07 Kasım 2019

, ,

Lübnan’daki Gösterilerin Kökenleri



Lübnan’ın krizsiz bir günü hiç olmadı. Sömürgeci Fransızlar eliyle kurulduğundan beri ülke sürekli iç savaşa tanıklık etti. Ara sıra patlak veren iç savaş ölümlere ve yıkıma sebep oldu, politik durumu daha da kötüleştirdi. Bugünkü ise en azından 1992’den beri oluşmakta olan bir kriz.

Lübnan iç savaşı 1990’da sona erdi. Savaşı kazanan (Şii Emel Hareketi’ne, Dürzilerin İlerici Sosyalist Partisi’ne ve Sünni geleneksel politik sınıfına) mensup milisler, Suriye rejiminden, General Mişel Avn’ın Doğu Beyrut’ta başlattığı ayaklanmayı bastırmasını istediler. O dönemde Hizbullah’ın Suriye rejimi ile arası açıktı, böylelikle Lübnan güçleri ve İsrail’deki müttefikleri, bilhassa İsrail’in 1982-1984 arası dönemde Beyrut’tan kademeli olarak geri çekilmesi sonrası, büyük hasmından kurtulma imkânı buldukları için mutlu oldular. Sonrasında Lübnan yeniden inşa sürecine girdi. İç savaşın ardından eşi benzeri görülmemiş bir ABD-Suudi-Suriye ittifakı eliyle yeni bir rejim tesis edildi.

1992’de itibarını büyük ölçüde yolsuzluğa hiç bulaşmamış oluşuna borçlu olan başbakan Ömer Kerami, ülke genelini saran bir karışıklıkla yüzleşti. Sokakları kuşatan çeteler düzenin bozulmasına neden oldular.

İlerleyen süreçte başbakana karşı tertiplenen bu sokak darbesinin arkasında Lübnanlı aynı zamanda Suudi vatandaşı olan milyarder Refik Hariri’nin ve Suriye istihbaratının olduğu anlaşıldı. Sonrasında Suudilerin ve ABD’nin desteğiyle Suriye istihbaratı, Lübnan tarihinde yolsuzluğa en fazla bulaşmış olan bu adamı başbakan koltuğuna oturttu. Böylelikle Refik Hariri dönemi başlamış oldu. Söz konusu dönem, Hariri’nin bombalı araç saldırısı ile öldürüleceği 2005 yılına dek devam etti.

Yolsuzluğun Dibi

Lübnan’da yolsuzluklara daha önce de tanık olunmuştu ama Hariri sayesinde ülke yolsuzluğun dibini gördü. Emile Lahhud’un hatıratında ve röportajlarında bu yolsuzlukların ulaştığı sınırı görmek mümkün.

Hariri, cumhurbaşkanı İlyas Haravi’yi ve birçok siyasetçiyi, hatta rakiplerinin danışmanlarını maaşa bağladı. Bağlanmayanlarsa Hariri’nin düşmanları idi: genelkurmay başkanı Emile Lahhud (sonra cumhurbaşkanı oldu) ve Hariri’nin bağışlarına minnet etmeyen Hizbullah.

Hariri, suikasta kurban gittiği gün 16 milyar dolarlık bir servete sahipti. Lübnan için yeni bir sistem kuran Hariri, ülkeyi Suriye istihbaratı ile birlikte yönetti. Hatta Suriye’deki politika elitlerinin belirli bir kısmını satın aldı (fakat kendi iktidarını oluşturmak ve babasının adamlarından kurtulmak isteyen Beşşar Esad’ın başa geçmesiyle bu düzen son buldu. Esad’ın babasının adamlarının önemli bölümü, Hariri’nin satın aldığı kişilerdi.)

Neoliberal Reçetenin En Uç Biçimleri

Lübnan ekonomisini yeniden inşa eden Hariri, Dünya Bankası’na ve IMF’e ait neoliberal reçetelerin en uç biçimlerini uygulamaya koydu.

Hariri, tüm kamu sektörünü ortadan kaldırmaya niyetlendi, karşılaştığı direniş sonucu satamadıklarını parasal açıdan zor duruma sokmaya çalıştı, onların işlememesi, mahvolması için uğraştı. Sonuçta Lübnan televizyonu, radyosu, üniversitesi, toplu taşımacılık sistemi, elektrik santralleri, su kaynakları ve çöp toplama merkezleri çürümeye terk edildi.

Hariri, elektrik sisteminin iyileştirilmesi gerekliliğinin üzerinde bile durmadı. İç savaş sonrası süreçte ülkede elektrik kesintileri, yurttaşların en fazla şikâyet ettiği konuydu. Yolsuzluğa bulaşmış siyasetçiler, özel ev tipi jeneratörlerin satışlarından ciddi kârlar elde ettiler.

Bunun dışında Hariri, Beyrut şehir merkezinin yeniden inşa edilmesini istedi. Savaştan önce burası farklı sınıfların ve mezheplerin bir araya gelip alışveriş yaptığı bir yerdi. Zenginlerin ayrı fakirlerin ayrı pazarları vardı. Ayrı yaşamalarına, eşit olmamalarına karşın bu insanlar aynı havayı soluyorlardı.

Savaş sonrası Hariri, sınırlı bir tazminat karşılığı insanların mallarını müsadere etmeye başladı. Lübnan’ın ve Körfez’in zenginleri için gösterişli bir şehir merkezi inşa edecek olan Solidaire isimli bir özel şirket kurdu, şirketin başına da kendi dostlarını getirdi.

2005’te öldürüldükten sonra hakkında Batı medyasının sarf ettiği tespitlerin aksine Hariri, esasen parasını yeniden inşa süreci için hiç kullanmadı. Bunun yerine o, gelecek kuşakların tüm varını yoğunu ipotek altına aldı. Lübnan, Hariri’nin ve dostlarının aslan payına sahip olduğu özel bankalara borçlu hâle getirildi.

Hariri, Merrill Lynch’te fon müdürü olarak çalışan Riyad Selame’yi merkez bankası başkanı atadı. (Bu konuda Marunî Kilisesi patriği Nasrallah Butros Fayr’ın Antoine Saad elinden çıkan biyografisinin birinci cildine bakılabilir.) Selame, başkanlığa devam etti. Bugünlerde, iki haftayı aşkın bir süredir devam eden gösterilerde merkez bankası, göstericilerin her gün hedef aldığı kurumlardan biri.

Bankalar Zenginleşiyor,

Hizmet Ekonomisine Odaklanılıyor

Aynı Riyad Selame, mali programa bağlı olarak, halkın gazabına uğradı. Bu programa bağlı olarak Lübnan halkı fakirleşirken, özel bankalar zenginleştiler. Hariri’nin kanaatine göre Lübnan, hizmet sektörünü esas alan ekonomi politikası temelinde müreffeh olabilirdi. Körfez ülkelerindeki kraliyet ailesi mensupları için işletilen seks turizmini de içerecek biçimde turizme yaslanan bu ekonomi politikasında ağırlık verilen diğer bir alan da bankacılıktı. Süreç içerisinde tarım ve sanayi eski itibarını yitirdi. Hariri, ABD’nin Bekaa Vadisi’nde, on binlerce ailenin geçim kaynağı olan hintkeneviri ekimiyle mücadele edilmesine yönelik baskılarına boyun eğdi.

Politik düzlemde Hariri’nin elini kolunu rahatlatan ana güçse Suriye rejimi idi. Rejim, Hizbullah’la çatışması için ona yetki verdi. Hariri, ayrıca Arap-İsrail barışının (“yeni bahar”ın) ülkeyi zenginleştireceğini söyledi, ama zamanla bu rüyanın boş olduğu anlaşıldı.

Zenginlerden alınan vergileri azaltan Hariri, alt sınıfların sırtına ağır yük bindiren katma değer vergisini gündeme getirdi. Zenginle fakir arasındaki gelir farkı iyice arttı. Tüm Beyrut genelinde lüks binalar diken ve emlâk sektörüne yatırım yapan zenginler, orta sınıfı başkentin dışına attılar.

Öte yandan Refik Hariri’nin neoliberalizmi güçlü bir tepkiye yol açtı. Doksanlarda sendikalar birleşip güçlü bir muhalefet hareketini örgütlediler ve eylemler gerçekleştirdiler. Bu noktada Hariri Suriye istihbaratının kapısını çaldı, onun yardımıyla sendikaları ezdi, liderlerini yok etti. Her zaman olduğu gibi mezhepçiliğe başvurdu, bu yönde ajitasyon faaliyeti yürüttü, eski komünistleri emrine alıp ülkedeki bağımsız sendikalarla mücadele etti. Suriye rejimi ve Hariri, sendikalara gözdağı vermek adına Baas Partisi veya Suriye Sosyal Nasyonalist Partisi mensubu çalışma bakanlarıyla sıkı ilişkiler kurdu. Uygulamaya konulan program uyarınca sendikalar, Emel Hareketi’nin meclis sözcüsü ve lideri Nebih Berri’nin dostu olan kişilerce yönetilmeye devam ettiler.

İsrail Karşıtı Direniş Hareketine Yönelik Komplo

Hariri, bir yandan ülkeye kendi ekonomi anlayışını dayatırken bir yandan da Lübnan’daki İsrail karşıtı direnişi zayıflatmak için komplolara imza attı. Kendisine ait olan Müstakbel gazetesi, direnişi İsrail’in Lübnan’a yönelik saldırılarından dolayı suçladı.

Lübnan silâhlı kuvvetleri genelkurmay başkanı Emile Lahhud’u satın almaya, böylelikle onun direnişe silâh temin edememesini sağlamaya çalıştı, ancak satın alınacak biri olmayan Lahhud, Lübnan’ın kendisini savunma hakkı bulunduğuna inanmaktaydı.

Suriye rejimi bile, eski Suriye cumhurbaşkanı yardımcısı ve Lübnan yüksek komiseri Abdulhalim Haddam eliyle, direnişi silâhsızlandırmaya çalıştı. İnsanlar, bu bağlamda Hizbullah’ın Suriye rejimiyle ilişkilerinin ancak Beşşar Esad döneminde güçlendiğini, Hafız Esad’a bağlı subayların Hizbullah’a şüpheyle yaklaştıklarını, hatta Suriye askerlerinin Beyrut’a girdiği 1987 yılında örgüt üyelerini katlettiğini unutuyor.

1998’de cumhurbaşkanı seçilen Emile Lahhud, Salim Huss’u başbakan atadı. Huss, Hariri’nin ekonomi politikalarının tayin ettiği yönü terse çevirmeye ve yolsuzlukla mücadele etmeye çalıştı.

Hariri ise önemli bakanlarıyla bir gölge hükümet kurdu. Hariri ile sıkı ilişkilere sahip olan, sonrasında danışmanlığını yapan Dünya Bankası başkanı, Hariri’ye onun başbakanlık yapmadığı 1998-2000 arası dönemde Lübnan ekonomisiyle ilgili, olumsuz raporlar yayınlayarak yardım etti. Bu noktada Lahhud’un reformlarının zayıf kaldığını, yolsuzluğa bulaşmış olan damadı İlyas Murr’u içişleri bakanlığı görevinde tuttuğunu, bu Murr’un sonrasında savunma bakanlığı yaptığını söylemek gerek.

2000’de mezhepçi kampı yardıma çağırıp Lübnan’daki güvenlik sisteminden ve Suriye istihbaratından destek gören Refik Hariri, meclis seçimlerinde oyların büyük bir kısmını alarak yeniden başbakan oldu. Bu sefer eskisinden daha güçlü olan Hariri’nin Beşşar Esad döneminde Suriye rejimiyle ilişkilerinin zayıflamasıyla birlikte ABD, Fransa ve Suudi Arabistan’la ilişkileri güçlendi.

Bugün Lübnan halkı, Refik Hariri’nin herkesten daha fazla sorumlu olduğu ekonomik-politik sisteme karşı gösteriler düzenliyor.

Sistemin Belkemiği: Yolsuzluk

Hiç şüphe yok ki devlette ve kurumlarında hâkim olan temel unsur, yolsuzluk. Yolsuzluğu sistemin belkemiği hâline getirense Hariri. Hariri, sadece önemli siyasetçileri ve generalleri kendisine bağlı maaşlı adamlar hâline getirmekle kalmadı, aynı zamanda eski dışişleri bakanı yardımcısı Richard Murphy ile CNN’in Beyrut’taki büro şefini bile satın aldı.

Hariri, düşmanlarının Lübnan halkına karşı suç işlediğini söyleyen büyük bir propaganda aygıtından yararlanma imkânı buldu. Babasındaki ticaret zekâsından ve politik becerilerinden mahrum olan oğlu Saad Hariri, ailenin lideri olarak, Suudi-Amerika ittifakının itaatkâr bir hizmetçisi ve bu görevine hâlen daha devam ediyor. Refik Hariri’nin öldürülmesi sonrası onun yerine geçecek ismi Suudi kraliyet ailesi belirledi. Prens Selman, ağabeyi Baha yerine Saad’ı seçti.

Lübnan halkı, gösterilerde tüm yönetici sınıfı karşıya aldı. Gösterilere İlerici Sosyalist Parti lideri ve Suriye rejimine bağlı bir isim iken 2005 sonrası Suudi Arabistan’a ve ABD’ye bağlanan Velid Canpolat, ayrıca bugünlerde Suudi rejimi çizgisinde olan, iç savaş süresince en ağır savaş suçlarını işlemiş, bu noktada İsrail’in vekil gücü olarak savaşmış olan milis kuvvetinin, şimdilerde Lübnan Güçleri Partisi’nin lideri Samir Caca da dâhil oldu.

Başka isimler de var: servetini Suriye ve Lübnan’daki telekomünikasyon yatırımlarına borçlu olan Trabluslu milyarder Necib Mikati ve Suudi bağlantılarına sahip Trablus milletvekili ve milyarder Muhammed Safadi bu isimlerden bazıları.

Fransa’nın güneyinde milyon dolarlık düğünler yapan, özel jetlerinde, yatlarında ve ülke içindeki/dışındaki malikanelerinde caka satan yönetici sınıfın müsrif yaşam tarzı, ayın sonunu zor getiren insanların öfkesini daha da artırdı.

Halktaki bu hınç ve öfke öylesine büyük ki Lübnan halkını bölen dinsel ve mezhepsel çizgiler bile silikleşti. Oysa bu türden gerilimler, sınıfsal öfkeyi bastırıp toplumun tüm kesimlerinin harekete geçme ihtimalini ortadan kaldırmak için yöneticiler eliyle bile isteye körüklenmekte.

Gösterilerin ne yöne evrileceği belli değilse de ABD ve İsrail’in bu gösterileri kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya çalışacağına hiç kimsenin şüphesi yok.

Batı medyası, son günlerde yolsuzluk denilen lekeyi üzerine pek bulaştırmamış olan Hizbullah’a ve lideri Hasan Nasrallah’a odaklanıp duruyor.

Ama gelgelelim Hizbullah’ın da eleştiriden payına düşeni alması gerekiyor. Kargaşadan ve mezheplerarası çatışmadan korkan Nasrallah, son günlerde rejimi savunur bir pozisyon alıyor. İttifak kurduğu Nebih Berri ile ilişkileri, örgütün yeni mecliste yolsuzlukla mücadele edeceğine dair vaadini boşa düşürüyor.

ABD, muhtemelen Hizbullah’a yönelik muhalefetin daha da artması umuduyla, ülkedeki ekonomik krizin derinleşmesini istiyor. Fakat yönetici sınıfın büyük bir kısmının ABD’ye ve Suudi Arabistan’a sadakatle bağlı olması sebebiyle ABD’nin kendi çıkarlarına hizmet eden bir rejimin altını oyması pek mümkün görünmüyor.

Bu sebeple belki de ABD, ülkeyi sarsmak istiyor ama onu yıkıma sürüklemek istemiyor. Lübnan halkı, ülkeyi hedef alan tüm dış kaynaklı komploları boşa düşürmeyi bilecek bir halk ama gene de onun birliğe ve devrimci bir gayrete ihtiyaç duyduğu da açık.

Suudi rejimine bağlı siyaset baronlarının kütle hâlinde gösterilere sızmasında (bilhassa Canpolat ve Caca yandaşlarının dâhil oluşunda) amaç, gösterilerin yönünü ABD-İsrail-Suudi ittifakının lehine olacak bir tarafa çevirmek. Uyanık olmak ve saflarından yönetici sınıfı ve çıkarlarını korumaktan başka bir şeyi istemeyenleri atmaksa göstericilere kalmış.

Esad Ebu Halil
7 Kasım 2019
Kaynak

0 Yorum: