02 Mart 2023

,

Korgeneral Pandemi, Orgeneral Deprem

Hükümet, pratikte yanlış yaptı. Pandemide yaptığı gibi, bu deprem sürecinde de bir bilim kurulu oluşturup, solcuların elindeki rant odaklarını işe ve sürece dâhil etmiş olsaydı, bu kadar yaygara kopmaz, sol, yalanlarla, tezviratla cesetler üzerinde tepinmezdi. İMO, TMMOB, Jeoloji Odası, Naci Görür her gün televizyona çıksaydı, ne çadır satıldığını bilirdik, ne ilk iki gün sahada devlet olmadığını, ne de çocukların tarikatlara teslim edildiğini. 

Sol, maskenin, kapanmaların ve aşının zararlarını nasıl gizlediyse, deprem sürecinin tüm tozu dumanını, kanını, acısını, kirini, rantını ve yağmasını aynı şekilde, elbirliğiyle gizlerdi. TKP de, üzerinde gökkuşağı renkli “boyun eğme” yazısı bulunan çadırlar dağıtır, içimiz açılırdı. Hükümet, hata yaptı!

* * *

Fikren Fethullahçı bir yurttaş birey olarak Metin Kayaoğlu, tipik bir liberal solcu gibi konuşuyor. İşini yapıyor. Tasfiye sürecinde rol üstleniyor. CHP’ye yamanmaya, oradaki güce biatini teorize etmeye çalışıyor.[1] Esasen ESP, Köz ve Partizan gibi yapıları CHP’nin kuyruğuna takmak için uğraşıyor. 

O, “Politik ömrün uzun zamanları tek tek anlarda politik öznenin kendini taktiğiyle yeniden kurması işlemi olarak geçer.” gibi zırvalarla birilerini hipnotize etmeye, kendi aklınca afallatmaya, çok anlamlı ve çok acayip şeyler söylüyormuş pozu kesmeye çalışıyor. 

Onun “Ânsal gerçek” derken kastettiği, kendi bireyliği, birey putudur. Tipik bir küçük burjuva olarak, o, politikayı kendisinden kurmaya, “devletten ve toplumdan ilgi dilenmeye”, eşsiz olduğuna inanmaya meyillidir. Kurnaz ve uyanık bir yaklaşımla, olası eleştirileri savuşturmaya çalışır. Bunun için, kendisi gibileri eleştiren Gramsci’nin cümlesini [“Bireycilik, tehlikeli ve hayvani bir politika dışılıktır”[2]] alıntılamaktan geri durmaz. Oysa ondaki âncılık, bireyciliğin kılıfıdır.

Sosyalistleri Kılıçdaroğlu-Akşener projesinin kuyruğuna takmaya ahdetmiş olan bu yurttaş birey, pandemide “devlet, süreci gayet iyi yönetiyor” anlamına gelecek şeyler söylüyordu. Son yazısında “depremin tek ve tam sorumlusu Erdoğan’dır” derken, pandemi ile ilgili yazısında, “salgın biyolojik bir gerçek, suçlusu kapitalizm değil” diyor, ama nedense, “Salgının tek ve tam sorumlusu Erdoğan’dır” demiyordu. Bu tür lafların sınıfsallığını sorgulama ihtiyacı duymadan, bugün çıkıp devlete kurumsuzlaştığı, kurumsuzlaşmasının sebebi olan Tayyip’i başından atamadığı için sitem ediyor. O teknokrat memur kafasıyla bir Marksist gibi değil, Kılıçdaroğlu gibi konuşuyor, “devlete nefes aldırmak” istiyor. Marksizmi krizden kurtaran Kayaoğlu, bugün de “Kemalist burjuva devlet”ini Kaypakkayacı” liberalizmiyle kurtarmaya soyunuyor. Devlet, bu tür “ajanlar”ıyla yol alıyor.

* * *

Kurumsuzluk meselesi, aslında “eski cumhuriyet”in, CHP’nin de onay verdiği, çözülmüş, emperyalist tekellere bağlanmış, biraz AB’leşmiş, biraz ABD’leşmiş devletin eski kurumlarına ağıt yakarken, onlar arkasından timsah gözyaşları dökerken gündeme geliyor. Burjuva siyaset içinde gerçekleşen boş bir atışmanın, laf dalaşının malzemesinden başka bir şey değil. O kurumlar tasfiye edilirken, CHP de AKP de el eleydi, kol kolaydı. Bugün ortada, Erdoğan’a iğneler batırıp ateşte yakarak kurtulabilecekleri bir günah yok. Herkes günahkâr.

Yaşanan her felâkette sosyalist hareket, CHP’nin yanına hizalanıyor, halkı, derdi ve öfkesini umursamıyor, o dertten ve öfkeden kaçmak adına, CHP ile birlikte “nerede o kurumlaar!” diye ağlıyor. 

Güneyde ormanlar yanıyor, CHP’nin aklına, yirmi yıl önce bizzat kendi adamlarıyla yağmaladığı, tasfiye ettiği, çürüttüğü, tükettiği Türk Hava Kurumu geliyor. 

Halkevleri, bir yandan tekeller adına vegan reklâmı yaparken, bir yandan taşrada kurban bağışı topluyor, böylelikle muhtemelen Türk Hava Kurumu’nun tek geçim kapısı olan kurban derilerine el koyuyor. Başka bir devlet kurumu olarak varolmaya çalışıyor.

Yangında “Türk Hava Kurumu’nun uçakları neredee?” diye soruyorlar. Pandemide ise hemen Hıfzısıhha akla geliyor. Onca yaygaradan sonra AKP, bu kurumu yeniden açıyor. 

Bu kurum ve müdür olma düşkünü siyaseti, halktan kopuk ideolojiyi nedense hiçbir sosyalist sorgulamıyor. Onlar, Fethullah ve MİT kaynaklı dosyaların, haberlerin peşinden sürükleniyorlar. Trolleniyorlar. Sahada çile çeken halka tepeden bakan, sadece Ankara kulislerindeki ucuz burjuva siyasetini ve ayak oyunlarını düşünen bir üslup ve yöntem devreye sokuluyor. 

Bu bilek güreşi içerisinde CHP, uçak tartışmasını açarak Tayyip’e gollük pas veriyor ve hükümet, Hava Kurumu haricinde birçok uçak aldığını ve imal ettiğini söyleyerek, tartışmada öne geçiyor. 

Sosyalist hareket, birden kendisini otuzların Ankara’sında burjuva balolarında vals yapan, Sıhhiye’nin üstündeki mahallelere tepeden bakan bürokratların, teknokratların, diplomatların yanında buluyor. Onlara iyice ısınıyor. İçindeki CHP ajanlarına teslim oluyor.

* * *

Bu depremin çilesini çektiğimiz günlerde uzun zamandır adını duymadığımız Bülent Arınç, sahneye çıkıyor, çıkartılıyor, toplum mühendisliği adına, CHP kulislerindeki “acaba seçim ne olcek?” sorusuna cevap veriyor. Seçimin ertelenebileceğini söylüyor. Gündemi tayin ediyor, herkesi seçime kilitliyor. Tüm sosyalist partiler, CHP’nin yanında hizalanıp “seçim ertelenemeez!” diye bağırıyorlar. Oysa AKP içinden haber veren gazeteciler, Erdoğan’ın 14 Mayıs’ta kararlı olduğunu, seçimin ertelenmeyeceğini söylüyorlar. Üstelik Altılı Masa’nın adayının belirlenmediği gerçeklikte seçimin ertelenmesi, en çok da bu masanın işine geliyor. Ama “seçim ertelenemeez!” diye yaygara koparanlar, Erdoğan’ın sırtına yastık koyuyorlar, onu rahatlatıyorlar. Bugün utanmadan, “Erdoğan yeniden 14 Mayıs’ı işaret etti” haberini yapabiliyorlar.[3]

* * *

Muhtemeldir ki bir iyi polis-kötü polis oyunu oynanıyor. Papaz rolünü Kılıçdaroğlu üstleniyor. Veya fil avcıları gibi, bir çukur eşiliyor, siyah giyimli avcılar fili o çukura düşürüyor, ellerindeki sopalarla onu dövüyor, sonra beyaz giyimli avcılar geliyor, fili çukurdan çıkartıp ona su ve yemek veriyor.

Bizi CHP-AKP kayıkçı kavgasında bu yalanlara ikna etmeye uğraşıyorlar. Sosyalistler de ellerindeki tuzlukla en önde koşuyorlar. 

Bunların öncüleri, ABD’de beyaz giyimli avcılar, Trump’a “faşist” dediler, ama onun söylediği şeyleri yapmaya devam ettiler. Misal, Meksika sınırındaki duvarı yükselttiler, işçi sınıfına daha fazla baskı uyguladılar. O liberal solcular grev kırıcılığı yaptılar. Bu gerçeğin üzeri, “genelkurmaydaki trans komutan” resmiyle örtüldü. Bize sosyalist hareketin önerdiği seçenek bu.

* * *

Arazi mafyası nedir? Yoksul emekçi mahallelerindeki emlak değerinde yaşanan artış üzerinden o arazilere çökmek isteyen burjuvazinin sopası değil midir? Bunun için uyuşturucu da devreye sokulur, para dolu çantalar da, semtevleri de.

Bir söylentiye göre, misal, Ankara’da eskinin namlı mafya babaları, belediyeden koparttıkları değnekçilik gibi işlerden geçimlerini sağlıyorlar. En büyük gelir kapıları ise CHP’li ve AKP’li belediye başkanları için arazi kapatmak.

Müteahhit Ekrem İmamoğlu, Celâl Şengör’e, şu bok yiyen, 12 Eylül’e destek veren, halkın demokrasideki ağırlığına karşı çıkan, ayaktakımına söz hakkı verdiği için burjuva demokrasisine bile karşı olan, Popper’cı ateist bilim insanı Şengör’e, “biz sizin, bilimin önünde eğiliriz” diyor. Bu eğik başların halk, işçi ve yoksul düşmanı olduğunu görmek gerekiyor.

Bir kanser uzmanı doktor, Youtube’da röportaj veriyor. Kendisine “hangi meyve kanseri önler?” sorusu soruluyor. Soruyla dalga geçen doktor, “zaten bugün meyveler de zehirli, kanser yapar, yemeyin” diyor. Aslında bu tür doktorlar, sermaye ve devletin iktidarında yoksula, işçiye ve halka karşı yürütülen operasyonun askerleri olarak iş görüyorlar. Gıda rejimine yön veriyorlar. Çünkü o yoksul, artık zaten meyve yiyemiyor, doktor da çıkıyor, yüceden, Tanrı katından buyuruyor ki “meyve yemeyin, zararlı!” Bunu evladına iki meyve yedirebilmek için akşam karanlığında pazara gidip kasalardaki çürükler arasından işe yarayan bir iki meyve seçmeye çalışan halka söylüyor. Doktor, kendisine verilen işi yapıyor.

O yoksullara bugün benzer yalanları deprem uzmanları namlı kişiler söylüyorlar. Deprem demek, arazi rantının yeniden paylaşılması demek. 

İki uzman çıkıyor, şekle, görüntüye bakıyor. Ona göre teori uyduruyor. Buradan, İskenderun’u basan suyu değerlendiriyor ve diyor ki “bu levha kaydı, İskenderun levhası çöktü, muhtemelen bu deniz suyu kalıcı, çekilmeyecek. Bu bölge hep sular altında kalacak.” Bir hafta sonra bir başka deprem uzmanı sahaya gidiyor, basit bir iki analiz yapıyor ve diyor ki “deprem sonrası şehrin altındaki kaynak suları açığa çıkmış. Bu su, deniz suyu değil.” Zaten o iki deprem uzmanının dediğinin aksine, o sular birkaç gün sonra çekiliyor, ama o uzmanlar, ekranlarda boy göstermeye devam ediyorlar. Misal, İskenderun’daki bir tek binanın etüdü için 1 milyon lira isteyebiliyorlar. Onca yalana, ihanete, teslimiyete rağmen, birçok sosyalist örgütün şefinin sahneden inmemesinde de benzer bir sorun var. Bu kurumsalcı, halkı küçümseyen siyasete herkes iyice alıştı.

* * *

Başta dediğimiz gibi: İçinde Naci Görür’ün bulunduğu bir deprem bilim kurulu olsaydı, solcular, sosyalistler, bu kadar yaygara kopartmazlardı. O kurulun başında esasen faşist olan Ahmet Ercan bulunsaydı, herkes heyecanla ekrana kilitlenir, onun şovunu huşu içinde izler, o vecdin sarhoşluğu ile koltuğun titremesi neticesinde deprem korkusuyla sokağa fırlardı! Maalesef olmadı...

Ercan, 17 Ağustos depreminde ünlendi. Oradaki popülerliğiyle belediye başkanı, cumhurbaşkanı vs. olmak istedi. Düzce depreminde katıldığı bir programda “bu, çok yakışıklı bir deprem” diyordu. Spiker, “onca insan öldü hocam, böyle bir laf edilir mi?” diye tepki gösterince, “bilim açısından bu güzel bir deprem, bize çok şey öğretti, çok şey gösterdi” cevabını vermişti. Şimdi rant ilişkileri içerisinde girdiği rekabet dolayısıyla, Enver Aysever’in programına katılıyor ve doksanlarda Celâl Şengör’ün “şöyle yakışıklı bir deprem olsa da İstanbul tümden yıkılsa, biz yeniden inşa etsek” dediğini söylüyor. Bu öjenistler hiç utanmıyorlar. Çünkü “Hiç”, öztürkçe değil, Farsça!

* * *

Onca insanın öldüğü, yurtsuz kaldığı koşullarda Şehir Planlamacıları, bakanlığın hazırladığı deprem projesine “bizim adımızı anın!” diye tepki verdiler.[4] Herkesin derdi rant, ranttan alacağı pay. Yani o projede bir sorun yok. Bakanlık, Şehir Planlamacıları Odası’nın adını ansa, onu ranta ortak etse, tartışma bitecek. Üstelik bu tepki, şehirlerin yeniden inşa edileceğinin söylendiği günlerde ortaya konuluyor. Odalar, bu yıkım koşullarında ellerini ovuşturuyorlar. Sosyalistlere de meslek sahibi orta sınıflara, “biz, sizin kolunuzdaki bileziklere tapıyoruz, öyle böyle değil!” demek düşüyor.

Deprem uzmanları, odalar vs. arazi mafyacılığı pratiğinin parçası olarak faaliyet yürütüyorlar. Yirmi yıl önce Marmara depremi ile ilgili araştırması sebebiyle NATO’dan ödül almış olan laik solcu Naci Görür[5], yeni yapılacak kentlere dair laf söyleme hakkını da kendinde buluyor. Her konuda konuşuyor. Belki bir iki yüz yıl daha deprem olmayacak kentlerde ranttaki payı büyütecek, teknokratların rolünü şişirecek öneriler dile getiriyor. Bu NATO ödüllü zatın yıldızını parlatmaksa sosyalistlere düşüyor. Herkes, karargahtan gelen emirlere göre hareket ediyor.

Bu işin ekonomi politiğini ve siyasetini kimse sorgulamıyor. Çünkü herkes, “ân” denilen sonsuzlukta ellerine tutuşturulan özel halkalara sarılmayı ilericilik, solculuk, devrimcilik zannediyor. Spinoza’nın tabiriyle, “havaya fırlatılan taş, kendisinin uçtuğunu sanıyor.”

İlber Ortaylı’nın güya mikrofonun kapandığını fark etmeyip “o bizim Celâl’den daha iyi, depremi öngördü” dediği Naci Görür, bu kâhinliği üzerinden parlatılıyor, cilâlanıyor. Oysa yıllar önce hazırladığı doktora tezi Elazığ fayı ile ilgili ve bu bilim insanının, otuz yıldır zaten bilimin bildiği ve “kırılacak” dediği fay hattında deprem olacağını sürekli dile getirmekten başka bir meziyeti yok. Üstelik bu bilim alanında faal olan kimi isimler, “kehanet bizim işimiz değil. Deprem anı, tarihi bilinemez” diyorlar. Bu küçük burjuvaları bilim de ilgilendirmiyor.

Arazi değerleri, ülkenin dönüşümü, sermaye, kentleşme vs. gibi başlıklarda deprem uzmanları, halkın gözünü korkutmak, devletin uzun zamandır satılmasını istediği okulları yıktırmak, kentin dokusunu burjuvazi ve tekeller lehine değiştirmek, kentsel dönüşüme yönelik direnci kırmak için yürütülen operasyona ortak oluyorlar. 

Biri çıkıyor, iki milyon yıldır uyuyan, sönük olan, Ankara’daki küçük bir fay hattını haritaya dâhil edip halkı korkutmaya çalışıyor. Birileri, İstanbul’un sahil şeridi ve civarındaki değerli arazilerden yoksulları kuzeye kovmak, aynı zamanda ormanlık arazileri imara açmak için deprem uzmanlığını, bilim insanlığını konuşturuyor, ranttan aldıkları pay aşkına!

* * *

Akılsızlık, beceriksizlik, liyakatsizlikle Erdoğan’ı eleştirmek, CHP siyasetidir. Sosyalist siyaset, hiç değildir. O ranttan alınan pay aşkına, Erdoğan’a işaret edip kitleleri, sınıfları, halk kesimlerini değil, Erdoğan’a haset, Erdoğan’a düşman bireyleri örgütlemek, antikomünist bir faaliyettir. Bugün sol, Erdoğan suretinde kendisini “biricik” ve “yüce” göstermenin derdindedir. Erdoğan aynasında sol da dönüşmekte, ona benzemektedir.

CHP, küçük burjuva bir vurguyla, kendisini egemenlere akıl, beceri ve liyakatle beğendireceğini düşünüyor. Sol, o aklın, becerinin ve liyakatin sınıfsallığını sorgulamıyor.

Türk Hava Kurumu, AFAD vs. gibi kurumlar üzerinden belirli momentlere dair laf söylemek, komünist siyaset olamaz. Bu memur, müteahhit ve bürokrat kafası, sosyalist hareketi ele geçirmiştir.

Bugün sol, saçma sapan, akla ziyan bir siyaset güdüyor. Dün pandemide “okullar kapanmayacak” denilince “kapansın”, “kapanacak” denilince “kapanmasın” diyen sol, bugün depremde AKP ne söylerse tam aksini söylemeyi, onu Gargamel, kendisini Şirinler olarak satmayı siyaset zannediyor. Hayal âleminde yaşıyor. Muhtemelen dün EYT yasası geçsin diyenler, yarın EYT devlete zararlı diyecekler. Buna, siyaset diyebiliyor olmaları, dediklerine inanan birilerini bulabilmeleri, gerçekten tuhaf.

Bir muhabir, kasaptaki çocuğa “‘annem karne hediyesi olarak et aldı’ diyeceksin tamam mı” diyor. Bu kurgu habere herkes sarılıyor, sonra Ayşenur Aslan, “trollendik” diyor. Oysa yıllardır Fethullah, MİT, CHP gibi kaynaklardan solcular, her gün trolleniyorlar, her gün takıldıkları ağlarla nerelere sürüklendiğini kimse sorgulamıyor. Herkes, saçlarını rüzgâra kaptırıyor. Çünkü artık sol, kitleden korkan, sınıftan tiksinen, halkı küçümseyen bir liberal.

* * *

“Küçük burjuva, her düğünün gelini, her cenazenin ölüsü olmak ister. Devletin ve toplumun kendisi ile birazcık ilgilenmelerini, kendisine insanca muamele edilmesini ister.”[6]

* * *

Tarihe değil, âna, kendi öznel varlığına göre siyaseti, teoriyi ve ideolojiyi kurgulayan, tarihteki kavgadan, mücadeleden ve diyalektikten kaçanlar, küçük burjuvalardır. Küçük burjuvanın tahakkümü kırılmadan, sosyalist hareketi burjuvazi ve devlete ait limana bağlayan CHP ipi, kesilemez. O ipe sarılanlar, ezilene-sömürülene örgütlenemez, onları örgütleyemezler. Küçük burjuvazinin yolu, teslimiyet ve ihanettir.

Eren Balkır
2 Mart 2023

Dipnotlar:
[1] Metin Kayaoğlu, “General Deprem”, 26 Şubat 2023, Sendika.

[2] Metin Kayaoğlu, “Can Korkusu Politikası”, 18 Mart 2020, TP.

[3] “Erdoğan Seçim Konusunda Yeniden 14 Mayıs’ı İşaret Etti”, 1 Mart 2023, Sendika.

[4] “ŞPO”, 1 Mart 2023, İleri.

[5] “NATO Bilim Ödülü Türkiye’nin”, 27 Haziran 2004, NTV.

[6] Maksim Gorki, Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi, MIA.

0 Yorum: