Devlet, tanklarıyla obüsleriyle “Şanlı Rojava
Devrimi”nin üzerine yürüdü, komutanların ve devlet erkânının bulunduğu harekât
merkezinin fotoğrafını paylaşan sosyolog Veli Saçılık, “şu fotoğrafta tek bir kadın yok” diye
şikâyetlerini dile getirdi.
Burada bir gariplik yok mu?
“Kadın”, mızrak ucuna takılmış Kur’an sayfası
olabilir mi? Ve bu "Kadın", oryantalist, sömürgeci bir imge olarak, geri kalmış
Doğu’nun suratına sallanıyor olabilir mi?
Peki bu hareketin Muaviye’si kim, kim takıyor
sayfaları mızrak uçlarına ve ne için?
Hangi örgüt, tekellerin fonladığı, finanse ettiği “anti-kapitalizm”in,
solculuğun öncülüğünü yapıyor buralarda?[2] Peki hangi örgütün istihbaratla,
Fethullahçılarla doğrudan ilişkisi var? Bu konuda kimsenin içinde neden hiç şüphe yok?
* * *
Tekeller, yetmişlerde eşcinselliği hastalık,
seksenlerde AIDS üzerinden bir tür veba olarak takdim ederken, ölümle birlikte
kodlarken, bugün eşcinsellik, neden insanın ulaşması gereken en yüce mertebe olarak pazarlanıyor? Nasıl oldu bu? Bu yüceltme çabasının arkasındaki güçlere karşı çıkmak, homofobiklik midir?
Sol örgütlerin yayınlarında, “beş bin yıl önce
köle sahiplerine karşı mücadele etmiş translar” diye yazılar nasıl çıkıyor? Bu idealizm, bu özcülük, ne için harlanıyor? Emperyalizmin cinsel kimlikler temelli siyasetle
ilişkisi, neden sorgulanmıyor?[3]
* * *
Simone de Beauvoir, bir arkadaşıyla İran’a gidip
çarşafı protesto eylemi yapmak istediğini söylüyor. Edward Said, bu fikri “küstahça
ve aptalca” buluyor.[4]
Bugün solu bu küstahlık ve aptallık tanımlıyor, o yönetiyor.
Sol, emperyalizmin ayak izlerine basıp ilerleyebileceğini düşünüyor. Edward
Said’in oryantalizm eleştirisi, terse çevriliyor.
Sol için Doğu, ancak ABD
geldiğinde değer ve anlam kazanabiliyor. Örgütlerin Doğu’ya yönelik alakası,
ancak ABD ile birlikte yoğunlaşabiliyor.
Yerelliklerde, belirli ülkelerde ise milliyetçi,
sağcı, faşist dinamiklerin İslam karşıtı, Müslüman düşmanı söylemi, solda
karşılık buluyor. Sol, Ukrayna’ya gelmiş Neonazilerin Suriye’ye akın etmesi
karşısında, düşüncesini onlara uygun hâle getiriyor ve onlar gibi emperyalist dili
benimsiyor. O Neonazileri sahipleniyor.
Spike Lee’nin Black
Klansman adında bir filmi var. Filmde Ku Klux Klan örgütü üyeleri, siyahların
beyaz kadınlara tecavüz ettiklerinden, etme ihtimalinden bahsedip, birbirlerini gaza
getiriyorlar.
Bugün Müslüman karşıtı dil, bu sağcılarda görülen cinsellik
temalarını kullanıyor. Egemenler, sarıklı veya başörtülü biri gördüğümüzde
cinsellikle alakalı suçların akla gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bakirlik,
saflık, yücelik, egemenlerle tanımlı kılınıyor, ancak onlara tabi olduğumuzda
saf, bakir ve yüce olacağımıza inandırılıyoruz. Gelgelelim, bu işlerin altında, küçük çocuk
sömürüsü üzerine kurulu seks turizmi için Tayland’a gidenlerin, pedofiliyi savunanların imzası var.
* * *
12 Eylül’de paşalar, yılbaşında televizyona dansöz
çıkartıyorlar. Nesrin Topkapı ne ise aynı dönemde küçük köylerde kasabalarda pıtırak
gibi çoğalan festivaller de o.
Faşizm, içe dönük bir emperyalizm, sömürgecilik
pratiği olarak fiilileşiyor. Bu anlamda, dansöz de festivaller de zihinlerin,
bedenlerin sömürgeleştirilmesi sürecinin bir parçası.
* * *
YDG eliyle düzenlenen festivali ve orada dans
ettirilen trans dansözü, bu bağlamda ele almak gerek. Festivalleri Kenan Evren’in
festivallerine, dansözleri Nesrin Topkapı’ya benziyor. Ve tabii ki bölgesel manada.
Bu festival ve dansöz, sömürgeciliğin,
oryantalizmin, emperyalizmin Doğu halklarını hedef aldığı bir dönemde anlam
kazanıyor. YDG, Ortadoğu’ya ancak bu şekilde ve bu sayede adım atabiliyor.
Mızrak ucuna Kur’an sayfası asıldığı için yapılan
eylem de doğal olarak eleştirilemiyor. Eleştiriler, LGBT ve Kadın düşmanlığı
olarak kodlanıp, Ku Klux Klancıların linç pratiğine kurban ediliyorlar.
Bu son olayla ilgili eleştirilere yönelik
saldırılardan anlaşıldığı kadarıyla, Feminizm, Veganizm, LGBT’cilik, anti-komünizmin alt liberal versiyonu olarak icra ediliyor. Esasen tekellerin
derdi, kadın, doğa, hayvanlar, eşcinseller değil, sosyalist imkânların alan
bulma ihtimali. Tekellerin bireyi ile Kenan Evren’in imal etmek istediği birey, aynı hamurdan. Egemenler, o bireyin dışına, ötesine hiç tahammül edemiyorlar.
* * *
Bugün o festivaldeki “oryantalist maoizm”i artık
kimse eleştiremez. Bu tür düşünceleri fonlayanlara, finanse edenlere herkes
bağlı olduğu için, kimsenin ağzından başka bir söz çıkamaz, çıksa hemen
boğarlar.
Tekeller, belirli bir biyopolitika ile hareket
ediyorlar. Genel sol siyaset, bu biyopolitikaya uyumlu kılınmaya çalışılıyor.
Artık ilerici olan, şehit resminin önünde dansöz
oynatılması. Çünkü, Bandista’nın
dediği gibi, onlarda “şehit yok insan var” ve kimse, o insanı eleştiremez, asıl
eleştirilmesi gereken, “şehit” gibi gerici kavramlar.[5] Onun karşısına çıkartılan
İnsan ise üretim güçlerine uyumlu olarak imal ve inşa edilmiş yüce bir değer!
Üretim güçlerinin ilerleyişi, belirli bir yere ve zamana ait derde-öfkeye
örgütlenmeyi gereksiz kıldığı için önemseniyor aslında.
O imal edilen insan, bugün tankı topuyla Doğu’yu
sömürgeleştiriyor, yeniden kurguluyor, pazara uygun hâle getiriyor. Festival, bu
pazarın tezahürü, imgesi. Dansöz de öyle… Neticede demek ki yeni prenslerin, jön
türklerin, jön kürtlerin vs. ağalar-paşalar gibi eğlenmeleri lazım!
Sonuçta o pazar, dansözlüğün
ötekileştirilmemesini, sanatsal değerinin teslim edilmesini istiyor.
Dolayısıyla, festivali düzenleyenlerin bir sonraki ilerici adımı şu olmalı: 18
Mayıs’ta düzenlenecek Kaypakkaya anmasında kapıda bilet kesip, içeride seks
işçilerine performans yaptırmak! Öyle ya seks işçiliği de ötekileştirilmemeli,
hak ettiği değeri görmeli![6] Sonuçta herkes, “pezevenklerin ve fuhuş
müşterilerinin “haklar”ını korumakla ilgili karar alan Uluslararası Af Örgütü
çalışanı.[7]
* * *
Herkes, tam da bu bağlamda, tam da bu koşullarda
yumuşamalı, gerekli kıvama gelmelidir. Hiç örgütü yokmuş, hiç örgüt yayını
yokmuş gibi, Grup Yorum’a küfreden yazılar döşenmiş, Suriye’de emperyalizme
çalışanlarla röportaj yapmış liberal Duvar
gazetesine[8] Selçuk Kozağaçlı, Ebru Timtik (ve tabii Selim Açan) yazılar yazmalıdır. Kimse bu
durumda bir gariplik görmemelidir.
Çünkü bu dönüşüme kimse bigâne kalamaz, o, ne yapar
ne eder sızacak bir yer bulur, herkesi içine çeker. Eylem tarzları, teorik algı-bilgi, örgütlenme
pratiği dirhem dirhem azalır, değişir, hafifler. Tekeller, pazar, devlet çamuru
karmış, ruhunu üflemiştir. Bugün can bulan bu “insan”ın hangi örgütün bayrağını
taşıdığının bir önemi yoktur. O, efendilerinin dediğini yapmaya mecburdur.
* * *
Mao, 1938’de “soyut marksizm yoktur, sadece somut
marksizm vardır” diyor.[9] Başka bir yerde aşırı solcuları eleştirirken, bu
insanların dogmalarının “boktan değersiz olduğunu, en azından bokun tarlada
gübre olarak kullanılabildiğini” söylüyor.[10]
Bugün bu “soyut marksizm”,
soyut ultrasolculuk, bok kıvamında ve her yere sürülüyor. Tekeller, yerelde,
yerelin öfkesi ve derdiyle yüklenip kavgayı somut bir satıh ve somut bir
kesitte yükseltme imkânlarını buduyorlar. Soldaki yağmacı, sömürgeci, emperyalist
dil, giderek güçleniyor. Yol ayrımı netleşiyor.
Eren Balkır
28 Kasım 2019
Dipnotlar
[1] “Kayyım Aslında Kadınlara Atandı”, 16 Eylül
2016, Cumhuriyet.
[2] Michel Chossudovsky, “İmparatorluğun Solcu
Aydınları”, 4 Mart 2018, İştirakî.
[3] “Joseph Massad Söyleşisi”, 22 Ekim 2019, İştirakî.
[4] Edward Said, “Günlük”, 16 Kasım 2019, İştirakî.
[5] Eren Balkır, “Zaten”, 1 Ekim 2014, İştirakî.
[6] “Oryantal Dansın Politikası”, 26 Kasım 2019, Özgür Gelecek.
[7] Mickey Z, “Seks İşçiliği”, 8 Eylül 2015, İştirakî.
[8] Kavel Alpaslan, “Grup Yorum’dan”, 14 Eylül
2019, Duvar. Yazar, “90’larda
yıldızı parlayan Grup Yorum’u” göklere çıkartmıyor, yerin dibine sokuyor. Şarkıları
çalıntıymış gibi bir izlenim yaratıyor, başkalarının şarkılarını aşıran bir
grupmuş gibi takdim ediyor onu. Bunu da yazının başında övdüğü Bandista adına ve onun için yapıyor.
[9] Mao’dan aktaran: Ross Terrill, A Biography: Mao, Harper & Row,
1980, s. 173.
[10] Ross Terrill, a.g.e., s. 172.
0 Yorum:
Yorum Gönder