25 Mart 2023

Bir İdeoloji Olarak Viroloji


Bir İdeoloji Olarak Viroloji
Egemen Sınıfın Sahte Biliminin Eleştirisi

Birinci Bölüm:
Bilim ve Sınıflı Toplum

Giriş

“İnsan bedeni, doğası gereği fanidir. Dolayısıyla hastalıklar, kaçınılmaz olgulardır. Bir insan sadece hasta olduğunda doktora gider de neden iyiyken gitmez? Çünkü sadece hastalık değil, doktorun kendisi bile kötüdür. Tıbbın sürekli himayesi altında tutulan hayat, kötü olarak kabul edilir, insan bedeni ise tıp kurumlarının tedavi amaçlı uygulamalarının nesnesidir. Peki ölüm, ona karşı salt basit bir önleyici tedbir hâline gelen hayattan daha fazla arzu edilir bir şey olamaz mı? Hayat, aynı zamanda özgürce hareket etme imkânını içermez mi? Her daim hekime görünmenin kendisi, insanın ölme ihtimalinin bile bulunmadığı, sadece yaşama ihtimaliyle yüzleştiği bir hastalık hâli değil midir? Bırakalım hayat ölsün, ölüm, yaşamak zorunda kalmasın. Ruhun bedene göre daha fazla hakkı yok mudur?”

[Karl Marx, Basın Hürriyeti Üzerine, “Sansür” Başlıklı Beşinci Bölüm]

Son üç yılımızı sadece tıbbın değil, onun odalığı hâline gelmiş olan bilimin, daha doğru bir ifadeyle, Bilim’in sürekli himayesinde geçirdik. “Bilimin peşinden gidin” emri, sürekli yinelendi. Aslında pratikte bu söz, “bilimin açığa çıkarttığı saf bilgiye göre hareket ettikleri düşünülen siyasetçilerin, âlimlerin ve halk sağlığı bürokratlarının emirlerine uyun” demekti. Onları asla sorgulayamazdık, çünkü onları sorgulamak, bilimi sorgulamaktı.[1]

Bilim nedir? Bu sorunun cevabını bulmak isteyen herkes, “uzmanlara kulak vermelidir.” Peki uzmanlar kimdir? Medyada bol bol arz-ı endam edip politik danışma kurullarında yer alan bu uzmanların ortak özelliği ise ilâç endüstrisi ile kâr amacı gütmeyen sağlık hizmetlerinde maddi çıkarı olmalarıdır.

Bu uzmanlar, ya bu ilâçla ilgili şirketlerin sahibi ya da çalışanıdır; bazen kapitalist hükümete bağlığı halk sağlığı kurullarında araştırma veya düzenleme alanında sorumlu olarak yer alır; bazen de önemli araştırma üniversitelerinde veya hastanelerinde belirli bir konuma sahiptir.

Çalışmalarından en çok alıntı yapılan uzmanların kariyerleri boyunca bu alanların hepsinde belirli bir konuma sahip oldukları görülmektedir. Benzer şekilde yapılandırılmış, çoğunlukla üst üste çakışan askeri-sınai kompleks, bankacılık ve finansal düzenleme kurumlarında bu tür insanların istihdam edilmeleri ve sürekli bir sirkülasyona tabi olmaları, bir tür çürüme belirtisi olarak ele alınmaktadır. Oysa aslında halk sağlığı ve bilimsel araştırmalar alanı, santrifüj gibi çalışır. Söz konusu hızlı sirkülasyonun amacı, bilim uzmanlarımızın o zerre kirlenmemiş saflığını güvence altına almaktır.

Süreç içerisinde örgütlü Marksist partiler, genelde bu türden bir çocuksu ve idealist bilim tasvirini benimsediler. Egemen sınıfın o ölümcül sonuçlara yol açabilecek ideolojisinin uygulanmasına dair görüşlerini serdettiler ve yaymaya çalıştılar. Üstelik bunu egemen sınıfın çıkarlarına açıktan hizmet ederek yaptılar.

Çünkü bu çıkarlar, “bilim” sosuna daldırılmıştı ve o şekilde satılıyordu. Bu bilim bayrağını ele alan Marksist partiler, tüm dünya işçi sınıfına yönelik olarak gerçekleştirilen, eşi benzeri görülmemiş saldırıya zemin hazırladılar, saldıranlara suç ortaklığı ettiler. Ortada onca somut gösterge varken bu partiler, egemen sınıfın ve uşaklarının uydurduğu sahte bilimin geçmişte birçok kez bilimi kendince biçimlendirdiğini unuttular, Malthusçuluk, ırk bilimi, kafatası bilimi, lobotomi, hatta Marx’ın Kapital’de o yıkıcı çabasıyla ifşa edip çürüttüğü, bilim olarak görülen politik ekonomi gibi alanlarda uzman olarak pazarlanan isimlerin onayını bu tür bir sahte bilimden aldığını görmek istemediler.

Daha da genelde bu partiler, bilimin ne denli nadir bir şey olduğu gerçeğine gözlerini kapadılar. Tarih boyunca egemen sınıflar, bilimin iktidarlarının altını oyma ihtimali karşısında çıkarlarına öncelik verdiler ve bu ihtimali ortadan kaldırmak için uğraştılar.

Bugün bize lazım gelen, küresel karşı-devrimden beri daha az bilimsel olan bir topluma doğru gerilediğimiz ihtimalini tarihsel materyalist açıdan ele alan bir bakış açısı. Molly Klein’ın da ifade ettiği biçimiyle, Marshall MacLuhan’ın modern dünyayı “bir şehir değil de daha çok küresel bir köy” olarak tasvir eden ünlü ifadesi, önemli bir yere neşter atıyor: bir yandan geç dönem kapitalist modernite teknik açıdan daha gelişkin bir hâl alırken, toplumsal düzeyde o, geri, kabilevi, dar görüşlü ve batıl inançlarla yüklü bir içeriğe kavuştu. 1993’te tüm Kovid pratiğinin üzerine inşa edildiği PCR tekniğini icat etmesi sebebiyle kimya dalında Nobel alan Kary Mullis, şu tespiti yapıyordu:

“Yıllar sonra dönüp bize bakacak insanlar, AIDS’in HIV mahsulü olduğunu söyleyen teoriyi benimseyen bizlerin sırf dünyanın kâinatın merkezi olmadığını söyledi diye Galile’yi aforoz eden liderler kadar aptal olduğumuzu görecekler.”[2]

Mullis, fazla iyimserdi.

Bu makalenin niyeti, sizin modern virolojinin, esasında modern tıbbın büyük bir bölümünün nesnel gerçeklikten kopmakla kalmadığına, ayrıca sömürgeciliği, emperyalizmi, köleliği ve faşizmi meşrulaştıran ırk teorilerinde görüldüğü üzere, egemen sınıfın en tehlikeli hırsları için etkili ve canavarca kullanılan bir araca dönüştüğüne dair önermemizin dikkate alınmasını sağlamaktır. Çalışma, virolojiye içsel çelişkilerin, ilk günden beri başvurduğu usullerdeki sahtekârlığın, ayrıca sömürü üzerine kurulu sınıflı toplumu meşrulaştıran bir ideoloji olarak gördüğü işlevi, bu işlev dâhilinde başvurduğu yöntemleri açığa çıkartacaktır.

Bu proje, ilk başta Engelbrecht vd.’nin kaleme aldığı Virus Mania [“Virüs Manyaklığı”] isimli kitabın eleştirisini yapmak için yola koyuldu. Bu eleştirinin amacı ise yazarların okur kitlesinin, özelde solun dikkatine sundukları argümanları ve delilleri gündeme getirmekti. Fakat görüldü ki bu materyallerin önüne çekilen bariyerler, insanların onlara ulaşmasına mani olacak ölçüde yüksekti. Bu makalenin birinci ve ikinci bölümlerinde ana akım bilime neden şüpheyle yaklaşılması gerektiğine ilişkin o basit mantıksal ve tarihsel argüman dile getiriliyor ve bu bilimin üretildiği koşullar ele alınıyor. Esasında Marksist bir yaklaşım üzerinden ele alan her çalışma, geç dönem emperyalist tekelci kapitalizme ait tüm tıp ve bilim mekanizmasına şüpheyle yaklaşmaya mecbur.

Üçüncü bölümde Engelbrecht vd.’nin dillendirdiği, viroloji eleştirisi aktarılacak, ama aynı zamanda okur, son üç yıl içerisinde toparlanan ve harekete geçen, virolojiyi şüpheyle ele alan ve giderek nüfusu artan kitlenin ortaya koyduğu çalışmalar konusunda bilgilendirilecek. Ne yazık ki bu kesimin ortaya koyduğu düşünceler, nedense Marksist soldan uzak tutuluyor. Ama şunu da belirtmek gerekiyor: Viroloji eleştirileri, ana akım virolojinin kendisi gibi, kusurlu ve diyalektik düşünceye aykırı bir biçimde formüle ediliyorlar. Bu görüşlere genelde aşırı pozitivizm, çocuksu (çoğunlukla dini temeli olan) bütüncülük veya idealizm gibi küçük burjuva sapmalar damgasını vuruyor.

Dolayısıyla umarız, bu makale sayesinde virolojiye yönelik kapsamlı ve ağır eleştiriler edinilir, bu edinim sonrasında aynı eleştiriler, eleştiri süzgecinden geçirilip bilimsel, tarihsel-materyalist değerlendirmenin konusu hâline getirilir.

Son bölümde bu makale, özelde virolojinin, genelde tıp biliminin evrimini ele alıyor. Bu evrim, “Bugün Emperyalizm Bir Komplo Uygulamasıdır”[3] başlıklı çalışmada sunduğum taslak dâhilinde açıklamaya çalıştığım küresel karşı-devrim bağlamında inceleniyor. Doğru yürütülecek bir araştırma programına işaret etmekten başka vasfı olmayan bu çalışma, dolayısıyla, modern tıp ve bilime kitabi yaklaşmayan, Marksistlerin hep görmezden geldikleri o zengin ve kapsamlı külliyata dair küçük bir inceleme sunuyor. Burada dillendirilen iddiaların son üç yıldır maruz kaldığımız pandemi konusunda anlatılan hikâyelerle ilgili şüpheleri olan insanlara biraz saçma ve gülünç geleceğine hiç şüphe yok. Okurdan tek isteğim şu: yazıyı okurken, bugün tıpkı virolojiye yönelik yaklaşımda da gördüğümüz üzere, bin yıl süreyle itiraz edilemez ve izahtan vareste kabul edilmiş olan dini öğretileri ve sahte bilimleri aklına getirsin. De omnibus dubitandum! [“Her şeyden şüphe edilmeli!”]

Birinci Bölüm:
Bilim ve Sınıflı Toplum

Bilim ve İdeoloji

“Bilim, uzmanlardaki cehalete imandır.

Biri çıkıp ‘bilim şunu bunu öğretiyor’ derse bilin ki yanlış konuşuyor. Bilim hiçbir şey öğretmez, öğreten, deneyimdir. Eğer biri gelip ‘bilim şunu bunu gösteriyor’ derse ona bilimin nasıl gösterdiğini, bilim insanlarının bir şeyleri nasıl tespit ettiklerini, neyi nasıl ve nerede bulduklarını sorun.

Gösteren ‘bilim’ değil, deney denilen sonuçtur. Anlamlı bir sonucun ortaya çıkıp çıkmadığı konusunda bir hükümde bulunmak için tüm deneyleri öğrenecek kadar sabırlı olmalı, tüm kanıtları dinleyebilmelisiniz, bu sizin hakkınız.”[4] [Richard Feynman]

Massey Dersleri kapsamında verdiği “İdeoloji Olarak Biyoloji” dersinde Richard Lewontin, bilimin iki ana işlevinden söz ediyor:

1. Dünyayı maniple etmek için kullanılacak teknikleri temin etmek;

2. Dünyayı izah etmek.

Dünyayı izah eden bilim, toplumsal meşrulaştırma aracı olarak pek dikkate alınmayan, ama aslında epey önemli olan bir rol oynuyor.

Toplumumuzdaki kaynakların kimlere tahsis edileceğine, hangi araştırma projelerine para akıtılacağına, hangi bilgilerin yayınlanacağına, hangilerinin toprağa gömüleceğine, hangi uygulamaların veya tedavilerin teşvik edileceğine karar veren egemen sınıfa göre bu iki ana özellik, sürekli tartılmalı ve dengede tutulmalı. Çünkü bilindiği üzere, dünya daha iyi idrak edildikçe onu yönetmek daha da kolay hâle gelir. Ama bu idrak, yıkıcı ve kontrolü güç bir hâl alırsa, işler sarpa sarar.

Richard Levins’in de dediği gibi, “bilimin sahipleri açısından asıl temel stratejik sorun şudur: onlar, aydınlanmada gördüğümüz şüphecilik ve putkırıcılık olmadan geliştirilecek inovasyona, yani kültürde değil, bilimde burjuva devrimine ihtiyaç duyuyorlar.”[5]

Tüm Marksistler bilir ki kapitalizmi ilk önce kapitalistler ve onlara bağlı insanlar incelemiş, böylelikle icat ettikleri üretim tarzını anlamaya çalışmışlardır. Ama bu insanlar, kapitalizme dair resmi netleştirdikçe, onunla ilgili bilgiyi artırdıkça analiz süreci dâhilinde kendilerini daha da fazla tehlikeye atmışlardır. Tam da Engels’in gözlemlediği gibi, “1830 sonrası sanayi işçilerinin içine girdiği sınıf mücadelesinin o karşı konulamaz gerçekliği, burjuva iktisadını önceki bilimsel keşiflerini terk edip kaba iktisadı güçlendirmeye mecbur etmiştir.”[6] Marx’ın Kapital eserinin tam adı, bu sebeple “politik ekonominin eleştirisi”dir. Bu eserde Marx, kendisini bilim olarak takdim eden ve bu şekilde ele alınan düşünce kümesinin aslında kapitalist düzeni meşrulaştırıp savunmak adına gerçekliği karartmanın aracı olduğunu söyler. Her şeyin ötesinde politik ekonomi, işçilerin ürettiği, kapitalistlerin mülk edindiği servetin bizatihi kapitalistlerin ürünüymüş gibi görünmesini sağlamaktadır.

Aslında belirli meseleler konusunda bütünlükçü bir yaklaşım sergilediğini göstermek amacıyla Marksçı akademisyenlerin sıklıkla yanlış kullandıkları “politik ekonomi” terimi, Marx’ın döneminde bugün iktisat denilen burjuva (sahte) bilimine ait külliyatı ifade etmek için kullanılıyordu.

Basit bir ifadeyle, bilimsel teoriler, egemen sınıf açısından sadece dünyayı maniple etme imkânı sunma değil, ayrıca mevcut gidişatın ve düzenin meşru, hatta kaçınılmaz olduğu konusunda kendileri de dâhil herkesi ikna etme imkânı sunan bir kullanım değerine sahiptirler. Bu bakımdan bilim, esasen bir ideoloji işlevi görür.

Lewontin’in dile getirdiği biçimiyle, Fransız Devrimi’nin ardından Hristiyanlığın nüfuz alanının daralması ile birlikte biyolojik determinizm denilen fikir, kapitalist sınıfsal düzeni meşrulaştıran en önemli ideoloji olarak her yanı kuşattı. Darwinci DNA öğretisinin ilk hâlleri, Darwin’in belirli görüşlerini dillendirmesinden önce ortaya çıkmıştı. Emily Bronte’nin Uğultulu Tepeler’inden Charles Dickens’ın Oliver Twist’ine, oradan Zola’nın Rougon-Macquart’una kadar birçok çalışma, “her şeyi kan anlatır” anlayışı ile yüklüydü.[7] Emily Bronte’nin defterlerinde en çok da Darwin’den bağımsız olarak geliştirilmiş, ön-Darwinci bir teorik çerçeve çıkar karşımıza.

Burjuvazinin tarihsel sorunu bu ideoloji üzerinden çözüme kavuşturuldu ve bu sorun da eski rejimi yıkması için burjuvazinin sayısal açıdan yeterince büyük olmaması ile ilgiliydi. İktidar olan geleneksel feodal sınıfla burjuvazi arasındaki güç dengesi, mutlakiyetçi rejimlerin eşi benzeri görülmemiş bir özerkliğe kavuşmalarına imkân sağlayan koşulları yarattı. Liberalizm ideolojisi, bu koşullarda ortaya çıktı. Kentli küçük burjuvazinin ürettiği bu türden düşünceler sayesinde burjuvazi, kentli meslek sahipleri, tüccarlar ve işçi kitleleriyle, bilhassa zanaatkârlar ve kentte çalışan ücretli işçilerle koalisyon kurup iktidara yürüme imkânı buldu.

Ancak burjuvazi, iktidarı aldıktan hemen sonra, aristokrasiye karşı yürütülen savaşın örsünde dövülmüş liberalizm kılıcının kendisine döndüğünü gördü. Bu noktada burjuvazi, aristokrasinin bir zamanlar doğuştan gelen hakkını ortadan kaldırmış olan ekonomik hiyerarşinin kalıcılaşması için gerekçeler bulma ihtiyacı duydu. Biyoloji, öjeni, sosyal Darwinizm, kafatası bilimi gibi en tehlikeli ideolojik biçimleri dâhilinde, bu amaca hizmet etti. Doğal eşitsizlik fikrini destekleyecek görüşlerin dillendirilmesine imkân sağladı. Feodalizmi suni bir biçimde kısıtlayan unsurların kaldırılmasıyla, eskiden beri varolan eşitsizliklerin doğal, fıtri ve değiştirilmesi mümkün olmayan, kanın dayattığı eşitsizliğin kaçınılmaz tezahürleri olduğuna dair görüşler sardı her yanı. Bu görüş, sadece içteki eşitsizliği değil, ayrıca toplumları kuşatan eşitsizliği belirli bir kılıfa kavuşturmak için kullanıldı ve zamanla köleliği ve sömürgeciliği meşrulaştıran ırkçı ideolojilerin temelini teşkil etti. Kapitalist düzenin temelini oluşturan bu düşünsel katman, aynı zamanda faşizme can veren, onu meşrulaştıran radikal ve kötü teoriler için gerekli zemini meydana getirdi.

Modern biyoloji, bu şekilde egemen sınıf için faydalı bir hâle getirildi. Ama bu demek değil ki o, insanlığın hiçbir işine yaramadı. Biyoloji endüstrisinin dile doladığı yalanlara karşı çıkıyoruz diye bu tarihsel endüstrinin sadece saçmalık ürettiğini, egemen sınıfın iktidarına ait bir tezahürden başka bir şey olmadığını söylüyor değiliz. Bilâkis, burjuva kurumlarının uygulamaya koyduğu doğa bilimleri, yalanlarla yanlışlarla kitleleri ikna edebilme konusunda mahirdirler, çünkü bunların başvurduğu soruşturma yöntemleri meşru görülür, açığa çıkarttığı bilgi geçerli, uzun zamandır biriktirdiği bilgi birikimi ise önemli kabul edilir.

Burjuva biliminin asli motivasyon kaynağı, somut dünyaya fiiliyatta, güvenilen ve kâr getiren bir pratik üzerinden hâkim olma iradesidir. Bilimsel sorgunun başvurduğu yöntem ve kaynakları düzenleyen ve teşvik eden, bir gezegeni, bitki örtüsünü ve hayvanatını, madenlerini, diğer türden maddeleri ve tabii insanları azami düzeyde kullanma dürtüsüdür. İnsanın sınıfların ortaya çıkmasından beri ortaya koyduğu tüm çalışmalar gibi kapitalist dönemde doğa bilimleri de esasen bir mücadele alanıdır. Muktedir olduğu günden beri sınıf, kendi çıkarlarının sınırlarına tabidir ve onlardan asla ayrı düşünülemez.

İkinci Dünya Savaşı’nda işçi sınıfı, muazzam bir zafer elde etti, ama bu zafer sınırlıydı. Nazizm yenildi ve egemen sınıfın sahte bilimini mal gibi satanların sesi kısa süre kesilse de biyoloji alanında faal olan bu isimler, onları besleyen ve kapitalist eşitsizlik denilen kök kesilip atılmadığı için, yeniden ortaya çıktılar.

Molly Klein’ın da tespit ettiği biçimiyle, hem doğa bilimleri ile beşeri bilimler alanında faal olan uzmanlar hem de kitlelerin bilinçleri üzerinden bu türden araştırma faaliyetleri itibarsızlaştırılsa da Harvard ve Rockefeller Vakfı türünden egemen sınıfa ait kurumlar, savaş sonrası dönem boyunca insanlığın siyah ve beyaz ırkları içerdiğine dair kanıtları ortaya atmak için para akıtmaya, tembellik, şiddet ve erdem gibi şeylerin biyolojik kalıtımın sonucu olduğuna dair görüşleri ispatlamak için çalışanları beslemeye devam ettiler. Fakat bir süreliğine, nesnelliği azami düzeye çekmekle ilgili, işleve yönelik ölçüt ve doğa bilimlerinde bilimsel pratiğin gördüğü fayda ile etikle alakalı demokratik politik uzlaşma zemini bir biçimde muhafaza edildi. Altmışların ve yetmişlerin radikal toplumsal hareketlerinin desteğini arkasına alan Richard Lewontin ve Stephen Jay Gould gibi isimler, biyolojik determinizm, sosyobiyoloji, evrimsel psikoloji gibi biçimler alan ayak direyen sözde bilimsel gericiliğe karşı hayranlık uyandıracak bir mücadele yürüttüler.

Dünya genelinde işleyen karşı-devrim sürecine bağlı olarak faşist sözde bilim, en azından kamusal alanda hâkim hâle geldi. Neoliberal dönemle birlikte egemen sınıfın gücünü yoğunlaştırması ve pekiştirmesiyle birlikte kamusal bilimle ve gizli bilim arasında her zaman var olan mesafe arttı. Klein’ın da dile getirdiği biçimiyle, bugün egemen sınıfın hayrına olan, gizli ya da yarı gizli çalışmalar dâhilinde üretilen, batıl inancın, sözde bilimsel hikâyelerin ve gerekçelerin onu gizlemek için kullanıldığı, ticari bilim ve teknoloji biçiminde yaygınlaştırıldığı bir tür bilimle karşı karşıyayız.[8] Son dönemde zirveye yerleşmiş olan viroloji, bu süreci gayet iyi resmediyor.

Bir İdeoloji Olarak Viroloji

Genel felsefe düzeyinde viroloji, burjuva ideolojisinin temel itkilerinin bir ürünüdür ve onlarla uyumludur. Viroloji, tekil mekanistik sebeplerin peşine düşen atomcu (her şeyi tek tek birbirinden bağımsız olgular üzerinden ele alan) görüşü savunur ve çevrenin, sinerjinin belirleyici olduğu süreçlerin önemini görmezden gelir. Viroloji, ana fail olarak genetik materyale odaklanır, bu anlamda burjuvaziye ait, Dawkins’in ifadesiyle, “bizi uzaktan kontrol edilen devasa hantal robotlarmış gibi gören” DNA anlayışını (oradan türeyen RNA anlayışını) yüceltir. Lewontin’in tespitiyle:

“Genelde proteini genlerin ürettiği, genlerin kendi kendilerini kopyaladıkları söylenir. Oysa gerçekte genler hiçbir şey yapamazlar. Protein, onun imalatı için gerekli formülü tam olarak belirlemek için belirli bir nükleotit dizinini kullanan diğer proteinleri içeren karmaşık bir kimyasal üretim sistemidir. Bazen genin protein için gerekli bir şablon veya bir proteinin gelişimi için gerekli bilgilerin kaynağı olduğundan söz edilir. Bu hâliyle gen, imalat yapan makineden daha önemli bir şeymiş gibi ele alınır. Tabii ki proteinler, genler ve o makinenin geri kalan kısmı olmadan üretilemez. İkisinden birinin daha önemli olduğunu kimse söyleyemez. Genleri öne çıkartıp onları ana molekül olarak takdim edenler, farkında olmadan, beyni kas gücünün, zihinsel emeği fiziksel emeğin, bilgiyi eylemin üzerine koyan ideolojik bir yaklaşıma hizmet etmektedirler. Ayrıca genler, kendi kendilerini kopyalayamazlar. Kendilerini çoğaltamazlar, protein üretmek gibi bir işi beceremezler. Genler, daha fazla gen için gene genleri model olarak kullanan proteinlere ait karmaşık bir makinenin ürettiği bir şeydir. Genin kendi kendisini kopyaladığını söyleyenler, ona gizemli ve özerk bir güç bahşediyorlar, böylelikle onları bedene ait sıradan materyallerin üzerine yerleştiriyorlar. Oysa dünyada kendisini kopyalayamayan bir şey varsa o da gen değil, karmaşık bir sistem olarak tüm organizmanın kendisidir.”[9]

Bir anlamda viroloji, bu ideolojik eğilimin daha da bağnaz bir hâlidir, onda genler saf, her şeyden arınık birer fail mertebesine yükseltilir.

Doğalında bu genler, kolektif veya toplumsal failler olarak görülmezler. Bilâkis, viroloji, doğayı Hobbes’çu-Darwinci bir yerden ele alır ve onun insana düşman, rekabetin hâkim olduğu, saldırganlarla, işgalcilerle, kontrolü ele geçiren hasım (hücresel) yapılarla dolu bir alan olarak resmeder. Bu, aslında sermayenin tarihinin çarpıtılmış bir hâlidir: son beş yüz yıldır sermaye, toplumsal yapıların yeniden üretim süreçlerine sızmış, onları tek bir hedefe kitlemiştir: sermayenin yeniden üretilmesi ve yayılması.

Eskiden köylülerin, lordun ve uşaklarının yaşaması için ekilip biçilen tarla, bugün sadece tek bir fikir üzerinden işlenmektedir: değiş tokuş üzerinden piyasada azami kazanç elde etme, böylece daha fazla sermaye temin etme ve yenilenecek yatırım işleminin ölçeğini giderek genişletme.

Tam da bu noktada bize virüslerin hücre düzeyinde bedendeki (yeniden) üretim araçlarına komuta ettiği, doymak bilmez yeniden üreme dürtüsü üzerinden o araçları gasp ettiği söyleniyor. Diğer birçok yönünde görüldüğü üzere, bilime onu üreten üretim tarzı damgasını vuruyor.

Özünde viroloji, esasen atomcu dünya görüşü için parodiyi ifade eden kaba bir tasıma uygun hareket ediyor. Teknikteki ilerlemelerle birlikte tıpkı parazitler gibi yayılma ve hastalıklara sebep olma becerisine sahip, ama onlardan küçük olan bakteriler keşfediliyor. Hastalık konusunda belirlenen bu teorik çerçeve, herkesi cezbediyor ve kısa bir süre sonra, aşağıda tartışacağım kimi sebeplere bağlı olarak, birçok rahatsızlığın anlaşılmasına dönük çaba dâhilinde işaret edilen bir tür kusur hâline geliyor. Böylelikle, bir hastalığın bulaşıcı olduğuna kanaat getirildiği, ama parazite veya bakteriye rastlanmadığı her durumda, “mutlaka bir patojen vardır, ama ufaktır” deniliyor. Bu noktada şunu not etmek lazım: viroloji, virüsleri “görmemizi” sağlayan veya varlıklarını teyit eden elektron mikroskopları gibi teknoloji ürünlerinin ortaya çıkması öncesi belirlenmiş varsayımları temel alıyor.

Bugün viroloji, egemen sınıfın halk kitlelerine dayattığı sefil koşullar karşısında onu temize çıkartmakta kullanılan en güçlü araçlardan biri hâline geldi. Ana akıma mensup virologların bile zımnen kabul ettiği biçimiyle, virüs kaynaklı hastalıkların büyük bir çoğunluğunun gerçek sebeplerini eksik beslenmeden zehirlenmeye dek uzanan, sınıflı toplumun yol açtığı basit ve suni sonuçlarda aramak gerekiyor.

Bu zehirlenme meselesi ise kimsenin üzerinde durmadığı bir konu. Viroloji, hastalığın günahını bizi fazla çalıştıran, zehirleyen ve açlığa mahkûm edenlerin sırtından alıp doğanın kontrol edilemez gücünün sırtına yüklüyor. Gelgelelim viroloji, ayrıca belirli bir hedefe hizmet edecek şekilde, bilinçli bir yaklaşım dâhilinde kullanılıyor. Catherine Austin Fitts’in açıkladığı biçimiyle:

“Zehir (toksin) hastalığa yol açar. Böcek ilâçları, sanayi kaynaklı kirlilik veya kablosuz teknolojinin yaydığı radyasyon, bir tür zehirdir. Zehir, milyonlarca insana ve toplumlarına zarar verir. Şirketler veya sigorta kurumları, yurttaşların halklarına yönelik ihlaller ve onlara karşı işlenen suçlar konusunda sorumlu tutulabilirler. O vakit hemen virüs suçlanacaktır. Hemen bu virüsün tedavisi için bir aşı imal edilir. Böcek ilâcına ve diğer türden zehirlere maruz kalma durumu aşıyla birlikte ortadan kalkar, hastalık hızla yok olur. Aşının başarı, mucidinin kahraman olduğu söylenir. Böylece mali açıdan yaşanabilecek bir felâket ihtimali, yatırımcılar ve emeklilik fonları dâhil kimi çevreler için kârlı bir şeye dönüştürülür.”[10]

Bu türden program, DDT zehirlenmesinin yaygın olarak görüldüğü koşullarda bu gerçeği gizlemek adına çocuk felci konusunda kasten, bilerek ve planlı bir biçimde yürürlüğe konuldu.[11]

Daha da önemlisi, bugün virolojinin kapsamlı toplumsal kontrol ve gözetleme pratikleri için bir kılıf olarak iş görüyor olması. Bugünkü dünya düzeyinde zirvesine ulaşan geleneksel viroloji ideolojisinin ters yüz edilmiş hâli üzerinden bu yöntemler epey geliştirildiler. Viroloji, ideolojik düzeyde hastalığın ve ölümün sorumluluğunu egemen sınıfın fazla çalıştırma, çevreyi zehirleme, uyuşturucu bağımlılığı, rafine şekerler gibi zehirli gıdalar, stres, kaygı, yetersiz beslenme, yalnızlaştırma, depresyon, öfke ve keder üzerinden dayattığı, hastalığa yol açan toplumsal koşullardan, yani kapitalizmden alıp adı sanı bilinmeyen ve kontrol edilemeyen doğa güçlerinin sırtına yükledi.

Korona programı, bu formülü küstahça uygulanan bir program için kullanılan daha da tehlikeli bir kılıfa dönüştürdü. Tüm kurnazlığıyla egemen sınıf, o gücü kontrol etme sorumluluğunu üzerine aldı, böylelikle, hücrelerimizin en derin noktalarında operasyonlar yürütme hakkını elde etti. Aynı şekilde egemen sınıf, bugün olumsuz dışsallıkları içselleştirmek suretiyle geçmişte işlediği suçlardan kurtulma önerisini sunabiliyor. Önceden birilerine ait görülmeyen, esasında herkesin kabul edilen, doğal dünyaya ait unsurlar, kısa bir süre sonra özel şahısların mülkü kabul edilecekler. Bunlar, zamanla onları bizim için korumak istediğini söyleyen “iyi kalpli” hükümetlerin ve STK’ların malı hâline gelecekler. Burada üçkâğıt açıktan yürütülüyor. Bu üçkâğıt kapsamında, eskiden yapılan yanlışlardan bahsediliyor, egemen sınıf, bir hamle yaparak yeryüzündeki her bir karış toprağı kontrol altına alıyor, onu çitleyip mülk ediniyor, bu işte öncülüğü finans ve istihbarat kurumları üstleniyor.[12]

Bugün devam eden küresel dönüşümün politik ve ekonomik ayrıntıları bu yazının kapsamının dışında. Burada esas olarak viroloji ideolojisinin egemen sınıfa neden cazip geldiği, bu ideolojinin neden kullanıldığı üzerinde duruluyor. Biri çıkıp “virüs yoktur” deseydi, egemen sınıf kendisi için faydalı olacağını düşünse onu icat ederdi. Hattizatında egemen sınıf, tam da bu sebeple bizi sürü gibi bu sanal, bilgisayar kurgusu dünyaya güdüyor.

Yanlış Olmayacak Kadar Büyük mü?

Virolojiye ait kimi unsurların egemen sınıfın çıkarları adına öne çıkartıldığı, kimi unsurların ise sumen altı edildiği görülmeli. Bu ideoloji, teorik gözü kör edenlerce kısıtlanıyor. Tüm o kapsamlı ve uzun geçmişiyle bilim denilen saha, temel önermeler konusunda yanılıyor. Bu, herkese inanılmaz geliyor. Ama gene de bu noktada tarihin öğretici olduğu unutulmamalı.

Bugün birçok insan, dinlerin temelleri itibarıyla yanlış olduğunu söylüyor. Ama gene de insanlar, yüzlerce yıl karmaşık bir yapı arz eden bu tür yanılsamaların çilesini çektiler. Onların emirlerini dinlediler. Kütüphaneleri tanrıların aile ağaçlarıyla, ruhlararası ilişkilere dair teolojik tartışmalarla, doğaüstü olgularla ilgili kitaplar doldurdu. Hep inançlarının ve kanaatlerinin teyit edildiğine inandılar. Tanrı(lar) onlara hitap ediyordu, kendi hayatlarına müdahil oluyordu. Mucizelere inandılar, adil cezalarla cezalandırıldılar.

Bir inanç sisteminin ömrü, ölçeği veya karmaşıklığı, onun yanlış olamamasının ispatı olamaz. Aynı şey, her türden güçlü kanaat için geçerli. Nezle olduğunuzda, onu kimden kaptığınızı düşünürsünüz. Aynı durum, iskorbüt hastalığı için de geçerli. Eskiden bulaşıcı olduğuna inanılan bu hastalığa yakalanan bir köylü, lanetlendiğini düşünürdü.

Tabii bu söylediklerimize dinle bilimi birlikte ele alanın ucuz ama havalı bir kuşkuculuk olduğuna dair sözle cevap vermek mümkün. Bilim, titizlikle geliştirilmiş bir yöntemi şart koşar. Onu dinden ayıran, bu özelliğidir. Tamam ama, Lewontin’in tespit ettiği biçimiyle:

“Bilim, dünyaya dair gerçek olgular toplamından değil, kendisine bilim insanı diyen insanların ortaya attığı iddialar ve teoriler toplamından ibaret olan bir şeydir. Bilimin önemli bir bölümü, o an dünya gerçekte ne hâlde olursa olsun, bilim insanlarının dünya hakkında söylediklerinden oluşur. Bilim, sadece fiziksel dünyayı kullanma işine hasredilmiş bir kurum değildir. O, aynı zamanda halkın politik ve toplumsal dünyaya dair bilincini oluşturmak gibi bir işleve de sahiptir.”[13]

Bilimi kendisine “bilim” diyen şeyden ayırmaya çalışırken anlambilim tuzağına düşmek gibi bir riskle yüzleşiyoruz. Ama gene de şunu ifade etmekte yarar var: bilim, her zaman kendisine “bilim” denilen şeydir. Bu ifade, çelişkili değil.

Biz, bu makalede temelde modern viroloji sahasının genelde anlaşıldığı biçimiyle bilimsel yöntemle tutarlılık arz etmeyen ilke ve uygulamalara dayandığını söylüyoruz. Akran değerlendirmesi sistemi gibi bilimin namusunu koruyan, özdenetim mekanizmalarının bu sorunu giderme konusunda yetersiz kaldığı görüldü. Aslında servetin eşitsiz bir biçimde dağıtıldığı sınıflı bir toplumda akran değerlendirmesi sisteminin anlamlı bir şekilde işleyebilmesi imkânsız.[14]

Burada sadece virolojinin, meşru bir kurumdan almadığı bilim kisvesini üzerine geçirmiş olmasından bahsetmiyoruz. Sahte bilim ve bu tür pratiklerin bilim olarak değerlendirilmesi konusunda elimizde çok sayıda tarihsel örnek var. Üstelik bunları gerçekte varolan bilim kurumları onaylamışlar. Harriet Washington’ın ortaya koyduğu biçimiyle:

“Bugün bilimsel ırkçılığın dayandığı önermelerin ırkçı ve saçma olduğunu biliyoruz, ama on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyılda bilimsel ırkçılık bilim olarak görülüyordu, en prestijli kurumlarca destekleniyordu. Afrikalıların eşitliğine vurgu yapan, siyahilerin sağlığının kötü olmasının sebebinin onları sömürenler olduğunu söyleyen nispeten daha mantıklı olan tıp teorileri, kölecileri ülkenin daha kazançlı bir yaşam tarzına kavuşmasını sağlayan güç olarak gösterip meşrulaştıran tıp felsefesinin ilgisine hiçbir zaman mazhar olamadı.”[15]

Bugün sosyobiyoloji veya evrimsel psikoloji adı altında yürütülenler de dâhil, tüm ırkçı bilim alanları, allı pullu, karmaşık ama bir o kadar da temelsiz ve saçma kurgulardan ibaretler. Neticede egemen sınıf, ırkçı mitolojinin sunduğu ideolojik faydaları, insandaki çeşitliliği doğru kavramamızı sağlayacak bilimsel-teknik faydalardan daha önemli görüyor. O önemli gördüğü şeye de “bilim” diyor.

Bu noktada en uygun işçi tipi olarak kölenin bakımı meselesi gündeme geliyor. Bazıları, egemen sınıfın bizi kasten ve bilerek sakat bırakamayacağını, bu durumun çalışma kapasitemizi sıfırlayacağını söylüyorlar. Bu insanlara aynı lafın köleliği savunmak için edildiğini hatırlatmak gerekiyor. Böylelikle köle sahipleri, mallarına işçi yerine başka birini bulan patrona göre daha itinalı yaklaşmaları konusunda teşvik ediliyorlar. Esasında herkesin de bildiği gibi, yakın tarih, bilimsel bilgiden beslenen, ama sadece saçma ve etkisiz olmakla kalmayıp, aynı zamanda tuhaf ve tehlikeli olan tıp uygulamalarıyla dolu. Örneğin on dokuzuncu yüzyılda Amerika’nın güneyinde uygulanan “Zenci tıbbı”, Washington’ın da dile getirdiği biçimiyle, bitmek tükenmek bilmeyen, kurgusal olan ırkçı fikirlere sahip doğal bilimciler dâhil birçok bilim insanının ürettiği, “siyahların biyolojik doğasına dair test edilmemiş mitolojileri” temel alıyordu.[16] Bu sahaya dair hikâyeler bugünümüze ışık tutacak cinsten.

Örneğin, 1848’de Louisiana Tıp Derneği’nin siyahların sağlığını ve fizyolojisini inceleme komitesine başkan olarak atadığı, sahanın en önemli öncülerinden olan Dr. Samuel A. Cartwright’ı ele alalım. Washington’ın aktardığı biçimiyle, bu adam, “kendi teorik çalışmalarını gazetelere ve dergilere gönderdiği kölelik yanlısı mektuplar kaleme almak için kullanıyor.”[17] “Kölelik konusunda yeterince coşku ortaya koymamak gibi semptomlara sahip olduğunu söylediği siyahlara has hastalıklar konusunda kullanılan kalıplara bugün viroloji başlığı altında rastlıyoruz. Zencilere has hastalıklardan biri drapetomanya (evden kaçma hastalığı), biri köleyi sahibinin mülkü için çalışmamaya ve suiistimal etmeye götüren tembellik veya beceriksizlik hâli olarak “letarji”, bir diğeri de “Ditezya Aetiyopika”. Bu son hastalık, kölenin efendisinin mülkünü akıl dışı bir arzuyla yok etmek istemesi olarak tarif ediliyor. Cartwright, bu hastalığa tıbbi açıdan gözlemde bulunan kişinin bile keşfedemediği, bedene ait fiziksel alametler veya lezyonların eşlik ettiğini, bu anlamda, diğer her türden akıl hastalığından farklı olduğunu iddia ediyor.[18] İtaatsiz kölelerin sırtlarında nedense kırbaç izlerine rastlandığını, bunun şaşırtıcı olduğunu söylüyor! Şükürler olsun ki Cartwright, doğru tedavi yöntemini belirliyor: kölenin iyi kırbaçlanması ve çok çalıştırılması:

“Hastalıktan muzdarip olan kişi, sağlam fizyolojik ilkeler temelinde tedavi edilirse kolayca iyileşir. Derisi kuru, kalın ve serttir, karaciğeri çalışmamaktadır. Karaciğer, deri ve böbrekler harekete geçirilmeli, kandaki karbonun arındırılmasına yardımcı olunmalıdır. Deriyi teşvik etmenin en yöntemi, hastanın sıcak su ve sabunla yıkanması, ardından tüm vücuda yağ sürülmesi, yağlı deriye geniş bir kösele kayışla vurulması, sonrasında da hastanın açık ve güneşli havada ağır biçimde çalıştırılmasıdır. Ağaç keserken, rayları sökerken, bıçkıyla veya tomruk testeresiyle ağaç keserken akciğerler genişleyecektir. Ortaya konulacak her türden emek, solunumun eksiksiz ve rahatlıkla yapılmasını sağlayacaktır.”[19]

Yetersiz beslenme yüzünden rahatsız olan bir köleye, “Afrika Kaşeksisi” teşhisi konuluyor.[20] Güvenli olmayan koşullarda aşırı çalıştırılan siyahların güneş çarpması ve sıtma gibi sadece beyazlar için tehlikeli görülen rahatsızlıklara karşı bağışıklığı olduğu iddia ediyor. Bu türden iddialar kanıtlara dayandırılma gereği duyulmuyor. Empirik gerçekliğin bu türden ideolojik açıdan önemli öğretileri geçersiz kılamıyor.[21] Sahte bilimin bu türden tehlikeli ve mantık dışı uygulamaları, köle ekonomisinin en önemli unsuru olan sağlık konusunda konuşmayı tabii ki ihmal etmiyor.

Konudan ayrılmamakta fayda var: Amerika’nın güneyinde doktorlar, köle pazarının işlemesi konusunda önemli bir işleve sahiplerdi. Sağlıkla ilgili sözler, kölenin satın alınmaya değer olup olmadığını belirlemek için ediliyordu. Çoğunlukla tedavi kadar maliyetliydi bu sözler. “Zenci tıbbı”nın geliştirdiği öğretiler, bu teşhislerin doğruluğunu şüpheli hâle getirdikçe, köle sahibi sınıfın kölelerden değer elde etme becerileri de azaldı. Teşhislerin doğruluğunu ortaya koymak için güçlü ekonomik teşvikler devreye girmesine rağmen, gerçeklerin üzerini örtmeye yönelik teşvikler daha cazip görülüyordu. Böylelikle, bugün solun önemli bir kısmına hâkim olan yüzeysel materyalizm gibi bu zenci tıbbı denilen sahanın dile getirdiği saçma öğretiler varlıklarını muhafaza ettiler. Kölenin sırtındaki kırbaç izlerinin sebebini Ditezya Aetiyopika olarak belirleyen, kölenin yediği dayaklara bakmayan Cartwright’ın saçma teşhisi, esasen dayağı alışkanlık hâline getirmiş köle sahibinin ekmeğine yağ sürüyordu. Bu tür görüşler üzerinden köle sahibi, ne sorumlu tutulabiliyor ne de suçlu kabul edilebiliyordu.

Egemen sınıf, bizim kâr getirecek koşullarda kendisi için çalışacak kadar sağlıklı olmamızı ister. Ama onun hakkından gelecek güce kavuşmamıza imkân verecek kadar sağlıklı olmamızı istemez. İyi eğitimli olmamızı istemez, onun için emrettiği işleri yapacak kadar eğitimli olmamız kâfidir. Ama öte yandan onun yalanlarını görme imkânı sunacak ölçüde eğitimli olmamızı da istemez. Özgürleşmiş, proleter bir bilim, yalanları görmemize vesile olurken, egemen sınıfın bilimi, gözlerimizi kör etmek için vardır. Tony Benn’in tespit ettiği gibi, “Eğitimli, sağlıklı ve kendine güvenen bir milleti yönetmek güçtür.”[22]

Bilim Hangi Koşullarda Mümkün?

Halkın genelinde, bilhassa işçi sınıfının en çok sömürülen kesimlerinde ilâç endüstrisine, en azından modern tıbbın kimi yönlerine yönelik belirgin bir şüphe ve nefret söz konusu. Burjuva basını bile bu gerçeği kabul ediyor. Bu şüpheleri ve nefreti önemsiz gören burjuva basını, bu duyguları halka tepeden bakma fırsatı olarak kullanıyor.

ABD’de Afrikalı Amerikalılar aşılara şüpheyle yaklaşıyorlar. Basın, bu yaklaşımın makul, ama önceki yanlışların miras bıraktığı, demode bir yaklaşım olduğunu söylüyor. Cahil kitlelerin kendi iyiliklerine olacak şekilde, eğitilmeleri gerektiği üzerinde duruyor. Onlara en çok da STK mensupları, halk sağlığı kurumları ve bu tür yardım kampanyalarından gelecek paradan istifade eden diğer kuruluşlar destek sunmak istiyorlar.

Örgütlü solun kaba sınıfsal çıkarları, bu tür meselelere yönelik tavrı yeterince izah etmiyor. Batı’da önemli sol örgütlerin lider kadroları, genelde akademide ve egemen sınıf için bilim üreten kurumlarda çalışan isimlerden oluşuyor. Bu sınıf, ürettiği bilgiyi, egemen sınıfın belirlediği şartlar üzerinden, o sınıfın parasıyla üretilse bile, nispeten özerk, hatta kendi kendine gerçekleşen bir şey olarak takdim ediyor. Tümüyle, en azından esas olarak kendi içsel dinamikleriyle işleyen belirli bir bilim anlayışına yatırım yapılıyor.

Bu sınıf, belirli koşullarda bilime az ya da çok para akıtıldığını kabul ediyor. Bazı kanallara kâr getirmediği için para aktarılmıyor. Bilimin bazı unsurlarına batılı olmayan ve öcü gibi görülen kötü rejimlerin baskı uyguladığı söyleniyor. Bilimin ilerleyişini bu tür durumların yavaşlattığı iddia ediliyor. Ama bilim, gene de zaman içerisinde az çok doğrusal olan bir hat dâhilinde ilerliyor. Bu türden bir şeye inananlar, geçmişte ve günümüzde virolojinin ürettiği sahte bilim temelli ürünlerle benzerlik kurulmasına karşı çıkıyorlar. Koşulların iyileştiğini, bilimin kötüyü kovup daha da geliştiğini söylüyorlar.

Bu türden bir düşüncenin Walter Benjamin tarafından eleştirildiğini biliyoruz. Benjamin’e göre, “bugün tecrübe ettiğimiz şeylerin yirminci yüzyılda hâlen daha mevcut olması karşısında duyulan şaşkınlık, felsefi bir tepki değil. Bu şaşkınlık, kendisine kaynaklık eden tarih anlayışının savunulamayacağı bilinmediği sürece, hiçbir bilme sürecinin başlangıcını oluşturamaz.”[23]

Bilimin sürekli, katlanarak veya doğrusal olarak geliştiğini söyleyen anlayış, tarihsel materyalizmle çelişen, liberal idealist tarih anlayışıyla uyumlu bir anlayıştır. Marksistler, bilimin maddi gerçeklik üzerinde yüzüp duran, kendi kendine hareket eden bir varlık olmadığını bilirler. Aksine, bilim, belirli maddi koşullardan doğar, bazılarından da doğmaz!

Esasında insanın toplumda yaptığı düzenlemelerin önemli bir kısmı bilimin gelişimine katkı sunmaz. Bilim, çoğunlukla kapitalizmin doğuşuyla ilişkilendirilir. Ama bilimin kapitalizmle ilişkisinin gerçek niteliği, genelde ideolojik planda örtbas edilir. J. D. Bernal’in de tespit ettiği biçimiyle:

“Bugün anlıyoruz ki, her ne kadar o dönemde net değilse de, on beşinci yüzyılın ortalarında yeni bir şey başlamış. Bugün Rönesans’ı, kapitalizmin doğuşunu önceleyen bir gelişme olarak ele alıyoruz, ama on sekizinci yüzyıla dek hiçbir önemli değişikliğin yaşanmadığını görüyoruz. O günden itibaren bilimin uygulamaları ve icatlar üzerinden insanlık, ilk medeniyetin elindeki teknikler ve tarımın yol açtığı sonuçlara kıyasla ileride daha büyük etkilere sebep olma ihtimali bulunan yeni imkânlara kavuştu. İnsanın düşüncesinin genel manada kurtulması ile bilimin gelişiminden kapitalist girişimin gelişimini zihinlerimizde ayrıştırma imkânına ancak son dönemde kavuşabildik. Kapitalizmin gelişimi ile bilimin gelişimi hep ilerlemeyle bağlantılı olarak ele alındı, ama bir yandan da çelişkili bir biçimde kapitalizmin ve bilimin ortaya çıkışı, insanın doğal hâle geri döndüğünün, dinin veya feodal otoritenin keyfi kısıtlamalarından kurtulduğunun kanıtı olarak selamlanıyor. Ama artık, bilimin ilk gelişiminde ve onun pratikte ilk kez değerli görülmesinde kapitalizm her ne kadar önemli bir yere sahip olsa da, insanın bilime verdiği önem, her yönden kapitalizmin sahip olduğu önemi aşıyor, insanlığın hizmetinde olan bilimin eksiksiz gelişiminin kapitalizmin varlığı ve bu varlığı sürekli kılan çabalarıyla çeliştiği daha iyi görülüyor.”[24]

Eski rejime karşı politika, ideoloji ve ekonomi düzleminde verdiği ilerici mücadelede kapitalist burjuvazi, bilimin gelişip serpilmesi için ilk hamleyi gerçekleştirdi. Düşüncenin ve sözün özgürleşmesiyle birlikte bilim, mümkün hâle geldi. Buna kapitalist ilişkilerin yapısal bir özelliği olan teknolojik inovasyon sürecinin her yönden teşvik edilmesine dönük adımlar eşlik etti.[25]

Ama bir yandan da feodalizme karşı yürütülen mücadelede imal edilen “liberalizm” gibi politik-ideolojik silâhlar iç çelişkilerle maluldü. İşçiler, kendi sınıfsal varlıklarından bihaberdi, ama burjuvazi, kısa bir süre sonra işçilerin kendisini kuşattığını gördü, liberal politik ilkelerin tutarlı ve kapsamlı bir biçimde uygulanmasını talep eden işçiler, “madem sivil alanda demokrasi ve eşitlik geçerli olsun deniliyor, ekonomi alanında da geçerli olsun” dediler. “Madem kralın veya aristokratın keyfi iktidarına boyun eğilmesi insanlık onuruna aykırı, aynı tespit, neden müdür veya patron için de dile getirilmiyor?” diye sordular.

Bu çelişkilerin örtbas edilmesi veya makulleştirilmesinde Darwinci biyolojiye ait kavramlar önemli bir rol oynadılar. Bu teori üzerinden kapitalistler, patronun doğası gereği işçiden üstün olduğunu, yüksek ve gelişkin genlere sahip olduğunu söylediler.

Bu çelişkiye burada değinmemizin sebebi, kapitalizm, liberalizm ve demokrasi arasındaki çelişkili ve karmaşık ilişkiye vurgu yapmak istememiz. Bu ilişkiyi ele alan, burada aktaramayacağımız, zengin bir Marksist bir literatür mevcut.[26]

Bugün kapitalizm ve bilim arasındaki karmaşık ilişki pek ele alınmıyor. Bilimle kurduğu ilişkiye benzer bir ilişki içinde oldukları demokrasiyle kapitalistler, sadece özel ve sınırlı koşullarda bağ kuruyorlar. Aynı şekilde, kârlarına halel getirmediği, sınıfsal konumlarını sarsmadığı sürece bilimsel ilerlemeye alkış tutuyorlar. Bu yaklaşımlarını yeni teknolojiler veya araştırmalar konusunda dayattıkları marka ve patent kısıtlamalarında en yalın hâliyle görebiliyoruz. Daha önemlisi ise kapitalizm koşullarında bilimin ilerlemesine katkı sunan gelişmelerin bir kısmı, işçilerin kapitalizme karşı yürüttükleri sınıf mücadelesinin başarıya ulaşmasının bir sonucu.

Her şeyden önce kamusal eğitim ve herkesin gerekli düzeyde besin alması için verilen mücadelelerde elde edilen başarılar olmasaydı, modern bilim, bu mucizeleri gerçekleştiremezdi. İşçi sınıfının SSCB, Çin Halk Cumhuriyeti ve diğer reel sosyalizm örneklerini, bunun yanında halkçı sömürge karşıtı rejimleri inşa etmiş olması sayesinde tüm dünyada işçilerin gücü büyük ölçüde arttı. Bu koşullar üzerinden kapitalistlere bilimi kısmen insanlığa faydalı bir biçimde icra etmesi konusunda baskı uygulandı. Yüksek kaliteli tüketim ürünleri üretildi, hükümetlerin bütçelerine doğrudan ya da dolaylı olarak müdahale etme imkânı bulundu.

Ama öte yandan bilimin ideolojisi, özellikle viroloji, kitlelerin politik mücadeleler ve üretken emekleri üzerinden kazandığı iyi şeylerin üzerini örttü. Bugün hastalık ve ölüm sayılarındaki azalma virolojinin müdahalesine atfedilse de bu, aslında emeğin sermayeye karşı yürüttüğü başarılı mücadelelerin neticesinde beslenme koşullarının ve yaşam standartlarının iyileştirilmesinin bir sonucu.

Virolojinin tarihini üçüncü bölümde ele alacağız. Burada insana faydalı bilimin hangi politik-ekonomik koşullarda mümkün olduğu sorusu ile ilgileneceğiz. Yirminci yüzyılda ikinci ve üçüncü dünyada sosyalizm, hatta kapitalist birinci dünyada bile, işçilerle egemen sınıf arasında sosyal demokrasi zemininde bir uzlaşmanın tesis edilmesini sağladı. Bu gelişme, bilimin üretilmesiyle alakalı bir dizi faktörün ortaya çıkmasını mümkün kıldı. Ama gene de bu faktörlerin karşısına bilimin belirli alanlarında, bilhassa bilimin gelişimine mani olacak türden eğilimler çıkartıldı. Bu güçler dengesi, “Bugün Emperyalizm Bir Komplo Uygulamasıdır” başlıklı yazımda ele alınıyor. Dolayısıyla burada sadece kısaca özetlenecek.[27]

Soğuk Savaş, Marx, Lenin gibi isimlerin analiz ettikleri kapitalizmde açığa çıkan, her şeyi merkeze toplayan eğilimlere yönelik büyük bir itki olarak iş gördü. Lenin’in Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması isimli broşüründe ortaya koyduğu biçimiyle, tekelleşme ve finansallaşma, yirminci yüzyılın başlarından itibaren kapitalizmin işleyişini tüm yönleriyle değiştirdi:

“Emperyalizm aşamasında kapitalizm, üretimin tam toplumsallaşmasına doğru ilerlemektedir; âdeta kapitalistleri, kendi irade ve bilinçlerine rağmen, yeni bir toplumsal düzene, tam rekabetçi düzenden tam toplumsallaşmaya geçişe itmektedir. Üretim toplumsallaşmakta, ama mülk edinme özel kalmaktadır. Toplumsal üretim araçları küçük bir azınlığın mülkiyetinde kalmaya devam etmektedir. Şeklen kabul edilen serbest rekabet çerçevesi yürürlükte kalmaktayken, birkaç tekelcinin nüfusun geri kalanı üzerindeki boyunduruğu yüz kat artmakta, daha ağır ve katlanılamaz hale gelmektedir.”[28]

Lenin’in bu sözleri bağlamında fazla iyimser olduğu sonrasında görüldü. Ona göre, emperyalist kapitalizm koşullarında üretim toplumsallaşacak, bu da sosyalizmin temelini atacaktı. Ama böyle olmadı (en azından şimdilik). Emperyalist merkez ülkelerde kapitalistlerin iktidarı yıkılmadı. Aksine, küresel komünizme karşı verdiği mücadelede burjuvazinin en üst kademeleri, alttaki, burjuvazinin alt kademelerindeki ortakları, küçük burjuva ve kimi feodal kalıntılar üzerinde radikal, eşi benzeri görülmemiş bir kontrol tesis ettiler. Marx’ın ve Lenin’in analiz ettikleri finansallaşma ve kartelleşme gündeme geldi ve kapitalizmin işleyişi için gerekli koşulları ortadan kaldırarak, tüm aleniliğiyle büyüdü.

Bahsini ettiğim makalede de dile getirdiğim biçimiyle, materyalist analiz, bizi bu türden bir emperyalist-tekelci kliğin kapitalist ekonomiyi tahrif ettiği çıkarımında bulunmaya, bu bağlamda, niteliksel açıdan farklı bir üretim tarzını tartışmaya itiyor.

Herkes, bu makalede dile getirilen hipoteze ve oradan ulaşılan radikal çıkarımlara onay vermek zorunda değil. Burada söylenen şu: bugünkü topluma damga varan şey, servet ve güçteki yoğunlaşmadır. Bu sürecin dizginleri, istihbarat örgütlerini ve dünyanın en güçlü politik ve askeri aktörlerini içeren, gizli ağların elindedir. Bu ağın bilimin gelişmesi önünde engel teşkil ettiğini, bilimin gelişmesine asla sebep olamayacağını görmek gerekmektedir.

Servetteki yoğunlaşma sebebiyle, bilim kurumları ve kuruluşları çöküyor, tahrip oluyor, yozlaşıyor. Bilim, ancak ambalaj olarak varolabiliyor. Gerçek bilimsel pratik, bu kurumlardan uzaklaşıyor. Bilim, “bilimsel” kurumların ve yapıların içindeki unvan peşinde koşan üyelerin hâkim olduğu özel bir saha olarak tarif ediliyor. Oysa bu saha, tümüyle egemen sınıfın kontrolü ve hâkimiyeti altında. Feynman, 1966 gibi erken bir tarihte bu eğilimi doğru bir biçimde tanımlamış ve ona karşı mücadele yürütmüş bir isimdi. Bir kısmı yukarıda aktarılan, bilim hocalarına yaptığı konuşmadan daha uzun bir alıntı yapmakta fayda var:

“Bilimin diğer bir vasfı da hem rasyonel düşünceyi hem de düşünce özgürlüğünün önemini öğretmesidir; verilen tüm derslerin doğru olduğuyla ilgili şüphe, ortaya olumlu sonuçlar çıkartıyor. Burada, bilhassa öğretim pratiği dâhilinde, bilimi, bazen bilimi geliştirmek için kullanılan biçimlerden veya usullerden ayrıştırmak zorundasınız. ‘Şunu yazalım, deney ve gözlem yapalım’ demek kolay. Bu biçimi tam olarak kopyalayabilirsiniz tabii. Ama büyük dinlerin o büyük liderlerinin öğretilerinin içeriğini unutup sadece biçimi uyguladıkları için yok olduklarını hatırda tutmak gerek. Aynı şekilde, biçimi uygulayıp buna bilim diyebilirsiniz, ama bunun sahte bilim olduğunu bilmelisiniz. Bugün sahte bilimden beslenen danışmanların etkisi altına girmiş olan birçok kurumda yüzleşilen baskının çilesini çekmemizin sebebini burada aramak gerekiyor.

Bugün öğretim alanına dair birçok çalışma yürütüyoruz. Bu çalışmalarda gözlem yapıyoruz, listeler hazırlıyoruz, istatistik çalışmalarına imza atıyoruz. Ama bunlar, gene de yerleşik bilim, yerleşik bilgi hâline gelmiyorlar. Bunlar, sadece Güney Denizi Adaları’nda yaşayanların tahtadan imal ettikleri uçak pistlerine ve radyo kulelerine benzeyen taklit amaçlı bilim pratikleri. Adalılar, büyük bir uçağın adaya gelmesini bekliyorlar. Yabancılara ait uçak pistlerinde gördükleri uçaklarla aynı şekle sahip ahşaptan uçaklar imal ediyorlar, ama ilginçtir, bu ahşap uçaklar uçmuyorlar. Bu sahte bilimin belirli ürünleri taklit etmeyi amaç edinmiş pratiği, sizin gibi bazı uzmanların ortaya çıkmasını sağlıyor. Ama toplumun en alt kesiminde çocuklara bir şeyler öğreten sizin gibi hocalar, uzmanlardan şüphe edebiliyorlar.

Bilim, uzmanlardaki cehalete imandır.

Biri çıkıp ‘bilim şunu bunu öğretiyor’ derse bilin ki yanlış konuşuyor. Bilim hiçbir şey öğretmez, öğreten, deneyimdir. Eğer biri gelip ‘bilim şunu bunu gösteriyor’ derse ona bilimin nasıl gösterdiğini, bilim insanlarının bir şeyleri nasıl tespit ettiklerini, neyi nasıl ve nerede bulduklarını sorun.

Gösteren ‘bilim’ değil, deney denilen sonuçtur. Anlamlı bir sonucun ortaya çıkıp çıkmadığı konusunda bir hükümde bulunmak için tüm deneyleri öğrenecek kadar sabırlı olmalı, tüm kanıtları dinleyebilmelisiniz, bu sizin hakkınız.”[29]

Son üç yıldır “uzmanlara güvenme”yi abartılı bir biçimde talep edenlerde bu eğilim, artık iyice tuhaf bir hâl aldı ve komediye dönüştü. Bundan sonraki bölümlerde ana akım virolojinin bu türden bir sahte bilime örnek olarak gösterilebileceğini ortaya koyacağız. Son olarak da kendisine “Marksistim” diyen birçok insanın Marx’ın bilimsel sorguya olan bağlılığını çöpe atıp, kaba bilimciliğe nasıl kul olduğundan bahsedeceğiz.

Marx’ın gerçek bilimin ne olduğunu belirlemek için kullandığı ölçüt şuydu: bilim zordur, çok çaba harcamayı talep eder. Oysa egemen sınıfın ideolojisini köle gibi uygulamak, çok kolay bir iştir.

Kapital’in 1872 tarihli Fransızca baskısına yazdığı önsözde dile getirdiği biçimiyle, “bilime uzanan düz ve kolay bir yol yoktur, sadece bilimin dik ve yorucu patikalarına tırmanmayı göze alanlar, onun aydınlık doruklarına ulaşma imkânı bulurlar.”[30]

T. Mohr
16 Ocak 2023
Kaynak

Dipnotlar:
[1] Tim Hains, “Fauci: Attacking Me Is Attacking Science”, Real Clear Politics, 9 Haziran 2021, RCP.

[2] Torsten Engelbrecht vd., Virus Mania: How the Medical Industry Continually Invents Epidemics, Making Billion-Dollar Profits At Our Expense, 3. Baskı. (Books on Demand, 2021), Giriş. (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Engelbrecht vd., Virus Mania).

[3] T. Mohr, “Imperialism Today is Conspiracy Praxis”, Magma- Magazin Der Masse, 24 Eylül, Magma. Türkçesi: İştiraki.

[4] Richard Feynman, “What is Science?” (1966 yılında New York’ta Ulusal Bilim Öğretmenleri Derneği’nin düzenlediği on beşinci yıllık toplantıda sunulan tebliğ: şurada yeniden yayımlandı: The Physics Teacher Cilt. 7, Sayı 6, 1969, s. 313320, Feyn         man. (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Feynman, “What is Science?”)

[5] Richard Levins, “The Two Faces of Science” (Konuşma, HealthRoots Sağlığın Politik Ekonomisi Seminer Dizisi, Harvard Halk Sağlığı Okulu, 17 Ekim | 12: 30). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Levins, “The Two Faces of Science”). Youtube.

[6] Karl Marx, Capital: A Critique of Political Economy, Çev. David Fernbach, Cilt. 2 (Londra: Penguin, 1993), Önsöz.

[7] Richard Lewontin, “Biology as Ideology” (Radyo Semineri, CBC Massey Dersleri, Kasım 1990). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Lewontin, “Biology as Ideology”)

[8] Klein, bilhassa Tufts Üniversitesi’nde Michael Levin’in DARPA için yaptığı, Sovyet bilimini temel alan kapsamlı çalışma üzerinde duruyor.

[9] Lewontin, “Biology as Ideology.”

[10] Catherine Austin Fitts, “The Injection Fraud – It’s Not a Vaccine”, Solari Report, 27 Mayıs 2020, Solari.

[11] Jim West, “Everything You Learned About the Cause of Polio is Wrong”, GreenMedInfo, 21 Ağustos 2015, Green.

[12] Bu hamleye dair kapsamlı bir analiz için Red Kahina’nın bilgiseline bakılabilir: Twitter, Substack adresi: Substack ve dersler Youtube.

[13] Lewontin, “Biology as Ideology”, Ders 4.

[14] Bu makalenin İkinci Bölüm’üne bakınız.

[15] Harriet A. Washington, Medical Apartheid: The Dark History of Medical Experimentation on Black Americans from Colonial Times to the Present (Knopf Doubleday, 2008), s. 42. (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Washington, Medical Apartheid).

[16] Washington, Medical Apartheid, s. 32.

[17] A.g.e., s. 36.

[18] A.g.e.

[19] Yayına Hz.: Arthur L. Caplan, James J. McCartney, Dominic A. Sisti, Health, Disease, and Illness: Concepts in Medicine (Washington, D.C.: Georgetown University Press, 2004) s. 37.

[20] Washington, Medical Apartheid, p.36

[21] Washington, Medical Apartheid, s. 3941

[22] Michael Moore’la Söyleşi, Sicko (The Weinstein Company, 2007).

[23] Walter Benjamin, “On the Concept of History”, Çev. 2005 Gesammelten Schriften’dan Dennis Redmond I:2. (Suhrkamp Verlag: Frankfurt am Main, 1974). MIA.

[24] John Desmond Bernal, “The Social Function of Science”, Modern Quarterly (1938) MIA.

[25] Bilhassa Marx’ın Kapital’de tarif ettiği, Nispi Artı-Değer Arayışı olgusu.

[26] Bu külliyata eklenen son önemli çalışmalardan biri, Ishay Landa’nın The Apprentice’s Sorcerer (2009) ve Domenico Losurdo’nun Liberalism: A Counter-History (2005) çalışmalarıdır.

[27] T. Mohr, “Imperialism Today is Conspiracy Praxis”, Magma- Magazin Der Masse, 24 Eylül 2022, Magma.

[28] Vladimir Lenin, Imperialism, The Highest Stage of Capitalism (Moskova: Progress Publishers, 1963), MIA, 1. Bölüm.

[29] Feynman, “What is Science?”

[30] Karl Marx, Capital, Cilt. 1, Çev. Samuel Moore ve Edward Aveling (Moskova: Progress Publishers, 1954) MIA, Önsöz.

Kaynakça:
Benjamin, Walter. Gesammelten Schriften I:2. Suhrkamp Verlag: Frankfurt am Main, 1974.

Bernal, John Desmond. “The Social Function of Science”, Modern Quarterly (1938). MIA.

Yayına Hz.: Caplan, Arthur L., James J. McCartney, Dominic A. Sisti, Health, Disease, and Illness: Concepts in Medicine. Washington, D.C.: Georgetown University Press, 2004.

Engelbrecht, Torsten, Köhnlein Claus, Samatha Bailey ve Stefano Scoglio. Virus Mania: How the Medical Industry Continually Invents Epidemics, Making Billion-Dollar Profits At Our Expense. 3. Baskı. Books on Demand, 2021

Richard Feynman, “What is Science?” (1966 yılında New York’ta Ulusal Bilim Öğretmenleri Derneği’nin düzenlediği on beşinci yıllık toplantıda sunulan tebliğ: şurada yeniden yayımlandı: The Physics Teacher Cilt. 7, Sayı 6, 1969, s. 313320. Feynman.

Fitts, Catherine Austin. “The Injection Fraud – It’s Not a Vaccine.” Solari Report, 27 Mayıs 2020. Solari.

Hains, Tim. “Fauci: Attacking Me Is Attacking Science” Real Clear Politics , Haziran 2021. RCP.

Lenin, Vladimir. Imperialism, The Highest Stage of Capitalism. Moskova: Progress Publishers, 1963. MIA.

Richard Levins, “The Two Faces of Science” (Konuşma, HealthRoots Sağlığın Politik Ekonomisi Seminer Dizisi, Harvard Halk Sağlığı Okulu, 17 Ekim | 12: 30). (Bundan sonra şu şekilde anılacak: Levins, “The Two Faces of Science”). Youtube.

Richard Lewontin, “Biology as Ideology” (Radyo Semineri, CBC Massey Dersleri, Kasım 1990). CBC.

Marx, Karl. Capital: A Critique of Political Economy. Çev. Samuel Moore ve Edward Aveling Cilt. 1. Moskova: Progress Publishers, 1954.

Capital: A Critique of Political Economy. Çev. David Fernbach. Cilt. 2. Londra: Penguin, 1993.

Mohr, T. “Imperialism Today is Conspiracy Praxis.” Magma – Magazin Der Masse, 24 Eylül 2022. Magma.

Moore, Michael ve Meghan O’Hara. Sicko. Film. United States: The Weinstein Company, 2007.

Washington, Harriet A., Medical Apartheid: The Dark History of Medical Experimentation on Black Americans from Colonial Times to the Present. Knopf Doubleday, 2008.

West, Jim. “Everything You Learned About the Cause of Polio is Wrong”, GreenMedInfo, 21 Ağustos 2015. Green.

Wikisource contributors. “Page: Congressional Record Cilt 81 Bölüm 3.djvu/154.« Wikisource. Wiki (erişim tarihi: 13 Ocak 2023).

0 Yorum: