27 Mayıs 2024

,

Gazze Soykırımı Sonrası Dayanışma

Filistin’deki Siyonist yerleşimci devletin tarihi, onun göz diktiği toprakların sahiplerine karşı uyguladığı şiddetle tanımlıdır. Siyonizme dair efsaneler uyduranları ve İsrail’in bağışlanabileceğini düşünen, ona dair liberal Siyonist hayaller kuranları rahatsız etse de bu ifade, kişisel bir görüş değil, sadece cehaletin, önyargının ve düz ırkçılığın ancak inkâr edebileceği, tarih tarafından doğrulanmış, tartışılmaz bir gerçekliktir.

Aslında daha doğru ifade şudur: Filistin’deki Siyonist yerleşimci devlet, şiddetin ta kendisidir. 

İsrail, tam da kendisini tanımlayan ana özelliğin, doğasından kaynaklanan temel niteliğin üzerine inşa edilmiş, o özellikten ve nitelikten kurtulması mümkün olmayan bir teşekküldür. O özellik ve nitelikse varolmak için, topraklarını çaldığı Filistin halkına uyguladığı sistematik şiddetle alakalıdır. Siyonist teşekkül, üstelik bu şiddeti sadece Filistin halkına da uygulamamaktadır.

Bugün söz konusu şiddet Gazze’de, hayal edebileceğimiz ve edemeyeceğimiz biçimler altında, kütlesel ölçekte uygulanmaktadır. Soykırım boyutuna ulaşmış olan bu şiddet, giderek rutin bir hal almış, bununla kalmayıp, saldırganlık, aşağılama, onur kırıcı davranışlar ve psikolojik işkence gibi rezil ve kalleş biçimlere bürünmüştür.

7 Ekim 2023’ten beri zaten her daim varolan, önlenemez hâliyle süren, tüm halka yönelik, artık soykırım boyutuna ulaşmış olan şiddet, son yirmi-otuz yıl içerisinde çok daha fazla arttı. Bu türden kıyaslamalar, her yönüyle kaba ve eksikse de İsrail’in bugün Gazze’ye yönelik gerçekleştirdiği dehşet verici saldırı, kimi ölçümlere göre, 1948’deki Nekbe esnasında uygulanan şiddeti ve gerçekleştirilen yıkımı ölçek ve yoğunluk açısından aşmış durumdadır. Filistin’in bu sahil kentinde uygulanan şiddet, öyle ahlaksız, öyle vicdansız bir düzeye ulaştı ki yaşanan olayları anlatan haberleri oradaki dehşeti biraz olsun idrak edebilmek için birkaç kez okuma ihtiyacı duyuyoruz.

Çelişkili bir biçimde İsrail, gazetecilerin Gazze’ye girişlerine mani oldu, Filistinli gazetecileri ve ailelerini katletti, ama bir yandan da uyguladığı zulmün en çarpıcı kanıtlarını bize bizzat o zulmü yapanlar sundu. Kendisine direnme cüretini göstermiş yerli halkın kanına susamış, onu aşağılamak için çabalayıp duran faşist kitlenin gönlünü hoş etmek adına İsrail askerleri, işledikleri suçların kanıtlarını sadistlere has bir keyifle paylaştılar. Bu askerler ve onların paylaşımlarına bakan alçaklar, sürmekte olan soykırım amaçlı şiddetin kanıtıdırlar. Bu kişiler, yerleşimci devletlerin sömürgeleştirdikleri halklar üzerinde kurmaya çalıştıkları şiddete dayalı psikolojik hâkimiyetin somuttaki tezahürleri. Aksa Tufanı operasyonunun bu hâkimiyetin temellerini sarsma konusunda gösterdiği askeri başarı ve İsrail’in Gazze’de direnişi askeri düzlemde mağlup edememesi ile birlikte söz konusu hâkimiyet, ortadan kalktı.

Bu dönemde dayanışma konusunda dört temel tespit geliştirmek mümkün. Bu artık giderek berraklaşmış ve zihnime mıh gibi çakılan tespitleri Filistin’le dayanışma hareketi içerisinde, zımnen ve alenen oluşan, salt Binyamin Netanyahu’yu suçlayan, Filistin silahlı direnişini suçlayan veya öğrencilerin teşkil ettikleri dayanışma hareketlerinin sloganlarını ukala bir yaklaşım üzerinden eleştiren eğilimler ışığında, yinelemek gerekiyor. Bu eğilimler, Siyonizmi özel bir yere yerleştirip pohpohlama alışkanlığının, zararlı kimi yollardan, ona karşı verilen mücadeleyi boğduğunu ve elde edilecek zafere mani olduğunu görmek gerekiyor.

Birinci Tespit: Filistinliler Silahlı Direniş Hakkına Sahiptir

İsrail, Filistin halkına hayat ve onuru layık görmüyor. Bu sömürgeci şiddetin ontolojisi karşısında Filistinliler, varlıklarını savunma, devam eden mülksüzleştirme, sömürgeleştirme ve soykırım sürecine direnme, silahlı mücadele dâhil, gerekli her türden araçla milli kurtuluşu için dövüşme konusunda ahlaki, hukuki ve insani hakka sahip olan bir halktır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi veya diğer Batılı kurumlar ne derse desin, zalimin şiddetiyle mazlumun şiddetini hiç kimse eşitleyemez, kıyaslayamaz.

Sonrasında yaşanan çatışmaların habercisi olan Seyfü’l Kudüs [“Kudüs’ün Kılıcı”] muharebesinin yaşandığı Haziran 2021’de Filistinlilerin Direnme Hakkı’nı desteklemek için bir makale kaleme almıştım. O günlerde okumuş olsaydım, Rachel Corrie’nin 2003’te Gazze’de İsrail ordusuna ait buldozer tarafından katledilmesinden birkaç hafta önce annesine yazdığı şu güçlü sözleri yazıda paylaşırdım:

“Hayatlarımızın ve sağlığımızın boğazlandığı, o ufacık evlerde çocuklarımızla yaşarken, önceki deneyimlerimizden askerlerin, tankların ve buldozerlerin her an gelip ürün yetiştirdiğimiz tüm seraları yok edeceğini bilsek, elimizde kalan kırıntıları korumak için hangimiz şiddete başvurmazdık? Onca yıl ilgilenilmiş, yetiştirilmiş olan bostanları, seraları ve meyve bahçelerini görünce aklıma bu geldi. Sonra seni düşündüm. Bunca o kadar şeyin yetiştirilmesinin ne kadar zaman alacağını, sevgiyle harcanan onca emeği düşündüm. Bence aynı durumda olan birçok insan, onları korumak için ellerinden geleni yapardı. Mesela Craig amca gözü gibi korurdu onları. Muhtemelen Büyükannem de aynısını yapardı. Ben de.”

İkinci Tespit: Siyonizm Ortadan Kaldırılamayacak Bir Günahtır

Filistin davasına desteklerimizi dile getirip ona dair propagandayı çöpe atarken, Siyonistlerin insanı küçümseyen, duyguları kendilerince maniple eden yaklaşımlarına, hezeyanlarına ve önyargılarına hayatımızda zerre alan açmamalıyız. Siyonistin duyguları ve rahatı, en az bir faşistin duyguları ve rahatı kadar saygıyı ve dikkati hak ediyor. Başka bir deyişle, hiçbir şekilde hak etmiyor.

Siyonizm, zararlı bir kültürel kimlik ve dini inançtır. O, tecrit edilmesi, karşı çıkılması ve mağlup edilmesi gereken, cani, sömürgeci ve doğası gereği ırkçı bir politik ideolojidir.

Bu cümleyi okuyup şoke olanlar veya ondan hiç etkilenmeyenler varsa demek ki bu kişiler, Siyonizmin faşizmin ve beyaz üstünlükçülüğünün bir biçimi olduğunu henüz idrak edememişler.

Üçüncü Tespit: Kimse Kimsenin Sloganına Yasak Koymaya Kalkmasın

Ezilenlerin dilinden dökülen hakiki hiçbir slogan, ezenlere hoş gelmez. Dolayısıyla, Filistin kurtuluş hareketinin asli ve maddi arzularını ifade eden sloganları ve terimleri kendince yasaklamaya çalışan veya açıktan eleştiren, yüze dost görünen bir müttefik, gerçekte bu özgürlük davasını desteklemiyordur, neticede bu kişilerin görüşleri, kesinlikle önemsenmemelidir.

Dördüncü Tespit: “İsrail”in Sonu Gelmeli

Yaygın olarak “İsrail” olarak bilinen Siyonist teşekkül, ABD emperyalizminin kendi amaçları doğrultusunda yaşattığı bir yerleşimci-sömürgeci projedir. Filistinlilerin, Suriyelilerin ve Lübnanlıların toprağındaki geçici varlığı, en nihayetinde mağlup edilecek, son bulacaktır. Bu kurtuluşa esas olarak sahada verilen kurtuluş mücadelesiyle varılacak, ancak o gün gelene, Siyonist yerleşimci-sömürgeci devlet artık olmayana dek bize düşen, Filistin’in varolma ve kurtuluş mücadelesine sorumluluklarımız, sahip olduğumuz yetenekler ve içinde bulunduğumuz koşullar izin verdiği ölçüde katkı sunmaktır.

Nehirden Denize Özgür Filistin.

Louis Allday
24 Mayıs 2024
Kaynak

0 Yorum: