Lübnan iç savaşı 1990’da sona erdi. Savaşı kazanan
(Şii Emel Hareketi’ne, Dürzilerin İlerici Sosyalist Partisi’ne ve Sünni
geleneksel politik sınıfına) mensup milisler, Suriye rejiminden, General Michel
Avn’ın Doğu Beyrut’ta başlattığı ayaklanmayı bastırmasını istediler. O dönemde
Hizbullah’ın Suriye rejimi ile arası açıktı, böylelikle Lübnan güçleri ve
İsrail’deki müttefikleri, bilhassa İsrail’in 1982-1984 arası dönemde Beyrut’tan
kademeli olarak geri çekilmesi sonrası, büyük hasmından kurtulma imkânı
buldukları için mutlu oldular. Sonrasında Lübnan yeniden inşa sürecine girdi. İç
savaşın ardından eşi benzeri görülmemiş bir ABD-Suudi-Suriye ittifakı eliyle
yeni bir rejim tesis edildi.
1992’de itibarını büyük ölçüde yolsuzluğa hiç
bulaşmamış oluşuna borçlu olan başbakan Ömer Kerami, ülke genelini saran bir
karışıklıkla yüzleşti. Sokakları kuşatan çeteler düzenin bozulmasına neden
oldular.
İlerleyen süreçte başbakana karşı tertiplenen bu
sokak darbesinin arkasında Lübnanlı aynı zamanda Suudi vatandaşı olan milyarder
Refik Hariri’nin ve Suriye istihbaratının olduğu anlaşıldı. Sonrasında Suudilerin
ve ABD’nin desteğiyle Suriye istihbaratı, Lübnan tarihinde yolsuzluğa en fazla
bulaşmış olan bu adamı başbakan koltuğuna oturttu. Böylelikle Refik Hariri dönemi
başlamış oldu. Söz konusu dönem, Hariri’nin bombalı araç saldırısı ile
öldürüleceği 2005 yılına dek devam etti.
Yolsuzluğun
Dibi
Lübnan’da yolsuzluklara daha önce de tanık
olunmuştu ama Hariri sayesinde ülke yolsuzluğun dibini gördü. Emile Lahhud’un
hatıratında ve röportajlarında bu yolsuzlukların ulaştığı sınırı görmek mümkün.
Hariri, cumhurbaşkanı İlyas Haravi’yi ve birçok
siyasetçiyi, hatta rakiplerinin danışmanlarını maaşa bağladı. Bağlanmayanlarsa Hariri’nin
düşmanları idi: genelkurmay başkanı Emile Lahhud (sonra cumhurbaşkanı oldu) ve Hariri’nin
bağışlarına minnet etmeyen Hizbullah.
Hariri, suikasta kurban gittiği gün 16 milyar
dolarlık bir servete sahipti. Lübnan için yeni bir sistem kuran Hariri, ülkeyi
Suriye istihbaratı ile birlikte yönetti. Hatta Suriye’deki politika elitlerinin
belirli bir kısmını satın aldı (fakat kendi iktidarını oluşturmak ve babasının
adamlarından kurtulmak isteyen Beşşar Esad’ın başa geçmesiyle bu düzen son
buldu. Esad’ın babasının adamlarının önemli bölümü ,Hariri’nin satın aldığı
kişilerdi.)
Neoliberal
Reçetenin En Uç Biçimleri
Lübnan ekonomisini yeniden inşa eden Hariri, Dünya
Bankası’na ve IMF’e ait neoliberal reçetelerin en uç biçimlerini uygulamaya
koydu.
Hariri, tüm kamu sektörünü ortadan kaldırmaya
niyetlendi, karşılaştığı direniş sonucu satamadıklarını parasal açıdan zor
duruma sokmaya çalıştı, onların işlememesi, mahvolması için uğraştı. Sonuçta
Lübnan televizyonu, radyosu, üniversitesi, toplu taşımacılık sistemi, elektrik
santralleri, su kaynakları ve çöp toplama merkezleri çürümeye terk edildi.
Hariri, elektrik sisteminin iyileştirilmesi
gerekliliğinin üzerinde bile durmadı. İç savaş sonrası süreçte ülkede elektrik
kesintileri, yurttaşların en fazla şikâyet ettiği konuydu. Yolsuzluğa bulaşmış
siyasetçiler, özel ev tipi jeneratörlerin satışlarından ciddi kârlar elde
ettiler.
Bunun dışında Hariri, Beyrut şehir merkezinin
yeniden inşa edilmesini istedi. Savaştan önce burası farklı sınıfların ve
mezheplerin bir araya gelip alış veriş yaptığı bir yerdi. Zenginlerin ayrı
fakirlerin ayrı pazarları vardı. Ayrı yaşamalarına, eşit olmamalarına karşın bu
insanlar aynı havayı soluyorlardı.
Savaş sonrası Hariri, sınırlı bir tazminat
karşılığı insanların mallarını müsadere etmeye başladı. Lübnan’ın ve Körfez’in
zenginleri için gösterişli bir şehir merkezi inşa edecek olan Solidaire isimli
bir özel şirket kurdu, şirketin başına da kendi dostlarını getirdi.
2005’te öldürüldükten sonra hakkında Batı
medyasının sarf ettiği tespitlerin aksine Hariri, esasen parasını yeniden inşa
süreci için hiç kullanmadı. Bunun yerine o, gelecek kuşakların tüm varını
yoğunu ipotek altına aldı. Lübnan, Hariri’nin ve dostlarının aslan payına sahip
olduğu özel bankalara borçlu hâle getirildi.
Hariri, Merrill Lynch’te fon müdürü olarak çalışan
Riyad Selame’yi merkez bankası başkanı atadı. (Bu konuda Marunî Kilisesi patriği
Nasrallah Butros Fayr’ın Antoine Saad elinden çıkan biyografisinin birinci cildine
bakılabilir.) Selame, başkanlığa devam etti. Bugünlerde, iki haftayı aşkın bir
süredir devam eden gösterilerde merkez bankası, göstericilerin her gün hedef
aldığı kurumlardan biri.
Bankalar Zenginleşiyor,
Hizmet
Ekonomisine Odaklanılıyor
Aynı Riyad Selame, mali programa bağlı olarak,
halkın gazabına uğradı. Bu programa bağlı olarak Lübnan halkı fakirleşirken,
özel bankalar zenginleştiler. Hariri’nin kanaatine göre Lübnan, hizmet
sektörünü esas alan ekonomi politikası temelinde müreffeh olabilirdi. Körfez
ülkelerindeki kraliyet ailesi mensupları için işletilen seks turizmini de
içerecek biçimde turizme yaslanan bu ekonomi politikasında ağırlık verilen
diğer bir alan da bankacılıktı. Süreç içerisinde tarım ve sanayi eski itibarını
yitirdi. Hariri, ABD’nin Bekaa Vadisi’nde, on binlerce ailenin geçim kaynağı
olan hintkeneviri ekimiyle mücadele edilmesine yönelik baskılarına boyun eğdi.
Politik düzlemde Hariri’nin elini kolunu
rahatlatan ana güçse Suriye rejimi idi. Rejim, Hizbullah’la çatışması için ona
yetki verdi. Hariri, ayrıca Arap-İsrail barışının (“yeni bahar”ın) ülkeyi
zenginleştireceğini söyledi, ama zamanla bu rüyanın boş olduğu anlaşıldı.
Zenginlerden alınan vergileri azaltan Hariri, alt
sınıfların sırtına ağır yük bindiren katma değer vergisini gündeme getirdi. Zenginle
fakir arasındaki gelir farkı iyice arttı. Tüm Beyrut genelinde lüks binalar
diken ve emlâk sektörüne yatırım yapan zenginler, orta sınıfı başkentin dışına
attılar.
Öte yandan Refik Hariri’nin neoliberalizmi güçlü
bir tepkiye yol açtı. Doksanlarda sendikalar birleşip güçlü bir muhalefet
hareketini örgütlediler ve eylemler gerçekleştirdiler. Bu noktada Hariri Suriye
istihbaratının kapısını çaldı, onun yardımıyla sendikaları ezdi, liderlerini
yok etti. Her zaman olduğu gibi mezhepçiliğe başvurdu, bu yönde ajitasyon
faaliyeti yürüttü, eski komünistleri emrine alıp ülkedeki bağımsız sendikalarla
mücadele etti. Suriye rejimi ve Hariri, sendikalara gözdağı vermek adına Baas
Partisi veya Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi mensubu çalışma bakanlarıyla
sıkı ilişkiler kurdu. Uygulamaya konulan program uyarınca sendikalar, Emel
Hareketi’nin meclis sözcüsü ve lideri Nebih Berri’nin dostu olan kişilerce
yönetilmeye devam ettiler.
İsrail
Karşıtı Direniş Hareketine Yönelik Komplo
Hariri, bir yandan ülkeye kendi ekonomi anlayışını
dayatırken bir yandan da Lübnan’daki İsrail karşıtı direnişi zayıflatmak için
komplolara imza attı. Kendisine ait olan Müstakbel
gazetesi, direnişi İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarından dolayı suçladı.
Lübnan silâhlı kuvvetleri genelkurmay başkanı
Emile Lahhud’u satın almaya, böylelikle onun direnişe silâh temin edememesini
sağlamaya çalıştı, ancak satın alınacak biri olmayan Lahhud, Lübnan’ın
kendisini savunma hakkı bulunduğuna inanmaktaydı.
Suriye rejimi bile, eski Suriye cumhurbaşkanı yardımcısı
ve Lübnan yüksek komiseri Abdulhalim Haddam eliyle, direnişi silâhsızlandırmaya
çalıştı. İnsanlar, bu bağlamda Hizbullah’ın Suriye rejimiyle ilişkilerinin
ancak Beşşar Esad döneminde güçlendiğini, Hafız Esad’a bağlı subayların
Hizbullah’a şüpheyle yaklaştıklarını, hatta Suriye askerlerinin Beyrut’a
girdiği 1987 yılında örgüt üyelerini katlettiğini unutuyor.
1998’de cumhurbaşkanı seçilen Emile Lahhud, Salim
Huss’u başbakan atadı. Huss, Hariri’nin ekonomi politikalarının tayin ettiği
yönü terse çevirmeye ve yolsuzlukla mücadele etmeye çalıştı.
Hariri ise önemli bakanlarıyla bir gölge hükümet
kurdu. Hariri ile sıkı ilişkilere sahip olan, sonrasında danışmanlığını yapan
Dünya Bankası başkanı, Hariri’ye onun başbakanlık yapmadığı 1998-2000 arası
dönemde Lübnan ekonomisiyle ilgili, olumsuz raporlar yayınlayarak yardım etti. Bu
noktada Lahhud’un reformlarının zayıf kaldığını, yolsuzluğa bulaşmış olan
damadı İlyas Murr’u içişleri bakanlığı görevinde tuttuğunu, bu Murr’un
sonrasında savunma bakanlığı yaptığını söylemek gerek.
2000’de mezhepçi kampı yardıma çağırıp Lübnan’daki
güvenlik sisteminden ve Suriye istihbaratından destek gören Refik Hariri,
meclis seçimlerinde oyların büyük bir kısmını alarak yeniden başbakan oldu. Bu sefer
eskisinden daha güçlü olan Hariri’nin Beşşar Esad döneminde Suriye rejimiyle
ilişkilerinin zayıflamasıyla birlikte ABD, Fransa ve Suudi Arabistan’la ilişkileri
güçlendi.
Bugün Lübnan halkı, Refik Hariri’nin herkesten
daha fazla sorumlu olduğu ekonomik-politik sisteme karşı gösteriler düzenliyor.
Sistemin
Belkemiği: Yolsuzluk
Hiç şüphe yok ki devlette ve kurumlarında hâkim
olan temel unsur, yolsuzluk. Yolsuzluğu sistemin belkemiği hâline getirense
Hariri. Hariri, sadece önemli siyasetçileri ve generalleri kendisine bağlı
maaşlı adamlar hâline getirmekle kalmadı, aynı zamanda eski dışişleri bakanı
yardımcısı Richard Murphy ile CNN’in Beyrut’taki büro şefini bile satın aldı.
Hariri, düşmanlarının Lübnan halkına karşı suç işlediğini
söyleyen büyük bir propaganda aygıtından yararlanma imkânı buldu. Babasındaki ticaret
zekâsından ve politik becerilerinden mahrum olan oğlu Saad Hariri, ailenin
lideri olarak, Suudi-Amerika ittifakının itaatkâr bir hizmetçisi ve bu görevine
hâlen daha devam ediyor. Refik Hariri’nin öldürülmesi sonrası onun yerine
geçecek ismi Suudi kraliyet ailesi belirledi. Prens Selman, ağabeyi Baha yerine
Saad’ı seçti.
Lübnan halkı, gösterilerde tüm yönetici sınıfı
karşıya aldı. Gösterilere İlerici Sosyalist Parti lideri ve Suriye rejimine
bağlı bir isim iken 2005 sonrası Suudi Arabistan’a ve ABD’ye bağlanan Velid
Canpolat, ayrıca bugünlerde Suudi rejimi çizgisinde olan, iç savaş süresince en
ağır savaş suçlarını işlemiş, bu noktada İsrail’in vekil gücü olarak savaşmış
olan milis kuvvetinin, şimdilerde Lübnan Güçleri Partisi’nin lideri Samir Caca
da dâhil oldu.
Başka isimler de var: servetini Suriye ve Lübnan’daki
telekomünikasyon yatırımlarına borçlu olan Trabluslu milyarder Necib Mikati ve
Suudi bağlantılarına sahip Trablus milletvekili ve milyarder Muhammed Safadi bu
isimlerden bazıları.
Fransa’nın güneyinde milyon dolarlık düğünler
yapan, özel jetlerinde, yatlarında ve ülke içindeki/dışındaki mâlikanelerinde
caka satan yönetici sınıfın müsrif yaşam tarzı, ayın sonunu zor getiren
insanların öfkesini daha da artırdı.
Halktaki bu hınç ve öfke öylesine büyük ki Lübnan
halkını bölen dinsel ve mezhepsel çizgiler bile silikleşti. Oysa bu türden
gerilimler, sınıfsal öfkeyi bastırıp toplumun tüm kesimlerinin harekete geçme
ihtimalini ortadan kaldırmak için yöneticiler eliyle bile isteye körüklenmekte.
Gösterilerin ne yöne evrileceği belli değilse de
ABD ve İsrail’in bu gösterileri kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya
çalışacağına hiç kimsenin şüphesi yok.
Batı medyası, son günlerde yolsuzluk denilen
lekeyi üzerine pek bulaştırmamış olan Hizbullah’a ve lideri Hasan Nasrallah’a
odaklanıp duruyor.
Ama gelgelelim Hizbullah’ın da eleştiriden payına
düşeni alması gerekiyor. Kargaşadan ve mezheplerarası çatışmadan korkan
Nasrallah, son günlerde rejimi savunur bir pozisyon alıyor. İttifak kurduğu
Nebih Berri ile ilişkileri, örgütün yeni mecliste yolsuzlukla mücadele
edeceğine dair vaadini boşa düşürüyor.
ABD, muhtemelen Hizbullah’a yönelik muhalefetin
daha da artması umuduyla, ülkedeki ekonomik krizin derinleşmesini istiyor. Fakat
yönetici sınıfın büyük bir kısmının ABD’ye ve Suudi Arabistan’a sadakatle bağlı
olması sebebiyle ABD’nin kendi çıkarlarına hizmet eden bir rejimin altını
oyması pek mümkün görünmüyor.
Bu sebeple belki de ABD, ülkeyi sarsmak istiyor
ama onu yıkıma sürüklemek istemiyor. Lübnan halkı, ülkeyi hedef alan tüm dış
kaynaklı komploları boşa düşürmeyi bilecek bir halk ama gene de onun birliğe ve
devrimci bir gayrete ihtiyaç duyduğu da açık.
Suudi rejimine bağlı
siyaset baronlarının kütle hâlinde gösterilere sızmasında (bilhassa Canpolat ve
Caca yandaşlarının dâhil oluşunda) amaç, gösterilerin yönünü ABD-İsrail-Suudi
ittifakının lehine olacak bir tarafa çevirmek. Uyanık olmak ve saflarından
yönetici sınıfı ve çıkarlarını korumaktan başka bir şeyi istemeyenleri atmaksa
göstericilere kalmış.
Esad Ebu Halil
7 Kasım 2019
0 Yorum:
Yorum Gönder