Puyan’ın
broşürü, isyanı tetikleyecek, kitleleri ona ikna ve teşvik edecek eserdi.
İran’da politikleşen üniversite öğrencilerine devrimci Marksist eylem
kılavuzunu temin edecek yöntemsel tarz ve matematiksel akıl ise Mesut
Ahmetzade’de mevcuttu.
Ahmetzade’nin
çalışması, kolayca, eyleme geçme ihtiyacı duymadan, rahat koltukta okunacak bir
eser değildi. Broşür, silâhlı mücadelenin neden rejimin yıkılması için
başvurulacak yegâne taktiksel ve stratejik seçenek olduğunu tüm ayrıntılarıyla
tartışıyordu.
Puyan’ın
ve Ahmetzade’nin 1970 yılının bahar aylarında ve yaz sonunda kaleme aldığı
broşürler, İran’daki eylemci öğrencilerin politik kültürünü ve görüşlerini
değiştirdiler. İki çalışma, yeraltında kaynayıp duran bir görüşe veya fikre ses
oldu, ihtiyaç duyduğu meşru zemini ve yönü temin etti.
1971-1972
öğrenim yılında Tahran Üniversitesi’nde ve tüm İran üniversitelerinde sayıları
giderek artan eylemci öğrenciler, silâhlı mücadele ilkesinin rejime karşı
başvurulacak yegâne mücadele yöntemi olduğuna inanıyorlardı.[1]
Puyan
ve Ahmetzade’nin broşürleri, sadece silâhlı mücadelenin kabulüne yol açmadı,
ayrıca muhalefet ve mücadele düzleminde politik dernek faaliyetleriyle oyalanan
yaklaşımın reddedilmesini sağladı. Bu ikili, anlamlı bir mücadelenin politik
faaliyetler ve sendika faaliyetleri üzerinden yürütülmesi gerektiğine dair
anlayışı çöpe attı. Siyahkel saldırısı sonrası bu tür isimlerin yazılarında
salt politik, kültürel ve sendikal çalışmayla ilgilenenleri ifade eden “eylemci
işçi” tabiri, kötü anlamda kullanılmaktaydı. Bu tabir, “Şah’ın rejimini yıkmak
yerine hayatta kalmayı öne alanlar”ı ifade ediyordu. Politik aktivizmle
yürütülecek mücadeleye inanan Marksistlerle silâhlı yola inanan Marksistleri
birbirinden ayırmak, Puyan ve Mesutzade’ye düştü.[2] Bu iki isme göre, politik
aktivizm ve silâhlı mücadele, birbirini dışlayan, insanı “ya o ya o” tercihiyle
baş başa bırakan seçeneklerdi.
Silâhın
Ele Alınacağı Zamana ve Nasıl Alınacağına
Dair Klasik Görüşlerin Açıklığa Kavuşturulması
Puyan
da Ahmetzade de Lenin’in devrimin temel kanunu belirlediğini, buna göre,
“sadece alt sınıflar eskisi gibi yönetilmek istemediklerinde, üst sınıflar
eskisi gibi yönetemediklerinde, ancak o vakit devrimin muzaffer olabileceğini”
biliyorlardı.[3] İkili, aynı zamanda Lenin’in işçilerin büyük çoğunluğunun
devrimin gerekliliğini idrak etmesinin ve hayatlarını devrim için feda etmeye
hazır olmasının gerektiğine dair vurgusundan da haberdardı.[4] Bu koşulların
İran’da bulunmadığını biliyorlardı. Ama bir yandan da, Ahmetzade’nin ifade
ettiği biçimiyle, devrimci Marksistler, demokratik olmayan hâlin ömrünü uzatan
eylemsizliği kabullenmek istemiyorlardı, çünkü gerçeğe devrimci ecdadının ve
haleflerinin belirlediği sosyopolitik genellemeler ve kurallarla bakıyorlardı.
Ahmetzade’nin
ifade ettiği biçimiyle, Marx ve Engels’in devrime dair ilk yazılarını yazdığı
günden beri dünyadaki koşullarda yaşanan değişiklikler, Lenin’i başarılı bir
devrimin önkoşulu olarak “öncü örgüt” kavramını gündeme getirmeye itti. Devrim
rüzgârı Doğu’yu kasıp kavurduğunda, öncü örgütün rolü üzerinde daha fazla
duruldu.[5] Farklı zamanlarda, yerlerde ve koşullarda farklı yaklaşımlara
ihtiyaç vardı. Neticede Çin’deki özel koşullar, Mao’yu sırtını Marx’ın devrimci
bir sınıf olarak görmediği köylü kitlelere yaslamak zorunda bırakmamış mıydı?[6]
Farklı
bir zaman ve mekândan konuşan Ahmetzade, Küba’daki koşulları temel alan
Castro’nun devrime öncü örgütün öncülük etmesinin şart olduğunu, ama bu
partinin ille de Marksist-Leninist bir parti olmasının gerekmediğini tespit
ettiğini söyledi.[7] Ahmetzade’nin değerlendirmesiyle, İran’da ne işçi sınıfı
ne de köylüler devrimci bir durum içerisindeydi. Dolayısıyla, eğer devrim
olacaksa, silâhlı öncü, devrimci aydınlardan oluşmalıydı. Oysa öncesinde bu
aydınların devrime liderlik etmesi meselesi, teorize edilmiş, kabul görmüş veya
onaylanmış bir husus değildi.
Rusya’da
Lenin, Marx’ın öngördüğü, kapitalizm içinde üretim güçlerinde yaşanacak
gelişmeyi bekleme fikrinden vazgeçti. Lenin, aynı zamanda sayıca çok, politik
açıdan bilinçli proleter sınıfın oluşmasını ve kapitalizmin ekonomik açıdan
çökmesini bekleme fikrini de reddetti, bunların toplumsal devrimin önkoşulları
olduğu fikrine karşı çıktı. Lenin, 1917’de Rusya’nın o geri kalmış, temelde
köylülüğe dayanan ekonomisinin Marx’ın sosyalist devrimin gerçekleşmesinden
önce yaşanacağını söylediği, teknolojik açıdan gelişmiş kapitalist üretim
tarzına hiç benzemediğini fark etti. Sınıf bilinçli modern işçi sınıfının
yokluğunda Lenin yeni bir yola girdi. Marx’ın proletaryanın liderlik rolüne
dair tespiti yerine proletarya ve köylüleri temsil eden, merkezileştirilmiş
partinin öncü rolüne vurgu yaptı. Lenin’in partisi, esas olarak profesyonel
entelektüel devrimcilerin kontrolündeydi.
Rusya’daki
özel koşullar, Lenin’in Marx’ın devrimin failleri ve tarzı ile ilgili teorisini
benimseyip bir miktar değiştirmesini gerekli kıldı. Marx’ın devrim teorisini
ülkelerin sosyopolitik gerçeklerine uyarlama işlemine, sonrasında Çinli ve
Kübalı devrimciler de başvurdular. Marksizmin genel devrim teorisi, ülkelerin
sosyo-ekonomik ve politik formasyonlarına göre tadil edilip özelleştirildi.
İranlı devrimci Marksistlerin Marx ve Lenin’in özgün formüllerini ülkedeki
Şahlık rejimini yıkmak için benzer şekilde tadil etmemeleri için ortada hiçbir
sebep yoktu.
Puyan’ın
silâhlanma çağrısının hemen ardından yazılan broşüründe Ahmetzade, acilen
eyleme geçilmesinin şart olduğunu söylemekle kalmadı, aynı zamanda bu eylemin
gerekçelerini de sıraladı. Castro’nun “Devrimler devrimcilere ihtiyaç duyarlar”
ve “Kendilerini öncü olarak teşkil etmek, devrim yapmak isteyenlerin hakkı ve
görevidir” sözleri, hem Puyan ve Ahmetzade’de hem de etraflarındaki militan
çevrelerde yankı buldu.[8] Henüz 23 yaşında olan Ahmetzade, tüm zamanları
kuşatan Marksist-Leninist kanunları, formülleri ve genellemeleri temel alan Tude’ye
ait kitabi yapıya elde kılıç saldırdı. Dolayısıyla, Ahmetzade’nin broşürü,
sadece Şahlık rejiminden kurtuluş için kaleme alınmış bir el kitabı değil, Marksist
devrimcileri devrimci olmayan Marksizmin teorik planda dayattığı deli
gömleğinden kurtulsunlar diye atılmış bir çığlık olarak görülmeli.
Bereketli
Geçen Ricat Süreci
Mesut
Ahmetzade, Hem Taktik Hem de Strateji Olarak Silâhlı Mücadele isimli
çalışmasının yazım sürecini Ağustos 1970’te tamamladı. 22.000 civarında
kelimeden oluşan ve ilk başta Devrimci Şiddetin Gerçekleştirilmesi adı
verilen bu risale, Ahmetzade’nin kendisini eve kapattığı, geri çekilme
sürecinin ürünüydü. Bir daktiloyla Tahran’ın güneyindeki Şadman Caddesi’nde
bulunan, Celâl Nakkaş’ın güvenli evine bir ay süreyle kendisini kapattı.[9] 1970
yılının baharında Tahran’da Ahmetzade’nin sık sık ziyaret ettiği politik grup,
dönemin diğer Marksist entelektüel çevreleri gibi bir yol ayrımındaydı. Beş
yıllık düşünme pratiği ve ideolojik eğitimin ardından bu Bican Hirmanpur’un etrafında
toplaşmış olan küçük çalışma grubu, ileride ne yapılacağına karar vereceği bir
eşiğe gelip dayandı. Gruba göre, uygun taktikleri ve stratejileri içeren bir
yol haritasına, aynı zamanda örgütsel yapılara ihtiyaç vardı. Ahmetzade’nin
yazısı, tam da bu amaç doğrultusunda kaleme alındı.[10]
Grubun
ana hedefi, rejime karşı verilecek mücadele için uygun araçları belirlemekti. İran’ın
sosyo-ekonomik gerçeklerinin incelenmesine dönük çalışmalara odaklanan grup,
bilhassa toprak reformu meselesini ele aldı. 1969 yılının sonlarından itibaren,
uzun bir teorik çalışmanın ardından, grup üyelerinden İran’ın sosyopolitik ve
ekonomik koşullarına dair kişisel değerlendirmelerini, bunun yanında, Şah
karşıtı mücadelenin sürdürülmesi için önerdikleri uygun araçları paylaşmaları
istendi.[11]
Hem
Taktik Hem de Strateji Olarak Silâhlı Mücadele isimli
çalışma, Mesut Ahmetzade’nin değerlendirmesini içeriyordu. Bu broşürde
Ahmetzade, silâhlı mücadeleye dair savunusu için belirlediği gerekçeleri
sunmaktaydı. Daha da önemlisi, Ahmetzade çalışmasında, grubun netleştiği
hususları izah ediyor, ardından da sahadaki gerçekler konusunda ulaştığı farklı
sonuçları aktarıyordu. Zevahire fazla takılan grup, gene de doğru mücadele
yönteminde karar kılmış, sabit fikirli olduğuna dair şüpheleri bir biçimde
dağıtmıştı.
Ahmetzade
çalışmasında, kendisi de dâhil tüm yoldaşlarının, önce Leninist geleneğin şart
koştuğu, proleter bir partinin kurulması fikrini savunduklarından, sonra
silâhlı mücadele fikrine destek verdiklerinden bahsediyordu. İran’da proleter
bir partinin kurulmasında yüzleşilen, aşılması zor sorunları tespit eden grup
üyeleri, başka seçeneklere baktılar. Nihayetinde grup, ilk elden başvurulacak
çözüm yolu ve proleter partinin kurulması için gerekli önkoşul olarak
gördükleri silâhlı mücadele yolunu benimsedi.[12]
Havana’dan
Meşhed’e, Oradan Tahran’a Uzanan
Yolculuğu Etkileyen Bir İsim Olarak Debray
Hem
Taktik Hem de Strateji Olarak Silâhlı Mücadele isimli
çalışmada uluslararası devrimci Marksizmin izlerini tüm çıplaklığıyla görmek
mümkün. Ahmetzade’nin yazısı, teorik tartışma süreci dâhilinde grubun ilk önce Régis
Debray’nin Devrim İçinde Devrim mi? kitabını okuyup analiz ettiğini, ardından,
kitabın yaptığı tespitlerin İran’daki sosyo-ekonomik koşullara uygulanamayacağı
sonucuna ulaştığını ortaya koyuyor.
Grup
üyeleri, tartışma süreci sonrası Küba’daki gibi bir silâhlı mücadeleyi başlatma
fikrinden vazgeçtiler. Ama sonra grup, kitaba geri döndü, içeriğini tekrar
gözden geçirdi ve Debray’nin teziyle Küba’nın çizdiği yola onay verdi.[13]
Puyan’a atfedilen bir değerlendirmeye göre, Debray’nin kitabı, Meşhed’deki
devrimci çevre tarafından eleştirilip, dile getirdiği ana tez reddedildikten sonra
kitaba geri dönülmesini ve yeniden incelenmesini sağlayan, Ahmetzade’ydi.[14]
Debray’nin metni ikinci kez okunduktan sonra kitaptaki fikirler benimsendi. Bu
fikirlerin büyük bir bölümü Ahmetzade’nin yazılarında yankılandı.
Hem
Taktik Hem de Strateji Olarak Silâhlı Mücadele isimli
broşür, birçok yerde Régis Debray’nin manifestosuna atıfta bulunuyor ve
argümanlarından bolca istifade ediyordu. Debray’nin metni Ahmetzade’nin eline
Hirmanpur sayesinde geçmişti. Hirmanpur, kitabı Tahran’daki Menuşehri Caddesi’nde
bulunan Cihan veya Gutenberg Kitabevi’nden almıştı. Hirmanpur’un satın aldığı
ve Ahmetzade’ye verdiği baskı, 1967 yılında Monthly Review Press’in bastığı
İngilizce tercümesiydi. Kitabın son çevirisini de Ahmetzade daktiloya
geçmişti.[16]
Nimet
Mirzazade’nin aktardığına göre, Eylül 1968’in başlarında bir gün saat 14 civarı
Meşhed’deki devrimci Marksist grubun kurucu üyeleri Puyan, Mesut Ahmetzade,
Behman, Hamit Tevekküli ve Sait Ariyan, Nimet’in evinde toplandı. Yan yana
oturan Ahmetzade ve Aceng, Devrimde Devrim mi? isimli eserin İngilizce
versiyonunun iki fotokopisi baskısını çantalarından çıkarttı. Sonra Farsça
çevirisini masaya koyup ikisini birlikte incelemeye başladılar. Saat akşam 9’a
dek süren bu toplantıda Puyan, Mirzazade’ye Debray’nin kitabının Farsça
çevirisinin yayına hazırlık sürecini yönetme işini verdi. Mirzazade’nin
dediğine göre, kitabın nihai Farsça çevirisinin Ahmetzade ve Aceng elinden
çıkmasının daha güvenli ve daha doğru olacağı sonucuna varıldı. O dönemde
Behman Aceng, Meşhed Üniversitesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı okuyordu.[17]
Silâhlı
mücadeleyle ilgili kitabında Ahmetzade, Debray’nin teorilerini eleştiren Batılı
ve Latin Amerikalı aydınların ve eylemcilerin önemli makalelerine de atıfta
bulunuyordu.[18] Monthly Review Press, aynı dönemde, Debray’nin kitabını
eleştiriye tabi tutan bir dizi makaleyi Régis Debray ve Latin Amerika
Devrimi başlıklı bir kitapta bir araya getirmişti.[19] Bu kitaba yapılan
atıfların da ortaya koyduğu biçimiyle, Ahmetzade ve grubundaki diğer genç
devrimciler, konuyla ilgili yürütülen teorik tartışmalardan haberdar olma
imkânı bulmuştu. Ahmetzade’nin metninde aktarılan uzun pasajlardan ve yapılan
atıflardan anlaşıldığı kadarıyla, İran’da silâhlı mücadelenin ilk teorisyenleri
yaygın olarak bilinip okunmaktaydı.
Geçmişten
Öğrenmek
Ahmetzade,
İran’ın o dönemde yaşadığı sorunların kaynağını 1953 darbesi olarak görüyordu.
Kanaatine göre, darbe sonrasında rejim, tüm milliyetçi ve antiemperyalist
politik örgütleri tasfiye etmişti.[20] Tude’nin darbe öncesinde ve sonrasında sergilediği
ihanet ve yaptığı yanlışlar, sorunları daha da derinleştirmişti. Ahmetzade,
Tude’nin eylemlerinin devrimci aydınların partiye olan güvenlerini yok ettiği
düşüncesindeydi. Partinin mirasını eleştiren Ahmetzade’nin tespitiyle, İran’da
darbeden sonra devrimci aydınları Musaddıkçı örgütler örgütlemişlerdi. Sadece
“zorun ve süngünün dilini konuşan düşman”la yüzleşen Milli Cephe’nin arkasında
olduğu politik hareketlilikler ve grevler, yenilmeye mahkûmdu.
Eski
mücadele yöntemleri ve “hukuk düzeninin tesis edilmesi ve seçimlerin özgürce
yapılması” ile ilgili o demode slogan, artık hükmünü yitirmişti.[21] Milli
Cephe ve ona bağlı politik yapılar etrafında gevşek bağlarla bir araya gelmiş
olan güçler, 5 Haziran 1963’teki isyan sonrası hızla dağıldılar ve ezildiler.
Bu noktada Ahmetzade, bir kez daha, “eli süngülü cüssesi ağır canavarın her
yerde hâkimiyetini tesis ettiğini” söylüyordu.[22] O, protestoyu ifade etmek
için kullanılan eski politik yöntemleri, “düşmana karşı verilen mücadeleye mani
olan prangalar” olarak nitelendiriyordu.[23]
Ahmetzade,
5 Haziran 1963 sonrası rejim karşıtı mücadelenin geri çekilmesini, rejimin
“mücadeleyi şiddet araçlarıyla ezmede gösterdiği başarı”ya bağladı.[24] Bu
tarihsel nirengi noktası, politik eylemcilerin psikolojisini harap etti. Artık
yasal ve parlamentarist yöntemlerin de (1960–1962) kendiliğinden ilerleyen
sokak siyasetinin de politik değişimi tetikleyecek kudrete sahip olamayacağı
görülmüştü. Kendi kuşağının zihin dünyasını özet bir biçimde aktaran Ahmetzade,
“halkın mücadelesinin mağlup olduğu, devrimci aydınlarımızın teorik ve pratik
deneyimlerden mahrum kaldığı baskı ve terör koşullarında her şeye yeniden
başlamanın zaruri olduğunu” söylüyordu. “Yeni komünist hareket, ancak böylesine
farklı koşullarda ayağa kalkar, güçler, ancak bu gerçeklikte toparlanmaya başlar”dı.[25]
Eskinin
Tabularından Kurtulmak
Ahmetzade,
kendi kuşağının politik düzlemde çıkmaz sokağa girmiş olması konusunda eski
kuşağı sorumlu tutuyordu. Faydalı politik teorinin, deneyimin ve bilginin eski
politik eylemcilerden yeni eylemcilere aktarılmasını sağlayacak kanalın mevcut
olmaması konusunda şikâyetlerini dile getiren Ahmetzade, bir yandan da bu
eksikliği özgürleştirici buluyordu. Eski muhalif politik teorilerin ve
örgütlerin yüzleştiği iflas, yeni düşünme pratiğini mümkün kılmıştı.
Genç
Ahmetzade, Tude ile Milli Cephe’nin politik mirasına itiraz eden, bu itirazın
ardından cesur adımlar atan tek isim değildi. Başka uluslara mensup Marksist
devrimcilerle aynı telden konuşan Ahmetzade, “bugün gerçek Marksizm-Leninizm,
içi yeniden doldurulması gereken boş bir kabuk gibi görünüyor” diyordu.[26]
Ahmetzade,
aynı düzlemde, kendi kuşağının önceki politik fikirlerden ve geleneklerden hem
ülke gerçekliğinde hem de uluslararası düzlemde koptuğunu gür bir sesle dile
getiriyordu. Ona göre, devrim ruhunu güçlendirmek, halkın heyecanını artırmak
için Marksizm-Leninizm yeniden ve devrimci bir tarzda okunmalıydı. Bu yeni
okuma, onu Mao’nun düşüncelerine ve Küba Devrimi’nden derinlemesine etkilenmiş
olan görüşlere götürdü. Eski versiyonlardan farklı olan bu Marksizm-Leninizm
anlayışı “en kararlı devrimcilerin elinde onlara yön verecek bir meşaleye
dönüşecek, onların ilham kaynağı olacak”tı.[27]
Ahmetzade’nin
ısrarla dile getirdiği bir konu da İran’daki somut sosyopolitik koşullardı.
Tespitine göre, ülkede kendiliğinden oluşmuş kitle hareketlerinden eser yoktu.
İşyerlerinde polisin varlığına bağlı olarak işçi örgütlerine ve sendikalara
rastlanmıyordu. Polisin gözü önünde devrimcilerin işçilerle temas kurması ve
bir sendika veya işçi hareketi meydana getirmesi mümkün değildi. Bu tür
hareketleri inşa etmeye dönük çalışmalar başarılı olsalar bile polis, onları
hızla eziyordu.
Ahmetzade’nin
de kabul ettiği biçimiyle, bu koşullarda işçiler ne mücadeleye dâhil olacak
durumdaydı ne de politik bilinç edindiğine dair ortada bir emare mevcuttu.
Neticede işçi örgütlerinin kendiliğinden ortaya çıkmasını beklemek, gerçeğe
aykırı bir tutumdu.[28] Klasik Marksizm-Leninizmi temel alan değerlendirmesi
dâhilinde İran’daki koşulları ele alan Ahmetzade’ye göre, ülkede silâhlı
ayaklanmayı mümkün kılacak bir gerçeklik mevcut değildi.
Leninizmde
görülen, kendiliğinden kitle hareketlerinin eylem alanına akın etmesinin
devrimci ayaklanma için önkoşul olduğuna dair tespiti değerlendiren Ahmetzade, bu
türden kendiliğinden kitle hareketlerinin İran’da neden bulunmadığını, bu
yokluğun sebeplerini anlamaya çalıştı. Daha da önemlisi, Ahmetzade, bu yokluğun
politikada yol açtığı sonuca bakıp bir çıkarımda bulunmaya çalıştı. Devrim
öncesi Rusya’daki koşulları İran’daki koşullarla kıyaslayan Ahmetzade, iki
ülkenin ortak hiçbir yönünün bulunmadığı sonucuna ulaştı.[29] Rejimin
başvurduğu terör ve şiddet temelli politika, kitleleri sosyopolitik
hareketlerden uzaklaştırmış, politikleşmeye dair korkuyu kökleştirmiş,
aydınların kitlelerle temas kurmasına mani olmuştu.[30] Rejim, baskıcı
yöntemlerle ülkeyi yönettiği sürece kitlelerin politik bilinç elde etmesi
imkânsızdı.
Ahmetzade,
kendiliğinden kitle hareketlerinin yokluğu konusunda devrimci faillerin,
liderlerin ve örgütlerin zayıflıklarında suç buldu.[31] Muhtemelen 19 Ağustos
1953 darbesini önceleyen o üç güne ve 1963 Haziran’ındaki isyan öncesi günlere
atıfta bulunan Ahmetzade, devrimci liderleri, kitleler eyleme geçmeye hazır
oldukları anda onları harekete geçirip örgütleyemediler diye ağır bir dille
eleştiriyordu. Politik alana dair sağlam tespitlerde bulunamayan, kitlelere
liderlik edemeyen bu kişiler, kitleleri uzun sürecek, hayal kırıklığının,
ümitsizliğin ve ataletin damga vurduğu bir sürecin içine soktu.[32]
Meseleyi
klasik Marksizm-Leninizmden farklı ele alan Ahmetzade, nesnel devrimci
koşulların kendiliğinden kitle hareketleri yok diye mevcut olmadığı çıkarımında
bulunulmaması gerektiğini söylüyordu. Kanaatine göre, ülkede nesnel devrimci
koşullar mevcuttu, ama o, bu koşulları klasik görüşten farklı ele alıyordu.
Ahmetzade,
risalesinin sonlarında eylemden uzak duran ve sürekli hariçten gazel okuyan
devrimcilere saldırdı. “Kendiliğinden kitle hareketlerinin yokluğunda nesnel
devrimci koşulların bulunmadığı, devrimci dönemin başlamak üzere olmadığı sonucuna
ulaşmak ne kadar doğru?” sorusunu soran Ahmetzade, bu soruyu “ben böyle
düşünmüyorum” diye cevaplıyordu. Eylemsizliği nesnel devrimci koşulların
yokluğu bahanesi üzerinden önerenler, ona göre, “oportünist, işbirlikçi ve
reformist”ti. Bu tür bahanelerin ardına saklananları “eylemsizliği
meşrulaştıran politik korkaklar” olarak nitelendiriyordu.[33] Ona göre,
devrimci dönem başlamak üzereydi.
Silâhlı
ayaklanma konusunda eskiden beri dillendirilen önkoşulların ülkede bulunmadığı dönemde
Ahmetzade, İran’ın devrimci eyleme hazır olduğunu söylüyordu. Politik bilince
sahip entelektüel devrimciler, ülkede mevcuttu, devrim istiyordu ve bunlar radikal
bir değişimin faili olabilirlerdi. Ahmetzade’ye göre, rejim, devrimin önkoşullarının
ortaya çıkmasına mani olsa da statükoyu değiştirme hedefi terk edilemezdi. Sürece
müdahale etmek ve rejimin oluşmasına mani olma konusunda artık zorlandığı
koşulları yaratmak, entelektüel devrimcilerin sorumluluğundaydı.
Klasik
Marksist determinizm anlayışını terk eden Ahmetzade, devrimci Marksist
iradeciliği savunuyordu. Eylem için gerekli teorik gerekçeyi temin etmek adına
sonrasında teorik hasımlarının eline geçecek olan yeni bir kavram üretti. Ona
göre, “devrimin nesnel koşullarının hazır olduğunu ortaya koyan öznel
tezahürler” söz konusuydu.[34] Bunun kanıtı da devrimciler arasında hâkim olan
coşku ve tutku, devrime uzanan doğru yolu bulmak için kesintisiz bir biçimde arayış
içerisinde olmaları, polisin devrimcilere yönelik amansız saldırıları, devrimcilerin
hapse atılması, işkence görmesi, katledilmesiydi. Ahmetzade, kendince işlettiği
muhakeme süreci dâhilinde yeni önkoşullar belirliyordu. Ona göre, bu tümüyle
farklı önkoşullar İran’da mevcuttu ve bu hâliyle silâhlı mücadelesine dönük
vurgusunu haklı çıkartıyordu.
Ahmetzade’ye
göre, İran’da devrimin önkoşullarının bulunduğuna dair diğer kanıt da “tüm
ezilen sınıflara mensup çok sayıda savaşçı birliğin ve örgütün varolması”ydı.[35]
Bu bahsini ettiği devrimin nesnel koşulları vardı, çünkü entelektüel
devrimciler, eylem hazırlığı yürütüyor, baskıya rağmen başkaldırıyorlardı.[36]
Ahmetzade, çizdiği resme son fırça darbesini de indirdi ve başlamak üzere olan
silâhlı eylemlerin klasik devrim koşullarının olmadığı durumda da meşru
olduğunu söyledi.
Ona
göre, demokratik ve yarı-demokratik ülkelerde politik haklar mücadelesi ve
sendikal mücadele vermek mümkündü. Bu koşul, işçi sınıfının politik açıdan
olgunlaşması için gerekli imkânı sunuyordu. Şiddet araçlarını geniş kapsamda ve
derinlemesine kullanan diktatörlüklerde şehir proletaryasının da köylülerin de
örgütlenme veya harekete geçme imkânı bulunmuyordu.[37]
Ahmetzade’nin
asıl ispatlamak istediği şey şuydu: İradecilik devreye girmezse, İran’da
devrimin öznel ve nesnel koşulları gelişip olgunlaşamazdı. Yeni politik bilince
kavuşmuş, genç okurlarına bu noktada doğru ve olgun devrim koşulunu ve
momentini beklemenin Godot’yu beklemekten farksız olduğunu söyleyen Ahmetzade’ye
göre, bu türden bir konum, toplumsal sorumluluğu terk edip pratikte statükoyu
kabullenmekten başka bir anlama sahip değildi.[38] Klasik Marksizm-Leninizmden
belli ölçüde uzaklaşmış olan Ahmetzade, bu noktada devrimci entelektüel öncünün
önemine vurgu yapmak adına, kitaba aykırı bir soru soruyordu: “Ayaklanmanın
halkın işi olduğunu kim söyledi?” Bu soruya verdiği cevapta Ahmetzade, devrimi
halkın başlatmadığı Küba’daki başarılı deneyime atıfta bulunuyordu.[39]
Devrimci
Öncünün Silâhlı Mücadelesi
Ahmetzade,
devrimci öncüyü silâhlı mücadele yürüten güç olarak tanımlıyordu.[40] Rejimin
hiçbir şeyden etkilenmeyen, sonsuza dek hegemonyasını muhafaza edecekmiş gibi
görünen bir güç olarak tesis edilmiş imajına indirilecek darbeler, halka
mücadelenin başladığını gösterecekti. Ama mücadelenin ilerlemesi ve başarısı,
halkın desteğine ve katılımına bağlıydı.[41] Ahmetzade, öncünün mücadeleyi
başlatmasıyla birlikte rejimin baskı araçlarıyla boğduğu, “kitlelere ait, henüz
sırda olan tarihsel enerjisinin zamanla açığa çıkacağını” düşünüyordu.
Ahmetzade’ye
göre, uzun soluklu silâhlı mücadele süreci, kitleleri hem tarihsel rolleri hem
de yenilmesi mümkün olmayan güçleri konusunda bilinçlenmelerini mümkün
kılacaktı.[43] Ziya Zarifi ve Puyan gibi Ahmetzade de silâhlı mücadelenin başlayıp
ve devam ettirilmesiyle birlikte kitlelerin hareketi de doğalında ivme kazanacaktı.
Bu itki ise kitleleri mücadeleye çekecek, neticede de düşman mağlup edilecekti.
Dolayısıyla, aslında Ahmetzade, devrimi yapma konusunda sadece devrimci
aydınlara sırtını yaslama fikriyle teorik planda gerçekleştirdiği sapma
dâhilinde, bunun geçici ve ara dönemde uygulanabilecek bir çözüm olduğunu, bu
yolun İran’daki özel koşullara uygun düştüğünü düşünüyordu.
İran’ın
özgül yanlarını ve “son elde edilen devrimci deneyimler”i temel alan Ahmetzade,
devrimin “genel yol”unu veya “genel strateji”sini sunuyordu. Küçük bir silâhlı
öncü, ayaklanmayı başlattığında, bu ilk saldırının gücü kitleleri, o büyük
motoru zamanla dürtüp harekete geçirecek ve mücadeleye katılmasını
sağlayacaktı. Düşman, kitlelerin, büyük motorun harekete geçmesi ardından
mağlup edilecekti. Bu sebeple hareket, uzun soluklu bir silâhlı çatışma
sürecine mecburdu.[44] Ziya Zarifi ve Puyan gibi Ahmetzade de şu uyarıyı yapma
ihtiyacı duyuyordu: Gerillaların silâhlı eylemleri ve rejimin sonrasında
uyguladığı terör sebebiyle dökülen kan ve çekilen acı, kitlelerin rejimden
nefret edip ondan kopmasını beraberinde getirecekti. Ahmetzade’nin kanaatine
göre, rejimin yanından uzaklaşmasıyla kitleler, rejime yönelik silâhlı fokonun
indirdiği darbelerle bunun en uygun savaş yolu olduğunu ortaya koymasıyla birlikte,
mücadeleye gireceklerdi.
Ahmetzade’ye
göre, savaş sahasına girildiği aşama çok önemliydi. Rejimin yenilmez olduğuna
dair zihinlere yerleşmiş inancı ortadan kaldırabilecek tek şey, askeri
operasyonlardı. Metinde iki yerde Debray’nin “yıllarca birikmiş korku ve tevazu”
ifadesini kullanan Ahmetzade, İran’da bu ruh hâlinin halkın inanç sisteminin
parçası hâline geldiğini söylüyordu.[46] Ona göre, bu “yıllarca birikmiş korku
ve tevazu”nun hâkim olduğu ruh hâli, ne sözle ne de politik propaganda ile değiştirilebilirdi.
O sözün ve politik propagandanın yerini silâhlı eylemler almalıydı. Ahmetzade
kaleme aldığı broşüründe, tüm devrimci örgütlere, mümkün olduğuna kanaat getirdikleri
her noktada politik-askeri eylemler gerçekleştirme çağrısı yaptı.[47]
Ali Rahnema
[Kaynak:
Call to Arms: Iran’s Marxist Revolutionaries, OneWorld Academic, 2021.]
Dipnotlar:
[1] ʿAli
Celâl’den aktaran: M. Fathi ve B. Khaliq, Bazkhani-e jonbesh-e fadaʾiyan
khalq-e Iran (n.p.: Sazeman-e ettehad-e fadaʾiyan
khalq-e Iran, 1389), s. 21.
[2]
Cherikha-ye fadaʾi-e
khalq-e Iran, Matn-e kamel-e neveshtari-e navar-e goftegou beyn sazeman
cherikha-ye fadaʾi-e khalq-e Iran va
sazeman-e mojahedin-e khalq-e Iran (sale 1354), İngiltere: Cherikhay-e
fadaʾi khalq-e Iran, 1393, s.
255. Bundan sonra Cherikha-ye fadaʾi-e
khalq-e Iran, Matn-e kamel-e neveshtari-e navar-e goftegou olarak
anılacak.
[3]
V.I. Lenin, “Left-Wing” Communism, an Infantile Disorder, Pekin: Foreign
Languages Press, 1970, s. 86.
[4]
Lenin, “Left-Wing” Communism, an Infantile Disorder, s. 86.
[5]
M. Ahmadzadeh, Mobarezeh-ye mosallahaneh, ham estrategy, ham taktik,
n.p.: Sazemanha-ye jebheh-ye melli Iran kharej az keshvar (bakhsh-e khavar-e
miyaneh), 1354, s. 76.
[6]
Ahmadzadeh, s. 78.
[7]
Ahmadzadeh, s. 86.
[8]
R. Debray, Revolution in the Revolution?, Londra: Penguin Books, 1972, s.
96–97; Ahmadzadeh, s. 86.
[9]
Hirmanpour, kişisel görüşme, 26 Mart 1998.
[10]
Hirmanpour, kişisel görüşme, 26 Mart 1998.
[11]
Hirmanpour, kişisel görüşme, 26 Mart 1998.
[12]
Ahmadzadeh, s. 24, 51–53, 84–85.
[13]
Ahmadzadeh, s. 24, 50–51.
[14]
Ali Tolou, kişisel görüşme, Mart 2015.
[15]
Hirmanpour’la bir Paris kenar mahallesinde yapılmış kişisel görüşme, Ağustos
2015,.
[16]
Hirmanpour’la bir Paris kenar mahallesinde yapılmış kişisel görüşme, Mart 1998 ve
Ağustos 2015.
[17]
Mirzazadeh, kişisel görüşme, Mart 2015, Paris.
[18]
Ahmadzadeh, s. 90, 117, 119, 122.
[19]
L. Huberman ve P. Sweezy, Regis Debray and the Latin American Revolution,
New York: Monthly Review Press, 1968.
[20]
Ahmadzadeh, s. 19.
[21]
Ahmadzadeh, s. 19.
[22]
Ahmadzadeh, s. 19, 20.
[23]
Ahmadzadeh, s. 19, 20.
[24]
Ahmadzadeh, s. 41–42.
[25]
Ahmadzadeh, s. 21.
[26]
Ahmadzadeh, s. 22.
[27]
Ahmadzadeh, s. 22.
[28]
Ahmadzadeh, s. 62–63.
[29]
Ahmadzadeh, s. 51–53, 58–60.
[30]
Ahmadzadeh, s. 69–70.
[31]
Ahmadzadeh, s. 64.
[32]
Ahmadzadeh, s. 64–65.
[33]
Ahmadzadeh, s. 63–64.
[34]
Ahmadzadeh, s. 65.
[35]
Ahmadzadeh, s. 65.
[36]
Ahmadzadeh, s. 65–66.
[37]
Ahmadzadeh, s. 83.
[38]
Ahmadzadeh, s. 66.
[39]
Ahmadzadeh, s. 54.
[40]
Ahmadzadeh, s. 71–72.
[41]
Ahmadzadeh, s. 72.
[42]
Ahmadzadeh, s. 72.
[43]
Ahmadzadeh, s. 72.
[44]
Debray, s. 83, 108; Ahmadzadeh, s. 54, 120–121, 133.
[45]
Ahmadzadeh, s. 133–134. Régis Debray’nin formüle ettiği “silâhlı foko”
anlayışı, küçük öncü devrimci grubu ifade ediyor.
[46]
Ahmadzadeh, s. 65, 135.
[47] Ahmadzadeh, s. 147, 151.
0 Yorum:
Yorum Gönder