13 Kasım 2019

,

Hamid Dabaşi Söyleşisi

Tuğrul Mende

14 Ekim 2019

 

Bu kitabı size yazdıran neydi?

Tüm kitaplarım birbirleriyle bağlantılıdır ve belirli bir bütünlüğe sahiptir. Hepsi de aynı aklın ürünüdür ama bu aklın farklı tonlarını ifade ederler. Bir kitabı bana yazdıran, yazmaya “mecbur eden” belirli bir şeyden söz edemem. Bu tür bir mesele, belki de sadece El-Cezire için yazdığım makaleler için geçerlidir; ne mutlu ki dünya üzerinde, zor meseleler konusunda benim ne düşündüğümü merak eden muhteşem bir okur kitlesi var da bu konularda bir şeyler yazabiliyorum.

Kitaplarımda ise tümüyle farklı, dipten derinden işleyen, akıntıyı karşısına alan bir düşünce pratiği hâkim. Yazdığım kitaplar fiziğe, makalelerimse mühendisliğe benzetilebilir. 

Son kitabım Europe and its Shadows: Coloniality after Empire [“Avrupa ve Gölgeleri: İmparatorluk Sonrası Sömürgelik”] ise bugüne dek her türlü adaletten ve eşitlikten mahrum edilmiş olan eski sömürgeler ve hâlihazırda sömürgecilik sonrası koşullarda yaşayan ülkeler için belirli bir hareket alanı oluşturma imkânı üzerinde yürüttüğüm muhakeme sürecinin bir parçasıdır.

Bu kitapta “Avrupa” denilen gerçeğin veya olgunun değil, gerçek bir şeyin, ondaki mecazî gücün peşine düştüm. “Bu gücün oluştuğu başlangıç noktası neydi? Nasıl işliyor? O güç hepimizi aynı anda hem büyüleyip hem de kendisinden tiksindirmeyi nasıl başarabiliyor?” gibi soruların cevaplarını aradım. Kitabım, ne Avrupa sevdalısı ne de Avrupa’dan nefret eden bir çalışma. Daha çok cerrahi bir işlem gerçekleştiriyor. Ben esas olarak, imparatorlukların yıkılması sonrasında bile sömürgelik koşullarının nasıl ve neden varlığını sürdürdüğünü öğrenme çabasındayım. Kitabın başlığında “gölge” kelimesinin yer almasının sebebi de bu. Kitabın dünya genelinde varolan gölgelere dair bir fenomenoloji çalışması olduğunu söylemek mümkün.

Bu kitabınız önceki kitaplarınızdan ne yönden farklı, onun İntifada Üçlemesi olarak adlandırdığınız kitap dizisiyle bir bağlantısı var mı?

Kitap, İntifada dizisiyle bağlantılı. Filistin İntifadası, Mısır Devrimi veya Arap Baharı gibi olaylar, gerçekleşme noktasında mekanik ve organik bir boyuta sahipler. El-Cezire’de yazdığım ve alelacele işletilmiş muhakeme sürecinin ürünü olan makalelerde ben, daha çok mekanik yönler üzerinde duruyorum. Ama kitaplarımı ciddiyetle okumuş insanların bildiği üzere ben temelde ele aldığım konuları düşünce sürecimdeki köklü meselelerle ilişkilendirmeye gayret ediyorum. Bunu da ne mutlu ki yazı yazarken iki elimi kullanabilme becerisi ile birlikte yapıyorum. Kalemi hangi elime alırsam alayım, yazılarıma aynı eleştirel düşünce kaynaklık ediyor. Onları da esasen üç ayrı platformda aktarıyorum: Facebook, El-Cezire ve kitaplarım. Buralar top oynadığım, birbirinden çok az farklı olan oyun sahaları.

Yeni kitabınızı tanımlarken söze şu cümleyle başlıyorsunuz: “Avrupa, kendisini uzun zaman kâinatın merkezi olarak tahayyül etmiştir.” Meselenin hâlen daha bu olduğunu düşünüyor musunuz?

“Avrupa”, bırakalım kâinatı, esasen hiçbir şeyin merkezi değil artık. Avrupa, sistem bağlamında, geriye dönüşsüz olarak, merkez olmaktan çıktı. O bir şeyin merkezi olmak şöyle dursun, güçbelâ bir arada durabiliyor. Ama öte yandan düşüncedeki varlığı, hayaletimsi bir hissiyat olarak varlığını hâlen daha muhafaza ediyor. İşte ben bu son kitabımda bu hayaletimsi hissiyatı inceliyorum. Kitapta da dile getirdiğim gibi, eskiden Avrupa bir şeyler yazarken arkamızda durup omzumuzdan aşağıya yazdıklarımıza bakıyordu, bu sefer bu kitapta kendisini yazan “Avrupa”ya ben bakıyorum. Fakat bunu Avrupa’da dolaşan bir seyyah olarak yapıyorum, bir yabancı ya da oraya yerleşmiş, içeriden biri olarak değil. Avrupa’da hiç yaşamamış biri olarak ben, Avrupa’nın bir ucundan diğerine seyahat etme imkânı buldum. Avrupa’ya karşı öfkeli değilim, onun beni büyülediğinden de söz edilemez ki bence her iki duygu da hakikati tahrif ediyor.

Almanya’da ve tüm Avrupa’da aşırı sağcı popülistlerin yükselişiyle birlikte bir dizi gerilim açığa çıktı. Son Avrupa seçimlerinde aşırı sağcı parti AfD [Almanya İçin Alternatif] Jean Léon Gérôme’un “Köle Pazarı” resmini kampanya için hazırlanmış afişlerde kullandı, sizce bu gelişme kısa bir süre sonra yoğunlaşır mı veya değişir mi? Şarkiyatçılık sonrası dünya bağlamında bu olayı nasıl konumlandırıyorsunuz?

Daha önce de ifade ettiğim üzere Şarkiyatçılık, esasen bitmemiş, gelişme hâlinde olan, gerçekle alakası bulunmayan yanlarını zamanla dışavurmuş bir çalışmadır. Kitap, temelde güç ilişkileri ve bilgi üretimi üzerinde durur. Güç ilişkileri belirli bir şekilden mahrum olduğu, etnik merkezli veya istikrarlı olmadığı için güç ilişkileriyle bağlantılı bilgi üretimi de belirli bir şekle kavuşamıyor. Jean Léon Gérôme, resmini belirli bir güç ve güvenle çizmiş. Bugünse Avrupalı faşistler ve ırkçılar, bu resmi korku ve nefret temelinde kullanıyorlar. Bunlar, iki farklı momenti ifade ediyorlar.

Edward Said’i özellikle Post-Orientalism [“Şarkiyatçılık Sonrası”] isimli kitabınızda epey inceleme imkânı bulmuş bir isimsiniz, sizce Said, siyaset alanında yaşanan son gelişmelere nasıl tepki geliştirirdi?

Elbette ki dehşete kapılırdı. Öte yandan Edward Said, akademisyenlere ve eleştirmenlere kendisinin çizdiği hat boyunca düşünme imkânı sunan muazzam bir külliyat bıraktı. Mevlânâ, o muhteşem şiirinin sonunda müzisyenlere laf anlatmaktan bıkmış hâlde, şunu söylüyor: “Meselemi anladınız, benim çaldığım gibi çalmaya devam edin.” Aynı durum Said için de geçerli. Said de yeni bir bilme yöntemi, epistem keşfetmiş, bize düşense o yöntemi tamama erdirmek, hatta mümkünse yeni dünyaya dair bir görüşe vakıf olmak. Said’in ABD Eğitim Bakanlığı’ndaki politik düşmanlarının onun hatırasını nafile bir uğraş dâhilinde silmeye çalışmalarının sebebini burada aramak gerekiyor. O, eleştirel düşünce pratiğimizin DNA’sını değiştirmiş bir isim. Tel Aviv’den Washington’a kadar birçok yerde ipe sapa gelmez kişiler, muazzam ve çok güçlü bir akıntıya karşı ümitsizce yüzdüklerini esasen gayet iyi biliyorlar.

2011’de başlayan devrimlerin başladığı güne geri dönüp baktığınızda ve bugün aldığı hâli dikkate aldığınızda Arab Spring ["Arap Baharı"] isimli kitabı veya konuyla ilgili makaleleri bugün farklı şekilde kaleme alırdım” diyor musunuz?

Hayır. Arab Spring isimli kitabımın başlarında dediğim gibi, tüm kitap esasen Kahire’deki Tahrir Meydanı’nda ve tüm dünya genelinde “halk rejimin yıkılmasını istiyor” diye bağıran milyonlara katılma yöntemimdi. Kitap, dün olduğu gibi bugün de benim Komünist Manifesto’m (1848) ve Abdulfettah Sisi’nin Charles-Louis Napoléon Bonaparte olduğu koşullarda ben artık kendi Louis Bonaparte’ın Onsekizinci Brumaire’i’mi yazmam gerektiğini düşünüyorum.

Makaleleriniz El-Cezire’de düzenli olarak yayınlanıyor. Makalelerinizin konu başlıklarını nasıl seçiyorsunuz ve bu başlıkları kitap hâline getirilecek yeni düşüncelerin çıkış noktaları olarak görebilir miyiz?

Konu başlıklarını sabah erken saatte yatakta uzanmış hâlde, cep telefonumda haberleri okurken seçiyorum. Bir yandan okuyorum bir yandan notlar alıyorum, düşünüyorum, öfkeleniyorum, gülüyorum, hatta bazen yataktan daha çıkmadan makalenin tamamını yazmış oluyorum. Sonra yazıyı biraz süsleyip yayın yönetmenlerine gönderiyorum. Evet bazen bu yazılar bir süre demleniyor ve derin düşünceler hâlinde kitaplarıma giriyor. Dediğim gibi, aralarında çok az fark olan oyun sahalarında aynı eleştirel düşünce pratiği top koşturuyor.

Kaynak

0 Yorum: