18 Ağustos 2023

, ,

Kapanmacı Sola: O Yürüdüğün Yolun Sonunda Eline Ne Geçti?


Bugünkü koşullarda geçmişe kıyasla daha az özgürlüğün bulunduğu bir gerçeklikte yaşıyoruz. Bu gerçeklikte Alman solunun da hâli harap.

Die Linke[1] (Sol Parti) dağıldı, Doğu’da AfD[2] yükselişte. Yeşiller’in ve Sosyal Demokratların (SPD) kurdukları koalisyonun yürüttüğü, insanlıktan uzak savaş politikası ve yoğun silâhlanma pratiğine kimse mani olamadı.

Asıl üzücü olansa Berlin’de yapılan Özgürlük Günü kutlamaları sırasında özgürlükçü güçlerin bayraklarının dalgalanmasına izin verilmemesiydi. Bazı yoldaşlar, Nazileri silâhlandırıp Sovyet bayraklarını yasaklayan hükümetin 8 Mayıs’ı tatil yapmasını istiyorlar. Peki ama yoldaşlar, sizin gerçekten de kutlama yapacak takatiniz var mı?

Solun yenilgisini Özgür Sol Gelecek örgütünden bir yoldaşın Frankfurt’taki Özgürlük Günü eyleminde “sağcı” olarak görülüp hakarete uğraması ve Nazi Rejiminden Zulüm Görenler Derneği/Antifaşistler Federasyonu[3] (VVN-BdA) üyesi üç kişi tarafından alandan kovulması olayından daha iyi hiçbir şey anlatmıyor. Aynı şehirde bir hafta önce de kendisini devrimci solcu olarak adlandıran kişiler, Rus düşmanlığı üzerinden Komünist Teşkilât’a[4] saldırmışlardı.

Onca hayat pahalılığına ve kitlelerin hâkim burjuva partilerinden koptuğu bir sürecin yaşanıyor olmasına karşın, Sol Parti’nin anketlerde oy oranını yüzde 5’in üzerine çıkartamadığı koşullarda, kendisine “solcuyum” diyen kişilerin tek meşguliyeti, solcu olduğu belli olan antifaşistleri gösterilerden kovmak. Bu, inanılır gibi değil.

Peki neden oluyor tüm bunlar? Onların dediğine göre biz, “aslında sağcıymışız”. Peki bu tespiti nasıl yapıyorlar? VVN-BdA ile yaşanan olayda bu örgütten kişiler tartışma içine girme gereği bile duymadılar. Ama az çok söylediklerinden anlaşılan şu: bu kişilerin pandemiye ve ona yönelik eylemlere dair analizlerinde bir gıdım ilerleme olmamış. Kriz konusunda zırcahil olan bu kişiler, onun egemen sınıfın devreye soktuğu psikolojik harp elemanlarınca imal edilip dağıtıma soktuğu bir kurgu olduğunu anlamak istemiyorlar. Kendilerini somut gerçekliğin ürettiği her türden çelişkiden azade zannediyorlar.

Biz, bu süreçte pandemi ve pandemi tedbirlerine karşı gelişen protesto hareketi konusunda farklı ve çelişkiler içeren konumlar aldık. Ama gene de şunu söyleyebiliyoruz: tıpkı Kral Lear gibi, bizim tenceremizin dibi onlarınki kadar kara değil.

Burada yaptıklarımıza, söylediklerimize kılıf örmek derdinde değiliz. Amacımız, bu kapanmacı sola dair düşünceler geliştirmek ve onu eleştirel düzlemde incelemek. Neticede kapanmacı sol, ne kadar iyi niyetler taşırsa taşısın, bizi esaretin ve köleliğin yoluna mahkûm etti.

Biz, korona tedbirleriyle, yüz yıl önce halk cephesi politikasının emrettiği aynı ilkeler üzerinden mücadele edilmesi gerektiğini söyledik. Bu tedbirleri o ilkeler düzleminde ele aldık. Son dağıttığımız bildiride şunu söylemiştik: “Faşizm geri döndü. Herkes mücadeleye!”

Faşizm geri döndü, belki de zaten buradaydı. Bu geri dönüşün vebali, tarihsel görevini yerine getirmeyen antifaşist sol güçlerin boynuna.

İçimizde egemen sınıfın gelişkin propaganda faaliyetleri yüzünden kafası karışmış çok sayıda gerçek solcu ve antifaşist olduğunu biliyoruz. Aynı şekilde, korona protestolarında “sağcı” görüşlere sahip, kafası karışık birçok insanın bulunduğunu da görüyoruz. Onlara ulaşmanın yollarını bulmalıyız. Çok geç olmadan, bize karşı durmanın değil, bizimle birlikte mücadele yürütmenin gerekli olduğunu gören dürüst insanlarla kucaklaşabilmeliyiz.

Önce bizi eleştirenlere pandemiye dair yaklaşımlarının ne ölçüde başarılı olduğunu sormalıyız. Bu önemli kriz koşullarında hükümete muhalefet edenlere karşı onca enerji harcadınız da elinize ne geçti? Hükümeti içeride ve dışarıda dayanışma temelli bir cevap üretmeye bile mecbur edemediniz. Hükümetin seyahat kısıtlamaları ve aşının (ya da diğer tıbbi kaynakların) dağıtımı gibi konulara yaklaşımındaki aşırı milliyetçi şovenizmle bile mücadele edemediniz. Süreçten en fazla zarar görecek olanları tercihen koruyacak seçeneklerin arayışı içine dahi girmediniz. Tek derdiniz, “sıfır kovid”di.

Peki bu “sıfır kovid” yaklaşımının herkesin istediği bir yaklaşım olduğuna inanan var mı hâlâ? Almanya bağlamında sıfır kovidin uygulanabilir olduğunu düşünen var mı? Ya da bu hedefe ulaşmış başarılı herhangi bir örnekten söz edilebilir mi?

Almanya gibi birçok ülke, müdahaleci politikaları benimsedi. Bu politika tarzını uygulayan ülkelerde ölenlerin sayısı, İsveç’te ölenlerin neredeyse iki katı. Bir ara model olarak kabul edilen Avustralya ve Yeni Zelanda’da ölüm oranları aşı kampanyalarından bu yana hızla arttı. Çin bile artık sıfır kovid siyasetinden kopmuş durumda.

Ta başından beri biz, sıfır kovid yaklaşımının ancak halkın üzerinde gerçek ve güçlü bir demokratik kontrolün tesis edildiği sosyalist bir hükümette makul ve geçerli bir yaklaşım olarak gündeme gelebileceğini, emperyalist kapitalist ekonomilerde mevcut olan tüm yapının ve örgütlenme tarzının bu sıfır kovid yaklaşımıyla çeliştiğini söyledik. Bu tespit üzerinden biz, herkesten sıfır kovid denilen o ütopik çağrının gerçekte içinde bulunduğumuz somut politik koşullarda kullanılma biçiminin yol açacağı pratik sonuçlar üzerinde durulmasını istedik.

Toz duman dağıldıktan sonra, evde kalındığı o sıkıntılı günlerin ardından, birileri çıkıp da içinde yaşadığımız, sınıfların güdümünde olan gerçek dünyada bu türden sıfır kovid çağrılarının nelere yol açabileceğini düşünmedi bile. Emperyalizmin merkezinde faal olan sol, korona hayaleti karşısında kıyametçi senaryolar dillendirip kendi anlattığı hikâyenin büyüsüne kapıldı ve bu zafiyet üzerinden, kapitalizme dışsal bir gücün bizi bir şekilde kurtaracağına dair binyılcı inançtan yana durup, sınıf mücadelesi temelli analizi terk etti. Bu düşünce yapısı, hâkim iklim hareketi içerisinde belirgin bir nüfuza sahipti. Tek yapılması gereken, bu düşünce yapısına ince bir ayar çekip, onun sıhhi acil duruma uygulamaktı.

Bu türden ütopik fanteziler, hayalî kurgular, esasında dış düşmana karşı birleşen Gemeinschaft’ın[5] (“Topluluğun”) üzerinden dayanışmanın tesis edilmesi gerektiğini söyleyen o tehlikeli (ön) faşist inancı temel alıyorlardı. Oysa gerçek dayanışma, zalimlerin imal ettikleri gulyabaniye karşı o zalimlerle kurulacak sınıfsal işbirliğinden değil, ancak ezilen kitlelerin somut müşterek çıkarlarını temel alan, ilkeler üzerinden, tüm berraklığıyla ilerleyen enternasyonalist sınıf mücadelesinden neşet edebilirdi.

İçinde yaşadığımız gerçek dünyada sıfır kovid konusunda anlatılan tüm hikâyeler, esasında egemen sınıfın en üst kesimlerinin elinde toplaşan gücü meşrulaştırmaya ve o güce yönelik eleştirel analizin üzerini örtmeye yaradı. Gücün egemen sınıfın kaymak tabakasının elinde toplaştığı süreç, kolektif çıkarlarımız temelinde sınıfsal bir mücadele yürütmemize izin vermeyecek koşullara, daha az dayanışmaya ve daha az eşitlikçiliğe yol açan bir dinamiğe bağlı olarak ilerliyor.

Bu süreçte birçok solcu, karikatürize edilmiş, mekanik bir kapitalizm analizi geliştirdi. Bu analizi yapanlar kapitalistleri, esasında ancak “meşru” görülen kapitalist girişim üzerinden birikim yapan, önceden programlanmış, video oyunu karakterleri veya algoritmaları olarak görüyorlardı. Burada tarihten kopuk, soyut ve idealist bir sarhoşluk hâli hâkimdi.

Oysa somutta kapitalistler, kapitalizme veya piyasalara ideolojik bağlılıkla bağlı insanlar değiller, onlar, sadece sınıfsal çıkarlarına bağlılar ve burada bu çıkarların aldığı biçimin bir önemi yok. Tarihsel planda somut birer varlık olarak kapitalistler, hep verili kapitalizmden daha istikrarlı ve daha az riskli olan kapılardan girip birikim ve güç peşinde koştular. Onlar, sürecin ceremesini çekmemek için ellerinden geleni yaparlar, bundan sonra da yapacaklar.

“Kapanmalar” bahanesiyle kapitalizm karşıtı, ekonomiyi harap eden politikaların uygulandığı iddia edildi. Oysa bu politikalar, geç dönem emperyalist kapitalizmdeki o en tehlikeli tekelci eğilimleri güçlendirmek için kullanıldı. Finans kapitalin en saldırgan ve en gerici unsurları gelişip serpildi, güçlerine güç, servetlerine servet kattılar. Küçük ve zayıf olan sermaye yok edildi, burjuvazinin alt katmanları ve orta sınıflar yoksullaştırıldı. Buna karşılık, görünüşe aldanıp son yaşananların kapitalizm için birer felâket olduğunu söyleyenler, egemen sınıfın kaymak tabakasının zerre güç ve para kaybetmediğini görmediler. Finansal saldırının gerçekleştirildiği bu yıldırım harekâtında tüm dünyada orta sınıflar sistematik olarak yağmaya maruz kaldılar.

Egemen sınıf, devrimi değil darbeyi, orak çekici değil gamalı haçı, sınıf mücadelesini değil pogromu sever. Ortada hırsızlık ve gücü pekiştirme pratikleri üzerine kurulu, kapsamlı bir program var. Oysa birçok solcu, kapitalizmle ilgili çizgi romanlarla süreci anlamaya çalışıyor. Bu süreçte küçük ve orta ölçekli firmalar kapanmalar vesilesiyle yutuluyor, ayakta kalanlarsa iklim krizi ve Ukrayna savaşı ile gündeme gelen yaptırımlar gibi gerekçeler üzerinden boğazlanıyor.

Bu noktada akla Hollandalı çiftçiler, Rus oligarkların el konulan yatları ve başka türden varlıkları gelsin. Bu aşırı kapitalist yağma pratiğinin bir örneğini Doğu Almanya’nın yağmalanması örneğinde veya Nazilerce Yahudi mallarının “Arileştirilmesi” operasyonunda görmüştük. Bazıları ise bu türden manevraları antikapitalist veya sosyalist görüp alkışlıyor!

Aslında burada faşizmin o eski bilindik manevrası devrede: Müsadere yoluyla doğrudan birikim türünden kapitalizm içi veya kapitalizme hariçten gerçekleştirilen saldırılar, antikapitalistmiş gibi gösterilip, halkın gerçek devrimci duygu ve düşünceleri faşizme örgütleniyor. Faşistler, Yahudilerin mallarını yağmalamak istedikleri için yağmaladılar. Bunu yaparken, bir yandan da Yahudileri kapitalizm için birer günah keçisi hâline getirdiler, ayrıca Arileştirme girişimlerini (ve Yahudi işletmelerine yönelik saldırıları) antikapitalist bir hamle olarak yutturmaya çalıştılar. Bugün de aynı yolda ilerleyen egemen sınıf, her şeyi yağmalıyor, ama bir yandan da bu yağmayı kitlelere antikapitalist bir pratikmiş gibi pazarlamaya çalışıyor.

Küçük ve zayıf olan kesimlerin yutulduğu, yok edildiği süreçte egemen sınıfın en saldırgan kesimi için kılıf örüp duran kapanmacı sol, mertebe atlayabildi mi, uğruna mücadele yürüttüğünü iddia ettiği emekçi kitlelerin mevzi elde etmesine katkıda bulunabildi mi? Bu kapanmacı solun savunduğu politika, kapitalizm koşullarında yağmalananların dağıtılmasını zorunlu hâle getirebildi mi? Tabii ki hayır.

Gerçekte suni bir krizin tüm yükü kitlelerin sırtına yüklendi. Alman halkı, bugün tarih boyunca yaşam standartlarında görülmüş en büyük düşüşe tanıklık ediyor, öte yandan, egemen sınıf ise kendi halkını üç yıl boyunca acımasızca gözetleyen, taciz eden ve baskılayan devlet aygıtını yeniden silâhlandırmak için 100 milyar avro harcıyor. Aynı sözde sol, bu sürece de zımnen veya alenen destek sunuyor.

Kendi halkını kolektif serveti yeniden ele geçirmesi konusunda yönlendirmek, böylece maddi bolluğa yeniden sahip olunmasına katkıda bulunmak, bunun için üretim araçlarını kontrol altına alıp özgürleşmek yerine, birçok solcu, egemenlere kıyasla halkın yaşam standartlarına karşı daha saldırgan bir konum alabiliyor. Dünyayı yağmalayanlara dokunulmuyor, buna karşılık, kitleler özgürlüklerden ve maddi gönençten mahrum kalıyor.

Bu saçma siyasetin bir tezahürü de Yeşiller’in Doğu’daki emperyalist savaşa sunduğu destek ve ülke içinde kendi halkına karşı yürüttüğü ekonomik savaş.

Emperyalist savaş mekanizmasından daha fazla çevreyi tahrip eden bir şey var mı bu dünyada? Herhangi bir Yeşiller partisinin asli önceliği, o mekanizmayı yok etmek olabilir mi?

Bu kapanmacı solun biz “sağcılardan” ilkesel bir tutum gereği uzaklaşmalarındaki samimiyetsizliğin en önemli tezahürü de bugün mecliste bulunan ve nesnel planda faşistleşmiş olan partilerin destekçileriyle kendi aralarında bir ayrım çizgisi çekmeyi reddediyor olmaları. Bir vakitler sağcı bir gösteride bulunmuş biriyle yürümüş olan bir kişiyle temas kurmak bile bize “sağa yüzünü çevirmiş, iflah olmaz biri” yaftası yapıştırmak için yeterli olabiliyor.[6]

Alman emperyalizmini yeniden silâhlandırmaktan başka bir işe yaramayan mevcut trafik lambası koalisyonu[7] Ukrayna’da Neonazilere destek sunuyor, İkinci Dünya Savaşı’nda verilen antifaşist kurtuluş mücadelesinin simgelerini yasaklıyor, antisemitik Nazi propagandasının kullandığı Holodomor hikâyesine resmi düzeyde onay verip, onu hakikatmiş gibi takdim ediyor, ama nedense bunlarla aynı fikirde olmayanlar eleştiriliyor. Herkesin onlarla yürümesi, onlara örgütlenmesi, onlara oy vermesi gerektiği üzerinde duruluyor. 1 Mayıs mitinginde ilk konuşmayı, nedense koalisyona öncülük eden SPD’nin üyesi olan Frankurt Belediye Başkanı yapıyor.

Bu noktada, kapanmacı solun yürüdüğü yolun ana kusuru üzerinde durmak gerekiyor. Bu solcular, korona tedbirlerine karşı gelişen protesto hareketiyle ilişki kurma gereği duymadılar. Krizin gerçek niteliğine dair değerlendirmelerin yönünden bağımsız olarak, biz, gene de tartışma götürmez kimi gerçekler üzerinde anlaşmaya varabileceğimizi düşünüyoruz.

İlk olarak, burjuva hükümetlerinin krizlere karşı geliştirdikleri cevabın içeriğini cömertlik tayin etmiyor. Bu hükümetler, “doğru” şeyi yaparken, aslında onlara kâr akışının devamlılığını sağlamak amacıyla, sistemin muhafaza ve daimi kılınması zorunluluğu yön veriyor. Hükümetler, halkın beklentilerine kulak asmak zorunda, çünkü yeniden seçilmeleri gerekiyor, ama hükümetler, aynı zamanda eğer kendilerini kurtarmanın yegâne yolu halkı kurtarmaksa, bu yönde adım atıyorlar.

Buraya kadar sorun yok. Kapanmacı sol da benzer şeyler düşünüyor, ama burjuva hükümetlerin daha ileri gidebileceğini, krizi emekçi kitlelere karşı kendi sınıfsal çıkarlarını savunmak adına kullanabileceğini nedense akıllarına dahi getirmiyorlar. Çünkü biz, egemen sınıftaki kötücüllüğün göz ardı edilebilecek, küçümsenebilecek bir şey olmadığını biliyoruz. Onların “iyi bir krizin heba olup gitmesine izin vermeyelim” diyebileceğini düşünüyoruz.

Dolayısıyla, ister gerçek isterse imal edilmiş olsun, mevcut krizin verili koşullarında egemen sınıfın o krizden yırtmanın yolunu bulduğu ölçüde, onu kötüye kullanabileceğini ummak zorundayız. Tarihte her egemen sınıf, demokrasinin veya halkın dayattığı kısıtlardan kendisini kurtarma fırsatı sunan her türden olağanüstü hâli her şeyden daha çok sevmiştir. Bu tespite şunu da eklemek gerekiyor: Ortada gerçek bir kriz varsa egemen sınıf, ancak kendi çıkarlarını savunması ve mevzi elde etmesi konusunda o krizin fırsat ve imkân sunması durumunda ona çözüm bulmaya çalışır. Onların çıkarlarını aşan veya o çıkarlara karşı olup bizim çıkarımıza hizmet eden her türden eylem, politik mücadelenin emridir. Bu anlamda, ortadaki krize verilecek yegâne doğru sol cevap, halkın elindeki gücü almayı değil, onu harekete geçirmeyi şart koşar.

Kapanmacı solsa, sadece halkı harekete geçirme konusunda acziyet yaşamakla kalmadı, ayrıca pratikte halkın evlere tıkılmasında hükümetlere yardım etti, halkın ev hapsine mahkûm edildiği veya devlet eliyle yürürlüğe konulmuş sokağa çıkma yasağı üzerinden dışarı adım atamadığı sürece katkı sundu.

Siz kapanmacı solcular, kölece bir tutum ile, ayağa kalkmanız gereken, devletin protesto eylemlerini kısıtlayıcı emirlerine onay verdiniz. Üstelik bunu, zaten halkın güçbelâ ayağa kalktığı koşullarda, o hayal ürünü ve gerçek dışı kovid hikâyesine sırtınızı yaslayarak yaptınız. Başka insanların da hükümetin emrine girmesini istediniz. Birçoğunuz, hükümetin direnişleri daha sert bir biçimde ezmesini talep etti. En rezil tutumsa, bazılarınızın hükümete bağlı hücum kıtaları olarak iş görmesi, bu görev dâhilinde, protesto eylemlerinin bastırılmasına, engellenmesine, taciz edilmesine ve eylemcilere saldırılmasına katkı sunmasıydı.

Peki tüm bunları yaptınız da elinize ne geçti?

Almanya’da radikal sağın yeniden güçlenmesine mani mi oldunuz? Hayır, tam aksine, radikal sağ daha da güçlendi.

Birçoğu, alt orta sınıfa ve emekçi sınıflara mensup olan çok sayıda insan, hayatlarında ilk kez sadece mevcut hükümetin meşruiyetini değil, kapitalizmi ve parlamenter demokrasiyi de sorgulamaya başladı. Onlarla ilişki kurdunuz mu, önceden yürütülmüş beyin yıkama faaliyetlerinin ördüğü duvarları aşıp onlarla çalışma yürüttünüz mü, verimli sonuçlar veren bir eleştiri, eğitim ve aydınlatma faaliyeti içine girdiniz mi? Hayır girmediniz. Onlara saldırıp, bu insanların “sağcı” olduğunu söylediniz. Sadece “kendi kendini tasdiklemek” denilen o tuhaf oyunu sergilemekten başka bir şey yapmadınız.

Siz, nesnel düzlemde hükümetle ve onun hizmet ettiği egemen sınıfın öncü kesimiyle yan yana geldiniz. O sınıfla yan yana gelirken, resmi ağızlardan dökülen hikâyelere dair eleştirel düşünceyi, geçirdiğiniz öfke nöbetiyle birlikte, redde tabi tuttunuz, bu noktada, en temel ilkelere ihanet ettiniz. Böylelikle, ittifak kurma ihtimalinin gündeme geldiği tüm toplum kesimlerini yavan laflar etmekten gayrı bir şey yapmayan sağcı demagogların kucağına ittiniz.

Siz, sağcıların halk karşıtı bir tutumla, “radikal sol” ve “uluslararası finans” ile ilgili dillendirdikleri komplo teorileri için yaktıkları ateşi körükleyip durdunuz. Bugün kendisini ortaya koyduğu somut biçimiyle faşizme karşı gerçek bir mücadele yürüten bizlerin işini alabildiğine güçleştirdiniz. Birbirine zıt yönde ilerleyen Die Linke ve AfD’nin güçlerindeki değişim, bu gerçeğin bir kanıtı.

Biraz da faşizm meselesinden bahsetmemiz gerekiyor. Önce kapanmacı solun onu mağlubiyete sürükleyen en saçma vasfını ele alalım: bu vasfı dâhilinde kapanmacı sol, korona tedbirlerini tarihsel faşizmle kıyaslayanlara, “siz tarihsel faşizmi göreceleştirmekte, onu küçümsemekte, nihayetinde onun yeniden toparlanmasına katkıda bulunmaktasınız” dedi. Bu türden bir hamleye öncelikle sağ başvurdu, zira sağ, her seferinde aynı yalana sarılıyordu. Ama bu sefer hükümetteydi sıra. Mesela, hükümet, “Holodomor”un soykırım olduğunu söyledi, nefret suçunun özgül yanının, Almanya ile alakalı yönünün altını çizdi.[8]

Korona eylemlerine katılanlar, alınan tedbirleri faşizmle veya nasyonal sosyalizmle kıyasladılar. Bu kıyaslamayı antifaşist ve Nazi karşıtı oldukları için yaptılar. Bize göre, bugünkü egemen sınıf ile faşizmi iktidara getirenler arasında süreklilik vardı. Zira bu egemen sınıf, tüm sinsiliğiyle, yüz yıl önce işlediği suçlardan daha beterlerini işlemeye meyilli bir güçtü.

Bu değerlendirmemizi yanlış bulabilirsiniz. Bizim geçmişte işlenen suçları göreceleştirip küçülttüğümüzü söyleyebilirsiniz. Ama bilin ki biz hakikati söylemeye, onların bir şeyleri prova ettiklerini dile getirmeye mecburuz.

Ayrıca geliştirdiğiniz mantık çelişkili. Zira bir yandan faşizme atıfta bulunan tüm kıyaslamaların göreceleştirme zaafı taşıdığını düşünüyorsunuz, bir yandan da faşizmi bir daha aynı güçle ortaya çıkamayacak bir şey olarak tahayyül ediyorsunuz. O hâlde faşizmin göreceleşmeyeceği teorik bir koşul bulunuyor olmalı. Aslında bu tespitiniz ışığında siz, antifaşizmin gereksiz olduğunu düşünüyor olmalısınız. Ama elbette ki gereksiz görmüyorsunuz. Birçoğunuz, hiç çekinmeden, bizim ve bizimle yürüyenlerin “faşist” olduğunu söyleyebiliyorsunuz, ama görüşlerimiz veya aldığımız konumları inceleme gereği bile duymuyorsunuz. Peki bu, görecelikçi bir tutum değil mi? Hem de nasıl! Üstelik bu görecelikçi tutumunuz, suçladığınız göstericilerin tutumundan daha derin, daha beter ve daha tehlikeli.

Çünkü siz, gerçekte “faşist” ve “Nazi” gibi kelimelerin anlamını, ağırlığını ve önemini ortadan kaldırıyorsunuz. Protesto hareketi içerisinde faşizme karşı verdiğimiz gerçek mücadelenin önemini kavramıyorsunuz, o mücadeleye zarar veriyorsunuz. Son birkaç yılda yaşananlar yüzünden harekete geçmiş olan, Korona eylemleri üzerinden yeni yeni politikleşen veya tekrardan politik faaliyet içine giren birçok insanı fikri temelden mahrum bırakmaya çalışıyorsunuz, “Faşizm” ve “Nazi” gibi kelimelerin ağırlığını ve iç tutarlılığını ortadan kaldırıyorsunuz. Süreçte protestolar dâhilinde faal olan ve böylesine çamurlu sularda yüzmekten pek hoşnut olmayan faşist demagogların ekmeğine yağ sürüyorsunuz. Yanlış hesaplanmış, yanlış temellendirilmiş bir strateji üzerinden hareket ediyorsunuz, bu stratejinin henüz ham olan meyvelerini toplayarak tatmin oluyorsunuz, ama antifaşist örgütlenme faaliyetini ve politik eğitim çalışmalarını sekteye uğratıyorsunuz.

Her şeyden önemlisi de yaptığınız bu yanlışın kapanmacı solu eleştiren solculardaki dar görüşlülüğü, sığlığı ve kolayca aldanır oluşu beslediğini görmüyorsunuz. Mevcut durumun ağırlığını da egemen sınıfın bize karşı geliştirdiği itirazın niteliğini de, her şeyden önemlisi, bu sınıfın yürüttüğü psikolojik operasyonun derinliğini de idrak edebilmiş değilsiniz.

Egemen sınıf, solun devrimci eleştirisini temellük eden, onu başaşağı çeviren faşizmin kullandığı ilk yöntemleri bilince çıkartıp geliştirdi. VVN-BdA’dan arkadaşların hoşuna gitmeyen, 8 Mayıs günü dağıttığımız bildiride alıntıladığımız sözünde Dimitrov, şunları söylüyor.

“Faşizm, iktidara proletaryanın devrimci hareketine ve düzenden rahatsız olan kitlelere saldırı gerçekleştiren parti olarak gelir. Ama o, iktidara gelişini tüm millet adına, milletin selameti için girişilmiş bir faaliyet üzerinden gerekçelendirir ve kendisini burjuvazi karşıtı “devrimci” bir hareket olarak takdim eder. Bu noktada Mussolini’nin Roma’ya ‘yürüyüş’ü, Pilsudski’nin Varşova’ya ‘yürüyüş’ü ve Hitler’in Almanya’daki Nasyonal Sosyalist ‘devrim’i anımsanabilir.”[9]

Egemen sınıf, bu formülü epey geliştirdi. Artık ortada hareketleri rayından çıkartan, onları dezenformasyona mahkûm eden, güçlü bir mekanizma var. Bu mekanizmayı devreye sokarken egemen sınıf, üzerine ilericilik veya solculuk gömleğini geçirmekte bir beis görmüyor. Kontrolü altında olan muhalefet hareketleri inşa ediyor ve bu hareketlerin üyeleri, egemen sınıfa bağlı birer memur olarak faaliyet yürütüyorlar. Örneğin egemen sınıf, Suriye veya Ukrayna’da gelişen emperyalizm karşıtı mücadeleyi beyaz milliyetçiliğiyle ilişkilendiriyor veya Filistin’e antisemitizm üzerinden destek sunabiliyor.

11 Eylül vakası, öğretici niteliğini hâlen daha muhafaza ediyor. Emperyalist egemen sınıf, tehlikeli olan ve karşı saldırıya işaret eden söylemiyle programına mani olacak diye solcu güçlerin önüne türlü engeller çıkartıyor. Kendisinin bitmek bilmeyen bir zekâya sahip olduğunu düşünen, yöneticilerin beceriksiz olduğunu sanan, egemen sınıfa sadık, solcu küçük burjuva muhalifler, egemen sınıfın önüne koyduğu çanağa teslim oluyorlar. Emperyalizmi sorun etmenin kötü bir strateji olduğuna dair görüşlerini desteklediğini düşündükleri fikirleri pazarlayıp duruyorlar. Kendilerindeki haklılığı yaldızlayıp emperyalizme karşı mücadele ederken çile çekenlere acıyarak bakıyorlar, “tüh, keşke yapmasalardı” diyorlar.

Zaman içerisinde bu küçük burjuva solcular, ırkçı, İslam düşmanı, şarkiyatçı laflara teslim oluyorlar ve bunların öne çıkartılması gerektiğini söylüyorlar. Bağnaz bir tutumla, ABD’nin Batı Asya ve Kuzey Afrika’da oynadığı tarihsel rolü inkâr ediyorlar. Bu koşullarda egemen sınıf, solun önemli bir kısmını kendi çektiği hatta örgütlüyor. Bu hat:

1. Resmi anlatının en vazgeçilmeyen unsurlarını besliyor;

2. Faşist Bush-Cheney rejimine yönelik halk direnişini bölüyor, kitlelerin zihnini allak bullak ediyor, onları yanlış yöne sevk ediyor;

3. Kitleleri işçi sınıfından, özellikle olan biteni izah eden, o aleni “komplo”yu bir biçimde kabul eden, beyaz olmayan işçi sınıfından kopartıyor.

Pandemi döneminde egemen sınıf, eşi benzeri görülmemiş bir dezenformasyon kampanyası yürüttü. Burada amaç, oluşan hasarı olduğundan küçük değil, büyük göstermekti. Bunun için ortadaki tehdidi abarttı. Bunun için hastanelerde, bakımevlerinde ve genel manada toplumda ölümcül ve tehlikeli koşulların oluştuğunu söyledi. Uzmanlar arasında belirli bir görüş birliğinin bulunduğuna dair yanlış bir izlenim yaratmak adına, medyayı ve elitlere ait kurumları devreye soktu. En önemlisi de bugün tüm dünya genelinde yürütülen psikolojik operasyonun yönetilmesi için geçmişte devreye sokulmuş dezenformasyon kampanyasının tetiklediği kapsamlı kötücüllüğü, insani değerlere inanmayan yaklaşımı istismar etti. Bu düzlemde egemen sınıf, sol içerisinde kendisinin tehdidi inkâr ettiğine veya küçük gördüğüne dair izlenimin oluşması için çaba harcadı, böylelikle tehdidi alabildiğine abarttığı gerçeğinin üzerini örtme imkânı buldu.

Bu kampanyayla bağlantılı olarak egemen sınıf, kendisine bağlı hücum kıtalarının ve piyade birliklerinin (liberterler, milliyetçiler, sağcılar) içinden ayrıca (yakında soyu tükenecek olan küçük işletme sahipleri türünden) kullanıp atacağı küçük burjuva içerisinden kendi muhalefetini imal edip besledi. Çok fazla tehdit teşkil etmeyen bu muhalefet örgütsüzdü, beceriksizdi, devletle ciddi her türden yüzleşmeden uzak duruyordu. Kapitalist ideolojiye bağlı olduğu için bu muhalefetin üyeleri kolayca yönlendirildiler, gerektiğinde ileride yeniden diriltilecekler.

Zaman içerisinde kapanmacı sol, sınıf savaşı alanında egemen sınıfın bu türden stratejilerle ve öngörülerle hareket ettiğini, belirli sınıfsal katmanları kendi hedefleri doğrultusunda birbirine karşı harekete geçirdiğini unuttu. Bugün bu tür stratejilere ve öngörülere dair değerlendirmeleri “komplo teorisi” olarak yaftalayıp çöpe atmakla meşgul. Kapanmacı sola sormak gerekiyor: Marx da aynı şeyi On Sekizinci Brumaire çalışmasında veya Almanya’da Devrim ve Karşı-Devrim çalışmasında yapıyordu, o teorik katkıyı da “komplo teorisi” diyerek çöpe atıyor musunuz?

Bugün Özgül Sol hareketini meydana getiren bizler, bu sınıf savaşı alanını görüyoruz ve ancak bu şekilde oraya müdahale edebileceğimizi düşünüyoruz. Marx’ın On Sekizinci Brumaire’de tespit ettiği üzere, “insanların kendi tarihlerini yaptıklarını, ama onu diledikleri gibi yapmadıklarını, insanların tarihi bizatihi seçtikleri koşullarda değil, geçmişten aktarılmış, zaten orada verili olan koşullarda yaptıklarını” biliyoruz.

Siz, o bağnaz bir tutumla teslim olduğunuz vecd hâlinden çıkamıyorsunuz. Biz çıkmanız için elimizden geleni yapıyoruz.

Egemen sınıf, dünya genelinde bir yıldırım harekâtı yürüttü. Kitleler sokaklara dökülünce egemen sınıf, ajanlarından, influencer’larından, kitleleri yanlışa sevk edecek kişilerden oluşan ordusunu devreye sokup kitleleri kontrol altına almak, kafasını karıştırmak, sürü gibi gütmek için uğraştı. Bizim orada olmamız gerekiyordu. Biz, kitlelerde gelişen doğru ve yerinde sezgileri ve görüşleri bütünlüklü, rasyonel ve materyalist bir durum analizine doğru yönlendirmek zorundaydık. Egemen sınıfın kitlelerin önüne döşediği onca tuzakla mücadele etmeliydik. Tüm gerçek devrimciler gibi kitlelerden öğrenmeliydik. Onlarla tartışmak, düşünmek ve mücadele etmek zorundaydık.

Hareket daha yola koyulmazdan önce siz, gidip egemen sınıfın size sunduğu senaryoya teslim oldunuz. Hemen o eylemlere katılanlara hakaretler ettiniz, egemen sınıfın uyguladığı despotizme peşinen şüpheyle yaklaşanları “faşist”, “antisemit”, “sağcı radikal” olarak yaftaladınız. Bunu yaparken bir yandan da politik düzeyde gelişkin sol eleştiriler dile dökenlerin, bu hâlleriyle, protesto hareketi içerisinde solun hegemonya sahibi olmasına katkıda bulunacak kişilerin gözünü korkutup onların evden çıkmalarına mani oldunuz, böylelikle, tüm sahayı ajanlara ve demagoglara teslim ettiniz.

Gericiliğe dair tarihsel materyalist anlayışla donanmış kişiler olarak bizim gözümüzü kimse kolay kolay korkutamazdı. Dimitrov’un yukarıda alıntıladığımız sözünde de tespit edildiği biçimiyle, Alman faşizminin “sosyalizm” kelimesine el koymuş olması asla tesadüf değil. O zavallı “antisemitizm” yaftası, aptalların sosyalizminin eseridir.

Kitleler, devrimci ideolojinin kaynağıdır. Kitleler, o ideolojiyi zalimlere karşı verdikleri mücadelede ellerindeki örs ve çekiçle döve döve şekillendirirler ve açıklığa kavuştururlar. Gerici ideolojilerse egemen sınıfların ve onların uşaklarının kullandıkları ideolojik silâhlardır. Bu silâhlar da kitleleri boyunduruk altına almak ve onları bilinçlendirecek en ufak fikri ortadan kaldırmak için verilen mücadelede üretilirler. Egemen sınıfın kitlelerin çıkarlarına ve hedeflerine karşı olan bir sınıf olduğuna dair doğru ve yerinde görüş anlamında sınıf bilinci, en tehlikeli unsurlardan biridir.

Bu anlamda egemen sınıf, bir yandan bu temel görüşü silâhsız kılmak bir yandan da onun sahip olduğu güçten istifade etmek ve elindeki ideolojik malzemeye bir öz kazandırmak için uğraşır. Egemen sınıf hiçbir şey üretmez. Sahip olduğu ideoloji bile insanlığın ürettiği tüm ürünün temellük edilmesinin ve özel çıkarlar uğruna kullanılmasının bir neticesidir.

Egemen sınıf, uyguladığı zulümle kitleleri belirli fikirlere yönelterek, onların oluşturulmuş programları benimsemesini sağlar. Geliştirdiği bu türden gerici programlarla egemen sınıf, kitleleri tuzağa düşürür. Bilhassa devrimci liderlikten mahrum olduğu dönemlerde kitleler, sınıfsal analizin ham ve gelişmemiş biçimlerini belirgin bir kafa karışıklığıyla üretirler. Komplo teorilerine denk düşen bu sınıfsal analizler, esasen doğru ve yerinde gelişmiş dürtünün ve yönelimin eseridirler. Devrimcinin işi, bu sınıfsal analizlerle ilişki kurup, onların netliğe kavuşmalarını sağlamaktır.

Kapanmacı sol, bu süreçte yukarıda dile getirdiğimiz yaklaşımla çelişen bir konum aldı. Almanya’da kitleler, onlarca yıldır egemen sınıfın tüm acımasızlığıyla yürüttüğü propaganda faaliyetine maruz kalıyor. Birçok insan, tüm ömrü boyunca bu propagandayla besleniyor. Okulda, işyerinde, medyada insanlar, kapitalist bireycilikten, emperyalist şovenizmden ve ırkçılktan, cinsiyetçilikten, maltusçuluktan, militarizmden ve antikomünizmden oluşan çorbayla besleniyor. Hâkim bakış açısının dışına ufacık bir adım attığı anda dezenformasyon amaçlı operasyonların ve kontrol altındaki muhalefetin zehirli dilinin kurbanı oluyor. Buna rağmen insanlar, tek tek ya da birlikte, ufacık bir itirazı dile döktüklerinde, onları hemen mahkûm ediyorsunuz, hatta onları ezen devleti alkışlıyorsunuz. Bu temelde idealist, hatta yarı dini olan yaklaşımınız, ritüellerle sağlanmış saflık anlayışıyla tatmin olan destekçiler bulmanızda size epey yardım ediyor. Yeniden yükselişe geçmiş olan faşizm, o politik programınızla sizden daha iyi dost bulamazdı.

Kapanma karşıtı hareket içerisinde yer alan sol kesim bizimle aynı yanlışları yaptı. Bu süreçte eleştiri ve özeleştirileri analiz edip incelemekle, bu döngüye teslim olmakla yetindi. O eleştirilerin ve özeleştirilerin üstesinden geleceğimiz yer burası değildi.

Sadece Özgür Sol değil, ayrıca Frankfurt’ta faal olan, göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar konusunda çalışma yürütmek için kurulan Klartext [“Açık Metin”], Freidenker [“Özgür Düşünenler”], Berliner Kommunarden [“Berlin Komünarları”], Avusturya’dan Rota Fahne [“Kızıl Bayrak”] gibi protesto hareketi içerisinde yer alıp sürece müdahale etmeye karar vermiş olan örgütler, temelde doğru bir şey yaptılar. Kapanmacı solcular olarak siz ise koparttığınız gürültü patırtı ile egemen sınıfın yönettiği koroya dâhil oldunuz, tüm varlığımızla dâhil olduğumuz, en azından korkutmaya çalıştığınız insanların harekete katılmasını sağlamak için uğraştığımız o eylemleri “sağcı” olarak yaftalamak için uğraştınız.

Biz, bu süreçte programını solcu, hatta komünistmiş gibi kılıflandırıp satan egemen sınıfın propaganda faaliyetiyle, bir yandan da isimlerimize düşürdüğünüz o kara lekeyle mücadele ettik. Yeniden dirilmek ve sahneye çıkmak için uğraşan faşizme onun gerçek kaynağı olan egemen sınıfa ve uşaklarına karşı ilkeli bir mücadele yürüterek karşı koyduk. Bunun için, yürütülen dezenformasyon faaliyetini etkisiz kılmak adına, mevcut durumun gerçekten materyalist olan analizini yapmaya çalıştık. Buna karşılık, siz yürüdüğümüz yola taş koymaktan başka bir şey yapmadınız. Sadece melez cephelerin[10] en sinsisi ve en tehlikelisi için çalışan uşaklar olarak hareket ettiniz. Oysa bu cephenin içinde Washington, Hristiyan Demokrasi Birliği[11], trafik lambası koalisyonu ve Ukrayna’daki Azak Taburu vardı.

Devletin uyguladığı baskılara, yürüttüğü dezenformasyon faaliyetine, kitleleri yanlış yola sokmaya dönük çabalarına tanık olduğumuz koşullarda, küstah bir tavırla, o eylemlerin ardında kimlerin olduğuna, orada kimlerin yürüdüğüne dair bir fikriniz olmamasına rağmen, bizim eylemlerde kimlerle yürüyüp kimlerle yürüyemeyeceğimize karar verebileceğinizi düşündünüz.

İç tutarlılığa sahip bir yapı içerisinde başkalarıyla hemhal olmazdan önce Özgür Sol, dağıtıcı, tasfiyeci güçlerin saldırısına maruz kaldı. Oysa henüz bizi günahlarımızdan arındıracak bir şeyleri başarabilmiş değildik.

Bize göre asıl önemli olan, sokaklara çıkmak, kitlelerle ilişki kurmak ve egemen sınıfla mücadele etmektir. Bu tespitimiz bugün için de geçerlidir.

Egemen sınıfın ajanları, bizim korona eylemlerine katılmamızdan tabii ki hiç memnun olmadılar. Aynı şekilde siz, bizim savaş, faşizm, kapitalizm ve emperyalizm karşıtı gösterilerdeki varlığımızdan rahatsız oldunuz. Ancak şu var ki bizim evde kalmak gibi bir niyetimiz yok. Sizin içinizde belirli bir kesimin durumu anlamasını, durumun uyarılarımızda bulunduğumuz gibi aciliyet arz ettiğini görmesini sağlamak için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz. Bunu yapmak zorundayız. Yürüdüğümüz yolun temelde meşru, sizin yürüdüğünüz yolunsa tümüyle yanlış olduğunu siz de göreceksiniz. Öte yandan, hakiki ve iyi niyetli eleştirileri başımızın üzerinde tutmaya devam edeceğiz. Ulaştığımız sonuçlardan, elde ettiğimiz başarılardan tatmin olup bununla övünecek bir yapımız yok bizim. Sizinle her fırsatta konuşacağız. Sokaklarda görüşürüz.

Özgür Sol Gelecek
15 Haziran 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Die Linke [“Sol Parti”]: Almanya’nın en önemli sol partisi. Doğu Almanya’yı yönetmiş olan Sosyalist Birlik Partisi’nin halefi. Uzun zamandır kendisini köklerinden uzaklaştırmakla meşgul. Dolayısıyla, gerçek manada devrimci bir alternatif sunmaktan aciz.

[2] AfD [“Almanya İçin Alternatif”]: Hükümetin ve medyanın yorulmak nedir bilmeden, tüm itirazı ve öfkeyi politikalarına yönlendirmek için çalıştığı aşırı sağcı parti. İlk kapanma tedbirlerine destek sunsalar da sonrasında konumlarını değiştirdiler ve ülkenin büyük bir partilerinden biri olarak kapanmaları, aşı dayatmasını vs. açıktan eleştirdiler.

[3] Nazi Rejiminden Zulüm Görenler Derneği/Antifaşistler Federasyonu [VVN-BdA]: Almanya’da komünist hareketle sıkı ve güçlü bağlara sahip olan, bir zamanların ünlü örgütü. Bugün görebildiğimiz kadarıyla uzlaşmacı bir siyaset yürütüyor. Son üç yıldır da Alman hükümetinin aldığı korona tedbirlerine karşı çıkanlara “faşist” diye hakaret edip saldırmak, buna bağlı olarak, bu kişilere karşı eylemler örgütlemek.

[4] Komünist Teşkilât [KO]: Kısa süre önce ikiye bölündü. Bir ekip, Yunan Komünist Partisi’nin geliştirdiği “emperyalist piramit” teorisinden yana saf tuttu. Bu bağlamda, söz konusu ekip, Ukrayna’da yaşanan çatışmayı emperyalistler arası savaş olarak görüyor. Diğer ekip ise yaşanan çatışmayı NATO’nun saldırganlığı düzleminde ele alıyor ve Rusların yürüttükleri özel askeri operasyonun savunma amaçlı, meşru bir girişim olduğunu, hatta ilerici bir hamle olarak görülmesi gerektiğini söylüyor. Biz, burada bu ikinci ekipteki yoldaşlardan bahsediyoruz.

[5] “Topluluk”, Almancada Volksgemeinschaft olarak karşılanıyor ve bu terim genelde “halkın ırkî veya milli topluluğu” olarak tercüme ediliyor. Burada sınıfsal ayrımların bulunduğu kabul ediliyor, ama sınıf bilinci, Nazi ideolojisinin ve propaganda faaliyetinin esas unsuru olan uyumlu millet/ırk bilinci karşısında geri plana atılıyor.

[6] Hükümet veya medya, sağcı olarak adlandırılan her türden politik güçle temas kurup suç işleyen kişiler için “rechtsoffen” ifadesini kullanıyor. Burada daha çok sağ ile bir melez cephe inşa etmek için uğraşan ya da bu tür bir cephenin içinde yer alabilecek kişiler kastediliyor.

[7] Trafik Lambası Koalisyonu: Şu an Almanya’da iktidarda olan koalisyonu ifade ediyor. Kırmızı Sosyal Demokratları, Sarı ortanın sağında duran liberal parti Hür Demokratik Parti’yi (FDP), Yeşil de Yeşiller Partisi’ni simgeliyor.

[8] “Volksverhetzung” [“Nefret Suçu”] Alman ceza hukukunda milli, ırkı ve dini bir gruba ya da etnik kökeniyle tarif edilmiş bir kesime yönelik nefretin teşvik edilmesi olarak tarif ediliyor. Genelde Yahudi Soykırımı inkârcılarına tatbik edilmesine karşın bu yıl hükümet ilgili kanunu Nazilerin uydurdukları, sovyetlerin veya Stalin’in Ukraynalıları bir ırk olarak yok etmek için bilerek kıtlık koşulları yarattığı yalanını sorgulayan herkesin yargılanmasında kullanmak için gerekli zemini oluşturdu. Bu kanun, aynı zamanda mevcut hükümetin yürüttüğü politikaları Nazizmle ilişkilendiren ve tarihsel bir bağlama oturtan her türden yaklaşımı suçlu kılmak için kullanıldı. Bkz.: Bernard Klevenz, “Absurd, Alarming, Scandalous”, 22 Şubat 2023, Magma.

[9] Georgi Dimitrov, “The Class Character o Fascism”, The Fascist Offensive and the Tasks of the Communist International in the Struggle of the Working Class against Fascism içinde, 2 Ağustos 1935, MIA. Türkçesi: İştiraki.

[10] “Melez Cephe” veya “Çapraz Cephe”, Alman siyasetinde yaygın olarak kullanılan bir tabir. Bir tür milliyetçi, üçüncü yolcu platform üzerinden “solcu” ve “sağcı” güçleri birleştirme girişimlerini ifade ediyor. Neonazi grupları pratikte bu stratejiyi uyguluyorlar.

[11] Hristiyan Demokrasi Birliği, Almanya’da güçlü olan merkez sağ partisidir.

0 Yorum: