Hendek
savaşları yaşandı, 2016’da ilk kayyımlar atandı, Filiz Kerestecioğlu, “atanan
kayyımlar içinde tek bir kadın yok” diye şikâyetlerini dile getirdi.[1]
Devlet,
tanklarıyla obüsleriyle “Şanlı Rojava Devrimi”nin üzerine yürüdü, komutanların
ve devlet erkânının bulunduğu harekât merkezinin fotoğrafını paylaşan sosyolog
Veli Saçılık, “şu fotoğrafta tek bir kadın yok” diye şikâyetlerini dile
getirdi.
Burada
bir gariplik yok mu?
“Kadın”,
mızrak ucuna takılmış Kur’an sayfası olabilir mi? Ve bu “Kadın”, oryantalist,
sömürgeci bir imge olarak, geri kalmış Doğu’nun suratına sallanıyor olabilir
mi?
Peki
bu hareketin Muaviye’si kim, kim takıyor sayfaları mızrak uçlarına ve ne için?
Hangi
örgüt, tekellerin fonladığı, finanse ettiği “anti-kapitalizm”in, solculuğun
öncülüğünü yapıyor buralarda?[2] Peki hangi örgütün istihbaratla,
Fethullahçılarla doğrudan ilişkisi var? Bu konuda kimsenin içinde neden hiç
şüphe yok?
* * *
Tekeller,
yetmişlerde eşcinselliği hastalık, seksenlerde AIDS üzerinden bir tür veba
olarak takdim ederken, ölümle birlikte kodlarken, bugün eşcinsellik, neden
insanın ulaşması gereken en yüce mertebe olarak pazarlanıyor? Nasıl oldu bu? Bu
yüceltme çabasının arkasındaki güçlere karşı çıkmak, homofobiklik midir?
Sol
örgütlerin yayınlarında, “beş bin yıl önce köle sahiplerine karşı mücadele
etmiş translar” diye yazılar nasıl çıkıyor? Bu idealizm, bu özcülük, ne için
harlanıyor? Emperyalizmin cinsel kimlikler temelli siyasetle ilişkisi, neden
sorgulanmıyor?[3]
* * *
Simone
de Beauvoir, bir arkadaşıyla İran’a gidip çarşafı protesto eylemi yapmak
istediğini söylüyor. Edward Said, bu fikri “küstahça ve aptalca” buluyor.[4]
Bugün
solu bu küstahlık ve aptallık tanımlıyor, o yönetiyor. Sol, emperyalizmin ayak
izlerine basıp ilerleyebileceğini düşünüyor. Edward Said’in oryantalizm
eleştirisi, terse çevriliyor.
Sol
için Doğu, ancak ABD geldiğinde değer ve anlam kazanabiliyor. Örgütlerin
Doğu’ya yönelik alakası, ancak ABD ile birlikte yoğunlaşabiliyor.
Yerelliklerde,
belirli ülkelerde ise milliyetçi, sağcı, faşist dinamiklerin İslam karşıtı,
Müslüman düşmanı söylemi, solda karşılık buluyor. Sol, Ukrayna’ya gelmiş
Neonazilerin Suriye’ye akın etmesi karşısında, düşüncesini onlara uygun hâle
getiriyor ve onlar gibi emperyalist dili benimsiyor. O Neonazileri
sahipleniyor.
Spike
Lee’nin Black Klansman adında bir filmi var. Filmde Ku Klux Klan örgütü
üyeleri, siyahların beyaz kadınlara tecavüz ettiklerinden, etme ihtimalinden
bahsedip, birbirlerini gaza getiriyorlar.
Bugün
Müslüman karşıtı dil, bu sağcılarda görülen cinsellik temalarını kullanıyor.
Egemenler, sarıklı veya başörtülü biri gördüğümüzde cinsellikle alakalı
suçların akla gelmesini sağlamaya çalışıyorlar. Bakirlik, saflık, yücelik,
egemenlerle tanımlı kılınıyor, ancak onlara tabi olduğumuzda saf, bakir ve yüce
olacağımıza inandırılıyoruz. Gelgelelim, bu işlerin altında, küçük çocuk
sömürüsü üzerine kurulu seks turizmi için Tayland’a gidenlerin, pedofiliyi
savunanların imzası var.
* * *
12
Eylül’de paşalar, yılbaşında televizyona dansöz çıkartıyorlar. Nesrin Topkapı
ne ise aynı dönemde küçük köylerde kasabalarda pıtrak gibi çoğalan festivaller
de o.
Faşizm,
içe dönük bir emperyalizm, sömürgecilik pratiği olarak fiilileşiyor. Bu
anlamda, dansöz de festivaller de zihinlerin, bedenlerin sömürgeleştirilmesi
sürecinin bir parçası.
* * *
YDG
eliyle düzenlenen festivali ve orada dans ettirilen trans dansözü, bu bağlamda
ele almak gerek. Festivalleri Kenan Evren’in festivallerine, dansözleri Nesrin
Topkapı’ya benziyor. Ve tabii ki bölgesel manada.
Bu
festival ve dansöz, sömürgeciliğin, oryantalizmin, emperyalizmin Doğu
halklarını hedef aldığı bir dönemde anlam kazanıyor. YDG, Ortadoğu’ya ancak bu
şekilde ve bu sayede adım atabiliyor.
Mızrak
ucuna Kur’an sayfası asıldığı için yapılan eylem de doğal olarak
eleştirilemiyor. Eleştiriler, LGBT ve Kadın düşmanlığı olarak kodlanıp, Ku Klux
Klancıların linç pratiğine kurban ediliyorlar.
Bu
son olayla ilgili eleştirilere yönelik saldırılardan anlaşıldığı kadarıyla,
Feminizm, Veganizm, LGBT’cilik, anti-komünizmin alt liberal versiyonu olarak
icra ediliyor. Esasen tekellerin derdi, kadın, doğa, hayvanlar, eşcinseller
değil, sosyalist imkânların alan bulma ihtimali. Tekellerin bireyi ile Kenan
Evren’in imal etmek istediği birey, aynı hamurdan. Egemenler, o bireyin dışına,
ötesine hiç tahammül edemiyorlar.
* * *
Bugün
o festivaldeki “oryantalist maoizm”i artık kimse eleştiremez. Bu tür
düşünceleri fonlayanlara, finanse edenlere herkes bağlı olduğu için, kimsenin
ağzından başka bir söz çıkamaz, çıksa hemen boğarlar.
Tekeller,
belirli bir biyopolitika ile hareket ediyorlar. Genel sol siyaset, bu
biyopolitikaya uyumlu kılınmaya çalışılıyor.
Artık
ilerici olan, şehit resminin önünde dansöz oynatılması. Çünkü, Bandista’nın
dediği gibi, onlarda “şehit yok insan var” ve kimse, o insanı eleştiremez, asıl
eleştirilmesi gereken, “şehit” gibi gerici kavramlar.[5] Onun karşısına
çıkartılan İnsan ise üretim güçlerine uyumlu olarak imal ve inşa edilmiş yüce
bir değer! Üretim güçlerinin ilerleyişi, belirli bir yere ve zamana ait
derde-öfkeye örgütlenmeyi gereksiz kıldığı için önemseniyor aslında.
O
imal edilen insan, bugün tankı topuyla Doğu’yu sömürgeleştiriyor, yeniden
kurguluyor, pazara uygun hâle getiriyor. Festival, bu pazarın tezahürü, imgesi.
Dansöz de öyle… Neticede demek ki yeni prenslerin, jön türklerin, jön kürtlerin
vs. ağalar-paşalar gibi eğlenmeleri lazım!
Sonuçta
o pazar, dansözlüğün ötekileştirilmemesini, sanatsal değerinin teslim
edilmesini istiyor. Dolayısıyla, festivali düzenleyenlerin bir sonraki ilerici
adımı şu olmalı: 18 Mayıs’ta düzenlenecek Kaypakkaya anmasında kapıda bilet
kesip, içeride seks işçilerine performans yaptırmak! Öyle ya seks işçiliği de
ötekileştirilmemeli, hak ettiği değeri görmeli![6] Sonuçta herkes,
“pezevenklerin ve fuhuş müşterilerinin “haklar”ını korumakla ilgili karar alan
Uluslararası Af Örgütü çalışanı.[7]
* * *
Herkes,
tam da bu bağlamda, tam da bu koşullarda yumuşamalı, gerekli kıvama gelmelidir.
Hiç örgütü yokmuş, hiç örgüt yayını yokmuş gibi, Grup Yorum’a küfreden yazılar
döşenmiş, Suriye’de emperyalizme çalışanlarla röportaj yapmış liberal Duvar
gazetesine[8] Selçuk Kozağaçlı, Ebru Timtik (ve tabii Selim Açan) yazılar
yazmalıdır. Kimse bu durumda bir gariplik görmemelidir.
Çünkü
bu dönüşüme kimse bigâne kalamaz, o, ne yapar ne eder sızacak bir yer bulur,
herkesi içine çeker. Eylem tarzları, teorik algı-bilgi, örgütlenme pratiği
dirhem dirhem azalır, değişir, hafifler. Tekeller, pazar, devlet çamuru karmış,
ruhunu üflemiştir. Bugün can bulan bu “insan”ın hangi örgütün bayrağını
taşıdığının bir önemi yoktur. O, efendilerinin dediğini yapmaya mecburdur.
* * *
Mao,
1938’de “soyut marksizm yoktur, sadece somut marksizm vardır” diyor.[9] Başka
bir yerde aşırı solcuları eleştirirken, bu insanların dogmalarının “boktan
değersiz olduğunu, en azından bokun tarlada gübre olarak kullanılabildiğini”
söylüyor.[10]
Bugün
bu “soyut marksizm”, soyut ultrasolculuk, bok kıvamında ve her yere sürülüyor.
Tekeller, yerelde, yerelin öfkesi ve derdiyle yüklenip kavgayı somut bir satıh
ve somut bir kesitte yükseltme imkânlarını buduyorlar. Soldaki yağmacı,
sömürgeci, emperyalist dil, giderek güçleniyor. Yol ayrımı netleşiyor.
Eren Balkır
28 Kasım 2019
Dipnotlar:
[1] “Kayyım Aslında Kadınlara Atandı”, 16 Eylül 2016, Cumhuriyet.
[2]
Michel Chossudovsky, “İmparatorluğun Solcu Aydınları”, 4 Mart 2018, İştirakî.
[3]
“Joseph Massad Söyleşisi”, 22 Ekim 2019, İştirakî.
[4]
Edward Said, “Günlük”, 16 Kasım 2019, İştirakî.
[5]
Eren Balkır, “Zaten”, 1 Ekim 2014, İştirakî.
[6]
“Oryantal Dansın Politikası”, 26 Kasım 2019, Özgür Gelecek.
[7]
Mickey Z, “Seks İşçiliği”, 8 Eylül 2015, İştirakî.
[8]
Kavel Alpaslan, “Grup Yorum’dan”, 14 Eylül 2019, Duvar. Yazar, “90’larda yıldızı parlayan
Grup Yorum’u” göklere çıkartmıyor, yerin dibine sokuyor. Şarkıları çalıntıymış
gibi bir izlenim yaratıyor, başkalarının şarkılarını aşıran bir grupmuş gibi
takdim ediyor onu. Bunu da yazının başında övdüğü Bandista adına ve onun
için yapıyor.
[9]
Mao’dan aktaran: Ross Terrill, A Biography: Mao, Harper & Row, 1980,
s. 173.
[10]
Ross Terrill, a.g.e., s. 172.
0 Yorum:
Yorum Gönder