01 Şubat 2023

,

Sömürge Devrimi ve Komünist Enternasyonal

Klasik Marksizm, kapitalist toplumun çelişkilerini analiz ediyor, bu toplumun devrimle yıkılışı için gerekli araçları ortaya koyuyor. Sömürge dünyası konusunda ise Marx ve Engels, bazen çelişkili şeyler söylüyor, Britanya İmparatorluğu’nun “tarihin bilinçsiz aleti” olduğuna dair, farklı yönlere çekiştirilebilecek laflar ediyor. Marx ve Engels’in analizinde işçi sınıfı hareketi, merkez ülkelerle sömürgeler arasında kurulan bağları dikkate almak zorunda olan bir güç olarak takdim ediliyor, ama gene de bu analizin kısmi ve eksik kaldığını görmek gerekiyor.[1]

Marksizmin millet ve sömürge meselesiyle ilgili mirasını geliştirmek, Lenin’e düştü. Özelde Lenin, sömürge ve yarı sömürge ülkelerde gerçekleşecek devrimle gelişmiş kapitalist toplumda gerçekleşecek devrim arasındaki bağın niteliği üzerinde durdu. Sosyalistlerin yüzleştikleri görevleri ise şu şiar ile özetliyordu: “Tüm ülkeleri ve ezilen halkları, birleşin!”

Lenin, Marx’ın yazılarında bu bağla ilgili bir formülün bulunmadığının farkındaydı, fakat gene de Komünist Manifesto ve orada geçen “tümüyle farklı koşullarda” ifadesi üzerinde durma gereği duyuyordu. Devrim biliminin görevi, kendisini bulunduğu ortamdaki bu türden değişikliklere uyarlamaktı.[2]

Yeni Sovyet devleti içinde yer alacak doğulu ülkelerde bu ilkeleri uygulamaya koymak, Sovyet hükümetinin, özelde de Halkın Milliyetler Komiserliği’nin sorumluluğundaydı.[3] Sovyetler’in kontrolü dışındaki ülkelerde ise sorumluluk, sömürge devriminin stratejisi ve taktiğinin formüle edilmesinde önemli bir rol üstlenmiş olan Komintern’deydi. 1919-1924 arası dönemi kapsayan ilk döneminde Sovyet idaresinin ortaya koyduğu çabalar, bir dizi tartışmayı da tetikledi.

Burada öncelikle Komintern’in sömürge dünyası için geçerli bir devrim stratejisi geliştirirken yüzleştiği açmazlar ve sorunlar ele alınacak. Daha başta Komintern’in geliştirdiği politikalar, ne tür kusurlar içeriyor olursa olsun, onun eşi benzeri görülmemiş bir çalışma ortaya koyduğunu söylemek lazım. Komintern’in liderlerine göre, kendisini önceleyen İkinci Enternasyonal, ya sömürgeler dünyasını göz ardı etmişti ya da emperyalizmden yana saf tutmuştu.[4]

Bugün Komintern’in yüzleştiği sorunların niteliği, onun yaptığı yanlışlar ve elde ettiği başarılar ışığında ele alınmalı.

I

Yeni kurulmuş olan enternasyonalin başına bela olan en ağır sorunlardan biri de örgütlenme sorunu idi. Enternasyonal’in Sovyet hükümeti içerisinde dış ilişkileri yürütme işinden sorumlu dışişleri bakanlığı (Narkomindel) ile ilişkileri önemli bir meseleydi. Bu ilişki dâhilinde Bolşevikler, politik bir açmazla yüzleştiler ve bu açmazı yürütülecek faaliyetlerde hesaba katmak zorunda kaldılar. Bu açmaz, esasen şu soruyla ilgiliydi: Dışişleri bakanlığının batılı kapitalist devletlerle kitaba uygun bir biçimde yürüttüğü diplomatik ilişkileri, Komintern’in aynı anda teşvik edip desteklediği, o devletleri yıkmak için verilen mücadeleyle uzlaştırmak mümkün mü?

Devrimi takip eden yıllarda Sovyet devletinin yürüttüğü dış politika ile Komintern’in devrimci faaliyetleri arasında ayrım yapmak, gereksiz bir pratik olarak görülüyordu. Kamenev bir yazısında, iki yapı arasında güçlü bir bağ bulunduğunu söylüyordu. Ona göre, biri olmazsa diğeri de olmazdı.[5] Dışişleri Bakanı Çiçerin de bu görüşteydi. Tespitine göre, “Sovyet devletinin dış politikası, gayet basit ve açıktı: dünya proletaryası ile tüm kapitalist iktidarlara karşı giderek sertleşen düşmanlık arasında güçlü bağlar kurmak. Çiçerin devamında, “Komintern’in kuruluşunun en önemli tarihsel olay olduğunu ve onun o yıl yürütülen tüm dış politikayı etkilediğini” söylüyordu.[6]

İlk başta Komintern, Rus Komünist Partisi’nin ve Sovyet devlet idaresinin tabi olması gereken üst yönetim olarak tasavvur edilmişti. O dönemde RKP, İşçi Muhalefeti grubunun “Komintern adıyla teşkil edilmiş olan, sınıfa ait komünist teşkilâtın üst organı”na başvurma hakkı olduğunu açıktan dile getirmişti. Zinovyev, sosyalist hareketin Batı Avrupa’da başarı kazanması durumunda, Komintern’in faaliyetlerini yürüteceği ana merkezin oraya taşınmasını önerdi.[7] Teşkilât, işlerini ilk başta “beynelmilel sosyalizmin dili” olarak Rusçadan ziyade Almanca olarak belirledi.

Fakat ilgili dönemde sosyalizm nüfuz alanını Sovyet Rusya devletinin sınırları ötesine doğru genişletemedi. Kısa süre içerisinde Zinovyev’in de tespit ettiği biçimiyle, “Rus Komünist Partisi’nin Komintern içerisinde daha çok çıkması” gibi bir durumla karşılaşıldı. Ona göre, Birinci Enternasyonal’i kuran ana ülke olarak Fransa’nın yolundan giden Rusya, Üçüncü Enternasyonal’in ana ülkesiydi.[8] Kısa süre içerisinde Bolşevik liderlerin içinde yer aldığı konseylerde asıl nüfuz sahibi güç dışişleri bakanlığı değil, başkanı önemli bir politik sima olan Komintern olduğu görüldü.[9]

Bir devrimci durumda iki kurum arasındaki ilişkinin muğlâk oluşunun pek bir önemi yoktu. Fakat Avrupa’nın giderek istikrara kavuşup kapitalist güçlerle diplomatik ilişkiler kuruldukça ikisi arasında ayrım yapma ihtiyacı gündeme geldi. Sovyet hükümeti, diplomatik ilişkileri olağan seyri içerisinde yürüttü. Gelgelelim, Komintern’le Sovyet hükümeti arasında herhangi bir bağ yoktu, ayrıca Sovyet hükümeti, Komintern’in her türden eyleminin sorumluluğunu üstleniyordu. Teşkilâtın merkezinin Moskova’da olmasının sebebi, komünist propagandaya ve propagandacılara izin veren tek ülkenin Rusya olmasıydı. Merkezi Brüksel’de bulunan İkinci Enternasyonal, Belçika hükümetiyle tanımlanamazdı, ama aynı durum, Komintern ve Sovyet hükümeti arasındaki ilişki için geçerli değildi.[10]

Doğal olarak büyük kapitalist güçler, kendilerine yönelik samimiyetten uzak tepkiyi hoş karşılamadılar ve Sovyet hükümetini Komintern üzerinden, kendi çıkarları aleyhine yürütülen propaganda yanında, hükümet eliyle, olağan seyir içerisinde yürütülen propagandaya da son vermesini istediler. Sadece ticaretle ilgili meselelerin görüşüldüğü, 1920 yılının yaz aylarında Sovyet hükümeti ile İngiliz hükümeti arasında gerçekleşen müzakerelerde en önemli yeri, propaganda ve ajitasyon meselesi işgal etti. Mart 1921’de anlaşmaya varıldı, anlaşmanın imza edildiği günlerde İngiliz hükümetinin anlaşma hükümleri uyarınca Sovyetler’in alması gereken tedbirlerin aktarıldığı bir mektup Sovyet makamlarına teslim edildi. Bu mektubun ticaretle hiç alakası yoktu. Asıl derdi, Asya’da İngiliz karşıtı propaganda idi. Çok farklı konuları içeren anlaşma hükümlerini Sovyetler bir bir yerine getirdi: Taşkent’te açılmış olan propaganda okulu kapatıldı, merkezi Bakû’de bulunan Propaganda ve Eylem Konseyi’nin kapısına kilit vuruldu, ayrıca Asya ülkelerinde bulunan Sovyet diplomatlarına yeni anlaşmanın hükümlerini ihlal etmemeye özel özen göstermeleri talimatı iletildi.[11]

Bu süreçte sömürge devrimi, Sovyet devletinin çıkarlarına açıktan feda edildi. Bu gelişme, Asyalı radikaller arasında bir miktar ümitsizliğe yol açtı. İngiliz istihbaratının eline geçen bir mektupta Bakû Konseyi’nin iki üyesi, ticaret anlaşmasının çalışmalara ağır bir darbe indirdiğinden ve Doğulu komünistleri tuhaf bir konuma sürüklediğinden söz edilmekteydi. O günlerde özellikle genç Müslüman nesil, şu soruyu soruyordu: “Madem İngiltere savaşılması gereken en önemli emperyalist güç, Sovyet Rusya onunla nasıl anlaşır?” Bu gençler, İngiltere’ye verilen, Doğu’da propaganda yürütülmeyeceğine dair sözün kurgu mu yoksa ciddiyetle kabul edilmiş politik bir adım mı olduğunu merak ediyorlardı.[12] Bu sorunun cevabı yoktu. Zira İngilizlerin sert bir dille kaleme aldıkları notanın ardından, Eylül ayında propagandanın dozu iyice düşürüldü. 1923 baharında alınan “Curzon notası”ndan sonra ise Sovyetler bir dizi tavizde bulundu. O günlerde bir grup doğulu Komintern emekçisi, rahatsızlıklarını şu şekilde dile getiriyordu:

“Emperyalist ve kapitalist güçler önünde diz çöküldü. Bu teslimiyet, son beş yıl içerisinde, bilhassa bugün dahi elde edilen konumun tatmin edici olmaktan uzak olduğu Doğu’da yürütülen tüm çalışmalara, toplamda beynelmilel komünizme büyük bir darbe indirdi.”[13]

Neticede kapitalist hükümetlerle kitaba uygun diplomatik ilişkiler kurmanın, bir yandan da onları yıkma çağrısı yapmanın bir bedeli vardı. Sorun, sadece büyük Batılı devletlerle ilişki kurmada değildi. Bağımsız, hatta kendisini “antiemperyalist” addeden Asya devletlerini yöneten hükümetler de Sovyet hükümetiyle imza ettikleri anlaşmalarda Sovyet destekli ajitasyon ve propaganda faaliyetlerinin kendi ülkelerinde yürütülmesi konusuna pek sıcak yaklaşmıyorlardı.

Sovyetler, Doğu’yla diplomatik ilişkilerini Ocak 1918 gibi erken bir tarihte kurmaya başlamıştı, ama tümüyle teknik gerekçelere bağlı olmayan bir dizi sebebe bağlı olarak İran, Türkiye ve Afganistan, Sovyetler’le anlaşmasını ancak 1921 baharında imzaladı.[14] Anlaşmalar ve onu önceleyen müzakere sürecine genelde ortak düşman olarak görülen İngiliz emperyalizmine karşı dostluk ve dayanışma duygularının dile döküldüğü açıklamalar eşlik ediyordu. Doğu’dan gelen elçiler, kendi ülkeleri söz konusu olduğunda, Sovyetler’deki toplumsal düzene ait ilkeleri kabule yanaşmıyor, bu ilkelerin gerektirdiği hususlardan kaçınmak için titiz bir çalışma yürütüyorlardı. Oysa aslında imza edilen anlaşmalar, tersten, genelde “her iki tarafı bağımsızlık temelinde Doğulu halkların özgürlüğünü gözetmeyi”, “halkların genel arzuları uyarınca hareket etmeyi” (Afganistan), “politik kaderini özgürce ve kısıtlama olmaksızın yaşama hakkını tüm milletlere bahşetmeyi, tarafların diğer ülkenin içişlerine müdahaleden kaçınmasını” (İran) ve “Doğulu halklarla Rus halkının özgürlük ve bağımsızlık hakkını, kendi istekleri uyarınca kendi yönetim biçimini seçme hakkını tanımayı” (Türkiye) şart koşuyordu.[15]

Bunlar, hiç de sırf laf olsun diye verilmiş güvenceler de değildi. Sovyetler’in Afganistan’da ve İran’da bulunan temsilcilerine Çiçerin, “komünizmin inşasıyla ilgili suni girişimler”den uzak durulması ve “içişlerine hiçbir şekilde müdahale edilmemesi” talimatını verdi.[16]

Bir temsilcinin aktardığına göre Sovyet politikası, “ülkenin kural ve geleneklerini tanıma ve onlara saygı gösterme, ulusların kendi kaderlerini tayin etme hakkını tanıma anlayışı üzerine kurulu”ydu. Bu temsilcinin ısrarla dile getirdiği biçimiyle, “Sovyet hükümetinin politik veya toplumsal bir devrimin fitilini ateşlemek gibi bir niyeti yoktu, asıl, dostluğumuza düşman olanlar, Sovyet kaynaklı kızıl tehlikeye dair o dedikoduları kasıtlı olarak yayıyorlar”dı.[17]

Doğulu hükümetler, Sovyet temsilcilerinin adımlarını dikkatle takip ettiler ve karşı tarafı diplomatik ilişkilerin sürdürülmesinin tümüyle bahsi edilen türden ilkelere pratikte riayet edilmesine bağlı olduğu konusunda uyardılar.

O dönemde Doğu ülkelerinin içişlerine müdahale etmeyeceklerine dair taahhütte bulunan Komintern liderleri, Türkiye gibi ülkelerle yapılan anlaşmaların “hem Müslüman Doğu’da hem de Türkiye’de toplumsal devrimin olgunlaşma sürecini hızlandıracağını” düşünüyorlardı.[18] Genel kanaate göre, Sovyet Rusya’nın Doğu’daki nüfuzu, sosyalist propagandadan ve İngiliz karşıtı propagandadan geri durulsa bile, gene de artmaktaydı. Bu, Sovyet Rusya’nın emperyalist bir güç olarak hareket etmeyi öngören anlayışa karşı çıkması ve yürüttüğü dış politikasının aydınlatıcı bir özelliğe sahip olmasının bir sonucuydu. Türkiye ve İran’la imzalanan anlaşmalarda görülen izah etmeye yönelik çaba, bu aydınlatıcılığın kanıtıydı. Ama zaman geçtikçe Doğulu hükümetlerin antiemperyalist yönlerini büyük bir tutkuyla beyan etmek istedikleri, bu konuda epey hevesli oldukları görüldü. Gelgelelim, süreç içerisinde bu hükümetlerin emperyalist devletlerle kurdukları ilişkiler, bu kıymetli duyguların özüyle kimi noktalarda çelişti. Bir yandan da Sovyet hükümetiyle imzalanan anlaşma hükümlerine uyum gösterme konusunda da sorun yaşamadılar.[20]

Doğrudan veya dolaylı olarak yürütülen devrimci ajitasyon ve propaganda çalışmalarını yasaklayan anlaşmalar, böylelikle Bolşevik liderlerin elinden sosyalizm davasının mevzi kazanmasını sağlayacak tüm imkânları alıyordu. Bu, kendisini yabancı ülkelerde toplumsal düzeni devrim yoluyla dönüştürme davasına bağlamış, ama bir yandan da o yabancı devletlerin hükümetleriyle resmi ilişkiler kuran bir devlet, ilk açmazıyla yüzleşti. Ne var ki bu, son açmaz olmayacaktı.[21]

II

1920’de düzenlenen İkinci Komintern Kongresi’nde gerçekleştirilen tartışmaların en önemli başlıklarından biri de kapitalist olmayan ülkelerde Sovyet hareketinin örgütlenmesi meselesiydi. Lenin, bu ülkelerde sovyetlerin kurulabileceğini söylüyordu. Bunların doğrudan işçi sovyeti olmasa bile köylü veya emekçi sovyeti olması mümkündü. Ayrıca Lenin’e göre, Sovyet yardımı alan, etkili bir propaganda faaliyetinin sürdüğü sömürge ülkelerde kapitalist gelişme aşamasının üzerinden atlanabilirdi.[22] Zinovyev, bu değerlendirmeyi şu cümlelerle yorumlamaktaydı:

“Uzun zamandır ‘her bir ülke, önce kapitalizm aşamasından geçmeli, büyük fabrikalar kurulmalı, işçiler şehirlerde toplaşmalı, ancak o zaman sosyalizm meselesi gündeme gelebilir’ diye düşünüldü. Artık bu şekilde düşünmüyoruz. Şu andan itibaren, yani Rusya gibi bir ülke, kapitalizmin zincirinden koptuğu, işçiler, proleter devrim meselesini gündeme aldığı andan itibaren, Çin, Hindistan, Türkiye, İran, Ermenistan, doğrudan sosyalist düzen için mücadeleye başlayabilir, başlamalıdır da.”[23]

Bunlar, esasen iyimser görüşlerdi. Zamanla bunun böyle olduğu görüldü. Yerli halkların toplumsal ve kültürel geleneklerinin güçlenmesine hiç izin vermediler. Eylül 1920’de Bakû’de toplanan Birinci Doğu Halkları Kurultayı, bu hususun önemli olduğunu ortaya koydu. Bir raporda dile getirildiği biçimiyle, “Ateşli konuşmalara tanıklık edilen kurultayın genel etkisini en çok da çok sayıda Müslüman temsilcisinin namaz için salon dışına çıkması kırdı.”[24] İngiliz ve Fransız emperyalizmine açıktan saldıran birçok konuşma yapıldı, ama salona daha çok ilk elden dikkati çekecek güce sahip olan milliyetçilik hâkimdi. Delegeler, sık sık Sovyetler’e ait motiflere ve düşüncelere dair şüphelerini dile getiriyor, politik ve kültürel meselelere dışarıdan kimsenin müdahale etmemesini istiyorlardı.[25] Birçoğu, aslında Bakû’ye ticaret yapmak ve kâr peşinde koşmak için gelmişti. Şüpheli görülen, açıktan spekülatörlük yapan bazı delegeler şehirden kovuldular.[26]

Radikal partilerin doğrudan sosyalist düzenin inşası aşamasına geçmek için uğraş verdikleri Doğu ülkelerinde yüzleşilebilecek güçlüklerin en net kanıtlarından biri de Gilan olayı idi.

18 Mayıs 1920 günü kızıl güçler, Hazar Denizi’ne kıyısı bulunan Enzeli şehrinin limanını ele geçirdiler. Gilan eyaletinde, Reşt kentinin yakınlarında bulunan Enzeli, İngiliz-Hint garnizonunun kaçması ardından, tümüyle kızıl güçlerin eline geçti. 4 Temmuz günü cumhuriyet ilân edildi. İranlı demokrat Küçük Han liderliğinde geçici devrimci hükümet kuruldu. Hükümet üyeleri, Sovyetler’de olduğu gibi “komiser” unvanını kullanmaya başladılar.[27] Ancak, Halkın Dışişleri Komiserliği (dışişleri bakanlığı) raporunda da dile getirildiği biçimiyle, eyalet genelinde komünizmi inşa etme teşebbüsü başarılı olmadı. Din karşıtı propaganda ve toprak ağalarının mallarına el konulmasına dönük adımlar sebebiyle hükümet, kitlelerden gerekli desteği göremedi. Din karşıtı propagandaya öfkelenen halk, kendisine verilen toprakları almayı reddetti.[28]

Sonrasında İran Komünist Partisi, yeni merkez komitesini seçti. “Parti, Gilan’da yürütülen komünist politikanın başarısız olduğu gerçeği netlik kazanınca, İran’da devrimin burjuva aşamasından geçmesinin zaruri olduğuna dair bir karar aldı.”[29] Ocak 1921’de Adalet Partisi ismini taşıyan İran Komünist Partisi’nin görevlerini ve sosyo-ekonomik durumu ele alan tezler benimsendi. Tezlerde ısrarla partinin komünist tedbirleri hemen almaktan kaçınması gerektiği üzerinde duruldu ve aynı zamanda İran’da komünizmin erken bir dönemde sahneye çıkışının imkânsız olduğu kabul edildi. Tezlerde ayrıca kültürel ve dini önyargıların sahip olduğu güç üzerinde durulmaktaydı. Partinin değerlendirmesine göre, ayrıca Gilan olayı Rus hâkimiyeti tehdidini yeniden gündeme getirdi ve bu hâliyle İngiliz karşıtı hareketi zayıflattı. Genel kabule göre, Rusya’nın yapacağı her türden silâhlı müdahale, devrimci harekete zarar vermekten başka bir sonuç üretmeyecekti. Parti, bu düzlemde proletaryadan orta burjuvaziye dek uzanan tüm sınıfların desteğini güvence altına alma işine yoğunlaşmalı, küçük burjuvazinin ve aydınların çıkarlarını temsil eden partilerle işbirliği kurmak için uğraşmalıydı.[30]

Safarov’un yorumuna göre, Küçük Han’ın sunduğu desteğe verilen önem, “esasında sadece dünya emperyalizminin lehine olacak şekilde işleyen gerçek güç ilişkilerine dair abartılı değerlendirmelerin bir sonucuydu.” İşçi sınıfı örgütünün zayıf olduğu yerde “devrimci maceracılık”tan uzak durulmalıydı. Dini, kabilevi ve kültürel önyargıların güçlü olduğu Doğu ülkelerinde uzun bir geçiş aşamasından veya bir NEP döneminden geçilmesi zaruriydi.[31]

10 Ekim 1920’de Pravda için yazdığı yazısında Stalin de geri kalmış bölgelerde faaliyet yürüten komünistlere aynı uyarıyı yapıyordu. Stalin’e göre, bu komünistler, bu geri kalmış halk kitlelerini hızla komünist harekete bağlama hedefiyle “süvari baskınları” düzenleyip halkı kendilerinden uzaklaştırmamalılardı.

Stalin, bu uyarı bağlamında şu türden gelişmeleri anımsatmaktaydı: iç savaş döneminde kapalı olan pazarların yeniden açılmasına izin verildi. Özel ticaret teşvik edildi. Mülkiyet haklarına, hatta zenginlerinkine bile, saygı gösterildi. Devletin el koyduğu camiler cemaatlerine teslim edildi. İslam şeriatına ait yargı usullerine ve Müslüman okullarına izin verildi.[32]

Devamında Stalin, “zor ama imkânsız olmayan sosyalizme geçiş görevini ifa edebilmek için, bu halkların içinde bulundukları özel ekonomik koşullar, tarihsel geçmiş, yaşam tarzı ve kültürleri dikkate alınmalı” diyordu.

Roy ise ikinci kongrenin yapıldığı dönemde bu genel “sömürge ve yarı-sömürge ülkeler” kapsamına giren bölgelerin ve halkların birbirlerinden ne kadar farklı olduklarını anlayan insan sayısının bir elin parmaklarını geçmediğini söylüyordu. Zinovyev ise bu bölgelerde kapsamlı bir aydınlatma çalışması yürütülmesi görüşünü savunuyor[34], işçi sınıfı hareketinin ve yerelliklerdeki komünist partilerin geliştirilmesine daha fazla ağırlık verilmesi üzerinde duruyordu.

Komintern’in üçüncü kongresinde bu dile getirilen görevler, ulusal demokratik hareketin gelişiminin önüne konuldu. İlk elden edilen başarılı ve çarpıcı sonuçların altı çizildi. Ama bu yeni ve gerçekçi bir şekilde ele alınan hedefe ulaşma konusunda yerelliklerdeki kültürel geleneklerin sahip olduğu gücün sürece mani olan niteliği üzerinde duruldu.

Bazı çevrelerde Sovyet liderlerinin politikaları konusunda güçlü bir şüphe açığa çıktı. Bu insanlara göre Sovyet liderlerinin asıl amacı, Doğu halklarını kendi taktiksel amaçları doğrultusunda kullanmaktı. Bunlar, esasında biraz da bilinçsiz bir biçimde eskinin Çar’a bağlı sömürgecileri gibi hareket ediyorlardı. Bakû Kurultayı’na katılmış olan bir delege o günlerde şu sitemini aktarıyordu: “Biz Türkistan halkı olarak Yoldaş Zinovyev’i hiç görmedik, Yoldaş Radek’i hiç görmedik, devrimin diğer liderlerini de görmedik.” Bu liderlerin gelip yerelliklerde faaliyet yürüten ve kitleleri Sovyet iktidarından kopartan ajanların yapıp ettiklerini görmeleri gerektiğini söyleyen delege, sözlerine şu şekilde devam ediyordu: “Karşı-devrimcilerinizi alın başımızdan… Bugün komünizm maskesi ardında iş tutan sömürgecilerinizi alın gidin.” Bu talebi, delegelerin koparttığı alkış tufanı ile karşılanıyordu. Bunlar, esasında ciddiye alınması gereken görüşlerdi.

Zinovyev konuşmasının sonunda, “komünist adını taşıyacak kıymette olmayan temsilcilerin görevlerinden uzaklaştırılacağına” dair güvence verdi. Onun kanaatine göre, “büyük güçlere eskiden beri duyulan güvensizlik, bazen farkında olmayarak, bazen de yarı bilinçli bir biçimde yeni kurulan Sovyet devletiyle kurulan ilişkilere de yönelebilmekteydi.”[35]

Orta Asya Müslüman Komünistleri Birinci Kongresi’ne katılan bir delege, halkın “hâlen daha imtiyazlı sınıfların kitlelere eskiden beri gösterdiği onları hakir gören tutumlarına tahammül etmek zorunda kaldığından” şikâyet ediyordu. Safarov’un Rusya Komünist Partisi’nin onuncu kongresinde yaptığı konuşmada kabul ettiği biçimiyle, eskiden kalma, zalimlere ait olan ve Müslümanları kendi tebaası olarak gören yaklaşımı komünistler de benimsemişlerdi. Safarov’un tespitine göre, proletarya diktatörlüğünden yana olan komünistlerin “diktatörlüğe ait kurumlar, sanayi proletaryasından yoksun olan Kırgız ve Özbek gibi halklara değil, Ruslara ait olmalı” diye düşünüyorlardı. Safarov, aynı konuşmasında “yerelliklerde böyle düşünen ve bize yabancı olan bir ideolojinin gücüne teslim olmuş olan çok sayıda yoldaş var” yorumunda bulunuyordu.[36]

Sovyetler’in kontrolündeki bölgelere uzak diyarlarda asıl sorun, yereldeki radikallerin Ekim Devrimi’ni despotizme ve ecnebi kontrolüne karşı elde edilmiş bir zafer karşılamaları, ama öte yandan devrimin sosyalist niteliğini göz ardı etmeleriydi. Örneğin Hintli devrimcilerde “Rus devriminin ideallerine veya Marksizm ilkelerine dair net bir anlayıştan eser yoktu. Onlar, her şeyden önce devrime milliyetçi bir zeminde bağlandılar.”[37] Hintli milliyetçiler, Sovyet Rusya’ya olumlu yaklaştılar, ona destek verdiler, ama bu yaklaşıma ve desteğe bakıp, “aynı insanların Sovyetler’deki hükümet sisteminin ideolojik yönüne ilgi göstermeye başladığı sonucu çıkartılamazdı.”[38] Hintli radikaller, genelde artık emperyalist hâkimiyetten kurtulup hızla gelişme kaydeden Asya’daki Çar idaresi ile Hindistan’daki İngiliz idaresi arasında benzerliklerin olduğunu düşünüyorlardı.[39] Devrim ve sosyalizm ise bu “Hintli liderlere “ülkelerine yabancı bir şey olarak görünüyordu.”

İlk Hintli sosyalistler, bu aşamada Marksizme yüzeysel olarak aşina olan isimlerdi. Lenin, devrimcilerin “Tanrı’nın iradesine aracılık eden” babası olarak görülüyordu. Ellerinde tek bir Marksist kitap bile yoktu. Bolşeviklerse genelde “uzlaşma bilmez antiemperyalistler” olarak değerlendiriliyorlardı. Sonraki süreçte Hindistan’da yargılanan komünistlerin davasında görüldüğü üzere, bazı Hintli sosyalistler öğretiye aslında şeklen bağlılardı.[40]

Sovyet Rusya ve Marksist öğretiye dair bu türden algılar, doğalında işçi hareketinin ve komünist partilerin gelişimini sekteye uğrattı. Zinovyev’in Komintern’in dördüncü kongresinde dile getirdiği biçimiyle, “Hindistan’da önemli sonuçlar elde edildi. Bu ülkede yoldaşlarımızın yürüttükleri çalışmalar başarıyla neticelendi. Buna ek olarak, Türkiye, Çin ve Mısır’da az da olsa güce sahip komünist nüveler meydana getirildi.[41] Ama artık ikinci kongrede olduğu gibi Doğu meselesine teorik değil, pratik bir yaklaşım sergilenmeye başlandı.”[42] Ayrıca genel kabule göre, Doğu’da Moskova’yla bağlantılı olarak kurulan partilerin gücü tatmin edici bir seviyeye gelemedi. Radek’in dördüncü kongrede dile getirdiği biçimiyle, “Gerçekler oldukları gibi ele alınmak zorundaydı.” Örneğin Türk komünistlere “boş beklentiler içine girmemeleri veya kendi güçlerini abartmamaları gerektiği söylenmeli”ydi. “Hindistan’da ise komünistler, pratikte faaliyet yürütecek işçi partisini kurup ilk adımları atabilmiş bile değildi.” Neticede “pratikte örgütsel düzeyde elde edilecek başarıları bugünden güvence altına almak için pratik düzeyde yapılacak daha çok iş var”dı.[43]

London Times gazetesi yazarları, Hindistan’da İngilizlerle işbirliği içerisinde hareket etmemeyi savunan hareketin politik yöneliminin üzerine şüphenin kara gölgesinin düşmüş olması karşısında ellerini ovuşturuyordu. 1 Ocak 1923 günü yayımlanan ve gizli dağıtılan bir Bolşevik bildirisinde, “gidişatın hiç de tatmin edici düzeyde olmadığı” kabul edilmekteydi. Bildirinin tespitine göre, komünist propaganda okulları “pratikte hiçbir işe yaramıyordu, ajanların yürüttüğü çalışmalar, beklenen hiçbir sonucu elde edemiyordu. Taşkent’teki propaganda okulundan mezun olan isimlerden biri, Hindistan’a orada yürütülecek parti çalışması için gerekli yüklü miktarda parayı sokmayı nihayet başarmıştı. Ama bu kişi, bu parayı kendisine ev inşa etmek için kullanmıştı. Hintli radikallere ilk dönemde Bolşeviklerce sağlanan finansal yardım hep aynı kaderle yüzleşti. 1926’da partinin sadece on beş ilâ yirmi civarında üyesi vardı ve bu üyelerin bazılarının sosyalizme bağlılığı şüpheliydi. Örneğin İngiltere’deki komünist partiden gelen bir temsilcinin aktardığına göre, Lahor’daki parti üyelerinin tamamı da alımlı insanlardı, ama hiçbir şeye meyilleri yoktu.”[44]

Komintern’e bağlı partilerin üye sayıları 1923’te yayımlanan bir raporda paylaşıldı. Rapora göre, İran’daki partinin iki bin üyesi ve bir gazetesi vardı; Mısır’daki partinin bin beş yüz üyesi varken, tek bir gazetesi bile yoktu. Çin ve Kore’de ne üye ne de gazete vardı. Raporda Hindistan ve Afganistan’dan bahsedilmemekteydi. Çünkü iki ülkede de henüz komünist parti kurulmamıştı.[45]

1924 yılına gelindiğinde İran KP’sinin beşinci Komintern kongresine gönderdiği delegenin aktardığına göre, “üye sayısı epey düştü. Hatta delege konuşmasında, “partinin ülkedeki sanayi proletaryasının büyümesiyle birlikte güçleneceği güne dek Moskova’da kalabileceğini” söylüyordu.[46]

Enternasyonal’in ilk beş yılında elde ettiği deneyime dair yorumlarını aktaran Zinovyev, konuşmasında “sömürgelerde ve yarı-sömürgelerde ciddiyet arz eden devrimci çalışmanın henüz daha başlangıç aşamasında olduğunu” söylüyordu. Zinovyev, sömürge ve yarı-sömürge ülkelere, genelde Doğu’ya daha fazla ilgi gösterilmesi çağrısında bulundu.[47] Ama öte yandan, ona göre, Doğu’da yaşama ihtimali bulunan devrimci bir hareketin gelişimini, sadece Komintern’in bu amaç doğrultusunda adım atma konusunda sergilediği isteksizlik veya gösterdiği direnç sekteye uğratmıyordu. O gelişime başka faktörler de mani oluyordu ve bu faktörlerin önemli bir kısmı, sosyo-kültürel yapıyla ilişkiliydi.

III

En temel mesele, sömürge dünyasının o değişmekte olan sosyo-ekonomik ortamında sınıflarla ittifak kurmakla ilgiliydi. Diğer bir mesele de milliyetçi liderlere ve hareketlere nasıl yaklaşılacağı idi.

İkinci Komintern Kongresi’nin ana meselesi, “milli burjuvazi” meselesiydi. Lenin’in “burjuva demokratik” unsurlar denilen kesimlere Komintern’in destek vermesini söyleyen ilk teklifi, kabul gördü ve bu kabul üzerinden “milli devrimci” ifadesi kullanılmaya başlandı. Lenin, aslında sömürge dünyasındaki milliyetçi hareketin ancak burjuva demokratik bir nitelik arz edebileceğini düşünüyordu, zira bu ülkelerde kitlelerin büyük bir kısmı, küçük burjuva kapitalist ilişkilerin temsilcisi olan köylülerden oluşmaktaydı.

Gerici unsurların desteklenmemesi görüşüne herkes onay verdi.[48] Ama formülde gene de temel bir belirsizlik söz konusuydu. Komintern’in stratejisinin ana belgesi hâline gelen bu rapordaki belirsizlik, hem Lenin’in tezlerinin hem de Roy’un önerdiği ek tezlerin benimsenmesiyle iyice açığa çıktı. Oysa Roy, milli burjuvazinin görüşlerine şüpheyle yaklaşan, daha çok Doğu ülkelerinde komünist partilerin kurulmasını öncelikli ve zaruri görev olarak gören bir tutum içerisindeydi.[49]

Süreç içerisinde yaşanan olaylar, kısa bir süre sonra zemini sağlam olmayan ve iki görüşü kendi içinde dengeleyen formülü savunanları böldü. Yılın sonunda Sultanzade, Komintern’in yürütme kurulunun düzenlediği bir toplantıda, “geri kalmış ülkelerdeki burjuvazinin milli demokratik devrim safında dövüşebileceği görüşünün derhal terk edilmesi gerektiğini” söyledi. Kuzey İran’da herkesi hayal kırıklığına uğratan gelişmelerin bilinciyle konuşan Sultanzade, milliyetçilerin “ya karşı-devrimci safa geçtiği ya da Türkiye’de olduğu gibi, ilk fırsatta kapitalist Avrupa’yla anlaştığı” görüşündeydi. Ona göre, Doğulu komünistler, tüm çabalarını yereldeki burjuvazi yanında, beynelmilel burjuvazinin iktidarını yıkmak için teksif etmelilerdi.[50] Sokolnikov ise daha ılımlı bir yaklaşım dâhilinde, “Doğu’daki askeri müttefiklerin Sovyetler’in askeri düşmanı İtilaf Kuvvetleri ile anlaşma yaptıklarını” dile getirdi. Ona göre, artık komünistlerin her bir ülkenin tekil özelliklerini dikkate alıp alışkanlık hâlini almış eylem kalıplarından uzak durması gerekmekteydi.[51]

Zinovyev’in aktardığı resmi görüşe göre, emperyalist hükümetlerin onca çabasına rağmen, kurtuluş mücadelesi gelişmeye devam etmekteydi. “Sosyalist ve komünist bir niteliği olmasa bile, bu mücadelenin gene de nesnel planda kapitalist rejimine karşı verilen bir mücadele olmadığını kimse söyleyemezdi”.

Stalin ise meseleyi tam da kendisine has bir biçimde, daha cesurca ve doğrudan dile getiriyordu. Bir yazısında, “Afganistan Emiri’nin verdiği bağımsızlık mücadelesinin nesnel planda devrimci bir mücadele” olduğunu, zira bu mücadelenin emperyalizmi zayıflattığını, onun altındaki toprağı kaydırdığını söylüyordu. Aynı tespit, Mısırlı tüccarların ve burjuva aydınların verdikleri milli bağımsızlık mücadelesi için de geçerliydi. “Bu insanların burjuva kökenli olmalarının ve burjuvaziye mensup olmalarının, hatta sosyalizme karşı olmalarının da bir önemi yoktu.”[52] Bir hareket, proleter tabandan, işçi sınıfından, hatta orta sınıf liderliğinden veya devrimci, hatta demokratik bir programdan yoksun olsa bile “nesnel planda devrimci” olabilirdi. Komünist hareketin pratikte edineceği deneyim, kısa bir süre sonra bu uzlaşmacı teorinin sınırlarını ortaya koyacaktı.

Örneğin 1922’de Sosyalist Akademi dergisinde yazan bir yazar, “tüm Doğu ülkeleri içerisinde devrime en çok Hindistan’ın yakın olduğunu” söylüyordu. Başka bir yazar ise Hindistan’ın geniş işçi ve köylü kitlelerinin katılımıyla toplumsal mücadelenin yeni bir aşamaya girdiği tespitinde bulunuyordu. Milli bağımsızlık sloganları “burjuva devrimi aşamasından toplumsal devrim aşamasına geçiş yapan gelişme sürecindeki eğilimleri tam olarak yansıtmamaktaydı. Hint devrimi, artık gündeme alınması gereken, eli kulağında olan bir devrimdi.”[53] Oysa bu, herkesin ümit verici gelişme olarak gördüğü hareketin lideri olan Gandi, iflah olmaz bir barışçı ve ecdadını, geçmişini yücelten milliyetçi görüşe sahip bir isimdi. Buna karşın Gandi, “Hint halkının kurtuluş mücadelesinde önemli bir aşama olarak görülen, İngiliz hâkimiyetine karşı Hint halkının birleşmesi ve dayanışma ilişkisi geliştirmesi için zaruri kabul edilen bir isimdi.”[54]

Gandi, sivil itaatsizlik çağrısı yapınca bu türden görüşler gözden geçirilmek zorunda kalındı. Roy, o süreçte Dördüncü Komintern Kongresi’nde Hindistan gibi Doğu ülkelerinde kapitalizmin önemli ölçüde geliştiği, burjuvazinin üst kesiminin artık mevcut sisteme önemli oranda yatırımlar yaptığı konusunda uyarılarda bulundu. Artık bu burjuvalara göre, “emperyalistlerin koruması altında olmak daha avantajlıydı, çünkü savaşın sonunda yaşanacak büyük bir toplumsal karışıklığın devrimci bir nitelik kazanması durumunda, devrimin sadece ecnebi emperyalistleri değil, yerli burjuvaziyi de ortadan kaldırması ihtimali mevcuttu.”

Roy’un tespitine göre, Doğu’nun hiçbir ülkesinde yerli burjuvazi, emperyalistlerin ülkeleri terk etmesi ardından kamusal düzeni kurma konusunda sorumluluk üstlenebilecek düzeyde değildi. Burjuvalar, emperyalistler gittikten sonra anarşi, kaos ve iç savaşa tanıklık edecek bir dönemin geleceğinden korkuyorlar, bu sebeple emperyalist efendileriyle uzlaşma yolu bulmak istiyorlardı. Bu görüşe uygun olarak, önceden emperyalizme karşı ciddi bir tehdit hâline gelmiş olan Mısır ve Hindistan’daki o “büyük devrimci hareket”, artık “ona zarar veremeyecek düzeye gerilemişti.” Roy, bu düzlemde, burjuva milliyetçi örgütlerin kaçınılmaz olarak harekete ihanet edeceği ve karşı-devrimci birer güç hâline gelecekleri uyarısında bulunuyordu.[55]

Resmiyette yeni bağımsız olmuş hükümetlerin başta olduğu devletlerde de durum bundan iyi değildi. Beşinci kongreye sunulan bir raporda, Mısır’da Zağlul Paşa’nın “devrimci ifadeler”e başvurmak suretiyle ön plana çıktığından, Mısır halkının onu bu sebeple lider kabul ettiğinden söz edilmekteydi. Fakat Paşa iktidara gelir gelmez, Mısır Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin tüm üyelerini hapse attı, bu üyeler hapiste korkunç muamelelerle yüzleştiler. Partinin 1924’te örgütlediği bir oturma eylemi askerlerce bastırıldı. Ertesi yıl polis ajanlarının sızdığı partinin tüm liderleri tutuklandı, üye sayısı giderek azaldı.[56]

İran ve Afganistan’da Sovyetler’in öncülük ettiği dava, tüccarlar ve zanaatkârlar arasında önemli bir başarı elde etti. Sovyetler’le ticari bağların geliştirilmesinden yana olan bu kesimler, Sovyet hükümetinin diplomatik düzeyde tanınması için çalışma bile yürüttüler. Sovyet dışişleri bakanlığı açısından bu yeni ortaya çıkan burjuvazi, “bir bütün olarak ilerici bir unsur”du. Fakat Sovyet hükümetiyle güçlü ticari bağlar kurulması fikrine verdikleri destek, onların sosyalizme örgütlendikleri anlamına gelmiyordu. Bilâkis, İran’da komünist parti yasaklandı, üyeleri yeraltına çekilmek zorunda kaldı.[57]

En dikkat çekici örnekse Türkiye’ydi. Burada bağımsızlık mücadelesinin başarıyla sonlandırılması ardından, artık Sovyetler’in diplomatik desteğine ihtiyacı kalmayan Kemal, ülkedeki komünistleri büyük bir gayret ve tesiri yüksek bir çaba ile ezdi. 

O günlerde Komintern’in üçüncü kongresinde Kemal’in İtilaf Kuvvetleri’ne karşı olduğu söyleniyor, “ama bir yandan da tüm komünist hareketle mücadele ediyor, komünistlerin nüfuzunu kırmak için verdiği yoğun mücadele dâhilinde tutuklamaların ve idamların altına imza atıyor” deniliyordu.[58] En rahatsız edici hamlesi ise devrimci olmayan amaçlara sahip resmi bir “komünist partisi” kurmasıydı. Safarov’un ifadesiyle bu hamle, gerçek komünistlerin ezilmesinde çok daha fazla etkili oldu. Buna karşın, Radek 1922’de şunları söylüyordu:

“Maruz kaldıkları zulme rağmen Türk komünistlerine şunu söylüyoruz: ‘Devrim için hayli önemli olan Türkiye’nin bağımsızlığını müdafaa göreviniz henüz bitmedi. Zulmü protesto edin, ancak şunu da unutmayın ki burjuva devrimcileri ile işbirliği içinde kat edeceğiniz daha çok uzun bir yolunuz vardır.”[59]

IV

O dönemde Çiçerin’in tespitiyle, komünistlerin politikası, esas olarak “İngilizlerin ve diğer kapitalistlerin emperyalist kurgularına karşı güçlü bir bariyer inşa edebilmeleri konusunda Doğu ülkelerinin burjuvazisine yardım etme” üzerine kuruluydu. Çiçerin’e göre, gelişmekte olan burjuvazinin önü açılmalı, “ne tür bir biçim alırsa alsın” verdiği mücadele desteklenmeliydi. “Diyalektik tartışma becerisinden yoksun kişilere İşçi-Köylü Hükümeti’nin burjuvaziye sıcak bakan yaklaşımı komünist ilkelere ihanetmiş gibi görünebilir”[60] diyen Çiçerin gibi Komintern ve Sovyet sözcüleri, bu süreçte antiemperyalist mücadelenin, tek hedefi Sovyet hükümetinin diplomatik konumunu güçlendirmek olan kullanışlı bir taktik olarak devreye sokulduğuyla ilgili şüpheleri ortadan kaldırma konusunda pek başarılı olamadılar.

Rusya Komünist Partisi Sekizinci Kongresi’nde yaptığı konuşmada Buharin, bu düşünceyi daha net bir ifadeye kavuşturmaktaydı: “Milliyetçi olduğu aleni olan bir harekete bile fayda açısından yaklaşıyoruz, çünkü biz, bu tür hareketlerin İngiliz emperyalizminin yıkılmasına katkıda bulunduğuna inanıyoruz.”[61]

Bu argüman, zamanla dünya komünist hareketinin o güne dek elde ettiği toprak parçası ve ana üs olarak Sovyetler Birliği’nin savunulmasını o hareketin ana görevi olarak belirleyen, kapsamı geniş diğer bir argümanla iç içe geçti. Kirov, Nisan 1923’te Bakû Propaganda Konseyi’nde yaptığı konuşmada tam da bu tespiti yineliyordu. Konsey, İngilizlerin baskılarına karşı Sovyet hükümetinin sömürgeler düzleminde verdiği tavizlerin önemine dair tespitlerini dile getiriyor, bu konuyla ilgili şikâyetlerini aktarıyordu. Bunun üzerine Kirov, kürsüye çıkıp şu cevabı verdi:

“Sovyet Rusya, dünya devriminin merkezidir, dolayısıyla, eğer dünya devriminin başarılı olmasını istiyorsak, Sovyet Rusya’nın konumu iyice belirginleşmelidir. Sovyet Rusya başarısız olursa, dünya devrimi de başarısız olur, devrim birkaç kuşak ötelenir.”[62]

Bu türden argümanlar, ilerleyen yıllarda daha fazla işitildi. Tüm bu argümanları kolaya kaçıp “Stalinizm” üzerinden izah edersek, alabildiğine karmaşık ve çok kapsamlı olan tartışmanın arka planına körleşiriz.

Komintern, sömürgelerin toplumsal yapısını analiz ederken çözümü zor bir dizi sorunla yüzleşti. Sovyetler’in etkisi altında olmayan Doğu’daki toplumsal ve ekonomik faaliyetleri ele alacak Marksist sayısı çok azdı. Sonuç itibarıyla Marksist-Leninist teori, sadece “uygulanacak” bir şey değildi. Onun geliştirilmesi de gerekmekteydi.[63] Zamanla belirli bir sömürgenin durumunun özgül yanlarını belirleme imkânı bulunamadı, teori bu yönde gelişme kaydedemedi. Süreç içerisinde sömürge ülkelerin sadece merkezi emperyalist ülkelerden değil, birbirlerinden de çok farklı oldukları görüldü. Sokolnikov’un da tespit ettiği biçimiyle, tüm ülkeleri kapsayan şablonlarla düşünme yanlışından uzak durulmalıydı.

En azından Lenin, kısa bir süre içerisinde “genel komünist teori ve pratiğin Doğu ülkelerinin ayrıksı koşullarına tatbikinin sıra dışı ve zor bir iş olduğu sonucuna ulaşmış, bu işin “o güne dek dünya komünistlerinin yüzleşmedikleri türden bir iş olduğunu” görmüştü. Lenin’in kanaatine göre, çözüm “komünist broşürlerde değil, ancak mücadele süreci içerisinde bulunabilir”di.[64] Sömürge ülkelerde hükümetler, zannedilenden daha bağımsızdı, yereldeki toplumsal ve kültürel gelenekler sanılandan daha köklü, toplumsal yapılar daha karmaşık ve heterojendi. Komintern’in edindiği deneyim, herkese şu gerçeği öğretti: bu faktörleri yeterince dikkate almayan bir sömürge devrimi stratejisi inşa etme girişimi, asla başarılı olamaz.

Stephen White
Yaz 1976

[Kaynak: Science & Society, Cilt 40, Sayı 2, s. 173-193.]

Dipnotlar:
[1] Konuyla ilgili en faydalı derleme eser için bkz.: Yayına Hz.: S. Avineri, Karl Marx on Colonialism (New York, 1968). Ayrıca bkz.: V. G. Kiernan, “Marx and India,” Socialist Register 1967 (Londra, 1967), s. 159-89; H. Carrère d'Encausse ve S. Schräm, Le Marxisme et l'Asie (Paris, 1965).

[2] V. I. Lenin, Polnoe Sobranie Sochinenii (“Toplu Eserler”) (Moskova, 1958-65), Cilt. 42, s. 71-72.

[3] Komiserliğin ilk dönem faaliyetlerinin bir özeti şurada sunuluyor: Narodnyi Komissariat po Delam Natsional'nostei, Politika Sovetskoi Vlasti po National'nomu Voprosu za Tri Goda, 1917-1920 (“1917-1920 Arası Üç Yıllık Dönemde Sovyet İktidarının Millet Meselesiyle İlgili Politikası”) (Moskova, 1920).

[4] İkinci Enternasyonal’in sömürge politikası şu çalışmada ele alınıyor: Yayına Hz.: G. Haupt, La Deuxième Internationale et l'Orient (Paris, 1965). Komintern’in sömürge meselesi düzleminde ortaya koyduğu faaliyetler konusunda yürütülen genel tartışmalar için bkz.: R. Schlesinger, Die Kolonialfrage in der Kommunistische Internationale (Frankfurt, 1970); B. Lazitch ve M. Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1 (Stanford, 1972); X. Y. Eudin ve R. C. North, Soviet Russia and the East, 1920-27 (Stanford, 1957); Yayına Hz.: R. A. Ul'yanovsky, Komintern i Vostok (“Komintern ve Doğu”) (Moskova, 1969); H. Kapur, Soviet Russia and Asia, 1917-27 (Londra, 1966); S. Sechi, “II Comintern e la questione coloniale,” Studi Storici, Temmuz-Eylül 1973; ve D. Boersner, The Bolsheviks and the National Colonial Question (Cenevre, 1957).

[5] L. Kamenev, Tretyi Internatsional (“Üçüncü Enternasyonal”) (Prag, 1920), s. 27.

[6] G. V. Chicherin, Vestnik NKID, Sayı. 2 (13 Ağustos 1919), s. 15; Vneshnyaya Politika Sovetskoi Rossii za Dva Goda (“Sovyet Rusya Dış Politikasının İki Yılı”) (Moskova, 1920), s. 29.

[7] R.K.P.(B), Odinnadtsatyi S"ezd: stenograficheskii otchet (“On Birinci Kongre: Stenografi Raporu”) (Moskova, 1922), s. 532; G. Zinoviev, Report to the Second World Congress (Amsterdam, 1920), s. 376.

[8] Odinnadtsatyi S"ezd, s. 186; G. Zinoviev, Tretyi Kommunisticheskii Internatsional (“Üçüncü Komünist Enternasyonal”) (Petrograd, 1921), s. 17.

[9] İngiliz istihbaratının hazırladığı “Sovyet Rusya’da Kim Kimdir?” başlıklı raporda Çiçerin, “oldukça çalışkan, işine bağlı ve Ruslara has özellikleri tüm yönleriyle ortaya koyan biri” olarak takdim ediliyor, ama bir yandan da onun “utangaç, gergin ve liderlik vasıflarından yoksun bir kişi” olduğu söyleniyordu. “Komünist Parti’nin merkezi konseylerinde yer almayan bir isim olarak Çiçerin dış politikaya ait temel meseleler konusunda gerekli kararları alan Politbüro’nun üyesi de değil.” (N3 179/3 179/38, 9 Nisan 1923, Rusya ile ilgili yazışmaların içinde, Cilt. 7, F.O. 418/59, Devlet Arşivleri Kurumu, Londra).

[10] Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR (“SSCB Dış Politikasıyla İlgili Belgeler”), Cilt. 4 (Moskova, 1960), Sayı. 240, s. 375.

[11] Sör Robert Home imzalı mektup şu çalışmada yer alıyor: Anglo-Sovetskie Otnosheniya: 1921-27: noty i dokumenty (“1921-1927 Arası Dönem İngiliz-Sovyet İlişkileri: Notlar ve Belgeler”) (Moskova, 1927), s. 8-11; Sovyet diplomatlarına iletilen talimatlar için bkz.: Dokumenty Vneshnei Politiki, Cilt. 4, s. 166, ve Kommunist (Moskova), Sayı. 18, 1956, s. 111.

[12] Gizli İstihbarat Raporu, Sayı. 233, 2 Haziran 1921, F.O. 371/6844/N6733.

[13] Gizli İstihbarat Raporu, Sayı. 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 37 1/9369/N5849. Raporda aktarıldığına göre Zinovyev Ocak 1923’te Bakû Konseyi’ni “Batı’da yürütülen çalışmalar konusunda harcanan ve yüksek tutarları bulan harcamalar sebebiyle “Doğu’daki harcamaları kesmek zorunda kaldıkları” konusunda bilgilendiriyor. Bölgeye tahsis edilen iki milyon rublenin ancak yarısı gönderiliyor (Gizli İstihbarat Raporu, Misc/27, 27 Mart 1923, F.O. 371/9332/N3426).

[14] Anlaşma metinleri için bkz.: Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 3 (Moskova, 1959), Sayı. 305, 309 ve 342.

[15] A.g.e., sırasıyla madde 7, 4 ve 4.

[16] Dokumenty Vneshnei Politiki SSSR, Cilt. 4, s. 168, 167, 394.

[17] A.g.e., Sayı. 166, s. 247-48.

[18] M. N. Pavlovich, Revolyutsionnaya Turtsiya (“Devrimci Türkiye”) (Moskova, 1921), s. 90.

[19] Mezhdunarodnaya Zhizn', Sayı. 15 (133), 7 Kasım 1922, s. 15.

[20] A. N. Kheifets, Sovetskaya Diplomatiya i Strany Vostoha, 1921-1927 (“1921-1927 Arası Dönemde Sovyet Diplomasisi ve Doğulu Ülkeler”) (Moskova, 1968), a.g.e.

[21] Sovyet akademisyeni Burlatski’nin de kısa süre önce dile getirdiği biçimiyle, “Deneyimler, bu tür bir bağlantının alabildiğine karmaşık politik sorunlara yol açtığını ortaya koyuyor. On binlerce komünist Endonezya’da katledildiğinde sosyalist ülkeler, ağır ve kaçınılması mümkün olmayan sorunlar yumağı ile yüzleşme mecburiyeti dâhilinde, proleter kardeşlerini savunma mecburiyetini kölelikten yeni kurtulmuş ülkeyle ilişkileri bozmama mecburiyeti ile birlikte ele almak zorunda kalıyorlar. Sosyalist ülkeler, bir yandan sömürge ülkelerdeki komünist hareketlere destek sunmak, bir yandan da bu ülkelerin başındaki hükümetlerin ekonomik ve politik bağımsızlığı elde etmeye dönük çabalarında onlara yardım etmek gibi bir gerçek sorunla yüzleşiyorlar, bu da ilkelerin netleştirilmesini, bu ilkelerin uygulanmasında ise esnek olunmasını gerekli kılıyor.” (F. M. Burlatsky, Lenin, Gosudarstvo, Politika (“Lenin, Devlet, Politika”) [Moskova, 1970], s. 165).

[22] Kommunisticheskii Internatsional, V tor ox Kongress: stenografichesm otchet (“Komünist Enternasyonal İkinci Kongresi: Stenografi Raporu” (İkinci Basım, Moskova, 1934), s. 28, 103.

[23] Pervyi S"ezd Narodov Vostoha: stenograficheskie otchety (“Birinci Doğu Halkları Kurultayı: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1920), s. 40.

[24] Secret Political Report, 25 Ekim 1920, F.O. 371/5178/E13412.

[25] Pervyi S"ezd Narodov Vostoha, a.g.e.; Bu makalenin yazarının diğer bir yazısına da bakılabilir: “Communism and the East: Baku 1920,” Slavic Review, Cilt. 33, Sayı. 3 (Eylül 1974), s. 492-514. Türkçesi: İştiraki.

[26] E. D. Stasova, Stranüsy Zhizni i Bor'by (“Hayatın ve Mücadelenin Sayfaları”) (Moskova, 1957), s. 109-10.

[27] M. N. Ivanova, NatsionaVno-OsvoboditeVnoe Dvizhenie v Irane v 1918-1922 gg. (“1918-1922 Arası Dönemde İran’da Ulusal Kurtuluş Hareketi”) (Moskova, 1961), s. 85. Ayrıca bkz.: “Natsionarno-Osvoboditel'noe Dvizhenie v Gilyanskoi Provintsii Irana v 1921-22 gg.,” Sovetskoe Vostokavedenie, Sayı. 3 (1955), s. 46-55 ve A. N. Kheifets, Sovetshaya Rossiya i SopredeVnye Strany Vostoha, 1918-1920 (“1918-1920 Arası Dönemde Sovyet Rusya ve Doğu’daki Komşu Ülkeler”) (Moskova, 1964).

[28] NKID, Godovoi Otchet k Vili S"ezdu Sovetov za 1919-20 gg. (“1919-1920 Sekizinci Sovyet Kongresi Yıllık Raporu”) (Moskova, 1921), s. 72; M. N. Pavlovich, Ekonomicheskoe Razvitie i Agrarnyi Vopros v Persii XX Veha (“Yirminci Yüzyıl İran’ında Ekonomik Gelişme ve Tarım Sorunu”) (Moskova, 1921), s. 30.

[29] NKID, Godovoi Otchet k VIII S"ezdu Sovetov, s. 73 (hem bu kısım hem de 28. dipnotta aktarılan pasaj şu çalışmada yer almıyor: Dokumenty Vneshnei Polititi SSSR, Cilt. 2, App. 7).

[30] Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 7 (105), 17 Mart 1921; Ivanova, a.g.e., s. 101 ve sonrası.

[31] G. Safarov, Problemy Vostoha (“Doğu’nun Sorunları”) (Petrograd, 1922), s. 171, 176.

[32] Novyi Vostok, Sayı. 2 (1927), s. 286; A. G. Park, Bolshevism in Turkestan, 1917-27 (New York, 1957), s. 53, 54.

[33] J. V. Stalin, Sochineniya (“Eserler”), Cilt. 5 (Moskova, 1947), s. 41.

[34] Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress: Izbrannye Doklady, Rech'i i Rezolyutsii (“Dördüncü Kongre: Seçme Raporlar, Konuşmalar ve Kararlar”) (Moskova, 1923), s. 262; G. Zinoviev, Mirovaya Revolyutsiya i Kommunisticheskii Internatsional (“Dünya Devrimi ve Komünist Enternasyonal”) (Petrograd, 1920), s. 48.

[35] Pervyi S"ezd Narodov Vostoka, s. 88, 90, 227-29. Bakû Kurultayı’na katılan yirmi yedi delege, 13 Ekim 1920 günü Moskova’da bir araya gelir. Bu toplantı ardından RKP(B) bu türden aşırılıkların ortadan kaldırılmasına yönelik bir karar alır (Lenin’in kararla ilgili kaleme aldığı taslak şu çalışmada yer alıyor: Leninskii Sbornik, Cilt. 36 [Moskova, 1959], s. 133-34).

[36] G. Safarov, KolmiaVnaya Revolyutsiya (“Sömürge Devrimi”) (Moskova, 1921), s. 97; R.K.P.(B), Desyatyi S"ezd:stenografichesMi otchet (“Onuncu Kongre: Stenografi Raporu) (Moskova, 1921), s. 105. “Buharin, On İkinci Parti Kongresi’ne katılan bir delegeye ‘sende yeni bir şeyler var mı?’ diye sorar. Delege, ‘pek bir şey ok. Milliyetçileri gırtlaklamaya devam ediyoruz’ diye cevap verir.” (R.K.P.(B), Dvenadtsatyi S"ezd stenograficheskii otchet [“On İkinci Kongre: Stenografi Raporu”] [Moskova, 1923], s. 169).

[37] L. P. Sinha, The Left-wing in India (1919-1947) (Muzafferpur, 1965), s. 58.

[38] Z. Imam’dan aktaran: Yayına Hz.: B. R. Nanda, Socialism in India (Delhi, 1972), s. 54.

[39] Asya’da Çar idaresiyle İngiliz idaresi arasındaki benzerliği dile getiren çalışmalar konusunda bkz.: J. Nehru, Autobiography (Londra, 1942), s. 362; ayrıca Soviet Russia isimli çalışması, [Allahabad, 1928]. Bunun dışında: S. Usmani, From Peshawar to Moscow [Benares, 1927], s. 168. Z. Imam, “The Effects of the Russian Revolution on India, 1917-20,” St. Antony's Papers, Cilt. 18 (Londra, 1966), s. 96; M. Ahmed, The Communist Party of India: Years of Formation, 1921-23 (Kalküta, 1959), s. 8.

[40] Yayına Hz.: A. Gupta, India and Lenin (Delhi, 1960), s. 28, 29, 30. Ayrıca bkz.: D. Kaushik ve L. Mitroalum, Lenin: His Image in India (Delhi, 1970).

[41] G. Zinoviev, Kommunisticheskii Internatsional za Rabotoi (“Komünist Enternasyonal İş Başında”) (Moskova-Petrograd, 1922), s. 66.

[42] Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Vsemirnyi Kongress: stenograficheskii otchet (“Üçüncü Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Petrograd, 1922), s. 6. Benzer kararlar dördüncü ve beşinci kongrelerde de alındı.

[43] Communist International, Fourth Congress (Londra, 1923), s. 222, 224.

[44] P. Spratt, Blowing Up India (Kalküta, 1955), s. 34, 37.

[45] Ezhegodnik Kominterna (“Komintern Yıllığı”) (Petrograd- Moskova, 1923), s. 54-55.

[46] S. Zabih, The Communist Movement in Iran (Berkeley, 1966), s. 52.

[47] Kommunisücheskii Internatsional, Sayı. 1 (1924), Sütunlar: 158, 174.

[48] Kommunisticheskii Internatsional, Vtoroi Kongress, s. 99.

[49] A.g.e., s. 498.

[50] Tezleri konusunda bkz.: Zhizn' Natsional'nostei, Sayı. 41(97), 24 Aralık 1920; tartışmanın kısa bir özeti için bkz.: Kommunisticheskii Internatsional, Sayı. 15 (1920), Col. 3368. Bir yıl sonra, günümüzde Maoizmde gördüğümüz kimi unsurları dile döken açıklamasında Sultanzade Doğu ülkelerini “proleter devletler” olarak tarif ediyor. Ëkonomiha i Problemy NatsionaVnykh Revolyutsii v Stranakh Bhzhnego i Dal'nego Vostoha (“Yakın ve Uzakdoğu Ülkelerinde Milli Devrimlerin Ekonomisi ve Sorunları” (Petrograd, 1922), s. 181.

[51] Akt.: Lazitch ve Drachkovitch, Lenin and the Comintern, Cilt. 1, s. 411.

[52] G. Zinoviev, Kommunisûcheskii Internatsional za Rabotoi, s. 74; J. V. Stalin, Sochineniya, Cilt. 6 (Moskova, 1947), s. 144.

[53] Vestnik SotsialistichesM Akademii, Cilt. 1 (1922), s. 163; Mezhdunarodnaya Zhizn', Sayı. 15(133), 7 Kasım 1922, s. 35, 36; Novyi Vostok, Sayı. 1 (1922), s. 118.

[54] Mezhdunarodnaya Zhizin', Sayı. 6 (124), 10 Mayıs 1922, s. 12.

[55] Kommunisticheskii Internatsional, IV Vsemirnyi Kongress, s. 263-64, 266, 267.

[56] Kommunisticheskii Internatsional, Pyatyi Vsemirnyi Kongress: stenograficheskii otchet (“Beşinci Dünya Kongresi: Stenografi Raporu”) (Moskova-Leningrad, 1925), s. 615; H. Seton-Watson, From Lenin to Malenkov (New York, 1956), s. 130.

[57] NKID, Mezhdunarodnaya Politika v 1922 godu (“1922’de Uluslararası Politika”) (Moskova, 1923), s. 65.

[58] Kommunisticheskii Internatsional, Tretyi Kongress, s. 464.

[59] G. Safarov, Natsional'nyi Vopros i Proletariat (“Millet Meselesi ve Proletarya”) (Petrograd, 1922), s. 196; Bericht über den IV Kongress der Kommunistischen Internationale (Hamburg, 1923), s. 140-41. Bu görüş, Surits’in Türkiye’de görev süresi dolduktan sonra ülkeye dönüşünde yaptığı açıklamada (Izvestiya’ya 25 Aralık 1923’te verdiği mülâkatta) da yineleniyor.

[60] Politicus (Chicherin), “My i Vostok” (“Biz ve Doğu”). Kommunisticheshaya Revolyut-siya, Sayı. 13-14, Temmuz-Ağustos 1923, s. 28.

[61] VIII S"ezd R.K.P.(B): Stenograf icheskii otchet (“Sekizinci RKP Kongresi Tutanakları”) (Moskova ve Petrograd, 1919), s. 128.

[62] Gizli İstihbarat Raporu Sayı 1189, 27 Haziran 1923, F.O. 371/9369/N5849.

[63] Yayına Hz.: R. A. Ul'yanovsky, Komintern i Vostok, s. 193.

[64] V. I. Lenin, Pol. Sob. Soch., Cilt. 39, s. 329-30.

0 Yorum: