23 Şubat 2023

,

Belediye Solculuğu

Bu resim, bir sol örgütün (TKP) kültür merkezine, yerdeki parke taşları da belediyeye ait!


Doksanlarda Kuzey Kıbrıs’ta okumuş kişilerin aktarımıdır:

O dönemde KKTC üniversiteleri, para karşılığı diploma temin etmek veya ilk yılın parasını ödeyip, Ankara’daki torpil aracılığıyla, Türkiye’nin iyi üniversitelerine geçiş yapmak için kullanılıyordu. Sonra 3 Kasım 1996’da Susurluk kazası meydana geldi. Bu kaza ile birlikte devletin safrasından kurtulma süreci içerisine girdiği söylendi. Muhtemelen bu sürecin bir uzantısı olarak, KKTC üniversiteleri konusu da gündeme geldi.

Çünkü o dönemin ülkü ocakları başkanı, Türk-Metal üzerinden güçlü olduğu adada, bizzat hareketin açtığı özel bir üniversiteye girmişti. Hatta o dönemde bir Mustafa Yıldızdoğan konseri sonrası aynı başkanın öncülüğünde kurulan bir konvoy, Güzelyurt’ta portakal bahçelerinde çalışmak için gelen Kürt işçilerin kaldığı mahalleye saldırmıştı. Kuzey Kıbrıs, ülkücü hareketin güçlü olduğu bir yerdi. O başkansa Azmi Karamahmutoğlu idi.

O ülkü ocakları başkanının öğrencisi olduğu okulun yolsuzluğu, Türkiye’deki ana haber bültenlerinin gündemine sokuldu. Haberlere göre, ülkücüler, para karşılığı öğrencilerin ODTÜ, Marmara gibi okullara yatay geçiş yapmalarına yardımcı oluyorlardı.

Ekrem İmamoğlu’nun Wikipedia’daki biyografisinde Doğu Akdeniz Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ne kaydolduğundan, birkaç gün sonra nasıl oluyorsa, Girne Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne geçiş yaptığından söz ediliyor. İki yıl sonra da İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne geçiş yapıyor. Bu sürecin hileli olduğunu, Erdoğan’ın diplomasını sorgulayanlar, nedense hiç sorgulamıyorlar.

O dönemde KKTC okullarındaki bu yatay geçiş ve diploma satışı işlerinin arkasında ya ülkücüler ya da Fethullahçılar var. Bu tür bir güce, arkaya, torpile sahip olmayan bir öğrencinin önce inşaat, sonra iletişim, oradan İngilizce işletmeye geçiş yapması, mümkün değil. Zaten üniversite sınavına girmeden yapılan bu tür geçişler, esas olarak öğrencinin okuduğu bölüm ve fakülte dâhilinde gerçekleşebiliyor. Anlaşılan o ki İmamoğlu’nun arkasındaki güç bayağı büyük. Sol, bu gerçekle ilgilenmiyor, sadece o güçle ve o güce yamanmakla ilgileniyor.

* * *

Bu hikâyeyi ve kişiyi sosyalist hareket hiç sorgulamıyor, çünkü bugün Altılı Masa, bir eşeği veya bir çöp bidonunu cumhurbaşkanı adayı olarak gösterse sosyalistler, koşa koşa gidip ona oy atacak kıvama getirilmiş durumdalar.

Bu kıvam, “tekellerin, pazarın ve devletin kardığı çamurla, üflediği ruhla” ilgili. “Bugün can bulan bu ‘insan’ın hangi örgütün bayrağını taşıdığının bir önemi yok. O, efendilerinin dediğini yapmaya mecbur.”[1]

İmamoğlu’nun varlığının, kişiliğinin, siyasetinin ve diplomasının sorgulanmaması, bu mecburiyetle alakalı.

Avrupa’da egemenlere, devlete ve sermayeye hizmet eden solcuların yetiştirdiği isimler, buranın siyasetini tayin ediyorlar. Avrupa’nın solcuları için Ortadoğu, pedagojik bir mesele. Batılı “akademisyenler, gazeteciler, siyasetçiler ve STK’lar, demokratik değerleri benimsemeleri konusunda, başka bölgelerden gelen göçmenler yanında, Batı dışı toplumları ve devletleri eğitmek için” uğraşıyorlar.[2] Buranın, halktan, işçiden, yoksuldan kopuk, onlara düşman olan solcuları, bu eğitim ordusuna asker yazıldılar. Bugün o bilgi kırıntılarıyla sahnede poz kesebiliyorlar.

Neoliberalizm döneminin önemli bir bileşeni olan belediyeleşme, bu eğitim sürecinin önemli bir unsuruydu. Solculara belediyelerin nimeti, güzelliği, sunduğu imkânlar öğretildi. Yirmi sene evvel Kürt hareketine bordalayan Avrupalı bir solcu (İrfan Cüre) “neticede komün, belediye demek. Komünizme ancak belediyeyle varılabilir. Herkes belediye seçimlerinde bize oy versin” anlamına gelen yazılar yazıyordu. O nedenle geçmişte Tayyip’te burjuva devrimine dair imkânları görenler, şimdi İmamoğlu’na sarılıyorlar. Çünkü bu solculuk, Avrupa solculuğudur, Avrupa solculuğu da emperyalizmi allayıp pullayan Bernştayncılıktır, Kautskiciliktir, Fabyusçuluktur. Bugün sosyalist hareket, bu üç eğilimin hâkimiyeti altındadır.

* * *

Engels, Fabyusçular Derneği’nin yolsuzluğa bulaşmış parlamentarist siyasetçilerle aynı araçları kullandığını, entrikalara, paraya ve kariyerizme düşkün kişiler olduklarını söylüyor.[3] Bu ifadesiyle bugünkü solu da tarif eden Engels, başka bir yerde şu değerlendirmeyi yapıyor:

“Burada, Londra’da Fabyusçular, bir avuç kariyerist olarak, toplumsal başkaldırının kaçınılmaz olduğunu görüyorlar, ama bu büyük görevi eğitimsiz proletaryaya veremiyor, dolayısıyla ona öncülük edemiyorlar.

Fabyusçuların faaliyetlerine asıl yön veren unsursa devrim korkusudur. Sonuçta onlar, gayet ‘eğitimli’ insanlardır. Bu ekibin bağlı olduğu sosyalizm, belediye sosyalizmidir. Ona göre, üretim araçlarının sahibi olması gereken millet değil, komündür (belediyedir). Her hâlükârda çıkış noktası olarak alınması gereken odur. Onlardaki sosyalizm, burjuva liberalizminin en uç ve en doğal sonucudur.

Dolayısıyla taktik gereği Fabyusçular, esasen Liberalleri kendilerine hasım bellemezler, onları sosyalizme dair sonuçlara ulaşmaya ikna etmeye çalışırlar, buradan da liberalleri liberalizme sosyalizm aşısı yaparak kandırma yoluna giderler, liberallerin karşısına sosyalist adaylar çıkartmazlar, bunun yerine, liberal maskesi takma yoluna başvurmasalar da zorla o sosyalist adayları bir biçimde liberallere yutturmaya çalışırlar. Bu taktiğe başvurmak suretiyle Fabyusçular, ya ihanet zincirine sıkı sıkıya yapışmış, kendilerini kandıran birer ahmaktır ya da farkında olmayarak sosyalizm maskesi takıp halkı kandırmaya çalışan birer uyanıktır.”[4]

Belediye sosyalizmi anlayışı, Lenin’in tabiriyle, “sosyal barış ve sınıflararası uzlaşma” düşleri kuran Fabyusçulardan bugünün Türkiyeli sosyalistlerine uzanan bir hattır. Aynı ahmaklık ve uyanıklık, bugün de dil buluyor. Tayyip’ten Ekrem İmamoğlu’na uzanan hatta verilen destek, bu gelenekle alakalıdır. Çünkü Avrupalı sosyalistler, yıllardır Türkiyeli sosyalistleri neoliberalizme uyum sağlamayı, belediyeciliği, STK’cılığı ve liberalizmi öğretiyorlar. Türkiyeli sosyalistler, bu eğitimden geçmeyeni şef ve kadro yapmıyorlar. Eğitim, ulus-devlet eleştirisi ve bu eleştiri üzerine kurulu siyasetle alakalıdır. Neticede desteklenecek ismin önemi yoktur, belediye başkanı olması kafidir.

Sosyalistler, bu koşullarda, işçi, halk ve yoksuldan kopuk oluşlarını, daha doğrusu, onlara düşman oluşlarını, lubunculuk, kadıncılık ve çevrecilik gibi tekellerin köpürttüğü, beslediği ideolojilerle örtbas ediyorlar. Bu üç akım sayesinde sosyalistler, işçiye, halka ve yoksula küfretmeyi, hakaret etmeyi, onları küçük görmeyi öğreniyorlar. KESK, bu tweeti bu tedrisat dâhilinde atmaya mecbur. Görüş alışverişi, eğitimin bir parçasıdır. Akıl, alınmıştır.

Feleknas Uca’nın ait olduğu partinin yayın organı Mezopotamya Ajansı, depremin ilk gününde “Amed’de birkaç bina yıkıldı” haberini yapabildi. Vaat ettiği coğrafya olan Mezopotamya'yı bile göremedi. Diğer şehirlerden bahsetme gereği duymadı. Bu gerçeklikten kopukluk, sadece AKP ve hükümette yok. Ajans, sadece kendi önünü görebilmiştir, çünkü yıllardır siyaseti kendi öznelliğinden kurmayı öğrenmiş, bu bilinç yaldızlanmıştır. Bu bilince sahip olmayanlar, başkalarını önemseyenler, “ergen siyaseti” yapmakla suçlanmışlardır. Belediye solculuğu, tüm liberal solculuğu kapsayan bir ideolojidir.

* * *

Avrupa solculuğunun eğitiminden geçen örgütlerden olan Halkevleri, bugün güya devleti eleştiriyor, böylelikle kendisinin bir devlet kurumu olduğu gerçeğini gizlemeye çalışıyor. Devleti terbiye etmek ve eğitmek için kullanılan müfredatın parçası oluyor. Çorba dağıtmak gibi lafı dahi edilmeyecek işlerle varlığını tanımlayabiliyor. Sosyalist örgütler, deprem gibi bir gerçeklikte siyaset yapmamayı seçiyorlar. Tek adama küfretmeyi siyaset zannediyorlar. O ne derse tersini söylemeyi maharet sanıyorlar. Kentsel dönüşümden pay istedikleri için ona karşı çıkıyorlar. Sol küçük burjuvazi, Tayyip'te kendisini görüyor.

Sol örgütlerin depreme müdahalesi de bu Avrupa solculuğu ve belediyeci solculuk dairesinde gerçekleşiyor. Özünde belediyeye bağlı bir yardım kuruluşu olarak sahaya iniyorlar. Devletin ideolojik aygıtlarına (DİA) ait olmayı, matah bir gelişme olarak satmaya çalışıyorlar. Halkla birer yardım kuruluşu ve DİA olarak ilişki kuruyorlar. Seçim çalışmalarını deprem yardımı kapsamında yürütmeyi vicdanlarına yedirebiliyorlar. Sosyal medyalarında hükümeti bu düzlemde eleştiriyorlar. Engels’in ifadesiyle, “millete değil, komüne” bakıyorlar. Burjuvaziyi üzmeyecek çözüm önerileri sunuyorlar.

Çünkü yıllarca solculara milleti ve devleti çöpe atarken, bebeği de öldürmeyi öğrettiler. Avrupa kaynaklı bu eğitim, milletin ve devletin sorumluluğundan kurtulmayı öğretti. Bugün aynı solcular, “devleti güçlendiririz” diye hükümeti bireyci ve liberal bir yerden eleştiriyorlar. Devleti ve milleti görmeyen öneriler sıralama yarışı içine giriyorlar. Ülkenin belediyelerle, belediyelerdeki rant paylaşımı üzerinden yönetilmesini istiyorlar. Belediye, sınıfsız-sınırsız bir siyasetin imkânı olarak görülüp yüceltiliyor.

Eskiden doksanlarda üç beş beldede belediyenin başkanlığını kazanan örgütler, buralardan bu rant sebebiyle çekildiler. Kafalarına vurdular, lokmalarını ellerinden aldılar. CHP belediyesinde bir koltuk kapan her örgüt, sosyalizm davasına ihanet etti. AB’den gelen fonlardan, KOBİ’lere akan paralardan, sendikalara dışarıdan gelen desteklerden pay isteyen örgütler, işçiye, halka ve yoksula ihanet ettiler. Bu ihanetle hesaplaşmadan, AKP’yle mücadele edilemez.

AKP ise devlet ve milletteki enkazın üzerine örtü olarak seriliyor. Kalbe mühür vuruyor, göze perde çekiyor. Bu yüzden destekleniyor. Solcuların zannettiği gibi özel, gizli ve anlamlı bir davaya, niyete, projeye ve hedefe sahip değil. Sadece devlete ve sermayeye ait basit bir aparat. Solcular şişiriyor AKP balonunu, kendi cüsseleri iri görünsün diye.

* * *

Lenin, belediye solculuğunun sınırlarına işaret ediyor, küçük burjuvanın hülyalı dünyasına teslim olmuş sosyalist harekete vereceği zarar üzerinde duruyor:

“İngiliz Fabyusçuları gibi Batı’daki burjuva aydınları da tam da sosyal barış, sınıflararası uzlaşma düşü kurdukları ve kamuoyunun dikkatini iktisat ve tüm devlet yapısının temel sorunlarından, yerel özyönetime ait küçük sorunlara çekmeye çalıştıkları için, belediye sosyalizmini özel bir ‘eğilim’ derekesine yükseltmişlerdir.”[5]

“Sosyalizmin parça parça gerçekleştirilmesine dair cahilane ve gerici ütopyanın, ümitsiz bir vaka” olduğunu söyleyen Lenin, “küçük burjuva siyasetin Aşil topuğunun, ondaki liberal burjuvazinin ideolojik ve politik hegemonyasından kurtulma konusunda gösterdiği beceriksizlik ve kudretsizlik” olduğunu söylüyor. Sosyalist hareket, hep o topuktan aldığı yarayla diz çöküyor. Küçük burjuvazi, AKP’ye ancak şeklen ve şekil için itiraz edebiliyor. İçeriğine karşı çıkmıyor, o içeriği içten içe benimsiyor.

* * *

Küçük burjuvazinin aklı, Tayyip’in karşısına gene bir belediye başkanı çıkartmaya yetiyor. Bu isimlerden biri de Lütfü Savaş’tı. “Sağdan da oy alır” denilen bu başkanı bugün vitrini kirletiyor diye aforoz ediyorlar. Küçük burjuvazi, böylece kendisini arındırıp temize çıkartabileceğini sanıyor.

Barış Pehlivan, bir programda “Muhalefet, istifa kurumuna örnek olsun. Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş istifa etsin. Çünkü ben, Lütfü Savaş’ı iki haftadır dinliyorum, onlarca açıklamasını okuyorum, inanamıyorum. Lütfü Savaş’a bakacak olursak, belediyeler, müteahhitler, yapı denetim şirketleri, inşaat şirketleri suçlu değil. E be arkadaş, ölenler mi suçlu!” diye feveran ediyor. İstifa müessesesini de Avrupalı hocalarından öğreniyorlar. Bir istifa ile tüm pisliğin üzerini örteceğini düşünüyorlar. Belediyeler, STK’lar ve sermayeden oluşan rant ağını kimse sorgulamıyor. Müşteki ve davacı ilişkisi, hukuki ilişki kuruyorlar gerçekle. Bireyden bakıp bireyden konuşuyorlar. Politik devrimci ilişki, kurulmayı bekliyor. Bu ilişki için solcuların küçük burjuva bağlarından kurtulmak gerekiyor.

Bugün solcuları “burjuva devriminde küçük-burjuva reformculuğu” ilgilendiriyor, “burjuva bir zemin üzerinden küçük burjuvanın her türden yatıştırma politikasına karşı yürütülecek proleter mücadelenin koşulları değil. Solcuları, “mücadelenin özgürlüğü değil, küçük burjuva reformculuğunu elinin tersiyle itecek proletarya değil, sadece küçük burjuvanın saadeti” [Lenin] ilgilendiriyor. Deprem meselesi de bu küçük burjuvanın vicdani ve fikri rahatlığı, kolektif olana düşmanlığı düzleminde ele alınıyor. İçten içe hepsi, hep bir ağızdan “Nüfus zaten çok fazlaydı!” diyorlar. Bu söz ve siyasetin epey güçlü olduğunu pandemi döneminden gayet iyi biliyoruz.

Eren Balkır
21 Şubat 2023

Dipnotlar:
[1] Eren Balkır, “Kıvam”, 28 Kasım 2019, İştiraki.

[2] Yadullah Shahibzadeh, Marxism & Left-Wing Politics in Europe and Iran, Palgrave Macmillan, 2019, s. 243.

[3] Frederick Engels, “Engels to Karl Kautsky”, 4 Eylül 1892, MIA.

[4] Frederick Engels, “Engels to Friedrich Adolph Sorge”, 18 Ocak 1893, Collected Works içinde, Cilt 50, Lawrence & Wishart, 2010, s. 83. Türkçesi: İştiraki.

[5] V. I. Lenin, “Municipalisation of the Land and Municipal Socialism”, Collected Works, Cilt: 13, Progress Publishers Moskova 1978, s. 359. Türkçesi: İştiraki.

1 Yorum:

Coltius dedi ki...

Sagda solda orda burda donen parodilerin; goygoylarin ve bunlara gonulluce katilan haybecilerin, halk haklarini yagmalayicilarin, ortaci ve lapaci sulu humanistlerin foyasini cikartan bir yazi olmus. Varolun. Bu halk dusmanlari toplumda gercek bir halk kenetlenmesinin onunu alma yahut bunlari “doctored” etme islerinde fazlasiyla mahirler. Tipki afeti felakete dondurduler diyen medya solculari veya sizin deyiminizle liberallere yaltaklanan avrupa tedrisli sosyalistler ile yine bu afeti atombombalarinin tesirmetresiyle olcen akp guruhunun aslinda arkaplanda -ne arkasi onplanda- is ve agiz birligi yapmasi gibi. Var olsun tum bunlari farkedip arasina mesafe koyanlar; selam olsun catik kasin altindan iki namlu dogrultanlara…hesaplasacagiz elbet..