Ara
sıra da olsa en deneyimli politikacı bile hata yapar ve yanlışlıkla doğruyu
söyler. Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock’un Avrupa Konseyi
Parlamenterler Meclisi’nde kısa süre önce gerçekleşen bir tartışma sırasında
açıktan “Rusya’ya karşı bir savaş veriyoruz” dediğinde olan buydu. Alman
hükümeti, dışişleri bakanının “yanlış yorumlandığını” söylemekte gecikmedi, ama
aslında Baerbock, gerçeği olduğu gibi söylemekten başka bir şey yapmamıştı.
Çatışma
sürecinin başlaması üzerinden neredeyse bir yıl geçti ve Batı’nın Ukrayna’ya
müdahalesi konusunda dile getirilen, “NATO Rusya ile savaşmıyor” ve “temin
ettiğimiz teçhizat, tümüyle savunma amaçlı” gibi cümleler üzerine kurulu olan
hikâyenin kurgu olduğu, gerçekle bir alakasının bulunmadığı tüm çıplaklığıyla
ortaya çıktı.
Geçen
ay Almanya’daki Ramstein Hava Üssü’nde, ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ve
Genelkurmay Başkanı General Mark Milley tarafından düzenlenen bir brifingde oldukça
önemli gerçeklerden biri daha örtbas edildi. Austin ve Miller, ABD’nin “Rus
işgali altındaki Ukrayna’yı kurtarmak için saldırıya” geçme kararlılığını açık
bir şekilde ifade ettiler. ABD’ye göre Ukrayna, hem tüm Donbass'ı hem de Kırım’ı
kapsıyor.
ABD
ve NATO tarafından sağlanan silâhların savunma amaçlı değil saldırı niteliğinde
olduğunun kabulü, Biden yönetimi için önemli bir U dönüşüne işaret ediyor. Geçen
yıl Mart ayında Biden, halka ABD’nin Ukrayna’ya “saldırı teçhizatı” ile “uçaklar
ve tanklar” göndermeyeceğine dair söz vermişti, çünkü bu, “Üçüncü Dünya Savaşı”nı
tetikleyecekti. Gerçekten de sadece birkaç ay önce, Ukrayna’ya tank verilmesi akla
dahi getirilebilecek bir şey değildi.
Gene
de önümüzdeki aylarda ABD, 31 Abrams tankını teslim etmeyi planlıyor ve
haftalar süren isteksizlikten sonra Almanya bile Washington ve diğer
müttefiklerinden gelen muazzam baskıya boyun eğdi. Alman hükümeti, Leopard 2
tanklarından 14’ünü Ukrayna'ya göndermeyi kabul etti ve ayrıca kendi Alman
yapımı Leopard 2 tanklarını göndermek isteyen diğer bazı Avrupa ülkelerine de
onay verdi. Bu arada Birleşik Krallık, kendi tanklarından 14 tanesini
görevlendirdi. Toplamda Ukrayna yaklaşık 100 tank alacak, ancak sayı muhtemelen
artacak (Zelensky 300-500 istedi.)
Bu,
ABD ve NATO’nun çatışma sürecinin başladığı günden beri geçtiği o uzun kırmızıçizgiler
listesindeki en son çizgi. Savaşın başında, roketatarların ve tanksavarlarının,
bunun yanında karadan havaya fırlatılan füzelerin teslim edildiği ilk dönemde, New
York Times, küçük çaplı cephanenin ve hafif silâhların açıktan Ukrayna’ya
verilmesinin savaşın kapsamını büyüteceği, Rusya’nın misillemede bulunma ihtimalini
artıracağı, böylelikle riskin büyümesine neden olacağı uyarısında bulunuyor,
öte yandan, ABD’li yetkililerse gelişkin silâhların çatışma sürecini daha da
tırmandıracağını söylüyorlardı. İki ay sonra Biden yönetimi, verdiği sözden
döndü, uyarılara kulak tıkadı ve Ukrayna’ya Mi-17 helikopterleri, 155-mm’lik
obüsler ve “Sustalı” olarak anılan kamikaze dronları göndereceğini duyurdu.
Bu
noktada yeni bir kırmızıçizgi çekildi: Kiev’in isteklerine rağmen ABD, Ukrayna’ya
Rus topraklarını vurma kapasitesine sahip uzun menzilli roket sistemleri (M270
MLRS ve M142 HIMARS) vermeyeceğini, bu yardımın Kremlin’in savaşı daha da tırmandırmasına
neden olacağını söyledi. Ama ABD yönetimi, fikrini iki hafta sonra değiştirdi
ve bu sistemleri Rus toprağına yönelik olarak kullanmaması şartıyla
verebileceğini ifade etti. Ama Aralık ayında bu belirlenen kırmızıçizgi de
aşıldı, zira Ukrayna, o ay içerisinde ABD’nin onayıyla bu füzeleri kullandı ve Rusya
havasını yüzlerce kilometre ihlal etti. Öte yandan görebildiğimiz kadarıyla, muharebe
tankları ile ilgili alınmış olan karardansa daha kısa zamanda cayıldı.
Süreç
hiç sona ermeyecekmiş gibi görünüyor ve giderek tırmanıyor. Bu noktada “Sırada
ne var?” sorusu gündeme geliyor.
Bugün
Ukrayna, ABD menşeli F-16’lar gibi Batılı dördüncü nesil savaş uçakları için bastırıyor.
Biden ve NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, bu talebi geri çeviriyor, ama
F-16’lar konusunda da diğer tüm kırmızıçizgilerde yaptıkları gibi, geri adım
atmayacaklarına inanmak için ortada hiçbir sebep yok.
Ukraynalılar
ise oldukça kendinden emin görünüyorlar. Ukrayna Savunma Bakanı Oleksi Reznikov’un
geçtiğimiz günlerde ifade ettiği biçimiyle: “Kasım 2021’deki işgalden önce Washington’dayken
Stinger füzelerini istediğimde, bunun imkânsız olduğunu söylemişlerdi. Ama şimdi
verdiler. 155 milimetrelik silâhları istediğimde hayır cevabını vermişlerdi.
HİMAR ve HARM füzelerine de ‘hayır’ demişlerdi. Ama şimdi ‘olur’ diyorlar. Dolayısıyla
yarın F-16’ları vereceklerine eminim.”
Bu
sebeple önümüzdeki hafta içerisinde yapılacak NATO toplantısında savaş
uçaklarının gündeme gelmesini bekleyebiliriz. Fransa da dâhil olmak üzere birçok
Avrupa ülkesi, Ukrayna’ya savaş uçağı göndermeye açık olduklarının sinyallerini
şimdiden verdi. Politico’ya göre, Ukraynalı pilotlar, yakında ABD’de
F-16 eğitimlerine başlayabilirler. Bu arada, çatışma süreci sayesinde
insanların kanına giren birçok ABD savunma şirketinden biri olan Lockheed
Martin, fazladan talebi karşılamak için üretimi artıracağını duyurdu.
Savaş
uçakları değil mesele, mesele, bugün bizim, Alman dışişleri bakanının istemeden
de olsa kabul ettiği biçimiyle, Rusya ile savaşta olmamız. Savaşın resmen ilân
edilmemiş olmasının bir önemi yok: ABD, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri hiçbir
zaman resmi planda bir savaş ilân etmedi, ama bu durum, onun onlarca ülkeye
askeri müdahale gerçekleştirmesine mani olmadı. Bugün Amerikan askeri de NATO
askeri de sahada. Hatta gelen raporlara göre, ABD’ye ait özel harekât birimleri
Ukrayna’da savaşıyor. Bunlar, esasında tali konular. Asıl önemli olan, güçlü
askeri teçhizatı giderek daha fazla temin eden, teknik, lojistik ve finansal ve
eğitimle alakalı desteğini şuan savaşan güçlerden birine sunan, hatta Rus
topraklarında bile saldırılar gerçekleştiren Batı’nın, liderlerinin ağızlarından
dökülenlerden bağımsız olarak, Rusya ile fiilen askeri bir çatışma içerisinde
olması.
Ukrayna’da
olan biteni öğrenmek, bu yaşananların yol açacağı riskleri bilmek, Batılı
yurttaşların hakkı.
Bugün
belki de en tehlikeli iddiayı eski NATO genel sekreteri General Anders Fogh Rasmussen
dillendirdi: “Ukrayna’nın ihtiyaç duyduğu tüm silâhları ona verirsek
kazanabilir.”
Rasmussen
gibi şahinler, 2014’te Rusya’nın ilhak ettiği Kırım’ın geri alınmasını
öneriyor, bu bölgenin stratejik açıdan oldukça önemli olduğunu söylüyorlar. Birçok
Batılı müttefikse Kırım’ın aşılması mümkün olmayan bir kırmızıçizgi olduğunu
düşünüyor. İyi ama bu çizgi, daha ne kadar süre aşılmayacak?
Daha
bir ay önce New York Times, Biden
yönetiminin Ukrayna’nın Kırım’a yönelik olarak gerçekleştireceği saldırıya destek
verme fikrine ısınmaya başladığını söylüyordu.
Bu
strateji, esasen Rusya’nın askeri yenilgiyi ve kontrol ettiği toprakları
kaybetmeyi nükleer silâh kullanmadan kabul edeceği varsayımını temel alıyor.
Oysa bu, bilhassa Irak’tan Afganistan'a kadar son yirmi yıl içerisinde
gerçekleşen savaşlarda yaptığı askeri tahminlerin feci bir şekilde
başarısızlığa uğramasına şahit olmuş Batılı stratejistlerden gelen, insanlığın
geleceği üzerine kumar oynanmasına neden olacak, oldukça önemli bir varsayım.
Gerçek
şu ki, Rusya, kendi açısından, Ukrayna’da varoluşsal bir tehdit olarak
algıladığı şeye karşı savaşıyor ve onun sırtını duvara yaslayıp, hayatta
kalmasını güvence altına almak adına, aşırı önlemlere başvurmayacağına inanmak
için ortada hiçbir neden yok.
Rusya
Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Dimitri Medvedev’in dediği gibi: “Konvansiyonel
bir savaşta nükleer silâhlara sahip olan bir gücün kaybetmesi, nükleer savaşın
patlak vermesine neden olur. Nükleer güçler, girdikleri ve kaderlerinin bağlı
olduğu büyük çatışmaları kaybetmezler.”
Batılı
liderler, bu gerçeği Soğuk Savaş sırasında genel anlamda idrak etmişlerdi. Ama bugün
Ukrayna ordusuna giderek daha fazla yardım sağlayan ABD ve NATO, bu gerçeği
unutmuş gibi görünüyor, bu anlamda, felâket senaryosuna doğru adım adım
ilerliyor.
Trump
yönetiminde Savunma Bakanı’nın eski danışmanı olan Douglas Macgregor’un dile
getirdiği biçimiyle: “Ne biz ne de müttefiklerimiz, Rusya ile bölgesel veya
küresel topyekûn bir savaşa girmeye hazırız. Mesele şu ki, Rusya ile ABD
arasında savaş çıkarsa Amerikalılar hiç şaşırmamalı.”
Biden
yönetimi ve Washington’da iki parti içerisinde kendisine destek olan isimler,
bu ihtimalin gerçekleşmesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Bazı uzmanlara
göre, Ukrayna’nın Kırım’a saldırması durumunda nükleer savaş yaşanır. Gerçekleşme
ihtimali yüksek olan senaryo ise Ukrayna’nın Afganistanlaşması. Bu durumda
nükleer savaş ihtimali de, çatışma sürecinin barış yoluyla çözülmesi ihtimali de
ortadan kalkar.
Bu
uzun soluklu çatışma süreci, muhtemelen yıllarca sürecek, neticede NATO, yaşanacak
yenilginin nelere yol açacağına bakmadan, Ukrayna’nın askeri açıdan yenilmesine
izin verecek.
Demek
ki ortada basit bir gerçek var: Bu savaşı kimse “kazanamaz”.
Uzun
soluklu savaşsa sadece Rusya ile NATO arasında doğrudan çatışma yaşanması
ihtimalini artırır. Bu ihtimali bugün ABD ordusuna bağlı, fazlasıyla şahin olan
düşünce kuruluşu RAND Corporation da kabul ediyor.
Yeni
kaleme aldığı, “Uzun Soluklu Savaştan Kaçınmak” başlığını taşıyan raporda, “uzun
soluklu çatışma süreci”nin yol açacağı riskler konusunda uyarıda bulunan yazarlar,
bu çatışmanın Rusya’nın nükleer silâh kullanma ihtimalini artıracağını, NATO-Rusya
savaşına yol açacağını, bunun da ABD’nin çıkarlarını ciddi bir biçimde riske
atacağını söylüyorlar.
Yazarlara
göre, “çatışma sürecinin iki ayrı bir biçim dâhilinde tırmanması ABD’nin en
büyük önceliği, ayrıca Rusya’nın zayıflamasına veya Ukrayna’nın daha fazla
toprağı kontrol etmesini sağlamaya yönelik atılacak adımlardan da önemli.” Yani
demek istiyorlar ki ABD çıkarlarına en iyi, Ukrayna’nın müzakere sürecine
girmesi durumunda ona ileride askeri yardım yapma koşulunu getirmek gibi bir adım
üzerinden “kalıcı barışı tesis edecek politik anlaşmaya varılmasına odaklanarak”
hizmet edilebilir.
Nihayetinde,
felâket senaryoları bir yana, savaş en iyi ihtimalle bu şekilde, yani
tarafların hiçbirisinin kaybetmeyeceği, ama hiçbir şey kazanmayacağı bir
anlaşma dâhilinde sona erecek. Bu kaçınılmaz sonucun ortaya çıkacağı günü erteleyip
durduğumuzda, Ukrayna’da gereksiz yere daha çok insan ölecek, ülke, daha fazla
yıkıma sürüklenecek. Ayrıca hızla kırılma noktasına doğru sürüklenen Avrupa
kıtası, ekonomik açıdan daha fazla çile çekecek.
Thomas Fazi
8
Şubat 2023
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder