20 Şubat 2023

,

Hasan Ziya Zarifi ve Silâhlı Mücadele


1972 yılının Kasım veya Aralık aylarında Farsça yayınlar çıkartan 19 Bahman isimli yayınevi, “Cezeni Grubu’nun Tezi” (Tez-e güruh-e Cezeni) adını taşıyan 16.500 kelimelik bir metni yayımladı. Londra’da bulunan bu önemli sol yayınevi, Cezeni Grubu’nun çalışmalarını yayımlama işini üstlenmişti. Başında Menuşehr Kalantari isimli bir kişi bulunmaktaydı. Bican Cezeni’nin dayısı olan Kalantari, Cezeni Grubu olarak bilinen yapının kurucularındandı. Bu grubun içinde uzun süre çalışmış olan Kalantari, İran’dan Nisan 1967’de ayrılmış, Londra’ya yerleşmişti.

Üzerinde yazar ismi bulunmayan Cezeni Grubu’nun Tezi, iki bölümden oluşuyordu ve içinde birbiriyle bağlantısı bulunmayan iki başlığa ayrılmıştı. İlk bölümün başlığı, “İran Halkının Sömürgecilik Karşıtı Kurtuluş Hareketinin Sorunları” idi. İkinci bölümün başlığı ise “Mevcut Koşullarda İranlı Komünistlerin Ana Sorumlulukları”ydı. İlk bölümde 1953 darbesi sonrası içte ve dışta yaşanan gelişmeler ele alınmaktaydı. İlk bölümde sunulan analize doğrudan atıfta bulunarak başlayan ikinci bölüm, potansiyel devrimci güçlere ve statükoya dair sosyopolitik bir değerlendirmeyi içermekteydi. Sonuç kısmında ise silâhlı mücadelenin neden ve nasıl yürütülmesi gerektiği meselesi ele alınmaktaydı.

Muhtemelen Kalantari, bu çalışmayı Tahran’dan üzerinde bir isim ve başlık olmaksızın almıştı. Londra’ya gelen Kalantari, metni yayımlanabilecek hâle getirdi. Cezeni Grubu’nun Tezi ismi verilmek suretiyle Cezeni ismini öne çıkartmak, muhtemelen Kalantari’nin işiydi. İki bölüme ayırıp her bir bölüme başlık veren de oydu. İkinci baskı için yazılan girişte Kalantari, broşürün Cezeni ve Ziya Zarifi Grubu’nun fikirlerini aktardığını söylemesine rağmen, o, broşüre “Cezeni ve Ziya Zarifi Grubu’nun Tezi” değil de “Cezeni Grubu’nun Tezi” adını vermişti.[1]

Broşürün yazarı konusunda Kalantari, eserin bir grubun ortak emeğin ürünü olduğunu, Cezeni-Zarifi Grubu’nun 1965-1967 arası dönemde yaptığı değerlendirmelere ve düşüncelere yer verdiğini söyledi. 1975’te Cezeni ile Ziya Zarifi’nin öldürülmesi ardından Kalantari, İran’da Silâhlı Hareketin Öncüsü: Cezeni-Zarifi Grubu isminde başka bir broşür yayımladı. Burada da Cezeni Grubu’nun Tezi isimli ilk broşürün Ziya Zarifi ve Cezeni tarafından yazıldığı söylenmekteydi.[2]

Bu eserin kolektif emek ürünü olduğuna dair iddialara rağmen eseri aslında Hasan Ziya Zarifi tek başına kaleme almıştı. 1979 devrimi öncesi Kalantari, Haydar Tebrizi’ye sırrı ifşa etti ve ilgili broşürün esas olarak Hasan Ziya Zarifi tarafından yazıldığını söyledi.[3]

Hem Cezeni hem de Ziya Zarifi’ye yakın olan Huşeng Keşaverz Sadr’a göre, Zarifi 1965-1966’da bir makale yazmıştı. Sadr’ın anımsadığı kadarıyla, o dönemde Zarifi ile yaptığı sohbette Zarifi’nin kendisine emperyalizm, yeni sömürgecilik, İran’da 1953 darbesi sonrası oluşan politik durum ve ülkedeki ağır politik sorunlara dair bir çalışma kaleme aldığını söylemişti. 1964 yazında Zarifi’nin ricası üzerine Sadr kendisine eşlik etmiş, ikili, birlikte Lahican’a gitmişti. Bu yolculuk esnasında Keşaverz Sadr, ülkedeki koşulların silâhlı mücadele için uygun olduğuna ilişkin bazı değerlendirmelerde bulundu. Zarifi arkadaşının bu sözü üzerine “yeni bir biçime sahip yeni bir hareket” üzerinde ciddi ciddi düşündüğünü söyledi.[4]

Ziya Zarifi’nin 1968-1969’da “Ne Söylüyordum?” başlıklı broşürünü 1965-1966’da yazılmış olan Cezeni Grubu’nun Tezi ile kıyasladığımızda, her iki metnin Ziya Zarifi’nin kaleminden çıkıp çıkmadığına dair şüpheler de ortadan kalkıyor. İki broşür, birçok ortak yöne sahip. İki metin, içerik olarak birbirine benziyor. Tarihsel referanslar, önemli fikirler, olayların analizi, kullanılan ifadeler, argümanların kronolojik sunumu, hatta cümle yapıları bile neredeyse birbirinin aynı.[5]

Bugün şunu güvenle dile getirebiliriz: “Ne Söylüyordum?” isimli metinde Ziya Zarifi, sonradan Cezeni Grubu’nun Tezi adını alacak olan ve 1965-1966’da kaleme alınan metinle ilgili bilgisinden istifade ediyor. Ziya Zarifi’nin yazısı, muhtemelen örgüt içerisinde yürütülen teorik çalışmalarda önemli bir belge olarak kullanıldı. Güz 1966 süresince Cezeni Grubu, silâhlı mücadelenin mümkün olup olmadığı konusunda kendi içinde tartışmalar yürüttü.[6]

Sorunun Nedeni: Mutlakiyetçi Despotik Monarşizm

Cezeni Grubu’nun Tezi isimli broşürde Ziya Zarifi, 1953 darbesi sonrası Şah’ın sosyopolitik hayatını kasten ve bilinçli olarak militarize ettiğini, giderek süngünün gücünden, şiddet araçlarından ve baskı aygıtlarından daha fazla yararlandığını söylüyordu. Ziya Zarifi’nin tespitine göre, Şah’ın “mutlakiyetçi despotik monarşi”sinde anayasanın uygulanacağına dair tüm iddialardan vazgeçildi, rejim, sırtını polis ve istihbarat kurumuna (SAVAK) dayadı. Devlete ait bu baskı aygıtlarının gündelik hayatla alakalı sorunları bile çözüme kavuşturacağı beklentisi içine girildi. Ziya Zarifi’ye göre, SAVAK ve polis teşkilâtı, zamanla kültürle, sporla, eğitimle, hatta toplu ulaşımla alakalı meselelere müdahil olmaya başladı.[7]

Ziya Zarifi’nin izahına göre, Şah’ın rejimi, İranlıların demokratik haklardan istifade etmesine izin vermedi, veremezdi de, çünkü anayasanın onay verdiği politik faaliyetlere gösterilen saygı, muhalefetin hızla harekete geçmesine ve Şah’ın yönetiminin zamanla zayıflamasına yol açmıştı.[8] Yaptığı analizinde Zarifi, rejimin “süngü ve kırbaç olmadan” tek bir gün bile hayatta kalamayacağını söylüyordu.[9] Ona göre, toplum, ne vakit hukuki haklarının peşine düşse rejim, anayasal özgürlüklerin önünü açmak yerine şiddete başvurmayı tercih ediyor, böylelikle, yönetimini uçuruma sürüklüyordu. Ziya Zarifi’nin tespitiyle, rejim, esasen tüm demokratik yolları kapatmayı tercih etmiş, muhalefetin en ufak faaliyetine bile hoşgörü gösterilmemesini söyleyen bir politikayı benimsemişti.[10] Zarifi’ye göre, “toplumda hâkim olan yoğun ve acımasız baskı”, halkı “eli silâhlı, gözü dönmüş düşman karşısında barışçıl araçlarla yürütülen direnişin sadece yenilgilerle ve insanın içini acıtan ümitsizlikle sonuçlanacağına ikna etti.”[11]

Argümanını tamama erdirirken Ziya Zarifi, rejimin geçici süre sınırlı bir politik serbestleşmeyi tecrübe ettiği 1959 ve 1962 yıllarındaki kendi deneyiminden yararlanmaktaydı. Bu deneyim ışığında şunu söyledi:

“Politikleşmiş kentli toplumsal katmanlar, doğru bir kavrayışla, hareketin hedeflerine ulaşmak için uygun yolu sokaklarda ense köküne cop yiyerek açamayacağını anladı.”[12]

Ziya Zarifi’ye göre, sahadaki gerçekliklere bağlı olarak, “Şah’ın despotik monarşisi”ne karşı koymak için kullanılacak yegâne uygun ve doğru yolu silâhlı mücadele açabilirdi.[13] Silâhlı mücadele, devrimin kendisi değil, devrime uzanan yoldu.

Bastırılmış politik hayal kırıklıklarının kendisini ifade edeceği kanalların bulunmadığı, politik değişimin gerekli olduğu kanaatinin güçlendiği dönemde barışçıl mücadele araçlarının yerini silâhlı mücadelenin alması gerektiğini söyleyen Zarifi[14], güç ilişkilerine ve toplumdaki güçler dengesine dair değerlendirmesi dâhilinde, silâhlı eylemlere başlarken fazla kötümserliğin ve fazla iyimserliğin tehlikeleri konusunda ikazda bulunuyordu. Ona göre, rejimin elindeki sınırsız ve kutsal sayılan güçlerle ilgili sözler yanlış ve tehlikeliydi. Bu fikirler, muhalefetin sesini soluğunu kesmek için bilerek yayılmaktaydı. Ayrıca rejimin gücünü asgari düzeye çekmekle ilgili görüşlere de ihtiyatla yaklaşan Zarifi, rejime ait askeri gücün silâhlı mücadele başlamasıyla birlikte kışlasına kapanacağı beklentisinin hüsnü kuruntudan ibaret olduğunu söylüyordu. Okurlarına rejimin bir politik suikastla (terör eylemiyle), patlayan bir bombayla veya kurulan bir pusuyla çökmeyeceği, bir gün sürecek bir “genel isyan”la devrilmeyeceği gerçeğini anımsatıyordu.[15]

Ziya Zarifi, Şah’ın rejimine karşı harekete geçen silâhlı devrimcilerden oluşan “askeri cephe”nin kuruluşunun “birçok açmazı, zorluğu ve zulmü içeren uzun soluklu, idaresi zor ve kesintisiz süren çatışma süreci”nin sadece başlangıcını ifade ettiğini söylüyordu.[16] Silâhlı mücadelenin gerekliliğini izah ederken Zarifi, despotik toplumlarla demokratik toplumları kıyaslıyor, demokratik toplumlarda araç ve amaç arasında paralellik kuruyordu. Demokratik toplumlarda gösteriler, grevler ve yürüyüşler gibi barışçıl mücadele araçları kitleleri harekete geçirip politize ediyordu. Bu tür eylemler sayesinde hareket, mesajını kitlelere iletiyor, halkın devrimi benimsemesi için gerekli koşulları hazırlıyordu. Ama despotik toplumlarda bu koşulları ancak silâhlı mücadele hazırlayabilir, ancak o, halkı harekete geçirebilirdi.[17] Demokratik koşulların bulunmadığı ülkede, devrimin stratejik hedefi, uygun şiddet taktikleri ile Şah’ın despotik monarşisini devirmekti.[18]

Bu muhakeme süreci üzerinden Zarifi, ısrarla barışçıl mücadele yöntemini “saçma” ve “anlamsız” kılan en önemli faktörün rejimin en ufak politik ifade kanalını tıkaması, hatta hareketin en muhafazakâr politik katmanının bile dilini kesmesi olduğunu söylüyordu. Broşürde görüşünü desteklemek adına şu soruyu soruyordu: “En ufak politik eylemin yasaklandığı koşullarda bizden başka ne yapmamızı bekliyorlar?”

Çalışmanın devamında Zarifi’nin üzerinde durduğu bir husus da Tude’nin radikal eylemlerden uzak durma kararıydı. Parti, bu kararı gerekçelendirmek için kendince kimi gerekçelerin arkasına sığınıyor, gerekli devrimci koşulların bulunmadığı üzerinde duruyordu. “Oportünistler”i eleştiren Zarifi, onlara hâkim politik koşullarda “mucizelere inanmadıklarını” söylüyordu.[19]

Ziya Zarifi’nin önerdiği silâhlı mücadele, suikastları, sabotaj eylemlerini, orduya ve güvenlik merkezlerine yönelik saldırıları, aynı zamanda gerilla savaşını içeriyordu. Zarifi’ye göre, silâhlı mücadele bir dizi hedefe ulaşılmasını sağlayacaktı. Hem kitlelere politik bilinç kazandıracak, hem onların devrimci enerjilerini açığa çıkaracak, hem de kitlelerin direnişini örgütleyecekti. Bu hedefler, ayrıca rejimin istikrarsızlaştırılması, maskesinin düşürülmesi, ülke içinde ve dışında rejim karşıtı güçlerle ittifak kurulması için gerekli nesnel koşulların yaratılması gibi başlıkları da içeriyordu.[20]

Hapishaneden Düşünceler

Ziya Zarifi’nin son kaleme aldığı “Ne Söylüyordum?” broşürü belirli bir amaç için yazılmıştı. Bu çalışma, muhtemelen 14 Şubat 1968 (hapiste olduğu dönem) ile 26 Şubat 1969 (son ceza aldığı dönem) tarihleri arasında bir yerlerde, Cezeni Grubu’nun Tezi’ni yazdıktan yaklaşık dört beş yıl sonra yazıldı. Çalışmada politik hayatını gözden geçiren Zarifi, silâhlı mücadele yolunu neden tercih ettiğini açıklıyordu. Bu noktada dönemin birçok eylemcisinin de sorduğu üç soruyu gündeme getirmekteydi: “Ben ne söylüyordum? Beni buraya getiren muhakeme süreci veya ana tez neydi? Biz, kafası karışık, deli, kendini beğenmiş, planı ve teorisi olmayan, bugün ömrünün kalan günlerini hapiste geçirmeye mahkûm bir avuç genç miydik?”[21] Zarifi’nin bu soruları biraz da kendisini ve yoldaşlarını iç muhasebe yapma konusunda dürtmek için soruyordu.

Çalışmasında Ziya Zarifi, Şah’ın rejimini 1964-1965’teki analizinde olduğu gibi tarif etmekteydi. Bu son broşüründe de Musaddık’a karşı yapılan 1953 darbesinin sebeplerini inceliyor, onun yerine kurulan rejimi halkların milli çıkarları aleyhine hareket eden, demokrasi karşıtı despotik bir hükümet olarak niteliyordu.[22] Ona göre, eski sosyo-politik sorunların ortadan kalkmadığı koşullarda onlara yenileri eklenmişti. Bu analizinde Zarifi, rejimin halkla kurduğu ilişkisinin hiç değişmediğini söylüyordu.

Ziya Zarifi’nin gözlemine göre, muhalefetin etkin bir politik eylemlilik süreci içerisinde olmaması, kitleleri felç etmekte, uyutmakta, atalete sürüklemekte, onların korkunun ve ümitsizliğin pençesine düşmesine neden olmaktaydı. Merkezinde toprak reformunun bulunduğu Beyaz Devrim ve kısa süreli serbestîleşme gibi adımlara rağmen rejim, varlığını sürdürmek için hep zora ve toplumsal hayatın “askerileştirilmesi”ne dönük pratiklere sırtını yaslıyordu.[23] Bu noktada Zarifi, rejimin bazen şikâyetlerini ve eleştirilerini dile getiren Ali Emini ve Muzaffer Bakayi’ye verdiği, onları küçük düşüren tepkisine atıfta bulunuyordu. Zarifi’ye göre, rejimin kendisine sadık olan, uslu duran yurttaşlarının politik eylemlerine 1960-1962 arası dönemde hoş görüyle yaklaşmamış oluşu, halkın elindeki seçenekleri sınırladı.[24] Politik açmazdan kurtulmanın yolu konusunda Zarifi, iki seçenek bulunduğu kanaatindeydi. Kitleler, ya barış ya da şiddet yoluna revan olacaklardı. Tespitine göre, son yedi yıl (1962–1969) içerisinde doğru yolu belirleme meselesi acil bir konu hâline gelmişti.[25]

Zarifi’nin tespitiyle, Sovyetler yanlısı Tude’nin liderleri, barış yolundan yanaydı. Broşürde aktarıldığı biçimiyle, Tude, şiddet yoluna girmek için gerekli nesnel ve öznel koşulların bulunmadığını düşünüyordu. Çünkü ülkede Lenin’in devrimci durum için gerekli şart olarak gördüğü grevlere ve açık çatışmaya tanık olunmamaktaydı. Devrimci durum için belirlenen bir şart, yönetici sınıfın hiçbir değişiklik yapmadan yönetmesinin imkânsız hâle gelmesi ise diğer bir şart da alt sınıfların eskisi gibi yönetilememesiydi. Silâhlı mücadele fikrine karşı olan Tude, sendika faaliyetleri önündeki engellerin kaldırılması ve ücretlerin artırılması gibi sendikalist stratejiler üzerinde duruyordu. Zarifi, Tude’nin mevcuttaki askeri ittifakların sonlandırılmasına ve bazı genel konularla ilgili taleplerin uygun mücadele yöntemini meydana getirdiği kanaatinde olduğunu söylüyordu.[26]

Tude’nin barışçıl stratejilere yönelik vurgusuna karşılık Zarifi, şiddeti savunan görüşler dile getirmekteydi. Ona göre, öğrencilerin üniversite harçlarının düşürülmesi talebine rejimin o öğrencileri hapse göndererek veya onları zorunlu askerlik hizmetine alarak cevap verdiği koşullarda, barışçıl araçlara dair her türden söz, zayıflığın ve korkunun eseriydi.[27] Zarifi’nin tespitiyle, sosyopolitik mücadelelerin veya bir muhalefet hareketinin bulunmamasının sebebi, toplumu felç eden “eşi benzeri görülmemiş, şiddet araçlarını kullanan despotizm”di. Son on beş yıl içerisinde kitleler, grevlerin ve sokak gösterilerinin anlamlı sonuçlara yol açmadığını görmüş, bu da onları ümitsizliğe ve eylemsizliğe sürüklemişti. Bu sebeple, kitleler, “itirazlarını dile dökme konusunda güvenecekleri bir desteğe ihtiyaçları vardı.” Zarifi, buradan şu sonuca ulaşıyordu: “Bugün kitleler mermiye mermiyle cevap vermek isteyenlere manevi düzeyde destek sunmaya hazırlar.”[28]

Zarifi’nin kanaatine göre, kitleler, rejim karşıtı harekete destek sunmaya hazır durumdaydı. Ama bu, kitlelerin kavgaya maddi varlık olarak dâhil olmaya hazır oldukları anlamına gelmiyordu. Neticede despotizm karşıtı dalganın kıyıyı dövebilmesi için silâhlı mücadelenin öne çıkartılması gerekmekteydi. Devrimci öncünün yürüteceği askeri operasyonlar, baskılar karşısında korkmuş olan halka ihtiyaç duyduğu zırhı temin edecek, böylelikle halk, sessizliğin ve ataletin yükünden kurtulup umutlanacaktı. Bu sebeple devrimciler, “devrimin nesnel koşullarını tamama erdirip hızlıca oluşturmak” noktasında önemli bir rol oynayabilirlerdi.” Zarifi’ye göre, silâhlı mücadele, en nihayetinde devrimin nesnel ve öznel koşullarını üretecek güçtü. Broşürde dile getirildiği biçimiyle, İran’da hüküm süren politik koşullarda silâhlı mücadele sadece taktiksel açıdan kullanılacak bir araç değil, aynı zamanda stratejik açıdan büyük faydalar sunacak bir adımdı.[29]

Zarifi değerlendirmesinde, İran’daki koşulların silâhlı mücadeleye başlayan ve onu sürdürme konusunda başarılı olan, isterse komünist olmasın, her türden örgütün muhalefetin liderliğini ele geçirebileceğini söylüyordu. Kanaatine göre devrimci eylem, askeri cephenin oluşturulması, muhalif güçlerin birleştirilmesi konusunda tüm milliyetçi ve rejim karşıtı güçlere uygun koşullar sunacaktı.[30]

Zarifi broşürde, silâhlı mücadelenin zamanla gelişmesine dair görüşlerini aktarırken ölçülü bir dile başvuruyordu. Ona göre, köylü kitleleri içerisinde “devrimci patlama ihtimali” düşük olsa bile, rejimle halk arasında yaşanacak bir çatışmada yönetici sınıf, köylülerin desteğinden bir şekilde istifade edemeyecekti.[31] “Şehirli güçler”se silâhlı mücadelenin başlatılıp yürütülmesinde ilk planda istifade edilecek en önemli destek noktasıydı. Zarifi, bu güçleri politik açıdan daha bilinçli, aydınlanmış, ilerici ve hazır kitle olarak görüyordu.[32]

Silâhlı mücadelenin başlatılması ve operasyonlarla yürütülmesinde yüzleşilecek “önemli güçlükler” konusunda uyarılarda bulunan Ziya Zarifi, ileride silâhlı mücadelenin “tümüyle bencillikten uzak, dikkatle hareket eden, algı düzeyi yüksek” gerillalara ihtiyaç duyacağını söylüyordu. Şiddet yolu, gerilla savaşının (ceng-i partizani) ana eksenini teşkil eden muharip “silâhlı örgüt”le yürünmeliydi.[33] Rejimin ayaklanmayı tecrit etmesine ve boğmasına mani olmak için gerillalar, teşhir amaçlı bir dizi operasyon gerçekleştirmeli, Tahran gibi büyük şehirler, mücadelenin başladığı konusunda bilgilendirilmeliydi.[34]

Geleceğe dair o ürkütücü beklentisini dile getirirken, Zarifi broşüründe, düşünce sürecine ait herkesin görebileceği o izi dile dökmek adına, “hapishaneden dosdoğru mezara gideceğini” söylüyordu. Bu kehaneti içeren ifadenin üzerinden altı yedi yıl sonra, tutuklama ve hapishane süreciyle geçen sekiz yılın ardından, 17 Nisan 1975 Perşembe günü, Ziya Zarifi, Evin Hapishanesi’nde idam edildi.[35]

Ali Rahnema

[Kaynak: Call to Arms: Iran’s Marxist Revolutionaries, OneWorld Academic, 2021.]

Dipnotlar:
[1] 19 Bahman, Tez-e gorouh-e Jazani: masa
ʾel jonbesh-e zedd-e esteʿmari va azadibakhsh-e khalq Iran va ʿomdehtarin vazaʾef komonisthay-e Iran dar sharayet-e konouni, Farvardin 1355, Chap-e dovom. Bundan sonra Tez-e gorouh-e Jazani olarak anılacak.

[2] Tez-e gorouh-e Jazani, s. i; 19 Bahman-e Theoric, “Gorouh-e Jazani Zarifi: pishtaz-e jonbesh-e mosallahaneh-e Iran”, shomareh 4, Tir 1354, p. 107. Bundan sonra “Gorouh-e Jazani Zarifi” olarak anılacak.

[3] H. Tabrizi, Ravabet-e boroun marzi-ye sazeman cherikha-ye fadaʾi-e khalq-e Iran ta bahman 1357, Alman: Baqer Mortazavi, 2016, s. 73.

[4] Houshang Keshavarz-Sadr, kişisel söyleşi, 20 Şubat 1997, Paris.

[5] Bkz.: “What Was I Saying” (Çe migoftem) A-H. Zia-Zarifi, Zendeginameh-ye Hasan Zia-Zarifi içinde, Tahran: Amin dej, 1382, s. 266, 268. İki metin arasındaki benzerliklere dair kapsamlı bir analiz için bkz.: Tez-e gorouh-e Jazani, s. 9, 10–13, 17–18, 28, 34–36, 40–42 ve A-H. Zia-Zarifi, s. 251–252, 255–256, 259–261, 266–269.

[6] Be ravayat-e asnad-e SAVAK, Chap dar Iran, Cilt. 8, s. 261, 368–369.

[7] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 7.

[8] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 8, 31.

[9] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 17.

[10] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 8–9.

[11] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 28.

[12] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 28.

[13] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 30–31.

[14] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.

[15] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 41.

[16] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 41.

[17] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.

[18] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 29.

[19] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42.

[20] Tez-e gorouh-e Jazani, s. 42–43.

[21] A-H. Zia-Zarifi, s. 251.

[22] A-H. Zia-Zarifi, s. 251.

[23] A-H. Zia-Zarifi, s. 265.

[24] A-H. Zia-Zarifi, s. 266.

[25] A-H. Zia-Zarifi, s. 266.

[26] A-H. Zia-Zarifi, s. 267.

[27] A-H. Zia-Zarifi, s. 267–268.

[28] A-H. Zia-Zarifi, s. 268.

[29] A-H. Zia-Zarifi, s. 268–269.

[30] A-H. Zia-Zarifi, s. 270, 271.

[31] A-H. Zia-Zarifi, s. 265–266.

[32] A-H. Zia-Zarifi, s. 271.

[33] A-H. Zia-Zarifi, s. 271.

[34] A-H. Zia-Zarifi, s. 271–272.

[35] Ettelaʿat, 30 Ferverdin 1354.

0 Yorum: