24 Ağustos 2023

,

Çanakkale İçinde


Nuri Bilge Ceylan’ın Ahlat Ağacı filminde kum ocağı sahibi patron, Çanakkale’nin tarihi ve turistik yerlerinin değeri ve öneminden bahsediyordu. Aslında yırtma derdinde olan genç edebiyatçı ise sıradan insanların sıradan hikâyelerinin değeri üzerinde duruyordu. Bugün o tarih ve insan, yangınla mücadele ediyor. “Ahlat ağaçları” yanıyor. Edebiyatın ve sinemanın konusu edildikten sonra, onca timsah gözyaşının ardından, ateşe veriliyor. İstanbul’un boşaltıldığı, çevreye taştığı, periferisini işgal ettiği, Paris iklim anlaşmasının imzalandığı koşullarda akıllı kentlerin inşasından söz edildiği süreçte, şehir kül oluyor.

Çünkü tekellerle işbirliği içerisinde devlet, Marmara Denizi’nin etrafını sanayi siteleri, lojistik ağları, karayolları ile kuşatıyor. Uluslararası ticaret yolları, boğaza köprü yapılmasını emrediyor. O köprü ve alt geçitler, emlak değerini artırıyor. Arazi, rant ve kâr, yeni yağma ve talan süreçlerini tetikliyor.

Bir vesile, hastanede refakatçi olarak kalındığı bir günün akşamı, odayı paylaştığımız hasta, kendisinin Çanakkale’de Tarım Bakanlığı bünyesinde sekiz yıl ziraat mühendisi olarak çalıştığını söylüyor. Odayı paylaşmanın dürtüsüyle, biraz da propaganda faaliyeti dâhilinde, bir bilgiyi de paylaşıyor: “İmkânınız varsa, bilhassa Saraycık, Sarıcaeli civarında arazi alın.” Bu lafın edilmesinin üzerinden üç gün sonra, tam da o bölgede orman yangını yaşanıyor. Bu emlâk tavsiyesiyle yangın arasındaki rabıtaya odaklanmak gerekiyor.

Bu ziraat mühendisi, bir AKP vekilinden söz ediyor. Yakından tanıdığı bu ismin arazi işlerini iyi bildiğini, işleri onun yürüttüğünü, ondan yardım alınabileceğini söylüyor. AKP tabanı, arazi, rant ve kârla ilişkilerinde “suç ortakları” arıyor. Bu yangın, biraz da Çanakkale yağmaya açıldığı için yaşanıyor.

Aslında Çanakkale, yirmi yıldır mütemadiyen yanıyor. İlkin Kepez yandı. Küçük bir köydü. Oraya CHP’liler için bir getto inşa edildi. “Devrimci” belediye başkanı, arazi, rant ve kâr ilişkileri dâhilinde gemisini yürüttü. Kimse, yanan ağaçları, o ağaçların yerine inşa edilen binaları sorgulamadı.

O ziraat mühendisi, şehrin Kepez’de tıkandığını, doğuya doğru büyüyeceğini, o sebeple, o bölgede arazilerin değerleneceğini söylüyor. Şehir, yeni yapılan köprüye doğru büyüyor. Büyüdükçe Neron’lar gelip şehri ateşe veriyorlar. Bu süreçten pay isteyenler, süreci hiçbir şekilde eleştirmiyorlar.

Sağcılar, gerçeklikle, araziyle, rantla ve kârla bağı olmayan kurgusal olguların, ecnebi komplocu güçlerin “lazerle anızları yaktığını” söylerken, solcular, kurumsal zafiyete, AKP’nin gericiliğine, kurumu ve devleti yönetemezliğine vurgu yapıyor. Başka yerlere sesleniyor, küçük burjuvadaki haset, hınç ve kin duygularını kaşıyarak büyüme hesabı yapıyor. Küçük burjuva ideolojisi olarak faşizmden ve Nazizmden öğrendiği Yahudi karşıtı argümanları sivriltip, bir bir Müslüman’a doğrultuyor. Tüm malı ve parayı kontrol altında tutan Yahudi efsanesine benzer hikâyeler pişiriliyor.

Çanakkale’de mandıralara, arazilere, koylara vs. AKP’lilerin el koyduğu söyleniyor. Bu haset, hınç ve kinin iktidar olmayı sağlayacağı düşünülüyor. Küçük burjuvadaki haset, hınç ve kin, sosyalist hareketi bir bütün olarak CHP’ye örgütlüyor. Tek muradı ve hedefi bir tatil kasabasında kadın ve içkiden oluşan cennet sofrasını kurmak olan sosyalist şefler, dünden teşne, hemen örgütleniyorlar CHP’ye. Belediyeler ve vekiller üzerinden dağıtılan ranta ortak oluyorlar, fukara kadrolarını CHP uşaklığına iyiden iyiye alıştırıyorlar. Kavgadan kaçıyorlar.

Onlar, hayata kurumsallık ve müdür koltuğu üzerinden bakıyorlar. “Kurum ve müdür olma düşkünü siyaseti, halktan kopuk ideolojiyi nedense hiçbir sosyalist sorgulamıyor.”[1] CHP’nin yanına hizalanan sosyalistler, o müstakbel ve muhayyel müdür koltuklarından okuyorlar gerçeği. Her olgu ve olayı o zaviyeden sorguluyorlar. Hata yapıyorlar. Sınıfsız ve sınırsız bir yerden, “ah o koltukta ben olsam” diyerek, burjuva siyasetini besliyorlar. Koltuk tartışılmıyor, onu ayakta tutan güçlerle dövüşülmüyor. En fazla, seçim partisi olarak, yalandan halkı düşünüyormuş gibi yapıp, iktidara öneriler sunuluyor, “zararlar bedelsiz karşılanmalı” deniliyor, tek çözüm olarak “devletleşme”ye, dolayısıyla devlete işaret ediliyor.[2] Mesele, basitçe özel kişilerin teknisist, çözümcü, pratik müdahalelerine indirgeniyor. Yangının iktisadı da sınıfsallığı da sorgulanmıyor. Çünkü küçük burjuvazi, esasen kendi iktisadî boyutunun ve sınıfsal gerçekliğinin sorgulanmamasını istiyor.

O sebeple, arazinin, rantın ve kârın gerçekliğine değil, bunlardan pay alan AKP’lilere odaklanıyor. Dolayısıyla, buradan “biz de payımızı istiyoruz” diyor, diyenleri kendilerine örgütlüyor. Yanan ahlat ağaçlarına yanmıyor. Üst siyasette rekabetin ve mülkiyetin tayin ettiği ayrışmalara göre düşünüyor. Alt siyasette, yoksulun, işçinin ve ezilenin siyasetinde oluşan kavşakları görmüyor. Hayata oradan bakmıyor.

O sebeple, şehrin boşalmasını istediklerini, ama bu süreci AKP’nin yönetemeyeceğini söylüyor. Gelgelelim, sivil ve asker bürokrasisiyle meselelere soğukkanlılık ve uzgörüyle bakan devlet, hiç böyle düşünmüyor. O, kültürel kavgaları, didişmeleri, CHP-AKP çekişmesini tanımıyor, oradan bakmıyor. Pandemiyi, depremi, şehrin tasfiyesini, enflasyonu vs. ancak AKP’nin yönetebileceğini söylüyor. “Partimiz kurulduğu günden beri Cumhuriyet’ten yana oldu, ona hizmet etti” diyen TKP türünden sol örgütler, o devlete yalvararak, “ben, daha iyi yönetirim ama!” diye ağlıyor. Bu ağlama pratiğine siyaset diyor. Cumhuriyet’in iktisadî boyutu ve sınıfsal gerçekliğini sorgulayanları aforoz ve tasfiye ediyor.

Sol, ne şehrin tasfiyesinin yaratacağı derde ve öfkeye örgütlenmeyi ne de o derdi ve öfkeyi örgütlemeyi aklediyor. Meselelere, bir diplomat, bürokrat ve teknokrat olarak yaklaşıyor. Devrimci olarak yaklaşmayı unutuyor. Çanakkale’deki yangını teknik, kurumsal ve şahsi bir becerisizlik, kifayetsizlik ve zafiyet olarak okuyor. Sol, gerçeklikten ve insandan kopuyor, bu kopuşun ideolojisi hâline geliyor. Kopanlar, Çanakkale gibi tatil beldelerine sığınıyor. Şu videodaki adam gibi sürekli “beni bu ülkeden kurtarın!” diye yalvarıyor.


Birkaç sene önce Çanakkale’deki yazlığında ziyaret ettiğimiz eski bir TİP’li sendikacı, bulunduğu köyün kahvesinde bir yandan kâğıt oynarken, bir yandan da köyün gelişmesini, otellerin, barların, diskoların açılmasını istediğini söylüyordu. Aynı sendikacı, alışveriş için gittiği Ezine yolunda yanmış olan ormana girip yangından arta kalan kaplumbağa kabuklarını ganimet misali toplayıp evine götürüyordu. Bu, esasında ilerici ve ilerlemeci olduğu ölçüde efendilerinden taltif ve değer göreceğini bilen bir solculuk. Bu solculuk, eskiden sınır tanımıyordu, şimdi de sınıfı tanımıyor. İşçiliği aşağılık bir etiket olarak görüyor, kullanıyor. Solu, bu tür eski sendikacılar yönetiyor.

“Yangınlara müdahale”, sınıfsız bir ifade. “Yetersizlik” de öyle. Yangının ve yetersizliğin sebeplerine kör. Bu kelimelerden oluşan cümle, ancak bir CHP’linin ağzından çıkabilir. Ancak ona ait olabilir. O ağız ve o ağzın sahibi, ezilene, yoksula ve işçiye umut olamaz. Umutsa kavgadadır.

Eren Balkır
23 Ağustos 2023

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Korgeneral Pandemi, Orgeneral Deprem”, 2 Mart 2023, İştiraki.

[2] “TKP Çanakkale”, 23 Ağustos 2023, Sol.

0 Yorum: