05 Şubat 2023

,

Nâzım Hikmet ve KUTV’daki Türk Öğrenciler

Nâzım Hikmet, 1922 baharında Moskova’da bulunan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi’ne kaydoldu.[1] Nâzım, burada altı yıl boyunca eğitim gördü, ayrıca ders verdi.[2] Sonrasında Türkiye’nin en çok sevilen, ayrıca en çok tartışılan yazarlarından biri olacak olan Nâzım, Moskova’ya geldiğinde henüz yirmili yaşlarındaydı.[3] KUTV, bir yıl önce, 1921 yılında açılmıştı.[4]

Nâzım, günümüz Türkiye’sini inceleyen öğrencilerin gayet iyi bildikleri dört yoldaşıyla, Vâlâ (Nureddin), Şevket Süreyya (Aydemir), Şevket’in eşi Leman (Aydemir) ve Ahmet Cevat (Emre) ile birlikte, Gürcistan’ın Batum şehri üzerinden Moskova’ya geldi.[5] Okula geldiklerinde birkaç sayfalık anket formunu dolduran gençler, formdaki aile geçmişleri ve yakın dönemde yapıp ettikleri ile ilgili sorulara cevap verdiler. Anket formu, “ailenin toplumsal konumu nedir?” “İç savaşa katıldın mı, katıldıysan hangi sıfatla?” ve “Parti geçmişin ne düzeyde?” gibi soruları içermekteydi.

Anket formunda “yazı yazar mısın, yazıyorsan ne yazarsın?” sorusu vardı. Nâzım bu soruya “her şeyi yazarım” cevabını verdi. “Moskova’da kaldığın sokağın adresi nedir?” sorusuna ise Nâzım “yaşadığım yer anlamına Gde ia zhivu” cevabını verdi.[6]

* * *

Genç şairin bu soruya verdiği cevap, kendisine yardım eden üniversite personelini ve formları okuyanları onun düşünmeden konuşan biri olduğuna kanaat getirmelerine neden oldu muhtemelen. Zaten Nâzım ve arkadaşları de önceki yılı, aynı heyecanla ve zindelikle geçirmişlerdi.

1 Ocak 1921 günü Nâzım ve dostu Vâlâ, Ankara’daki Mustafa Kemal güçlerine katılmak üzere İstanbul’dan yola çıktılar.[7] Ancak yolculukları, onları önce Anadolu’ya oradan da Kafkasya’ya sürükledi. Bu seyahatleri esnasında Nâzım ve Vâlâ, Tiflis’te Ahmet Cevat’la tanıştı. Hep birlikte uzun ve dolambaçlı bir yola revan oldular. İç savaşın harap ettiği topraklardan geçen arkadaşlar, o yorucu ve yavaş seyreden seyahatleri ardından, Moskova’da yeni bir hayata başlamak için bu şehre gittiler.[8]

Bu makale, işte bundan sonrasıyla ilgili. Nâzım’ın ve arkadaşlarının Moskova’ya vardıktan sonra yaşadıklarını ve yirmilerde KUTV’da okuyup çalışan Türk komünistlerini ele alıyor. Başka kaynakların yanında, Rus Devleti Sosyo-Politik Tarih Arşivi’deki materyallerden istifade eden bu çalışma, üç payanda üzerine kurulu.

1. Nâzım’la alakalı biyografi çalışmaları ve onun hayatını belirli bir bağlama oturtmaya çalışan çalışmalar.

Türkçe ve başka dillerde Nâzım ile ilgili birçok kitap kaleme alındı. Hatta neredeyse her yıl Türkiye’de onunla ilgili yeni bir kitap çıkıyor. Ama gene de Nâzım’ın Moskova yılları (1922-1928 ve 1951-1963) konusunda çok az şey biliniyor. Hayat hikâyesini aktaran önemli çalışmalar bile onun Sovyetler’de geçirdiği yıllara dair pek bir şey söylemiyor.[9] Bu değerlendirmeler, daha çok Nâzım’ın yazılarını, Meyerhold ve Mayakovski gibi Sovyet kültürünün ünlü simalarıyla kurduğu temasları ve kişisel hayatını tartışmak için kaleme alınmış, önceden yayımlanmış kitaplardan istifade ediyorlar. Ama bu çalışmalar, Nâzım’ın hayat hikâyesini kaleme alanların bugüne dek erişemediği Rus arşivlerindeki materyalleri maalesef içermiyorlar.[10]

2. TKP ve KUTV’daki beynelmilel komünistlere tahsis edilmiş akademik çalışmalar üzerinden Sovyetler’deki Türk komünistlerinin hayatlarına dair inceleme.

Yıllar içerisinde Türk komünizmiyle bağlantılı birçok önemli çalışma kaleme alınmış olsa da hayatları partileriyle bağlantılı örgütlü faaliyetler bağlamında tartışılan Türk komünistlerine dair elimizde çok az bilgi var. Dahası, bu çalışmaların büyük bir kısmı, temelde TKP ile bağlantılı olarak, Türkiye sınırları dâhilinde yaşanan gelişmelere odaklanıyor. Akademik çalışmalar, sadece Sovyetler’de yaşayan ünlü birkaç Türk komünistini ele alıyorlar.[11] Yirmilerde kendilerini KUTV’da inşa eden, perde gerisinde kalmış ve unutulmuş Türk komünistlerinin hayatlarının ilk dönemine odaklanan bu çalışmanın amacı, bu kişileri son yıllarda gelişen, KUTV’daki yabancı komünistlere dair tarihyazımı dâhilinde ele almak.[12]

3. Rus-Osmanlı sınırıyla ve her iki taraf arasındaki hareketlilikle ilgili olarak son on yıl içerisinde üretilmiş olan tarih çalışmaları.

Bu, çalışmanın dayandığı en önemli payanda. Onlarca yıldır Rus-Osmanlı sınırı boyunca uzanan toprakları inceleyen akademisyenler, sınır geçişlerini esas olarak devletin politika yapma biçimi, kitlesel sınır dışı etme girişimleri ve tek yönlü göç üzerinden tartıştılar. Ama son yıllarda bu alanı inceleyen isimler, hareketlilik meselesini esnek bir biçimde ele almaya, geri dönüş amaçlı göç, iki ülkenin vatandaşı olma ve kendi memleketi dışında dokunulmaz olma gibi ayrıntılı ve karmaşık konuları incelemeye, devlet yetkililerinin attıkları adımlara ve sınırları geçen kişilerin faaliyetlerine odaklanmaya başladılar.[13] Bu son çalışmalar, Rus-Osmanlı sınırı boyunca uzanan topraklarla ilgili olarak akademide süren tartışmayı besleseler de nedense Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı güne kadar uzanan dönemi ele aldılar ve imparatorlukların yıkılışı sonrasına nadiren baktılar.

Birinci Dünya Savaşı’nı takip eden dönemde Osmanlı-Rus sınırı, nispeten yol geçen hanına dönmüş durumdaydı. Her dinden insanlar, bu iki imparatorlukta sınırları birçok kez geçebiliyorlardı. Özellikle Rusya’da doğmuş olan Müslümanlar, her iki tarafın fiilen vatandaşı oldukları için, iki imparatorluğun bürokratik kurumlarının belirledikleri kuralları rahatlıkla ihlal edebiliyorlardı. Rus ve Osmanlı hukukunda vatandaşlıkla ilgili maddelerin epey karışık olması sebebiyle, Osmanlı’ya göç eden Rusya doğumlu Müslümanlar, Osmanlı vatandaşı olduktan çok sonra Rus tebaasına da girebiliyor, bu sayede Rusya’nın Osmanlı’yla yaptığı, borçlarla ilgili anlaşmalar türünden hukuki mevzularda oluşan açıklardan istifade edebiliyorlardı. Diğer yandan, Rusya doğumlu Müslümanların Osmanlı’ya göç ettikten sonra burada bir süre kalıp Rusya’ya dönmeleri, yaygın görülen bir durumdu. Hatta bazen bu insanlar, Osmanlı vatandaşı olarak, geri dönüp Rusya’da kalan arazilerine yerleşebiliyorlardı. Tüccarlar, göçmenler, hacılar, öğretmenler, öğrenciler, hatta pantürkist aydınlar, birçok kez sınırı geçebiliyor, her iki imparatorluğun pasaportlarına sahip olabiliyorlardı.[14]

Birinci Dünya Savaşı süresince bu sınır sivillere kapatıldıysa da Şubat Devrimi ardından düşmanlıkların son bulmasıyla sınır hareketliliği yeniden başladı. Nâzım ve arkadaşlarının Moskova’ya gelişleri yanında diğer Türk komünistlerinin KUTV’a gelişleri, bu canlanma dâhilinde mümkün olabildi. Genelde Osmanlı ve Rus imparatorluklarında hareketliliğin bu dönemde son bulduğu düşünülse de savaşı takip eden aylar içerisinde sınır geçişleri yeniden başladı ve bu hareketlilik, yirmili yıllar boyunca devam etti. Sınırdaki hareketlilik, imparatorluk sonrası dönemin ilk kesitinin önemli bir bileşeniydi.

Moskova’ya Geliş Bilinçli miydi Yoksa Tesadüfi miydi?

Nâzım ve Vâlâ’nın İstanbul’dan Moskova’ya yürüdükleri yol, tesadüflerle, kişisel bağlantılarla ve irticalen atılmış adımlarla örülüydü. Nâzım ve Vâlâ, Moskova’ya varmalarından yaklaşık on dört ay önce İstanbul’dan ayrılmışlardı. İki genç şair, ideolojik açıdan komünist enternasyonalizmin yakınından bile geçmeyecek bir düşüncedeydi. Vâlâ’nın aktardığına göre iki dost, pantürkist eğilimlere sahip ateşli birer milliyetçiydi. Bu hâl, yirmilerin başında ilk Türk komünisti kuşağında yaygın olarak görülen bir hâldi.[15]

Bu gençler, bir yandan da belirli bir mantık uyarınca yola koyulmuşlardı. “Doğu stratejisi” olarak adlandırabileceğimiz bir hamle dâhilinde Bolşevikler, o günlerde Nâzım ve Vâlâ gibi gençleri bazı araçları devreye sokarak örgütlemek derdindeydi. Eylül 1920’de Bakû’de düzenlenen Doğu Halkları Kurultayı, aynı ay içerisinde kurulan TKP ve 1921’de Moskova’da açılan KUTV, bu türden araçlardandı. Dolayısıyla, tesadüfi bir gelişme dâhilinde komünizm sahasına adım attıkları dönemde Moskova da onlara o sahaya geçiş için gerekli köprüyü inşa etmekteydi.

Nâzım ve Vâlâ’nın İstanbul’dan Moskova’ya yaptıkları yolculuğu tartışırken, hayat hikâyelerini yazan yazarlar, genelde üç kitaptan istifade ediyorlar. Şevket Süreyya Aydemir (1959), Vâ-Nû (Vâlâ Nureddin, 1963) ve Nâzım Hikmet (1964) tarafından kaleme alınmış olan bu üç eser birçok yönde fayda sağlasa da yazarlar, bu çalışmalarda kendi çıkınlarındakini döküyorlar ortaya.[16] Aynı dönemde yazılmış olan bu üç eser, anlattıkları olaylardan yaklaşık otuz kırk yıl sonra yayımlanmış.

Nâzım’ın İngilizcede Life’s Good, Brother [“Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim”] olarak bilinen kitabı, kaynak olarak kullanılacak ölçüde sade bir çalışma değil. Genelde “roman” olarak satılan bu çalışmanın baş kahramanı “Ahmet”, az çok Nâzım’ın hayatına benzer bir hayatı tecrübe eden biri. Tam da roman olduğu için yazar, bazı okurların, genelde Nâzım’ın hayat hikâyesini yazanların Nâzım’ın hayatı olarak yorumladığı bir çalışma ortaya koyuyor ve bu kitabı yazarken, yaratıcılık namına kalemini özgürce kullanıyor.

Bu üç kitap da Nâzım ile Vâlâ’nın hem pratik hem de düşünsel düzleminde lider kişilikler hâline gelişleri üzerinde duruyor. İstanbul’dan yola çıkan bu iki genç arkadaş, Moskova yolu boyunca bir dizi eylem ve düşünce adamıyla tanışıyor, onların akıl hocalıklarından istifade ediyor. İki gencin yolda sözünü dinledikleri ilk ağabeyleri Yusuf Ziya (Ortaç) ve Faruk Nafiz (Çamlıbel). O günlerde Ortaç yirmi beş, Çamlıbel ise yirmi iki yaşında. İki genç gibi bu ağabeyler de hececi şairler. Hatta Nâzım ve Vâlâ, onlarla Ankara’ya gitmeyi planlıyorlar. Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz’in İnebolu’da geçmişleri inceleniyor, bu incelemenin ardından İstanbul’a gönderiliyor. Bu gelişme, Nâzım’la Vâlâ’yı çok üzüyor.[17]

Ancak gençler, yolda başka ağabeyler buluyorlar. Yusuf Ziya ve Faruk Nafiz’in İstanbul gemisine bindiği gün Nâzım ve Vâlâ, Ankara’ya giden beş gençle tanışıyor. Grubun lideri, Almanya’da okurken Spartakist ayaklanmasına ilk elden şahit olmuş, o günlerde komünist hareketin halesine kapılmış olan Sadık Ahi (Eti). Sadık Ahi ve Almanya’dan gelen Türk sınıf arkadaşları, yeni edindikleri politik görüşleriyle İstanbul’a dönmüşler.[18]

Sadık Ahi, sadece komünizme ilgili olan, Ankara yoluna revan olmuş bir seyyah değil. Bir ay önce, Aralık 1920’de Ahi, İstanbul’da şehirde Türk komünistleriyle bağ kurma imkânı arayan Nestor Lakoba ismindeki bir Sovyet elçilik görevlisiyle buluşuyor.[19] Bu buluşmada Ahi, Lakoba’yı İstanbul’daki komünistlere yönelik beğeninin ne düzeyde olduğu konusunda bilgilendiriyor, ayrıca Lakoba’ya genel manada Türk halk içerisinde komünizmin yayılma ihtimaliyle ilgili bir rapor kaleme alacağına söz veriyor. Lakoba’nın sonrasında aktardığına göre, Ahi söz verdiği raporu hazırlamıyor, ama yanındaki arkadaş grubundan ve Ahi’den bilgi almaya devam ediyor. Ankara’ya yolculuk esnasında Sadık Ahi ve Spartakist grubu, Nâzım ve Vâlâ ile karşılaşıyor, bu muhabbetle birlikte gençleri komünizmle tanıştırıyor.[20]

Nâzım ile Vâlâ, esasen ailelerinin ekonomik durumları sayesinde bu yolculuğa çıkma imkânı buluyorlar. Her iki isim de Osmanlı devletine hizmet etmiş, ama zamanla az çok durumları kötüleşmiş elit ailelere mensup. Ekonomik durumu çok iyi olmayan Nâzım’ın babası, oğlunu prestijli bir okul olan Galatasaray Lisesi’nden okul ücretini ödeyemediği için, almak zorunda kalmış. İki genç de bu anlamda imparatorluğun son döneminde İstanbul’da yaşayan kentli Müslüman orta sınıf ailelere mensup.[21] Nâzım’ın babası ve Vâlâ’nın babası, devlet memurları. Dolayısıyla, ekonomik açıdan zengin olmasa da gerektiğinde yardım için kapısı çalınacak, devlete hizmet eden çok sayıda arkadaşa ve akrabaya sahipler.

Nâzım ve Vâlâ, bu sebeple Ankara’ya orada hiç bağlantı bulmadan gidiyor değil. İlk başta gençler, Nâzım’ın kız arkadaşı Nüzhet’in eniştesi Muhittin’in (Birgen) kendilerine iş bulmasını umut ediyorlar. Nüzhet’in anne babası vefat etmiş, kendisi, Nâzım’la ilk tanıştıkları dönemde ablası ve eniştesiyle birlikte kalıyor. Önceden İstanbul’da çıkan günlük gazete Tanin’in yayın yönetmenliğini yapan Muhittin Bey, o günlerde Ankara hükümetinin basın bürosunun müdürü. Ankara’ya varınca gençler Muhittin Bey’i arıyorlar. Muhittin, ilk başta gençlerle ilgileniyor, direnişi öven bir şiirlerini gazetede yayımlıyor. Hatta gençlerin yazdığı, sultana hakaret eden şiir, Muhittin Bey’in itibarının zedelenmesine neden oluyor. O noktadan sonra Muhittin Bey, Nâzım ve Vâlâ’dan uzaklaşıyor.[22]

Gençler, Ankara’da daha etkili bir bağlantı buluyorlar. Bu isim, o günlerde Ankara hükümetine bağlı eğitim bakanlığında çalışan Kâzım Nami Bey. Bu kişi, Vâlâ’nın merhum babasının dostu, uzun süre Osmanlı’da bürokrat olarak çalışmış, hatta bir dönem Beyrut valisi olarak görev yapmış. Kâzım Nami Bey’le görüşmelerinde gençler, hem İstanbul’da hem de Ankara’da imtiyazlı bir konumda olmanın neticesi olarak, bir miktar küstah bir tavır sergiliyorlar. Görüşme esnasında Vâlâ ve Nâzım, Kâzım Nami Bey’e “ağacın bile bitmediği yerlere” gitmek istemediklerini söylüyor, devamında aynı yere gönderilmelerini istiyor, “aksi takdirde bu görevi kabul etmeyiz” diyor. Bunun üzerine Kâzım Nami Bey, gençlere birkaç seçenek sunuyor ve kararlarını ertesi gün iletmelerini istiyor. Gençler bir süre tartıştıktan sonra, hangi şehri seçecekleri konusunda net bir karara varamıyorlar. En nihayetinde gidip Kâzım Nami Bey’e Bolu’yu seçtiklerini söylüyorlar.[23]

Bu, Mustafa Kemal’e bağlı Ankara güçleri ile Yunan Ordusu arasında süren savaşın iyice hararetlendiği 1921 yılının ilk ayları dikkate alındığında, oldukça çarpıcı bir sahne. Nâzım ve Vâlâ’nın Ankara’da olduğu dönemde savaşın geleceği hâlen daha tartışmalı durumda. Birinci İnönü Muharebesi yeni yaşanmış. Ankara hükümeti, Sovyetler’le Moskova Anlaşması’nı henüz imzalamamış. Mart 1921’de imzalanan anlaşmayla Ankara kuvvetlerinin ihtiyaç duyduğu silâhlara ve altına kavuşulacak.

Aslında o dönemde Nâzım, teknik açıdan Osmanlı Donanması’nda harp okulu öğrencisi olarak görev yapıyor. Mayıs’ta verilecek olan terhis belgesinin onaylanmasına birkaç ay var.[24] O dönemde yaşanan savaşa Vâlâ ve Nâzım’a ait yazılı değerlendirmelerde çok az değinildiğini görüyoruz. Bu konuda ihtiyatlı bir tutum içerisindeler. Savaşa laf arasında değiniyorlar.[25]

Nâzım’ın kurgu roman olarak kaleme aldığı hatıratında bu hikâye, bir tür kahramanlık hikâyesi gibi aktarılıyor. Nâzım, kendisini cepheye gönderilmesini isteyen bir kahraman olarak takdim ediyor. Bu talebi, kudretli dayının “böyle bir şey söz konusu bile olamaz” tepkisiyle geri çevriliyor.[26]

Öğretmenlik yapmak için Bolu’ya giderken gençler, başka bir ağabeyle tanışıyorlar. Bu kişi, Bolu ağır ceza reis vekili Ziya Hilmi. Vâlâ’nın tarifine göre, o, kendi meslektaşlarının tahammülü zor hâllerinden Nâzım’la kendisini kurtaran kişi. İlk akıl hocaları Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, ardından Sadık Ahi ve Spartakist arkadaşlarına kıyasla Ziya Hilmi yaşı ilerlemiş, dünyayı Nâzım ve Vâlâ’ya kıyasla daha fazla bilen bir isim. Tarih ve edebiyat meraklısı olan Ziya Hilmi ile gençler şiir ve siyaset tartışıyorlar.[28]

Bir gün Nâzım, Nüzhet’ten bir mektup alıyor. Mektupta Muhittin Bey’in Tiflis’te bir işe başlamak üzere olduğunu yazan Nüzhet, kısa bir süre sonra Gürcistan’a taşınacağı haberini veriyor. Gürcistan, 1921’de Bolşeviklerin kontrolüne giriyor. Nâzım ve Vâlâ, Tiflis’e gidip Nüzhet ve Muhittin’i ziyaret etmeye karar veriyorlar. Hatta bu yolculuğa Ziya Hilmi de dâhil oluyor.[29] Yaz gelince Nâzım, Vâlâ ve Ziya Hilmi Bolu’dan ayrılıp, Batum feribotuna binmek üzere Trabzon’a gidiyorlar. Tiflis’e Batum’dan binecekleri trenle gitmeyi planlıyorlar. Ama Trabzon’dayken ailesi yakınlarda bulunan Ziya Hilmi, fikir değiştiriyor. Gençlere ailesini ziyaret edeceğini, sonrasında yanlarına geleceğini söylüyor. Gençler, bir kez daha lidersiz kalıyorlar. Tıpkı İnebolu’dayken Yusuf Ziya ile Faruk Nafiz’in İstanbul’a gönderilmesinde olduğu gibi bu sefer de bu yaşlı ve tecrübeli kişinin aralarından ayrılması üzerine kendilerini yetim kalmış gibi hissediyorlar. Vâlâ, o güne dair, kederli bir biçimde Nâzım’la tavla oynadığını aktarıyor. Hatta Trabzon’da gemiyi beklerken oynadıkları bu oyun esnasında yumruk yumruğa geliyorlar.[30] Gene de gemiye arkadaş olarak biniyorlar ve Muhittin Bey ile Nüzhet’i Tiflis’te bulma planları uyarınca hareket ediyorlar.[31]

Trabzon’dan Tiflis’e Batum üzerinden gidiyorlar. Hatıratında Vâlâ, komünizm hakkında çok az şey bildiklerini, bu cahillik sebebiyle, komünist ülkelerde paranın kullanılmadığına dair duydukları söylenti sebebiyle Gürcistan’a varmadan önce tüm birikimlerini bilerek harcadıklarından bahsediyor.[32] Tiflis’e varan gençler, Muhittin ve Nüzhet’in Moskova’ya gittiklerini öğreniyorlar. Üstelik ne zaman dönecekleri konusunda kimsenin bilgisinin olmadığını görüyorlar. Ankara’daki bağlantılarını kullanan Nâzım ile Vâlâ, Gürcistan’daki önde gelen siyasetçilerden biri olan Budu Mdivani’yle tanışıyorlar, böylece başka bir destekçiye kavuşmuş oluyorlar. Mdivani, gençlere Nüzhet’in ablası Melahat Hanım’ın kaynanasıyla misafir olarak kaldığı otelde ücret ödemeyecekleri bir oda ayarlıyor.[33] Çok geçmeden Melahat Hanım, Nâzım ve Vâlâ’yı Bakû’den yeni gelmiş Türk komünist grubu içinde yer alan ve o günlerde aynı otelde kalan Ahmet Cevat (Emre) ile tanıştırıyor. Bu karşılaşma, gençlerin hayatında önemli bir rol oynuyor.[34]

1878’de Osmanlı toprağı olduğu dönemde Girit’te dünyaya gelen Ahmet Cevat, İttihatçı olduğu 1908-1918 arası dönemde bir dizi İstanbul gazetesine yazılar yazmış bir isim.[35] Dilbilimci kimliğiyle, sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin otuzlarda yürürlüğe koyacağı alfabe ve dil reformlarında önemli bir isim hâline gelecek olan, İttihatçı olduğu dönemde pantürkist eğilimleri bulunan Ahmet Cevat, yirmili yılların başlarında birçok Türk gibi komünizmle ilgileniyor. Bu eğilimleri ve bulduğu kişisel fırsat üzerinden Ahmet Cevat, 1919’da İstanbul’dan ayrılıp, o dönemde eski Jöntürk hükümetiyle bağları bulunan milliyetçilerin yönettiği bağımsız bir cumhuriyet olan Azerbaycan Cumhuriyeti’ne gidiyor.[36]

Nisan 1920’de Azerbaycan’ın Bolşeviklerin eline geçmesi üzerine Ahmet Cevat, Anadolu’ya dönmeme, Kafkasya’da kalma kararı alıyor. Eylül 1920’de Bakû’de düzenlenen, Bolşeviklerin Müslümanları ve Asyalıları davalarına örgütleme çabasını ifade eden “Doğu stratejisi” kapsamında ortaya koydukları ilk önemli çabalardan biri olan Doğu Halkları Kurultayı’na katılıyor.[37] Bakû’de gelirlerinden mahrum kalan Ahmet Cevat, İstanbul’dan getirdiği kitap ve halıları satarak ayakta kalıyor.[38] İstanbul’dan ayrılmazdan önce komünizm konusunda pek bir şey bilmemesine rağmen Bolşeviklere örgütleniyor ve bu sayede iş buluyor.[39] Nâzım ve Vâlâ, kendisiyle tanıştığında, Ahmet Cevat Yeni Dünya adında Türkçe yayınlanacak komünist gazetesini çıkartmak üzere Batum’a gitmektedir. Bu görüşmede Ahmet Cevat, gençleri gazete işlerinde kendisine yardımcı olsunlar diye Batum’a davet ediyor.[40]

Peki 1921 yılında Türk komünisti olmak ne tür bir anlam ifade etmektedir? O dönemde Ankara, komünistleri pek düşman kabul etmiyor. Bilâkis, Sovyetler, Kemalist hükümetin en önemli destekçisi durumundadır. Moskova Anlaşması sonrası ülkeye altın ve silâh gönderiliyor. Hatta bir süre Ankara’da Bolşevizm ve komünizm, Kemalist hükümetin devlet desteğiyle kurulan “komünist parti”nin kuruluşu ile birlikte, istifade edilmeye çalışılan bir tür moda hâline geliyor.[41] Bu bağlamda, Moskova’ya gidip orada komünist bir üniversitede okumak, Şeyh Sait isyanı sonrası TKP’nin yasaklandığı 1925 yılı sonrası Türkiye’sine kıyasla, o kadar da radikal bir eylem değil.

Batum’da yaklaşık altı ay kalan gençler, böylelikle 1921 yılının güz aylarını ve 1922 yılının kış aylarını bu şehirde geçiriyorlar. Bu süre zarfında Nâzım ve Vâlâ, Eylül 1921’de Şevket Süreyya (Aydemir) ile tanışma imkânı buluyorlar.[42] Kendi ifadesiyle, “göçmenlerin şehri Edirne’de göçmenlerin çocuğu olarak yetişen” Şevket Süreyya, sonrasında, yirminci yüzyılın ortalarında Türkiye’nin en çok tanınan aydınlarından biri hâline geliyor.[43] Nâzım ve Vâlâ’dan beş yaş büyük olan Şevket Süreyya, eski asker kimliğiyle gençleri epey etkiliyor.[44] Ahmet Cevat, hem gençlere iş veren hem de onlara dostluk eden bir amca figürü iken, Şevket Süreyya, saatlerce bilgi alışverişinde bulundukları, edebiyat, tarih ve siyaset üzerine tartışma yürüttükleri en önemli isim hâline geliyor. Böylelikle gençler, nihayet yeni bir ağabey buluyorlar.[45]

Nâzım ve Vâlâ, 1921 yılını Anadolu’dan Kafkasya’ya yaptıkları yolculukla geçirirken, Şevket Süreyya, başka bir yolculuğa çıkıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte Osmanlı ordusundan terhis olan Şevket Süreyya, eğitimini tamamlamak için Edirne’ye dönüyor. Ardından, Türkçe öğretmeni olarak çalışmak üzere, o günlerde milliyetçi Müsavat partisinin kontrolünde olan Azerbaycan’a gidiyor.[46] O dönemde Şevket Süreyya, ateşli bir pantürkisttir ve Azerbaycan’da kaldığı günleri “Turan”ın çıkarları için harcanan günler olarak değerlendirmektedir.[47] 1920 yılının başlarında ülkenin kuzeyinde bulunan, bugün Şeki olarak bilinen Nuha şehrinde öğretmenlik yaptığı dönemde, Şevket Süreyya, Dağlık Karabağ’da Ermeni savaşçılarla yaşanan çatışmalarda Azeri milislerine gönüllü olarak liderlik ediyor.[48]

Ama Nisan 1920’de Azerbaycan’ın Bolşeviklerin eline geçmesinin ardından Şevket Süreyya, politik açıdan dönüşüyor. Azerbaycan’da yaşadıkları üzerinden pantürkçü hayallerinin suya düştüğünü gören Şevket Süreyya, Bolşeviklerin örgütledikleri “Doğu stratejisi” bağlamında yürütülen çalışmalara dâhil oluyor.[49] Eylül 1920’de Doğu Halklar Kurultayı’na Nuha delegesi olarak katılıyor, ardından, Bakû’de kalıp Mustafa Suphi’nin öncülük ettiği TKP’nin kuruluş kongresini izliyor.[50] KUTV’a teslim ettiği evraka göre, devamında Şevket Süreyya, 19 Aralık 1920 günü Azeri Komünist Partisi’ne giriyor.[51] Kongrenin tamamlanması sonrası 1921 yılının yazına kadar kalacağı Nuha şehrine dönüyor. Bu noktada, kendi aktarımıyla, “gayesiz, maksatsız birçok yerler dolaştığını” söyleyen Aydemir, Kafkasya’yı dolaşmaya başlıyor.[52] Hayat hikâyesini kaleme alan yazarlardan birine göre, Şevket Süreyya 1921 yazını Malatya’ya doğru uzanan yolculukla geçiriyor. Aydemir’in hatıratında aktarmadığı bu yolculuğun amacı, Mustafa Kemal’e bağlı güçlere katılmanın yolunu bulmak ve Yunanlılara karşı verilen mücadeleye iştirak etmek. Ama Sakarya Savaşı’nın sonuçlanmak üzere olduğunu işitince Batum’a geri dönmeye karar veriyor.[53]

Eylül 1921’de Şevket Süreyya, Ahmet Cevat’ın, Nâzım’ın ve Vâlâ’nın kalıp Yeni Dünya için çalışma yürüttükleri Batum’a varıyor. 1921 yazının sonlarında Şevket Süreyya, hem ideolojisinde hem de kişisel ilişkilerinde kimi kopuşlar yaşıyor. Nuha şehrinde Sitare ismindeki sevgilisini bırakan Şevket Süreyya, Pantürkizm limanından ayrılıp komünizme yelken açıyor. Aynı günlerde kendisinden on beş yaş küçük olan, ailesi kısa süre önce İzmir’den gelip Batum’a yerleşmiş, Leman isminde bir kadınla evleniyor. Yıllar sonra Şevket Süreyya Aydemir, bu kadının şehre geldiğinde tanıştığı ilk Türk kızı olduğunu söylüyor.[54]

Nâzım, Vâlâ, Ahmet ve Aydemir çifti Batum’dayken KUTV, kendilerine bir teklif iletiyor. Okulda Türkçe öğretmeni olarak çalışacak olan Ahmet Cevat’tan öğrenci getirmesi isteniyor. 1922 baharında beş arkadaş, tıka basa dolu bir trene biniyor. Tren, yolcularını Moskova’ya birkaç haftada ulaştırıyor.[55]

* * *

Nâzım ve arkadaşlarının Kafkasya’ya gidişleri şans eseri midir yoksa tesadüf mü? Sonrasında Vâlâ, Şevket ve Nâzım’ın kaleme aldıkları değerlendirmelere inanacak olursak, gençlerin kaderi, tesadüfi rast gelişler olarak görülebilecek gelişmelerin sonucunda, muhtelif noktalarda dönüyor. Bazı noktalarda Nâzım ile Vâlâ’nın yolculukları farklı bir seyir izleseydi, ya Kars’a, ya Tiflis’e, ya Batum’a ya da başka yere gideceklerdi, bu görülüyor.

Ortaya çıkan sonuç, tesadüfi ve şans eseri gelişen olaylar üzerinden izah edilebilse de Nâzım ve arkadaşlarının Moskova’ya gelişlerinde Bolşeviklerin insan örgütleme faaliyetlerinin etkili olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu örgütleme çalışmalarının gözle görünür sonuçlarından biri de İstanbul’da bir Bolşevik ajanıyla tanışmış, sonrasında Nâzım ve Vâlâ’nın yüzünü komünizme çevirmelerini sağlayan Sadık Ahi. Asıl önemli olansa Bolşeviklerin Türkleri ve diğer Doğulu halkları Doğu Halkları Kurultayı, Bakû’de kurulan TKP, gençlerin Batum’da çalışmalarına katkıda bulundukları, Türkçe yayınlanan Yeni Dünya gazetesi ve KUTV gibi adımlar.[56] Nâzım ve Vâlâ, zaten dil eğitimi almış, yabancı dil bilen isimler. Bolşevikler de tam da bu türden öğrenciler arıyorlar.[57] Onlara göre, Moskova’ya gitmek sadece basit bir macera değil, aynı zamanda fırsat.

Kampüste Dolaşan Yüzler

Beş arkadaşın eğitim görmek ve öğretmenlik yapmak için geldiği KUTV, ne tür bir okuldu?[58] Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi, 1921 baharında Batılı Milli Azınlıklar İçin Komünist Üniversitesi (KUNMZ) ile birlikte kuruldu.[59] İki okul da Moskova’daydı. Genç Sovyet devletinin iç ve dışişleri ile ilgili ihtiyaçlarıyla bağlantılı bir dizi amaca hizmet ediyordu. O dönemde bu iki okul, Sovyetler’in kaynaklarını tükettiği bir dönemde kuruldu. Böylesi bir dönemde, bu türden kıymetli bir paranın ve enerjinin harcanmış olması, Sovyet makamlarının bu iki okula bahşettikleri rolün öneminin delili.[60]

KUTV ve KUNMZ’nin kuruluşunu, en iyi Bolşeviklerin söz konusu dönemde Rus olmayan halklara yönelik yaklaşımları bağlamında idrak edebiliriz. Çar’ın son döneminde sergilediği yaklaşımla çelişen bir yaklaşım içine giren Bolşevik liderler, Rus olmayan toplulukların “kurtarıcı”sı olarak takdim ettiler kendilerini. Onlara göre, Çar’ın tutumu, esasen “Rus şovenizmi”nin somut bir ifadesiydi. Rus olmayan halkların yönetilmesi noktasında Bolşevikler, “pozitif ayrımcılık” üzerinden tarif edilen, SSCB genelinde hem doğulu hem de batılı “milli” kurumların kurulmasını içeren, ama bununla da sınırlı kalmayan politikalar benimsediler.[61]

KUTV ve KUNMZ, hem ülke içindeki hem de dışındaki Doğuluları ve Batılıları etkilemek için ortaya konulmuş çabalardan biriydi. Doğuluları etkilemeye yönelik adımlar dâhilinde, Asyalı, Afrikalı ve Ortadoğulu, komünist olması muhtemel müttefikler bulmakla ilgiliydi.[62]

Peki neden doğulu ve batılı öğrenciler için iki ayrı üniversite kuruldu? Bunun hem teorik hem de politik bir gerekçesi mevcuttu. Teorik düzlemde dünyanın Doğulu ve Batılı halklar olarak ikiye bölünmesi, yirminci yüzyılın başlarında Rus ve Avrupalı şarkiyatçılığının başvurduğu, eski bir yöntemdi. Bugün “Ortadoğu Çalışmaları” ve “Uzakdoğu Çalışmaları” olarak anılan sahalar, o dönemde Rusya ve başka yerlerde genel “Doğu Çalışmaları” başlığı altında, bir arada ele alınıyordu. Bu dünyayı algılama yöntemi, Sovyet döneminde de muhafaza edildi.[63] Ancak pratik düzeyde Bolşevikler, Doğu ile Batı’daki devrimcilerin yüzleştikleri sorun türlerini birbirinden farklı şeyler olarak ele alıyorlardı. Bolşeviklere göre, Batılı komünistler, sanayileşmiş toplumlardan geliyorlardı ve bu toplumlar ekonomik ve toplumsal açıdan gelişkin olduğundan, komünist devrim için daha olgunlardı. Diğer yandan, Doğulu komünistler, sömürgelerden geliyorlardı. Bu ülkelerde antiemperyalizm ve tarım meselesi, devrimci eğitim için pratikte daha faydalı hususlar olarak görülüyordu.

1922’de KUTV, dil konusunda beş sektöre ayrılmıştı. Öğrencilere dersler Rusça, Fransızca, İngilizce, Çince ve Korece olarak verilmekteydi. Takip eden beş yıllık süre zarfında üniversite, başka dilleri de müfredatına dâhil etti. 1925’te bu dillere Türkçe, Yunanca, Japonca ve Farsça eklendi.[64] Üniversitenin ilk üç yılında altı yüz öğrenci içerisinden altmış altı yabancı öğrenci mezun oldu.[65] Yirmili ve otuzlu yıllar boyunca yabancı öğrenci sayısı arttı ve KUTV’un üç yıllık programından mezun olan öğrenci sayısı binleri buldu. Okul içinde ayrıca yüksek lisans bölümü açıldı. Bu bölümden yüzlerce yabancı öğrenci diploma aldı.

Okulun ilk yılında Türk öğrenci sayısı mütevazı düzeydeydi. Bir elin parmaklarını geçmiyordu. Ama zamanla yıl içerisinde ortalama on ilâ yirmi öğrencinin okuduğu günlere gelindi.[66] Türk öğrenciler, sadece 1924-1925 öğretim yılında kurulan Türk sektöründe eğitim görmüyordu, ayrıca bu sektörde okuyan herkes Türk değildi. Uzun yıllar boyunca Türk sektöründeki öğrenci sayısı otuz civarında kaldı. Ancak bunların büyük bir kısmı, on ilâ yirmisi Türk değildi veya bugün “Türkiye” olarak bilinen coğrafyadan da gelmiyordu.[67] Nâzım ve arkadaşları, Türk seksiyonu açılmazdan önce KUTV’da Fransızca bölümünde ders gördüler.[68]

Nâzım, Vâlâ ve Şevket Süreyya, hem gelişkin eğitim düzeyleri hem de burjuva geçmişleri ile okuldaki Türk öğrenciler içerisinde dikkat çekiyorlardı. 1925’te hazırlanan, okuldaki Türk öğrencilerle ilgili bir raporda da dile getirildiği biçimiyle, bu üç isim, sınıftaki arkadaşlarına kıyasla fazla kültürlü ve eğitimli olmanın avantajına sahipti. “Hepsi de zeki ve belâgatli kişilerdi.”[69] Sonrasında kaleme aldıkları kitaplarda bu üçlü, KUTV’da geçirdikleri dönemde tanıdıkları Türk öğrencilerden çok az bahsedecekler, bunun yerine, kitaplarda Türkiye haricinde başka ülkelerden gelen iyi eğitimli, burjuva öğrencilerle ilişki kurduklarına dair satırlara rastlanacaktı.[70]

Okuldaki öğrencilerin önemli bir kısmı, Osmanlı ordusuna mensupken Rusların eline düşmüş Türk savaş esirleriydi. 1917’de Rus topraklarında on binlerce Türk savaş esiri vardı. Bu esirlerin büyük bir kısmı sivildi, yani savaşın patlak verdiği dönemde Rusya’da bulunan Osmanlı vatandaşlarıydı.[71] Bu esirlerin önemli bir kısmı ise Kafkasyalıydı. Azerbaycan’ın Kızıl Ordu’nun eline geçmesinden hemen sonra Bakû’ye gelen, esas olarak Kuban şehrinde faaliyet yürüten Bolşevik casus L. Borş’un yazdığı, Haziran 1920 tarihli raporda, Bakû’de, yeni kurulacak “Türk Kızıl Ordusu”na katılmaya sıcak bakan eski Osmanlı askeri birçok savaş esirinin bulunduğundan” söz edilmekteydi. Borş’un aktardığına göre, Rostov’da orduya yazılmaya gönüllü insan sayısı bin ilâ bin iki yüz civarındaydı. Bu sayıya Kafkasya’daki farklı şehir ve kasabalarda bulunan 400 ilâ 500 esir de dâhil olacaktı. Borş raporunda, bu son grubun acilen Bakû’ye gönderilmesini önermekteydi.[72] Örgütlenme çalışmaları konusunda aslında sivil olan eski savaş esirleri de önemli bir gruptu. 10 Eylül 1920’de Bakû’de kurulan TKP’nin başına, sivilken savaş esiri olan Mustafa Suphi geçti.[73] Parti, daha çok savaş esiri olmuş eski Osmanlı askerleri ve sivilleri üzerine kuruluydu. Bunların içerisinde Bakû açıklarında bulunan, bugün Büyük Zira olarak bilinen Nargin Adası’ndaki hapishanede kalmış esirler vardı.[74] Şevket Süreyya’nın kitabına göre, Doğu Halkları Kurultayı’na katılan Türklerin önemli bir kısmı da eski savaş esiriydi. Aydemir, kitabında bu insanları “Türkiye’deki evlerine dönmek için yol arayan zavallı ruhlar” olarak tasvir etmekteydi.[75]

KUTV’daki eski Osmanlı askerlerinin tamamı eski savaş esiri değildi. Okula gelen ilk Türk öğrencilerinden biri, eski Osmanlı askeri Fahri Reşid’di. 1921 yılında Moskova’daki eğitimine başlayan Fahri[76] eski askerdi ve 1916-1919 arası dönemde Osmanlı Ordusu’na hizmet etmişti. Okula teslim ettiği evrakında bizzat kendi aktardığı biçimiyle, Osmanlı’nın yenilmesi ardından Bolşeviklerin kontrolündeki topraklara geçiş yapmış ve 1920 yılında Kızıl Ordu’ya katılmıştı.[77] Moskova’ya gelmeden önce Fahri, Azerbaycan’daki parti içi ajitasyon faaliyeti yürütmüş, Osmanlı vatandaşı olan eski savaş esirleri arasında propaganda faaliyetleri içinde yer almıştı. Ardından Bakû’deki TKP bürosu, eğitim görmesi için onu Moskova’ya gönderdi.[78]

Öte yandan, 1919 yılında Osmanlı Ordusu’ndan firar eden Nureddin Kadirov, Batum’a gitmek için Kars’taki görev yerini terk etti. Orada yeni açılmış olan Azerbaycan Büyükelçiliği, Türkleri çalışsınlar diye Bakû’ye gönderiyordu, fakat Nureddin, Azeri başkentine vardığında tek yapabileceği işin askerlik olduğunu gördü. Bakû’ye birlikte gittiği arkadaşıyla gerisin geri Batum’a döndü. Burada Nureddin, yardım etsinler diye şehirdeki Müslüman örgütüne başvurdu. 1920 yılında Gürcü Menşevikler, Bolşevik olabileceği şüphesiyle kendisini tutukladılar. Nureddin hapse atıldı. Altı ayını burada tanıştığı Bolşeviklerle birlikte, parmaklıklar arasında geçirdi. Hapse girdiğinde Bolşevik değildi, ama çıktığında Bolşevik olmuştu. Nureddin ve arkadaşları, Ocak 1921’de özgürlüklerine kavuştular. Nureddin, önce Batum’a, oradan da Bakû’ye gitti. Burada Kızıl Ordu içerisinde asker olarak hizmet verdi. Bakû’deyken kendisini eğitim görsün diye KUTV’a gönderdiler.[79]

KUTV’daki birçok Türk öğrenci, aslen Karadenizliydi. Karadeniz, Rus-Osmanlı sınırına çok yakın bir bölgeydi. Hamdi Şamilov, Trabzon’da büyümüştü. Birinci Dünya Savaşı öncesi Rusya’da yaşıyordu. Ülkeye ilkin 1911’de işçilik yapmak için gelmişti.[80] Birinci Dünya Savaşı esnasında nerede olduğu pek net değilse de Hamdi, muhtemelen Mustafa Suphi gibi bir sivil olarak tutuklanıp esir alındı. Kendisine Bolşeviklerin Kafkasya’yı ele geçirdiği dönemde burada rastlıyoruz. Oradan da 1922 yılında KUTV’da eğitim görmek için Moskova’ya gitti.[81]

Şamilov gibi Ali Yazıcı da Bolşevik Devrimi öncesi Rus İmparatorluğu’nda yaşamaktaydı. O dönem TKP’nin başındaki isim olan Şefik Hüsnü’nün kaleme aldığı raporda izah edildiği biçimiyle, “karıştığı bir çatışma sebebiyle, Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı topraklarını terk edip Rusya’ya kaçmak zorunda kaldı.” Savaşın ardından Yazıcı, Mustafa Suphi’nin örgütlediği Türk komünist teşkilâtına üye oldu. 1920’de Bakû’de kurulan partinin ilk üyelerinden biriydi. İki yıl sonra Yazıcı, Azerbaycan Komünist Partisi’nin önerisi üzerine KUTV’a gitti.[82] KUTV’da Yazıcı’ya Karadenizli başka öğrenciler de eşlik etti.[83] Okuldaki Türk sektöründe aynı zamanda Türkçe konuşan, Bulgaristan’da, Makedonya’da, Selânik’te ya da Avrupa’nın güneydoğusunda yetişmiş başka kişiler de bulunmaktaydı. Nâzım ve arkadaşlarını içeren bu grup, aslen Selânikli, İstanbullu, Edirneli, İzmirli ve Giritliydi.[84]

Eski savaş esirlerine ve Rus-Osmanlı sınırına yakın bölgelerden gelenlere ek olarak bir de farklı kuşaklara mensup olup, sonradan Rusya’ya geri dönmüş isimler de bu Türk sektörü içerisinde yer aldı. Bunlar, Rusya’da doğmuş Müslüman ailelerin çocuklarıydı. Ekseriyeti, önceki yıllarda Rusya’dan Osmanlı’ya göç etmiş Kırımlılardan oluşuyordu. İmparatorluğun son döneminde, bilhassa 1856-1914 arası dönemde bu göç ve geri dönüş pratiği Kırım Tatarları arasında yaygın görülen bir durumdu. Bu insanlar, Osmanlı’ya göç etmiş, birkaç yıl geçtikten sonra Rusya’ya dönmüş kişilerdi. Bunlar, ya sadece Rus veya Osmanlı vatandaşıydı ya da her iki ülkenin de vatandaşıydı.[85] Son dönemde Osmanlı’da doğmuş Kırım Tatarları, Kırım’a birer komünist olarak döndüler. Bunların çoğu, ülkelerini ilk kez ziyaret ediyordu.

Bu insanlar, eğitim imkânları ve iş fırsatları konusunda ailelerinin kurdukları bağlardan istifade ettiler. 1899’da İstanbul’da doğmuş olan Zeki Ahmet, Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesi ardından Kırım’a göç etti. Burada Kızılay için çalıştı. Okula verdiği kayıt formunda da dile getirildiği biçimiyle, Zeki Simferopol’daki bir evin ailesine ait olduğunu söylüyor, burayı daimi adres olarak gösteriyordu. Muhtemelen annesi, iki kız kardeşi ve bir erkek kardeşi sonradan Kırım’a gelmişlerdi.[86]

Zeki gibi Varnalı yirmi yaşındaki öğretmen İbrahim Krimski de Romanov hanedanının devrilişi sonrası Kırım’a geldi. İbrahim, bir Tatar okulunda öğretmenlik yaptı. 1923’te KUTV’da eğitim görmeye başladı. İki yıl kaldığı okulda yetkililerden kendisini Kırım’da çalışması için izin vermesini istedi. 1925’te okuldan ayrılan İbrahim’in kendisine Simferopol’de bir iş verilmesini istemesine rağmen, yetkililer, onu güneye değil kuzeydeki Leningrad şehrine gönderdiler.[87]

Toplamda okulda nispeten çok az kadın öğrenci vardı. Aralık 1925’te yabancı öğrenci bölümündeki toplam 292 öğrencinin sadece on dördü kadındı.[88] Bu az sayıda kadın öğrenciden biri de Türk sektörü içerisinde yer alan Rahime Hakkı idi.

1900 yılında doğmuş olan Rahime, üniversite evrakına Kırım Tatarı olarak kaydedilmişti. İstanbul’daki öğretmen enstitüsünden mezun olmuştu. Öğrenci formunda da dile getirdiği biçimiyle, Moskova’ya gitmesinin tek bir amacı vardı: “Kadın hareketi içerisinde yer almak.”[89]

KUTV kayıt formunda dile getirildiği biçimiyle, Aynühayat Voinova “Türkiye’de doğmuştu.” Otuz dokuz yaşında olan Voinova, 1923’te okula giren öğrencilerin en yaşlısıydı. Bu hâliyle, yaşları yirmi ilâ yirmi altı olan genç erkek çoğunluğu içerisinde öne çıkıyordu.[90] Zeki ve İbrahim gibi Aynühayat da Rusya’ya Kırım üzerinden gelmişti. Komünist partinin kadın örgütlenmesi (zhenotdel) içerisinde eğitmen olarak çalışmaya başladı. Kadın meselelerini ele almak ve kadınları Bolşevizm safına örgütlemek için kurulan bu örgüt içerisinde faaliyetlerde bulundu. İki yıl Kırım’da kaldıktan sonra Aynühayat, Semerkant’taki kadın örgütünde öğretmen olarak çalışacağı Orta Asya’ya geçti. Ancak Semerkant’taki bu yeni işine daha henüz başlamadan, tekrar yollara düştü. 1923’te Moskova’ya gitti. Orada kendisine KUTV’da eğitim görmesi önerisi iletildi.[91]

Fevziye Habibova, Rusya’da yaşayan Müslüman bir ailenin çocuğuydu.[92] Babası Osmanlı’da memur olarak çalıştığı için çocukluğu İstanbul’da geçti. KUTV günlerinde çekilmiş bir fotoğrafta Fevziye, sandalyede oturmuş bir hâlde, tüm düğmeleri ilikli, düz koyu ceketi ve boynuna taktığı büyük bir kolye ile çıkıyor karşımıza. Kahverengi ve düz olan saçları tam kulaklarının altından kısa kesilmiş, gözleri ise kameranın arkasına bakıyor.

Fevziye, Moskova’ya gelmeden önce de yoğun faaliyetlerle geçen bir hayat yaşamaktaydı. İstanbul’daki öğretmen enstitüsünden mezun olduktan sonra, tıpkı Nâzım ve Vâlâ gibi Mustafa Kemal’e bağlı güçlere katılmak için Ankara’ya gitti. Fakat Nâzım ve Vâlâ’dan farklı olarak, bugün Türk Bağımsızlık Savaşı olarak bilinen savaşta hemşire olarak hizmetlerde bulundu. Sonrasında Türkiye Komünist Partisi’ne girdi. Türkiye’deki parti teşkilâtının önerisi üzerine KUTV’a gönderildi.

1922 güzünde Moskova’ya gelen Fevziye, okula kaydolan ilk Türk öğrenci grubunun içinde yer aldı. Ama şehirdeki ikameti ne yazık ki kısa sürdü. 1923 baharında hamile kaldı. Ocak 1924’te çocuğunu doğurdu. Dosyası şu cümleyle sona eriyor: “1924 yılının başlarında Moskova’daki bir hastanede vefat etti.”[93]

İmparatorlukların yıkılışı sonrası Rus-Osmanlı sınırını geçen TKP’lilerin tamamı Müslüman veya Türk değildi. Aslen İstanbullu bir Rum olan, köklerinde Polonyalılık bulunan TKP üyesi Aleksandır Senkeviç, KUTV’a gelmezden çok önce Rusya’yla uzaktan tesis edilmiş, ama hâlen daha güçlü olan bağlara sahipti. Aleksandır’ın büyükbabası Leh’ti, 1877-1878’te yaşanan Rus-Osmanlı Savaşı esnasında Osmanlı’ya sığınmıştı. Büyükbaba, sonrasında Osmanlı tebaasından bir Rum kadınla evlendi. Oğulları, Aleksandır’ın babası, Rus vatandaşlığı aldı. Aleksandır, 1907’de İstanbul’un dışında bulunan, San Stefano Köyü’nde (bugünkü Yeşilköy’de) dünyaya geldi. 1925 yılının başlarında Aleksandır, Moskova’ya geldi, kısa bir süre sonra da KUTV’da eğitim hayatına başladı.[94]

Türk sektörünün en renkli simalarından biri de Muhammed Ağa Şahtahtılı’ydı. Tiflis’teki bir liseden mezun olduktan sonra Leipzig ve Sorbonne’da eğitim gören Şahtahtılı, 1903’ten beri devlet destekli yayın yapan, Tiflis’te Türkçe olarak çıkan Şark-ı Rus gazetesinin yayın yönetmenliğini yürütmekteydi. Bu görevin kendisine verilmiş olması, Ahmet Ağaoğlu’yu ve diğer bağımsız aydınları kendisine düşman etti. Bu isimler, Şahtahtılı’nın hain olduğunu düşünüyorlardı. Buna karşın, Şahtahtılı 1906’da Rus meclisine vekil olarak girdi. 1908’deki Jöntürk Devrimi sonrası, Rusya’dan gelip İstanbul’a yerleşen Müslüman eylemcilerle, yazarlarla ve aydınlarla çalışma yürüttü. İstanbul’da bulunduğu yıllarda Şahtahtılı, zamanının büyük bir kısmını Rusya’da doğmuş Müslüman öğrencilerle geçirdi, bu toplantılara dair raporlar kaleme aldı ve bunları Rus Elçiliği’ne teslim etti.[95] Bu türden faaliyetler içerisinde bulunduğu anlaşılınca casusluk suçlamasıyla sınır dışı edilerek, Rusya’ya gönderildi. 1920’de bu sefer Kafkasya’da Bolşevikler için çalışan bir tercüman olarak ortaya çıktı. Oradan Moskova’ya giden Şahtahtılı, 1923 yılında KUTV’un yeni kurulan Türk Dili bölümüne girdi.[96]

* * *

Rusya’ya gelen bu insanların hikâyeleri bize ne anlatıyor? Öncelikle bu hikâyeler, Nâzım Hikmet’in 1922-1928 arası dönemde Rusya’da geçirdiği ilk yıllar konusunda sınırları netleştirilmiş bir bağlamın oluşmasını sağlıyorlar. Nâzım, Vâlâ, Ahmet Cevat ve Aydemirler, komünist topraklara ve Moskova’ya ülkelerini ilk başta terk etmelerine sebep olan planlarından vazgeçtikten çok sonra geliyorlar. KUTV’da eğitim gören öğrencilerin büyük bir kısmı, en azından okuldaki Türk öğrencilerin macerası, bu açıdan Nâzım ve arkadaşlarının macerasına benziyor. Okuldaki öğrenciler ve öğretmenler de ilk belirledikleri hedeflerden hem coğrafi hem de ideolojik düzlemde uzaklaşarak Moskova’ya geliyorlar.

Nâzım ve arkadaşlarını okuldaki Türk öğrenci grubuyla ilişkili kılan diğer bir husus da hepsinin Bolşeviklerin “Doğu stratejisi”ne örgütlenmiş olması. Okuldaki Türk sektörünü oluşturan eski savaş esirleri, sınıra yakın bölgelerden gelenler ve Rusya’ya dönüş yapan Müslümanlar, esasen Bolşevikler iktidarı almazdan önce Rusya’yla şu veya bu şekilde bağ kurmuş insanlar. Batı emperyalizminin işgal ettiği eski Osmanlı topraklarındaki komşularını bu emperyalizme karşı tesis edilecek ittifakın potansiyel bileşeni olarak gören Bolşevikler, Müslümanları örgütlemek için yoğun bir çalışma yürütüyorlar. Bu örgütlenme işini Doğu Halkları Kurultayı, Bakû’de kurulan TKP, Nâzım ve arkadaşlarının Batum’da çalıştıkları gazete türünden yayınlar ve KUTV gibi araçlar üstleniyor.

Bahsi geçen örneklerin çoğunda kişinin bulunduğu yer, ideolojik değişimine neden oluyor, başka yöne gitmesine izin vermiyor. Birinci Dünya Savaşı sonrası sınırların sivil geçişlerine açılmasıyla birlikte Bolşevik örgütçülerle muhatap olan Türklerin önemli bir bölümü, eve dönecek imkânlardan yoksun olan eski askerlerden, Rusya’ya geçişi zor veya imkânsız olan Osmanlı tarafındaki insanlardan ve daha önce Rus İmparatorluğu’nu terk edip Osmanlı’ya geçmiş Müslümanların çocuklarından oluşuyor. Tüm bu insanların Rusya’ya geçmek için komünizmden gayrı başka sebepleri var. Sonradan Türkiye hâlini alacak olan topraklarda savaşın ve işgalin sürdüğü koşullarda, KUTV ve “Doğu stratejisi” kapsamında inşa edilen diğer kurumlar, o eve dönüş için başlanan uzun yolculukta önemli birer sığınak işlevi görüyorlar. Birlikte yola çıktığı ilk grup içerisinde davasının peşinden gitmekle tek başına ayrıksı bir yere sahip olan Nâzım gibi isimler içinse komünizm, farklı sebeplere bağlı olarak, uzun soluklu bir ülküyü ifade ediyor.[97]

Bunlar, imparatorluk sınırlarını aşan, hükmünü yitirmiş sınır geçme geleneğinin varisleri. Otuzlarda sınır geçip bir tarafa yerleşen son kuşağın birçok üyesi, bulunduğu yerde mahsur kaldı. İmparatorluğun son döneminde ve imparatorlukların yıkılışını takip eden dönemin ilk yıllarında sınırı geçenler, bu geçişin epey hayrını görürken, otuzlarda ve kırklarda yurtdışında yaşamış veya yabancı ülke kökenli kişiler, hem Türkiye’de hem de Sovyetler’de başlatılan tasfiye sürecinde ya hapse atıldılar ya da idam edildiler.

Nâzım, bu kurbanların en ünlüsü idi. 1938-1950 arası dönemde isyana teşvik türünden uydurma suçlamalarla hapis yattı. Sınırı geçenlerin büyük bir kısmı, daha kötüsüyle yüzleşti. İmparatorluklar arası sınırların silikleştiği dönemde yetişmiş, yirmilerde reşit olmuş bu kuşağın yüzüne imparatorluk sonrası dünyanın kapıları zamanla kapandı. Bu durum, sınıfın hangi tarafını seçmiş olduklarından bağımsız olarak, bu kuşağın mensuplarını hem fırsatlarla hem de acılarla yüzleştirdi.

James H. Meyer

[Kaynak: Journal of Ottoman and Turkish Studies Association, Cilt 5, Sayı 2, Güz 2018, s. 195-218.]

Dipnotlar:
[1] Nâzım’la birlikte seyahat isimlerden Leman Aydemir’in çalışması 24 Mart 1922 tarihli. Rus Devleti Sosyo-Politik Tarih Arşivi (bundan sonra “RGASPI”), Leman Aydemir’in kişisel dosyası, f. 532, op. 11, d. 171, ll. 1–2. RGASPI, Nâzım Hikmet’in kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 47, l. 157.

[2] Nâzım, 1922 baharı ile Haziran 1924 arasında Moskova’da yaşadı, altı aylığına İstanbul’a döndü, sonra, Moskova’ya geri döndü ve Ağustos 1925-Güz 1928 arası dönemde bu şehirde kaldı. Nâzım, yıllar sonra tekrar Moskova’ya gitti ve ölene dek burada yaşadı (1951-1963).

[3] Nâzım’ın doğum tarihi tartışmalıdır. Söylenene göre, Ocak 1902’de doğmuştur. Ama Mehmet Fuat, onun aslında 1901 yılının sonunda doğduğunu söylemektedir: Mehmet Fuat, Nâzım Hikmet: Yaşamı, Yapısı, Davaları, Tartışmaları, Dünya Görüşü, Şiirinin Gelişmeleri (İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2000), s. 11. Nâzım, KUTV’da doldurduğu formlara hem “1901” hem de “1902” tarihlerini düşmüş. RGASPI, f. 495, op. 266, d. 47, part I, ll. 152, 156, 157, 160.

[4] Masha Kirasirova, “The Eastern International: The ‘Domestic East’ and the ‘Foreign East’ in Soviet-Arab Relations, 1917–68” (Doktora Tezi, New York University, 2014), s. 2.

[5] Bu soyadları, 1934’te çıkan soyadı kanunu uyarınca alındı.

[6] RGASPI, f. 495, op. 266, d. 47, part I, l. 157–ob.

[7] Vâlâ Nureddin, sonrasında ülkesinde ünlü bir gazeteci oldu. Ucuz roman olarak görülebilecek bir dizi kitap kaleme aldı.

[8] Ülkenin yaşadığı bu tahribat konusunda bkz.: Vâlâ Nureddin (Vâ-Nû), Bu Dünyadan Nâzım Geçti (İstanbul: İlke Kitap, 1995), s. 298–99; Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam (İstanbul: remzi Kitabevi, 1987), s. 194–95.

[9] Örneğin İngilizcede yeni yayımlanan Nâzım biyografisinde, Nâzım’ın yirmilerde Moskova’da geçirdiği döneme sadece beş buçuk sayfa ayrılmış. Mutlu Konak Blasing, Nâzım Hikmet: The Life and Times of Turkey’s World Poet (New York: Persea Books, 2013), s. 50–55. Nâzım ile ilgili olarak altı ciltlik, yaklaşık 1.400 sayfa uzunluğunda kitap kaleme almış olan Sülker ise Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı isimli bu çalışmasında 1951-1963 arası döneme on sayfa ayırmış (Kemal Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı 6 Cilt. [İstanbul: Yalçın Yayınları, 1987–89]).

[10] Önemli Nâzım biyografileri arasında şu çalışmalar yer alıyor: Ekber Babayev, Nâzım Hikmet: Yaşamı ve Yapıtları (İstanbul: Cem Yayınevi, 1976); Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı; Saime Göksu ve Edward Timms, Romantic Communist: The Life and Work of Nâzım Hikmet, 2. Baskı (Londra: Hurst & Company, 2006); Memet Fuat, Nâzım Hikmet; Blasing, Nâzım Hikmet.

[11] Ya Nâzım Hikmet ya da TKP’nin kurucusu Mustafa Suphi ele alınıyor.

[12] KUTV’da ve onunla bağlantılı kurumlarda okuyan diğer öğrencilerle ilgili olarak bkz.: Miin-ling Yu, “Sun Yat-sen University in Moscow, 1925–1930” (Doktora Tezi, New York University, 1995); Lana Ravandi-Fadai, “‘Red Mecca’—The Communist University for Laborers of the East (KUTV): Iranian Scholars and Students in Moscow in the 1920s and 1930s,” Iranian Studies 48, Sayı. 5 (2015): s. 713–27; Irina Filatova, “Indoctrination or Scholarship? Education of Africans at the Communist University of the Toilers of the East in the Soviet Union, 1923–1937,” Paedagogica Historica 35, Sayı. 1 (1999): s. 41–66; Kirasirova, “The Eastern International”; aynı yazar, “The East as a Category of Bolshevik Ideology and Comintern Administration: The Arab Section of the Communist University of the Toilers of the East,” Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History 18, Sayı. 1 (2017): s. 7–34.

[13] Osmanlı-Rus sınırı ve Osmanlı-Balkan sınırı konusunda bkz.: James H. Meyer, “Immigration, Return, and the Politics of Citizenship: Russian Muslims in the Ottoman empire, 1860–1914,” International Journal of Middle East Studies 39, Sayı. 1 (2007): s. 9–26; aynı yazar, Turks Across Empires: Marketing Muslim Identity in the Russian-Ottoman Borderlands (New York: Oxford University Press, 2014); Lâle Can, “Connecting People: A Central Asian Sufi Network in Turn-of-the-Century Istanbul,” Modern Asian Studies 46, Sayı. 2 (2012): s. 373–401; aynı yazar, “The Protection Question: Central Asians and Extraterritoriality in the Late Ottoman empire,” International Journal of Middle East Studies 48, Sayı. 4 (2016): s. 679–99; Will Smiley, “The Burdens of Subjecthood: The Ottoman State, Russian Fugitives, and Interimperial Law, 1774–1869,” International Journal of Middle East Studies 46, Sayı. 1 (2014): s. 73–93; aynı yazar, “Freeing ‘The Enslaved People of Islam’: The Changing Meaning of Ottoman Subjecthood for Captives in the Russian Empire,” Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 235–54; Michael Christopher Low, “Unfurling the Flag of Extraterritoriality: Autonomy, Foreign Muslims, and the Capitulations in the Ottoman Hijaz,” Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 293–323; Andrew Robarts, Migration and Disease in the Black Sea Region: Ottoman-Russian Relations in the Late Eighteenth and Early Nineteenth Centuries (Londra: Bloomsbury Academic, 2016); David Gutman, “Travel Documents, Mobility Control, and the Ottoman State in an Age of Global Migration, 1880–1915,” Journal of the Ottoman and Turkish Studies Association 3, Sayı. 2 (2016): s. 347–68; Seçil Yılmaz, “Threats to Public Order and Health: Mobile Men as Syphilis Vectors in Late Ottoman Medical Discourse and Practice,” Journal of Middle East Women’s Studies 13, Sayı. 2 (2017): s. 222–43; Dina Rizk Khoury ve Sergey Glebov, “Citizenship, Subjecthood, and Difference in the late Ottoman and russian empires,” Ab Imperio 18, Sayı. 1 (2017): s. 45–58. Lübnan ve ABD arasında cereyan eden geriye dönüşlerle ilgili önemli bir çalışma için bkz.: Fouad Akram Khater, Inventing Home: Emigration, Gender, and the Middle Class in Lebanon, 1870–1920 (Berkeley: University of California Press, 2001). Osmanlı ile Venedik arasında gidip gelen insanlarla ilgili olarak bkz.: E. Natalie Rothman, Brokering Empire: Trans-Imperial Subjects between Venice and Istanbul (Ithaca: Cornell University Press, 2012).

[14] Bkz.: Meyer, “Immigration and Return”; aynı yazar, Turks Across Empires, s. 21–47.

[15] Nâzım’ın hayatının ilk döneminde görülen milliyetçiliği konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 67–68.

[16] Aydemir’in kitabı, o dönemde yaptıkları seyahatte edindikleri tecrübeleri içeren bir hatırat, ama aynı zamanda Nâzım Hikmet’le yaptıkları tartışmalara da yer veriyor. Vâlâ’nın kitabı ise özel olarak Nâzım Hikmet’le ilgili.

[17] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 65–66.

[18] A.g.e., s. 68; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 17.

[19] Nestor Lakoba, o dönemde az çok bilinen Abhazyalı Bolşevik. Arkadaşı Efrem Eşba ile Türk yoldaşlar bulmak amacıyla Bolşevik makamları adına Anadolu’yu dolaşıyor.

[20] RGASPI, f. 544, op. 3, d. 46, ll. 105–06. 8 Mayıs 1921’de yazılmış, Abhazya’nın Karadeniz kıyısındaki Sohum şehrinden gönderilmiş, N. Lakoba’ya ait rapor. Ahi’nin gençler üzerindeki etkisi konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 68–74.

[21] Nâzım’ın çocukluğunda ailesinin yaşadığı mali sorunlar konusunda bkz.: Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 46–47; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 6; Blasing, Nâzım Hikmet, s. 31.

[22] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 99–102.

[23] A.g.e., s. 103–04. Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 23.

[24] Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 52–56; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 13. Ayrıca, Blasing, Nâzım Hikmet, s. 32–33; Memet Fuat, Nâzım Hikmet, s. 15.

[25] Örneğin bir yerde Vâlâ, Bolu’dan Ankara’ya dönüşlerinden bahsediyor ve bu noktada “Mudurnu dışında atılan topların sesini işitebildiklerini” söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 172.

[26] Nâzım Hikmet, Life’s Good, Brother, Çev. Mutlu Konak Blasing (New York: Persea Books, 2013), 62–63. Sülker ve Blasing aynı kaynaktan yararlanıyor. Blasing, Nâzım Hikmet, s. 44; Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 106–07. Eski tüfeklerden Şevket Süreyya, Birinci Dünya Savaşı’nı uzun uzun tartışıyor, ama Kurtuluş Savaşı’nı es geçiyor.

[27] Vâlâ, sonrasında Nâzım ve kendisinin meslektaşlarından, “kaba ve çocukça şakalarından bıktığını söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s.130.

[28] A.g.e., s. 159–61; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 26–28.

[29] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti. s.162.

[30] A.g.e., s. 218–19.

[31] Vâ-Nû, Ziya Hilmi’nin gençlerin Vâlâ’nın Ankara’daki bağlantıları üzerinden izin alıp Gürcistan’a gittiklerini, ama Ziya Hilmi’nin bu imkânı bulamadığını söylediğini aktarıyor. A.g.e., s. 216–17.

[32] Vâlâ, komünizmde paranın kullanılmadığını kendilerine Sadık Ahi ve Ziya Hilmi’nin söylediğini aktarıyor. A.g.e., s. 210, 225.

[33] Vehbi (Sarıdal), Vâlâ’ya Tiflis’te başları derde girerse Mdivani’yle temas kurmasını söylüyor. A.g.e. s. 199, 239–41; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 21–22, 30, 34.

[34] Vâlâ, kitabında edebiyat tartışma imkânı buldukları Ahmet Cevat’ın arkadaşlığını tercih ettiklerini söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 243.

[35] Ahmet Cevat Emre da sonrasında hatıratını kaleme alıyor: İki Neslin Tarihi (İstanbul: Hilmi Kitabevi, 1960) isimli eserinde Emre, hayatının ilk dönemine ait detayları aktarıyor, ama ilerleyen bölümlerinde kitap, Türk tarihine dair genel bir değerlendirmeyi aktarıyor. Emre, kitabında SSCB’de geçirdiği yıllardan hiç bahsetmiyor.

[36] RGASPI, Ahmet Cevat, f. 495, op. 65a, d 9377, ll. s. 1–8; Temuçin F. Ertan, “Ahmet Cevat Emre ve Kemalizm’de Öncü Bir Dergi: Muhit,” Kebikeç 5 (1997): s. 17–34. Azerbaycan’daki milliyetçi hükümet konusunda bkz.: Meyer, Turks Across Empires, s. 173–74.

[37] Bakû Kurultayı konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 159–69. Yayına Hz.: Rohn Riddell, To See the Dawn: Baku, 1920—First Congress of the Peoples of the East (Londra: Pathfinder Press, 1993); Robert C. Young, Postcolonialism: An Historical Introduction (Chichester, UK: John Wiley & Sons, 2016), s. 127–39.

[38] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 250, 289.

[39] Ertan, makalesinde Ahmet Cevat’ın bu dönemde komünizm konusunda pek fazla şey bilmediği üzerinde duruyor.” Ertan, “Ahmet Cevat,” s. 20.

[40] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 242; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 35.

[41] Kurulan resmi KP’nin en ünlü üyelerinden biri İsmet İnönü. Samuel Hirst, “Eurasia›s Discontent: Soviet and Turkish anti-Westernism in the Interwar Period” (Doktora Tezi, University of Pennsylvania, 2012), s. 133–34.

[42] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 272; Halil İbrahim Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir (İstanbul: Arı Matbaası, 1977), s. 86.

[43] Şevket Süreyya Aydemir (1897–1976) otuzların başında kurulan Kadro dergisinin kurucularından biriydi. Ardından bir dizi önemli biyografi kaleme aldı. Aydemir konusunda bkz.: William Allister MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir, Modern Turkish Biographer” (Doktora Tezi, University of Michigan, 1984), s. 83.

[44] Şevket Süreyya 1897’de doğdu. Geçmişinde göçmen oluşu konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 16, 18; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 12; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 50–51.

[45] Vâlâ’nın aktardığına göre, grubun başkanı Şevket Süreyya’ydı. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 325.

[46] Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 121.

[47] Şevket Süreyya’nın gençliğinde sahip olduğu politik görüşleri konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 48, 50, 52, 60, 74, 121, 124; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 57–58.

[48] Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 137–40; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 62; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 64–65.

[49] Aydemir’in Pantürkçü hayallerinin suya düşüşü konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 125–26; Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 59; MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 64–69.

[50] MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 67; Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 169.

[51] Şevket Süreyya’nın KUTV’daki evrakı konusunda bkz.: RGASPI, f. 532, op.12, d. 60, s. l. 2. Batum’daki partiye katılması konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 188.

[52] MacLoed’in konuyla ilgili gözlemi ve çevirisine bakılabilir: MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” 68. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 185.

[53] Göktürk, bu hikâyeyi kendisine bizzat Aydemir anlattığını söylüyor. Göktürk, Bilinmeyen Yönleriyle Şevket Süreyya Aydemir, s. 86. MacLeod, “Şevket Süreyya Aydemir,” s. 69. Sakarya Muharebesi, Ağustos sonu ve Eylül 1921 başlarında Ankara’nın yaklaşık seksen kilometre batısında meydana geliyor.

[54] Sitare konusunda bkz.: Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 145, 185. Leman’la evliliği konusunda bkz.: A.g.e., s. 186. Komünist partiye girişi konusunda bkz.: A.g.e., s. 188. Leman konusunda bkz.: RGASPI, f. 532, op. 11, d. 17, ll. s. 2, 4, 6.

[55] Moskova’ya gitme teklifi konusunda bkz.: Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 289; Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 194.

[56] Şevket Süreyya, Nâzım ve Vâlâ’nın Sovyet topraklarına gelişini, ardından komünist oluşlarını büyük ölçüde tesadüf ve şans eseri yaşanan gelişmeler olarak değerlendiriyor. Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 204.

[57] Nâzım Fransızca, Vâlâ ise Fransızca ve Almanca biliyordu.

[58] Leman, gençlerle Moskova’ya geldi, okula kayıt yaptırdı, ama muhtemelen hiçbir derse girmedi.

[59] KUNMZ konusunda bkz.: Michael David Fox, Revolution of the Mind: Higher Learning among the Bolsheviks, 1918–1929 (Ithaca: Cornell University Press, 1999), s. 61–62.

[60] KUTV’daki bütçe meseleleri konusunda bkz.: Kirasirova, “The East as a Category of Bolshevik Ideology,” s. 135–37.

[61] Terry Martin, Affirmative Action Empire: Nations and Nationalism in the Soviet Union 1923–1939 (Ithaca: Cornell University Press, 2001).

[62] Yunanlılar ve Afrikalı-Amerikalılar için üniversitede bölümler açıldı.

[63] Sovyetik Doğu’nun oluşumu konusunda bkz.: Martin, The Affirmative Action Empire, s. 126– 29; Kirasirova, “The Eastern International”; aynı yazar, “The ‘East’ as a Category of Bolshevik Ideology.”

[64] RGASPI, f. 532, op. 1, d. 25, s. l. 5.

[65]Kirasirova, “The Eastern International,” s. 91–92, 119.

[66] KUTV’un hazırladığı bir rapora göre, okulda 1926-1927 öğretim yılında yirmi Türk öğrenci vardı. Aynı raporda aktarıldığı kadarıyla, Çinli öğrenci sayısı seksen, Koreli sayısı kırk beş, Arap sayısı elli beş, İranlı sayısı otuz, Afrikalı-Amerikalı sayısı dokuzdu. Toplam öğrenci sayısı ise 410’du. Bu 410 öğrencinin yirmi sekizi farklı sebeplerle kampüsten ayrıldı. Okulda 382 öğrenci kaldı, ama aynı belgede bu sayı 383 olarak verilmekteydi. RGASPI, f. 17, op. 3, d. 653, l. s. 145.

[67] Örneğin okulun Aralık 1924’te hazırladığı bir belgeye göre Türk sektöründe otuz bir öğrenci vardı, ama muhtemelen bu sayı Azerbaycan ve Orta Asya gibi yerlerden gelen “Türkler”i de içermekteydi. “List of Students from the International Sector of KUTV,” 15 Aralık 1924, RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12. ll. s. 44–52. Ayrıca bkz.: ll. 26, 53. Ocak 1925 tarihli bir raporda ise Türk grubundaki öğrenci sayısının otuz iki olduğundan söz edilmekteydi. Bu öğrencilerin yirmi üçü kendi milliyetlerini Türk olarak kaydettirmişlerdi. Muhtemelen bu grubun içerisinde Sovyetler’de doğmuş, etnik açıdan Türk olan isimler de yer almaktaydı. Nisan 1925’te okuldaki toplam 188 öğrencinin yirmisi Türk’tü. Bu yirmi öğrencinin on iki ilâ on beşi ise güz sömestri için kaydolmuştu. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 21, l. 6. 1925 yılının bahar dönemine ait bir başka rapor Türk sektöründe yirmi öğrenci olduğundan söz edilmekteydi. Kampüste ise on dört Türk öğrenci bulunmaktaydı. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 25, l. 2. Ayrıca bkz.: ll. 5, 64, 66.

[68] Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 344.

[69] RGASPI, f. 532, op. 1, d. 5, l. 14–ob. Okuldaki Türk sektörü üzerine rapor. Bu rapor tarihsiz, ama görünüşe göre 1925 yılında hazırlanmış.

[70] Okulda Nâzım’la arkadaş olacak olan, Nâzım’ın yirmili yıllara ait ünlü şiirlerinden “Jokond ve Si-Ya-U”da bahsi geçen isimlerden biri olan Emi Siao konusunda bkz.: Sülker, Nâzım Hikmet’in Gerçek Yaşamı, Cilt 1: s. 192–93; Göksu ve Timms, Romantic Communist, s. 43–44; Rady Fish, Nâzım’in Çilesi (İstanbul: Ararat Yayınevi, 1975), s. 20. Nâzım’ın arkadaşları arasında Zafer Hasan ve Benerci isminde iki Hintli öğrenci de bulunuyordu. Okuldaki yabancı öğrencilerle kurdukları dostluk ilişkisine değinen Vâ-Nû, bu öğrencilerin de kendileri gibi, o dönemde Moskova’da yaşanan gelişmeleri büyük bir merakla incelediklerini söylüyor. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 349. Moskova’da Nâzım, aynı zamanda dayısı Ali Fuat’la (Cebesoy) da görüşüyordu. Ali Fuat 10 Mayıs 1922’de Moskova elçisi olarak atandı. Fatih Ertürk, Ali Fuat Cebesoy (İstanbul: Halk Kitabevi, 2017), s. 158. Vâ-Nû’nün hatıratında aktarıldığı kadarıyla Nâzım, dayısını Moskova’da ziyaret etmekteydi. Vâ-Nû, Bu Dünyadan Nâzım Geçti, s. 191.

[71] Yusuf Akçura’nın tahminine göre, sadece Rusya’da altmış ilâ yetmiş bin civarında savaş esiri vardı. Ancak Celâl Metin’in aktarımına göre, kaynaklar bu konuda farklı şeyler söylüyor. Rusya’da bulunan Osmanlı askeri sayısının 20.000 civarında olduğunu iddia ediyor. Metin, Akçura’nın o sayıyı aktarırken ona zorla göç ettirilmiş kişileri ve Osmanlı vatandaşı sivilleri de eklediğini düşünüyor. Celâl Metin, “Yusuf Akçura ve I. Dünya Savaşı’nda Rusya’daki Türk Esirleri,” Modern Türklük Araştırmaları Dergisi 2, Sayı. 3 (2005): s. 39.

[72] “Report to the Central Bureau for Turkish Communist Organization.” L. Borsh (Bakû’de), 25 Haziran 1920, RGASPI (IISH reproduction), f. 495, op. 181, d. 18, ll. 35–36–ob.

[73] Suphi, 1914’te savaş başladığında Kırım’da çalışma yürüten eski bir Pantürkçüydü. Sivil savaş esiri olarak tutuklandı ve 1917’ye kadar Sibirya’daki bir hapishanede kaldı. Bu dönemi konusunda bkz.: Hamit Erdem, Mustafa Suphi (İstanbul: sel Yayıncılık, 2010, s. 49–58.

[74] Nargin Adası konusunda orada kalmış eski savaş esiri Süleyman Nuri’nin çalışmasına bakılabilir: Uyanan Esirler (İstanbul: TÜSTAV Yayınları, 2002), bilhassa s. 155–61. Nuri de 1925 yılında KUTV’da kısa süre eğitim aldı, ama on iki Türk komünistle birlikte okuldan kovuldu. RGASPI, f. 495, op. 266, d. 117, Süleyman Nuri’nin kişisel dosyası, l. 55. Onlarca yıl sonra Nuri, Nâzım Hikmet yüzünden okulda sorunlar yaşadığını söyledi. RGASPI, f. 495, op. 266, d. 117, l. 3, Süleyman Nuri’den Anastas Mikoyan’a Mektup, 18 Nisan 1962.

[75] Aydemir, Suyu Arayan Adam, s. 169–70.

[76] KUTV öğrencileri eski Osmanlı askeri olarak tanımlarken, eski savaş esiri olduklarından pek bahsetmiyorlar. Bu isimlerden biri de İbrahim Ahmetov. RGASPI, f. 495, op. 266, d. 130, l. 6; Ali Hüsrev Tekin, Reşid Şadi, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 156, ll. 2–10, 20.

[77] RGASPI, Fahri Reşid, f. 495, op. 266, d. 136, ll. 1, 3, 6.

[78] RGASPI, Fahri Reşid, f. 495, op. 266, d. 320B, ll. 153–54.

[79] RGASPI, Nureddin Kadirov, f. 495, op. 266, d. 76, ll. 30–32.

[80] Şu husus akılda tutulmalı: Trabzon, 1878-1918 arası dönemde Rus sınırına bugüne kıyasla daha yakındı.

[81] Hamdi Şamilov’un kişisel dosyası, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 150.

[82] RGASPI, f. 495, op. 266, d. 72, Ali Yazıcı. LL. 1–2.

[83] Partinin önde gelen isimleri hâline gelecek olan Zeki Baştımar ve İsmail Bilen’in ikisi de Trabzon bölgesinde doğmuştu ve ikisi de yirmilerde KUTV’da eğitim almıştı. Hüseyin Kara Ahmedoğlu Trabzon dışında doğmuştu ve Birinci Dünya Savaşı öncesinde Osmanlı-Rus sınırını sık sık geçen bir isimdi. Sivil savaş esiri olarak Rusya’da ele geçirildi ve Kaluga’daki kampa gönderildi. RGASPI, f. 495, op. 266, d. 78. Rus Devleti Edebiyat ve Sanat Arşivi (RGALI), f. 2250, op. 1, d. 288, ll. 22–34. KUTV öğrencisi Mahmut Şevket 1900’da Trabzon’da dünyaya geldi, 1923’te hapishaneden çıkıp Moskova’ya geldi. RGASPI f. 495, op. 266, d. 111, l. 1–ob. Ayrıca bkz.: RGASPI, f. 495, op. 266, d. 132, ll. 1–2; RGASPI, f. 495, op. 266, d. 37. Ahmet Fırıncı, ll. 18–19.

[84] RGASPI, Mahir Ahmedov’un kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 82, esp. l. 24; KUTV’da ayrıca bugünün Makedonya’sında bulunan Manastır şehrinden gelen Fahrov isminde bir öğrenci vardı. RGASPI, karışık kişisel dosyalar, f. 495, op. 266, d. 156, l. 157.

[85] Meyer, Turks Across Empires, s. 22–34.

[86] RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320B, muhtelif kişisel dosyalar, ll. 103–04–ob.

[87] RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320B, muhtelif kişisel dosyalar, ll. 127–31, İbrahim Krimski.

[88] RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12, l. 25.

[89] RGASPI, Rahime Hakkı’nın kişisel dosyası, f. 495, op. 266, d. 134, ll. 1–7–ob.

[90] Aralık 1924’te okula kaydolan ve 292 öğrenciden oluşan yabancı öğrenci grubu içinde sadece on sekizi otuz yaşın üzerindeydi, 165’inin yaşı ise yirmi bir ilâ yirmi beş arasındaydı. RGASPI, f. 532, op. 1, d. 12, l. 25.

[91] Aynühayat Voinova’nın kişisel dosyası, RGASPI, 495-266-320b, ll. 90–102, esp. ll. 90–95- ob; 99–102; ayrıca bkz.: RGASPI, f. 532, op. 2, 164, l. 15–ob.

[92] Fevziye, babasını soyadını “Habibov” olarak kaydediyor. Bu türden “ov” veya “of” ile biten soyadları Rusya’da doğmuş Müslümanlar arasında çok yaygın görülüyor. Ama bir yandan da SSCB’de isimlerini Ruslaştırmış bazı Türklere de rastlanıyor. Fevziye’nin kayıt formuna bakılacak olursa, kendisi üniversiteye gelmeden önce Rusça konuşuyor, yazıyor, okuyor.

[93] Dosyada ölüm sebebi belirtilmemiş. Fevziye Habibova’nın kişisel dosyası için bkz.:, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 135. Ayrıca diğer kişisel dosyalar için bkz.:, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 320b, ll. 157–58–ob.

[94] Aleksander Senkevich, RGASPI, f. 495, op. 266, d. 118, ll. s. 72–76.

[95] Şahtahtılı’nın (Şahtahtinski’nin) Rusya’daki Müslüman öğrencilerle ilgili verdiği bilgilerde öğrenciler temize çıkartılıyor, yürüttükleri faaliyetlerin zararsız oldukları üzerinde duruluyor. Meyer, Turks Across Empires, s. 167.

[96] Shahtakhtinskii, RGASPI, f. 532, op.12, d. 5609. Ayrıca bkz.: M. F. Usal, Birinci, İkinci ve Üçüncü Duma’da Müslüman Deputatlar [häm alarnїng kılgan eshlere] (Kazan: Tipografiia I. N. Kharitonova, 1909), s. 186–87.

[97] Şevket Süreyya, Vâlâ Nureddin ve Ahmet Cevat yirmilerin sonunda komünist çizgiyi terk etti.

0 Yorum: