, “pazarlık” ticaretiyle yönetimine girdikleri sendikalar ve meslek odalarından da ses çıkmıyordu. Sizi teslim alan politika kendiliğindencilik, peşinden gittiğiniz parti ise CHP-HDP’dir. “CHP lideri yürüseydi barikat açılırdı” popülizmine kapılıp geldiğiniz Saraçhane’nin hesabı size bırakıldı.

Kim kimi nerede ve nasıl bıraktı? Aslında neyi bıraktı? Bu soruların yanıtı için bir anlatıya kulak verilebilir. Trabzon’un Rus işgalinden kurtuluş günü stadyumda kutlanır. Şeref tribünündeki yaşlı bir gaziden konuşma yapması istenir. Gazi kürsüye çıkar ve “O zamanlar ben on sekizundeyum. Rusları siperde bekliyruk. Ruslar karşı tepeden/Yoroz Burnu’ndan görinince biz bi kaçayruk bi kaçayruk, ardumuza bile bakmayruk” der. Bu konuşma üzerine kitle sessizleşir. Kasveti dağıtmak için tekrar şiirler, coşkulu konuşmalar, şarkılar devreye girer.

Bizim yüzümüzü dönmemiz gerekenler; pazara getirdiği 50-60 yumurtanın 10’unu zor satabilen köylüler, tarım ve ev işlerinde güvencesiz çalışan işçiler, emeği merdiven altı tekstil atölyelerinde sömürülenler, maaşını ev kirasına yetirmeye çalışanlar, yangınlarda ve göçüklerde katledilen işçiler, çocuğunu yanına alıp yüzünü akşam karanlığında kapatıp pazar yerinden yiyecek toplayanlar, boyunun beş katı kâğıt toplama aracını çekmeye çalışan çocuklar, güvencesiz çalışan kamu emekçileri, aç yatan öğrencilerdir.

Karşısına çıkmamız gerekenler; emperyalizmin yerli işbirlikçisi tekelci burjuvazi ve onun ortaya çıkardığı yozlaşma, uyuşturucu, kumar, fuhuş, çeteleşme, geleceksizleşme gerçeğinin üstünü özgürlük diye kapatanlardır. Köpeğin korkudan ettiği istifradansa alnından dökülen terin karşılığını alamadığı için öfkelenen işçiden-emekçiden yanayız.

S. Adalı
6 Mayıs 2024

Dipnot:
[1] “Soyer: Külliye’ye Giderim, En Büyük Hayalim Koç”, 5 Mart 2019, Gerçekizmir.

0 Yorum: