14 Mart 2023

,

Karl Marx Mülâkatı

1879’da Amerika’nın Cumhuriyetçilere epey yakın olan gazetelerinden Chicago Tribune’ün bir muhabiri, Karl Marx’ın Londra’daki evine gelip kendisiyle bir mülâkat yaptı. Bu gazete, yıllarca yeni kurulan sendikaları ve sosyalizmi yoğun bir biçimde eleştiriye tabi tuttu (hatta sendikacılıkla sosyalizmi bir gören gazete, her bir makalesinde dünya genelinde yürürlükte olduğunu iddia ettiği komplonun ardındaki fikir babasının Marx olduğunu söyleyip durdu.)[1] Bu türden bir muhafazakâr gazeteye Marx’ın bu kadar uzun bir mülâkat vermiş olması gerçekten ilginç, ama asıl ilginç olan, bu mülâkatın 1964 yılına dek Marx’ı ve Marksizmin tarihini inceleyen akademisyenler ve araştırmacılar tarafından bilinmemiş olması.

Mülâkat, ilkin Tribune gazetesinin 5 Ocak 1879 Pazar günkü sabah baskısında yer aldı.[2] 33.000’in üzerinde okura ulaşan gazetede çıkan makale, bir hafta içerisinde Almanca-İngilizce olarak yayınlanan işçi gazeteleri New York Volkszeitung[3] ve Chicago Vorbote[4] gazetelerinde de yayımlandı. Her iki gazete de mülâkatın eksik ve yanlış olan Almanca çevirisine yer verdi. Gazetelerde çıkan hâlini hazırlayanlar, kendi örgütsel amaçları doğrultusunda mülâkatı yeniden düzenleyip kaleme almışlardı.

11 Ocak günü, Sosyalist İşçi Partisi’nin Şikago’da çıkarttığı haftalık Socialist isimli gazete, mülâkatın son paragrafını paylaştı.[5] Son olarak, Nisan ayı içerisinde Danca olarak çıkan Social Democrat gazetesi, Chicago Vorbote gazetesinde çıkmış olan makalenin bir çevirisini yayımladı.[6]

Marx’ın bu türden bir muhafazakâr gazeteye bu mülâkatı neden verdiğini kimse bilmiyor. Mülâkatta Marx’ın ve Engels’in çıkarttığı gazetelerden ve yaptıkları yazışmalardan hiç bahsedilmiyor.[7] Marx, mülâkat yoluyla Amerikalı işçileri Alman sosyalistlerinin mücadelesi konusunda bilgilendirmek istemiş olabilir.[8] Marx, bir hususu dile getirmek istediğinde lafını doğrudan, hiç esirgemeden söyleyen biri. ABD’de bir dizi temas kurmuş olan Marx, burada işçi gazeteleriyle de doğrudan temas kuruyor.[9] Dolayısıyla, istese dilediği gazeteye makalesini yayımlatabilecek durumda. Muhtemelen Chicago Tribune gazetesiyle kurulan teması bir fırsat ve şans olarak görüyor. Kafası Almanya’daki meselelerle meşgul olan Marx[10] belki de Amerikan kamuoyuna seslenmek için gazetenin geniş dağıtım ağından istifade etmek istiyor.

1879’dan ta 1964 yılına kadar uzanan dönem boyunca bu mülâkat hiç ortaya çıkmıyor. Ta ki mülâkatı birbirlerinden habersiz olan ve farklı bir çalışma yürüten Karl Obermann ve Louis Lazarus bulana kadar. Obermann, mülâkattaki bir paragrafın Socialist gazetesinde alıntılandığını görüyor[11], Lazarus ise Marx ve Engels’in Amerika ile ilgili yazılarını derlediği çalışmada mülâkattan bahsediyor.[12] Lazarus’un sunduğu bilgilerden istifade eden Bert Andréas, mülâkatın tam hâlini 1965 yılında bir Alman dergisinde paylaşıyor.[13] Ben, metnin orijinaline rastladığımda[14] onun dar bir çevre tarafından biliniyor olması sebebiyle oldukça kıymetli olduğunu düşündüm. Herbert Aptheker’ın dikkatimi çektiği Bay Andréas’a ait makale sayesinde bu yayını hazırlayıp çevirdim ve bu çeviriyi Werke dergisinde yeniden yayımladım.[15]

Mülâkat, ilginç birçok yöne sahip. Bu hâliyle mülâkat, şiddetin rolü, Lassalle ve Gotha programı, Marx’ın ABD’yi bilip tanıma konusunda hevesli oluşu ve Bismarck’ın siyasetine dair değerlendirmesi gibi bir dizi konuyu içeriyor. Mülâkatın diğer bir ilginç özelliği de Marx’ın fikirlerine aşina olmayan, hatta onlara düşman olan, burjuva Amerika’ya özgü geri kafalılığı her yönüyle ortaya koyan bir muhabire verilmiş olması. Metindeki yanlışlar, üstünkörü gazetecilik üslubu, büyük olasılıkla muhabirin bu özellikleriyle alakalı. Her ne kadar Marx’ın yorumları, Marx’ın kendi ifadesi olarak aktarılmıyor olsa da muhabir, gene de Karl Marx’ın ruhunu ve mesajını aktarıyor.[16] Eklenen açıklayıcı notlar haricinde, burada metin, içerik ve biçimde herhangi bir değişiklik yapılmadan, özgün hâliyle aktarıldı.[17]

* * *


Londra, 18 Aralık [1878] — Karl Marx, modern sosyalizmin köşe taşı. Londra’nın kuzeybatı kesiminde, Haverstock Hill'deki küçük bir evde yaşıyor. 1844’te anayurdu Almanya’dan devrimci teorileri yaymaktan dolayı sürüldü. 1848’de ülkesine geri döndü, ama birkaç ay içinde yeniden sürgün edildi. Sonra Paris’e yerleşti, ama siyasal teorileri, 1849’da bu kentten çıkarılmasına neden oldu ve bu yıldan sonra Marx, Londra’yı karargâh hâline getirdi. Başından beri, inançları yüzünden başı derde girmiş bir isim olan Karl Marx, evinin görünüşüne bakılırsa, refah içinde yaşamadığı aşikâr olan biri. Bütün bu yıllar boyunca düşüncelerini bu düşüncelere olan sağlam inancından kaynaklanan bir içtenlikle savunmuş. Dolayısıyla, düşüncelerine ve yürüttüğü propagandaya ne kadar karşı çıkarsak çıkalım, bu saygın sürgünün özverisine bir ölçüde de olsa saygı duymazlık edemeyiz.

Muhabirimiz, kendisine iki ya da üç kez uğradı ve her defasında Doktor’u kütüphanesinde bir elinde bir kitap, diğerinde sigarayla buldu. Yetmişinin üzerinde olmalı.[18] Vücudu iyi yapılı, cüsseli ve dimdik. Zeki bir adamın kafasına ve eğitimli bir Yahudi’nin çehresine sahip. Saçı ve sakalı uzun, metalik gri renkte. Bir çift gür kaşın gölgelediği gözleri siyah ve ışıl ışıl. Tanımadığı kişilere karşı aşırı bir ihtiyatla yaklaşıyor. Yabancı biri, kendisinden görüşme için izin alsa bile, gene de ziyaretçileri karşılayan, eski zamanlardan kalmış biri gibi görünen o Alman kadına [Helene Demuth], anavatandan gelen hiç kimseyi, tanıtma mektubu getirmedikleri sürece, kabul etmeme talimatı verilmiş. Ama bir kez kütüphanesine girdikten sonra ve entelektüel genişliğinizi ve derinliğinizi anlayabilmek için monoklünü gözünün köşesine sabitledikten sonra, o ihtiyatlı hâl yitip gidiyor ve hemen birisinin ilgisini çekebilecek şeyler ve insanlar üzerine bilgisini gözler önüne seriyor. Konuşması tek bir koldan ilerlemiyor, bilâkis, kitaplığının raflarındaki ciltler kadar çeşitlilik arz ediyor. Bir kişi hakkında genellikle okuduğu kitaplara bakılarak karar verilebilir. Kitaplığındaki şu isimleri sıraladığımda, siz de belirli bir sonuca ulaşacaksınız: Shakespeare, Dickens, Thackeray, Moliere, Racine, Montaigne, Bacon, Goethe, Voltaire, Paine; İngiliz, Amerikan ve Fransız resmî raporları; Rusça, Almanca, İspanyolca, İtalyanca politik ve felsefi eserler vs...

Karl Marx, Amerika’nın sorunlarıyla yakından ilgileniyor. Amerika’nın son yirmi yılda yüzleştiği önemli sorunlara ilgisi beni çok etkiledi. Bu konudaki bilgisi, hukukumuzu ve eyalet yasalarımızı eleştirirken sergilediği o şaşırtıcı kesinliği, bende bilgisini ülke içerisindeki kaynaklardan almış olduğu izlenimini uyandırdı.[19] Ama, aslında bu bilgi, Amerika ile sınırlı değil, Avrupa’yı da kucaklıyor. Asıl ilgi alanı olan sosyalizm hakkında konuşurken, genellikle kendisine yakıştırılan aşırı duygusallığın tuzağına düşmüyor, ama “insan ırkının özgürleşmesi” için geliştirdiği ütopik planları konusunda, teorilerinin bu yüzyıl içinde olmazsa en azından gelecek yüzyılda gerçekleşmesi konusunda kesin bir inanca işaret eden bir vakar ve içtenlikle kafa patlatıyor.

Muhtemelen Dr. Karl Marx, Amerika’da, daha çok Kapital’in yazarı ve Uluslararası İşçi Birliği’nin kurucusu ya da en azından onu ayakta tutan en önemli sütun olarak biliniyor. Aşağıdaki mülâkatta, onun bu birliğin şu anki durumuna ilişkin neler söylediğini göreceksiniz.

Bununla birlikte, bu arada size, 1871’de Genel Konsey’in kararıyla yayımlanan Uluslararası İşçi Birliği’nin basılı genel tüzüğünden, onun amaçları ve hedefleri üzerine tarafsız bir yargıya varabileceğiniz birkaç parça sunacağım. Önsözde “işçi sınıfının kurtuluşunun işçi sınıfının kendi eseri olacağı; işçi sınıfının kurtuluş için savaşımının, sınıfsal ayrıcalıklar ve tekeller için bir savaşım anlamına gelmediği, ama eşit hak ve görevler yanında tüm sınıf egemenliğinin ortadan kaldırılması anlamına geldiği; emekçi insanın emek araçlarının, yani yaşamın kaynaklarını tekelinde bulunduranlara iktisadi açıdan boyun eğmişliğinin, tüm biçimleriyle köleliğin, tüm toplumsal sefaletin, zihinsel düşkünlüğün ve politik bağımlılığın temelinde yattığı”; işçi sınıfının “evrensel kurtuluşunu amaçlayan tüm çabaların, bugüne değin, her ülkede emeğin çeşitli bölümleri arasındaki dayanışma yokluğundan dolayı başarısızlığa uğramış olduğu” öne sürülüyor ve “hâlâ birbirleriyle bağlantısız olan hareketlerin hemen birleşmesi” çağrısında bulunuyor. Uluslararası İşçi Birliği’nin “görevler ifa edilmeden hak diye bir şeyden söz edilemeyeceği, haklar olmadan da görevlerin olmayacağı” hususunu kabul ettiğini söyleyerek devam ediyor, böylece her bir üye işçi yapılıyor.

Birlik, Londra’da aynı hedefi, yani “işçi sınıfının korunması, ilerlemesi ve tamamen özgürleşmesi”ni amaçlayan “farklı ülkelerin işçi dernekleri arasındaki iletişim ve işbirliğinin bir merkezini oluşturmak için” kuruldu. Devamında şu söyleniyor: “Uluslararası İşçi Birliği’nin her üyesi, evini bir ülkeden diğerine taşıdığında, birleşmiş işçilerin kardeşçe desteğini görecektir.”

Birlik, yılda bir toplanan bir genel kongreden ve “bir ülkedeki işçinin, tüm diğer ülkelerdeki sınıf hareketlerinden sürekli olarak haberdar olabileceği, birliğin değişik ulusal ve yerel grupları arasında bir uluslararası acente meydana getiren bir genel konseyden oluşuyor. Bu konsey, Enternasyonal’e yeni seksiyonların ve şubelerin başvurularını kabul ediyor ve karara bağlıyor, seksiyonlar arasında ortaya çıkan ayrılıklar konusunda karara varıyor ve gerçekte, Amerika’da kullanılan tabirle, “makineyi işletiyor”. Genel konseyin harcamaları, üye başına bir kuruş olan yıllık aidattan karşılanıyor. Çeşitli ülkelerdeki federal konsey ya da komitelere ve yerel seksiyonlara gelince: Federal konseyler, genel konseye en geç ayda bir rapor ve her üç ayda bir kendilerine ait kolların yönetim ve mali durumu üzerine bir rapor göndermekle yükümlüler. Basında Enternasyonal’e karşı bir saldırı olduğunda, en yakın şube ya da komitenin bu yayının bir kopyasını hemen genel konseye göndermesi gerekiyor. İşçi sınıfı içinde kadın kollarının kurulması öneriliyor.

Genel konsey, şu kişilerden oluşuyor: R. Applegarth, M. T. Boon, Frederick Bradnick, G. H. Buttery, E. Delahaye, Eugene Dupont (görevde), William Hales, G. Harris, Hurliman, Jules Johannard, Harriet Law, Frederick Lessner, Lochner, Charles Longuet, C. Martin, Zevy Maurice, Henry Mayo, George Milner, Charles Murray, Pfander, John Pach, Ruhl Sadler, Cowell Stepney, Alfred Taylor, W. Townshend, E. Vaillant, John Weston. Çeşitli ülkelerin irtibat sekreterleri: Leo Frankel (Avusturya ve Macaristan); A. Herman (Belçika); T. Mottershead (Danimarka); A. Serrailler (Fransa); Karl Marx (Almanya ve Rusya); Charles Rochat (Hollanda); J. P. McDonell (İrlanda); Frederick Engels (İtalya ve İspanya); Walery Wroblewski (Polonya); Hermann Jung (İsviçre); J. G. Eccarius (ABD); Le Moussu (ABD’deki Fransız şubeleri).

Dr. Marx’ı ziyaretim esnasında yaptığımız sohbette kendisine J. C. Bancroft Davis’in 1877 tarihli resmî raporunda sosyalizmin gördüğüm en açık ve en özlü hâline rastladığımı söyledim.[20] Bunun üzerine Marx, bu metnin 1875 Mayıs’ında Gotha’da düzenlenen sosyalist birlik kongresi raporundan alındığını söyledi. Çevirinin yanlış olduğunu dile getirdi ve seve seve düzelteceğini ekledi. Burada birebir söylediklerini aktarıyorum[21]:

1. Yerel ve genel tüm seçimlerde, yirmi yaş üzerindeki tüm erkeklere genel, doğrudan ve gizli oy hakkı.

2. Halk tarafından doğrudan yasama.[22] Savaş ve barışın doğrudan halkın oyuyla yapılması.

3. Genel askerlik yükümlülüğü. Düzenli ordunun kaldırılması.

4. Basına ve toplanmaya ilişkin tüm özel yasaların kaldırılması.

5. Yasal işlemlerde harcın kaldırılması. Yasal işlemlerin halk tarafından düzenlenmesi.

6. Devlet tarafından genel, zorunlu ve parasız eğitim. Bilim ve din özgürlüğü.[23]

7. Tüm dolaylı vergilerin kaldırılması. Devlet ve belediye harcamalarının, doğrudan artan oranlı vergiden karşılanması.

8. İşçilere birlik kurma özgürlüğü.

9. İşçiler için yasal işgününün belirlenmesi. Kadınların çalışmasının sınırlanması ve çocukların çalışmasının kaldırılması.

10. Emekçilerin yaşamının ve sağlığının korunması için sağlık yasaları, işçi meskenlerinin ve yerlerinin kendileri tarafından seçilen kişilerce denetiminin düzenlenmesi.

11. Mahkûm emeğiyle ilgili gerekli düzenlemelerin yapılması.

Bay Bancroft Davis’in raporunda, bir de on ikinci madde var[24] ve bu madde, hepsinden daha önemli: “Demokratik yönlendirme altında sınai birliklere devlet yardımı ve kredi.” Doktora bunu neden çıkardığını sordum, şu cevabı verdi:

“1875'te, Gotha’da birlik gerçekleştiği zaman, sosyal demokratlar arasında bir ayrışma mevcuttu. Bir kanat Lassalle yandaşlarıydı, diğerleri, genel olarak Enternasyonal’in programını kabul edenlerdi ve ‘Eisenach partisi’ olarak adlandırılıyorlardı. On ikinci madde tasarıda yer almıyordu, ama Lasalcılara verilen bir ödün olarak genel giriş bölümüne kondu. Sonrasında bundan hiç söz edilmedi. Bay Davis, onun hiçbir önemi olmayan bir taviz olarak programa alındığını söylemiyor, ama onu ciddi bir biçimde programın belli başlı ilkelerinden biri olarak kabul ediyor.”[25]

“Ama" dedim, “sosyalistler genellikle, emek araçlarının toplumun ortak mülkiyetine dönüşümüne hareketin doruğu olarak bakıyorlar.”

"Evet, biz, bunun hareketin sonucu olacağını söylüyoruz, ama bu, bir zaman, eğitim ve daha yüksek bir toplumsal durumun kurulması sorunudur.”

“Bu tasarı” dedim, “yalnızca Almanya’ya ve başka bir iki ülkeyle alakalı.”

“Eğer bu türden bir tespit üzerinden kendinizce belirli sonuçlara ulaşıyorsanız, demek ki siz, partinin faaliyetleri konusunda hiçbir şey bilmiyorsunuz. Bu maddelerden birçoğunun Almanya dışında hiçbir önemi yok. İspanya, Rusya, İngiltere ve Amerika’nın kendi özgül farklılıklarına uygun tasarıları var. Bunların tek benzerlikleri, ulaşılacak olan hedeftir.”

“Yani emeğin egemenliği mi?”

“Emeğin özgürleşmesi.”

“Avrupalı sosyalistler, Amerika'daki hareketi ciddi bir hareket olarak görüyorlar mı?”

“Evet: bu, ülkenin gelişmesinin doğal sonucudur. Hareketin yabancılar tarafından geliştirildiği söyleniyor. Elli yıl önce İngiltere’de işçi hareketleri rahatsız etmeye başladığında aynı şey söylenmişti; sosyalizmden söz edilmesinden uzun zaman önceydi. Amerika’da, ancak 1857’den beri, işçi hareketi dikkate değer bir güç hâline geldi.[26] Ardından sendikalar filizlenmeye başladı; sonra farklı sanayilerdeki işçilerin birleştiği sendika meclisleri kuruldu; daha sonra ulusal işçi birliklerine sıra geldi. Bu kronolojik ilerlemeyi düşünürseniz, bu ülkede sosyalizmin yabancıların yardımı olmadan ortaya çıktığını ve buna ancak sermayenin yoğunlaşmasının ve işçi ile işveren arasındaki değişen ilişkilerin neden olduğunu görürsünüz.”

“Peki sosyalizm şimdiye dek ne yaptı?”

“İki şey” diye cevapladı: “Sosyalistler, sermaye ile emek arasındaki genel evrensel, tüm ülkeleri kapsayan mücadeleyi ortaya koydular. Neticede kapitalistler, emeği kiralama noktasında daha kozmopolit hâle geldikçe ve sadece Amerika’da değil, İngiltere, Fransa ve Almanya’da da yerli emeğin karşısına yabancı emeği çıkardıkça daha da kaçınılmaz hâle gelen, farklı ülkelerin işçileri arasında bir anlayış birliğini oluşturmaya çalıştı. Uluslararası ilişkiler, üç farklı ülkenin işçileri arasında birden ortaya çıkarak, sosyalizmin yalnızca yerel değil, uluslararası bir sorun da olduğunu, işçilerin uluslararası eylemiyle çözülmesi gerektiğini gözler önüne serdi. Emekçi sınıflar, hareketin sonuçlarının ne olacağını bilmeden, kendiliğinden hareket ederler. Sosyalistler, herhangi bir hareket icat etmezler, ama yalnızca işçilere o hareketin niteliğinin ve amaçlarının ne olacağını anlatırlar.”

“Ki bu da varolan toplumsal sistemin yıkılması galiba” diyerek sözünü kestim.

“Bir yanda, işverenlerin ellerindeki bu toprak ve sermaye sistemi ve öte yanda, işçilerin ellerindeki satacakları tek meta olan emek-gücü; biz, yalnızca bunun yıkılıp gidecek ve daha yüksek bir toplumsal duruma yer açacak bir tarihsel aşama olduğunu iddia ediyoruz.

Biz, her yerde toplumdaki fiili ayrışmayı görüyoruz. İki sınıf arasındaki uzlaşmaz karşıtlık, modern ülkelerin sınai kaynaklarının gelişmesiyle at başı gidiyor. Sosyalist bakış açısından, varolan tarihsel aşamayı altüst edecek araçlar, hâlihazırda mevcut. Sendikalar üzerinden birçok ülkede siyasal örgütlenmeler kuruldu. Amerika’da bir bağımsız işçi partisi gereksinimi kendisini ortaya koydu. İşçiler, artık politikacılara güvenemezler. Çıkar çevreleri ve klikleri, yasa koyucuları emirleri altına almışlardır ve politika bir ticaret hâline getirilmiştir. Ama Amerika bu konuda tek değil, yalnızca Amerikan halkı, Avrupalılardan daha kararlı. Gerçekler su yüzüne daha çabuk çıkıyor. Orada, okyanusun bu tarafında olduğundan daha az samimiyetsizlik ve riyakârlık var.”

Ona, Almanya’da sosyalist partinin hızla büyümesinin nedenini sordum, şu cevabı verdi:

“Varolan sosyalist parti, en son kurulan partidir. Onların programı, Fransa’da ve İngiltere’de ilerleme kaydetmiş olan ütopyacı programdan farklı. Alman aklı, başkalarına kıyasla teorizasyona daha fazla meyilli. Almanlar, önceki deneyimlerden pratik kimi sonuçlar çıkardılar. Sizin de bildiğiniz gibi, bu modern kapitalist sistem, diğer devletlerle kıyaslandığında Almanya’da oldukça yenidir. Fransa’da ve İngiltere'de neredeyse modası geçmiş sorunlar, burada yeni gündeme getirildi ve bu devletlerin yol açtığı politik sonuçlar, Almanya’nın emekçi sınıfları sosyalist teorileri kuşandığı vakit yaşama imkânı buldu. Böylece, neredeyse modern sınai gelişmenin başlangıcında, bağımsız bir siyasal parti kurmuş oldular.

Alman parlamentosuna kendi temsilcilerini gönderdiler. Hükümetin politikasına muhalefet edecek hiçbir parti yoktu, bu muhalefet onlara kaldı. Partinin izini sürmek uzun bir zaman alır; ama şunu söyleyebilirim: eğer Alman orta sınıfları, Amerika ve İngiltere orta sınıflarından farklı olarak, bu kadar korkak olmasalardı, hükümete karşı tüm siyasal çalışma, onlar tarafından yürütülmüş olacaktı.”

Ona Enternasyonal saflarındaki Lasalcıların sayısal gücünü sordum. Şu cevabı verdi:

“Lassalle’ın partisi yok. Ona inanan birileri tabii ki var bizim içimizde, fakat sayıları az. Lassalle, genel ilkelerimizi önceden görüp dile getirdi. 1848 gericiliğinden sonra harekete geçtiğinde, sınai işletmelerde işçiler arasında tesis edilecek işbirliği fikrini savunmak suretiyle hareketi başarıyla canlandıracağı hayaline kapıldı. Ona göre, bu işbirliği, işçileri harekete geçirecekti. Buna yalnızca hareketin gerçek hedefinin bir aracı olarak baktı. Ondan bu konuda mektuplar aldım.”[27]

“Siz, buna onun kocakarı ilâcı mı diyorsunuz?”[28]

“Aynen öyle. Bismarck’ı ziyaret etti, ona ne tasarladığını anlattı, Bismarck da Lassalle’ın girişimini elindeki tüm imkânlarla teşvik etti.”

“Amacı neydi?”

“1848 olaylarını kışkırtan orta sınıflara karşı emekçi sınıfları bir set olarak kullanmayı umuyordu.”

"Doktor, sizin sosyalizmin başı olduğunuz ve şu anda süregelen birliklerin, devrimlerin, vb. iplerini buradaki evinizden elinizde tuttuğunuz söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?”

Yaşlı adam gülümseyip şunları söyledi:

“Bunu biliyorum. Bu çok saçma, gene de gülünç bir yanı var. Hoedel’e suikast girişiminden iki ay önce, Bismarck, kendisine ait North German Gazette isimli gazetesinde, Cizvit hareketinin önderi Peder Beck’le birlik içinde hareket ettiğime ve sosyalist hareketi, birlikte kendisinin hiçbir şey yapamayacağı bir durum dâhilinde yönettiğimize dair şikâyetlerini dile getiriyordu.”

“Oysa hareketi, sizin başında bulunduğunuz Londra’da faal olan Uluslararası İşçi Birliği yönetiyor, öyle değil mi?”

"Uluslararası Birlik, işlerini tamamlamıştır ve artık yoktur.[29] Vardı ve hareketi yönetti; ama son yılların sosyalist gelişimi öyle büyük oldu ki onun varlığı artık gereksiz hâle geldi. Çeşitli ülkelerde gazeteler kuruldu. Bu ülkeler, çıkarttıkları gazeteleri birbirleriyle takas ettiler. Farklı ülkelerdeki partilerin birbirleriyle tek bağlantısı bu. Uluslararası Birlik, öncelikle, işçileri bir araya getirmek ve değişik milliyetler arasında etkin örgütlenmenin uygunluğunu göstermek için kurulmuştu. Farklı ülkelerdeki tek tek partilerin çıkarları birbirlerine asla benzemez. ‘Londra’da oturan enternasyonalist liderler’ hayaleti, uydurmadan başka bir şey değil. Enternasyonalist örgütlenme ilk tamamlandığında dışarıdaki şubelere dayatmada bulunduğumuz doğrudur. New York’taki bazı şubeleri dışlamak zorunda kaldık, bunların arasında Madam Woodhull'in öne çıktığı şube de vardı.[30] 1871 yılıydı. Hareketi kötüye kullanmak isteyen, isimlerini vermeyeceğim birkaç Amerikalı politikacı var. Onlar, Amerikalı sosyalistler tarafından iyi biliniyorlar.”

“Sizin ve yandaşlarınızın, dine karşı tahrik edici demeçler verdiğiniz söyleniyor. Muhtemelen sistemin tepeden aşağıya kökünden yıkıldığını görmek istersiniz.”

“Biz şunu biliyoruz” dedi, biraz duraksayıp şu şekilde devam etti: “Dinin karşısına şiddete başvuran tedbirlerle çıkmak anlamsız. Bir yandan da şu türden bir görüşe sahibiz: sosyalizm geliştikçe din de ortadan kaybolacaktır.

Onu eğitimin belirli bir role sahip olacağı toplumsal gelişme yok etmeli.”

“Boston’lı vaiz Joseph Cook’u[31] tanıyor musunuz?”

“Adını işittim, sosyalizm konusunda pek bir şey bilmeyen biri.”

“Kısa süre önce sosyalizm konusunda verdiği bir vaazda şunu söyledi: ‘Bugün Karl Marx itibarını, ABD’de, İngiltere’de, muhtemelen Fransa’da çalışma hayatındaki reformların kansız bir devrimle gerçekleşeceğine, ama Almanya, Rusya, İtalya ve Avusturya’da kan dökülmesinin gerekli olduğuna dair tespitine borçlu.’”

Doktor gülümsedi ve şunu söyledi: “Hiçbir sosyalistin, Rusya’da, Almanya’da, Avusturya’da ve eğer İtalyanlar şimdi izledikleri politikayı sürdürürlerse muhtemelen İtalya’da kanlı bir devrim olacağı öngörüsünde bulunmasına gerek yok. Fransız Devrimi’nde ortaya konulan eylemler, bu ülkelerde yinelenebilir. Bu, her siyaset öğrencisinin görebildiği bir şey. Gelgelelim bu devrimler, çoğunluk tarafından yapılacaktır. Bir devrim, bir parti değil, ancak bir ulus tarafından yapılabilir.”

Bunun üzerine ben, “Adı geçen vaiz, sizin 1871’de Paris Komüncülerine yazdığınızı söylediği bir mektuptan alıntı yaptı. Orada şunlar söyleniyormuş: ‘Henüz en fazla 3.000.000 kişiyiz. Yirmi yılda 50.000.000, belki 100.000.000 olacağız. O zaman dünya bizim olacak, çünkü iğrenç sermayeye karşı sadece Paris, Lyon, Marsilya değil, Berlin, Münih, Dresden, Londra, Liverpool, Manchester, Brüksel, St. Petersburg, New York, kısacası tüm dünya ayaklanacak. Tarihte eşi benzeri görülmemiş bu yeni ayaklanma karşısında geçmiş, korkunç bir kâbus gibi yok olacak; aynı anda yüz ayrı noktada alevlenen bu halk yangını, onun belleğini bile yok edecek!’

Doktor, bu alıntının size ait olduğunu kabul ediyorsunuz sanırım?”

“Asla kabul etmiyorum, tek kelimesi bile bana ait değil. Hiçbir zaman böylesine fazla duygusal saçmalıklar yazmam ben. Neyi yazdığım konusunda çok dikkatliyimdir. Bu, o sıralarda Le Figaro’da benim imzamla yayımlandı. Ortalıkta uçuşup duran buna benzer yüzlerce mektup vardı. London Times’a yazdım ve bu yazıların altındaki imzaların sahte olduğunu söyledim. Neticede benim adıma söylenen ve yazılan her şeyi tekzip edecek olsaydım, yirmi tane sekretere gereksinimim olurdu.”

“Ama Paris Komüncülerinden sempatiyle söz eden yazılar yazdınız, öyle değil mi?”

“Onlar hakkında başyazılarda yazılanları göz önüne alacak olursanız, hiç şüphe yok ki bu türden yazılar kaleme aldım, ama İngiliz gazetelerinde yayımlanan Paris kaynaklı haberler, yazı işlerinde yapılan gafları çürütmek için oldukça yeterli olacaktır. Komün, yalnızca altmış kadar insan öldürdü, cumhuriyetin emriyle Komün’ü ezen Mareşal MacMahon ve onun kana susamış ordusu ise 60.000’in üzerinde insan öldürdü. Hiçbir hareket, Komün kadar iftiraya uğramamıştır.”

“Peki, o zaman, sosyalizmin ilkelerini yerine getirmek için, ona inananlar suikast ve kan dökmeyi savunuyorlar mı?”

“Hiçbir büyük hareket, şimdiye kadar kan dökmeden yola koyulmamıştır. Amerika’nın bağımsızlığı kan dökülerek kazanıldı, Napolyon, Fransa’yı kanlı bir süreç sonunda ele geçirdi ve aynı araçlarla devrildi. İtalya, İngiltere, Almanya ve tüm diğer ülkeler bu tespitin kanıtlarıyla dolu. Suikast konusuna gelince… bu mevzu, yeni bir şey değil. Orsini, Napolyon’u öldürmeye kalkıştı; krallar, herkesten daha fazla kişiyi öldürdüler; Cizvitler öldürdü; Cromwell döneminde Püritenler öldürdü. Tüm bu olaylar, sosyalizmin doğumundan önce yaşandı. Ancak şimdi bir krallık ya da devlet mensubuna karşı yapılan her suikast girişimi sosyalizme isnat ediliyor. Sosyalistler, günümüzde Alman İmparatorunun ölümüne çok üzüleceklerdir. O, varolan hâliyle çok yararlı. Bismarck, olayları uç noktalara götürmekle davaya herhangi bir devlet adamından daha fazla hizmet etmiştir.”

Dr. Marx’a Bismarck hakkında ne düşündüğünü sordum. Şu cevabı verdi:

“Napolyon düşene kadar bir deha olarak görüldü; sonra ona ‘aptal’ dendi. Bismarck, onun izinden gidecektir. O, birleşme bahanesiyle uygulamaya koyduğu despotizmle koyuldu yola. Bu gidişin sonu bellidir. Son hamle, darbeyi andıran bir hamledir, gelgelelim başarısızlığa uğrayacaktır. Fransız sosyalistleri gibi Alman sosyalistleri de 1870 savaşını sadece hanedan savaşı olduğu için protesto ettiler. Alman halkına, eğer savunma savaşı gibi gözüken bu savaşın bir fetih savaşına dönüşmesine izin verirlerse, askerî despotizmin kurulmasıyla ve üretici yığınların acımasızca bastırılmasıyla cezalandırılacaklarını önceden haber veren manifestolar yayımladılar. Fransa’yla onurlu bir barış için toplantılar düzenleyen ve manifestolar yayımlayan Almanya’daki Sosyal Demokrat parti, Prusya hükümeti tarafından hemen kovuşturmaya uğradı ve önderlerinin çoğu tutuklandı. Bununla birlikte, Alman meclisindeki temsilcileri, Fransız topraklarının zorla ilhakını protesto etmeye tek başlarına ve çok gayretli bir biçimde cesaret ettiler. Ancak Bismarck, politikasını zor yoluyla sürdürdü ve insanlar, Bismarck’ın dehasından söz ettiler. Savaş yapıldı. Artık fetih yapamadığında ondan orijinal fikirler bulması istendi, ama bu konuda açık bir biçimde başarısızlığa uğradı. Halk, ona inancını yitirmeye başladı. Popülerliği zayıfladı. Onun paraya gereksinimi var ve bu, devletin de paraya gereksinimi olduğu anlamına geliyor. Yalandan bir anayasa altında, askerî planları ve birlik planları için, halkı artık daha fazla vergilendiremeyeceği noktaya kadar vergilendirdi ve şimdi bunu bir anayasa bile olmadan yapmaya çalışıyor. Dilediği gibi para toplamak amacıyla, sosyalizm hayaletini canlandırdı[32], kendi iktidarı döneminde bir ayaklanmayı meydana getirmek için elinden gelen her şeyi yaptı.”

“Berlin’den sürekli haberler alıyor musunuz?”

“Evet, dostlarım beni sürekli haberdar ediyorlar. Berlin tümüyle sakin. Bismarck, bu anlamda hayal kırıklığına uğradı. Aralarında milletvekilleri Hasselman, Fritsche ve Rackow’un, Bauman’ın ve Frei Presse’ten [“Özgür Basın”] Adler’in de bulunduğu önde gelen kırk sekiz kişiyi[33] sürgüne gönderdi. Bu adamlar, Berlin işçilerini sakin tuttular. Bismarck bunu biliyordu. Bu kentte açlık sınırında 75.000 işçinin olduğunu da biliyordu. Bu önderler gittiğinde, düzensiz kalabalığın ayaklanacağından emindi ve bu bir katliam karnavalı için başlangıç işareti olacaktı. O zaman tüm Alman İmparatorluğu’nda bütün vidalar sıkıştırılacaktı; onun küçük kan ve balyoz teorisi geniş kabul görecekti, böylelikle istenildiği kadar vergi toplanabilecekti. Şimdiye kadar hiçbir ayaklanma yaşanmadı, dolayısıyla Bismarck şaşkına dönmüş durumda. O, artık tüm devlet adamlarının alay konusu.”

Kaynak

Dipnotlar:
[1] İşsizlere yönelik yürüttüğü ajitasyon faaliyeti dâhilinde, 25 Aralık 1873 günü gazete birinci sayfasındaki dört sütunu Avrupa ve Amerika’daki komünist hareketin tarihine ayırdı. Burada Marx kurucu isim olarak anılmaktaydı. Makale, şu tespitlere yer vermekteydi: “Bu adamların dile getirdiği talepler ve ilkeler yabani, topluma zararlı ve yıkıcı. Ülkemiz bizi bir süreliğine bu düşüncelerden kurtaracaktır, ama gene de şehirlerimiz enternasyonalizmin yol açacağı tehlikelerle mücadele edecek şekilde hazırlanmalıdır.” Ardından, 5 Ocak 1874 günü gazete şunu yazdı: “Her bir eyaletin sadece Paris ve Berlin’de değil, New York ve Şikago’da da çalışma yürütecek olan Karl Marx’a bağlı isimlerin eylemlerine karşı büyük bir ciddiyetle hazırlanması gerekiyor.” Philip Kinsley, The Chicago Tribune: Its First Hundred Years. Cilt. 2 s. 190-91, (Şikago, 1945).

[2] Bahsi geçen dönemde Tribune’ün günlük sabah baskı adedi 25.000’ti. buna bazen ek baskılar dâhil oluyordu. Pazar baskısının adedi ise 33.000’ti. bazen bu sayı 50.000’in üzerine çıkıyordu. Haftalık çıkan gazetenin sayfa adedi 12’ydi, Pazar baskısı ise 16 sayfaydı. Belirli makaleler sonradan başka baskılarda yeniden paylaşılsa da Marx’ın mülâkatına sadece bir kez yer verildi. Tribune’ün tahminine göre satılan her bir nüsha dört kişi tarafından okunmaktaydı.

[3] 10 Ocak 1879, Cilt. II, Sayı 10, s. 2, sütun 4-6.

[4] 11 Ocak 1879, Cilt. II, Sayı 8, s. 8, sütun 2-6.

[5] 11 Ocak 1879, Cilt. I, Sayı 18.

[6] Social Democrat günlük çıkıyordu. 9 ve 10 Nisan 1879 tarihli nüshalarında “Karl Marx’la Amerikalı Bir Muhabirin Sohbeti” başlığı altında mülâkatın çevirisine yer verildi: Cilt. V, Sayı 84, s. 1, sütun 1-4, ve Sayı 85, s. 1, sütun 4 ve s. 2, sütun 4.

[7] 28 Kasım 1878-10 Nisan 1879 arası dönemde Marx ve Engels arasındaki yazışmalar dâhilinde sadece altı mektubun yazıldığını biliyoruz. Fakat bu mektuplardan mülâkatta hiç söz edilmiyor.

[8] Karl Obermann, bu fikri mülâkatın “o dönemde Şikago’da hissedilmeye başlanan anarşist sapma” ile ilgili tespiti üzerinden dile getiriyor. (11. dipnotta belirtilen makalenin 67. sayfasına bakınız.) Anarşist hareket, ilkin Şikago’da 1879 yazında Amerikalı Sosyal Demokratlar arasında gelişti. Sonra bu hareket kendisini Aralık 1879’da Allegheny’de düzenlenen Sosyalist İşçi Partisi Ulusal Kongresi’nde hissettirdi.

[9] 1876-1878 arası dönemde ABD’de bir dizi Almanca-İngilizce yayın yapan gazete çıkmaya başladı. 1879 yılında faaliyetlerine devam eden günlük gazeteler şunlardı: Philadelphia Tageblatt, New York Volkszeitunq ve Chicago Vorbote. Bir de İngilizce yayımlanan ve haftalık çıkan gazeteler vardı: New York’ta Labor Standard, Şikago’da Socialist.

[10] Mülâkatın son paragrafında Marx, bazı önemli isimlerin Almanya’dan kovulması ve yol açtığı sonuçlar üzerinde duruyor. Bu kişilerin ülkeden kovulduklarını insanlar 30 Kasım 1878 günü öğreniyorlar. O dönemde Londra’dan Şikago’ya bir mektubun gitmesi yaklaşık üç hafta sürüyor. Dolayısıyla, bu mülâkat Aralık 1878’in ilk haftasında yapılmış olmalı, aksi takdirde makale son tarih olan 5 Ocak’ta okumaya hazır hâle getirilemezdi.

[11] Karl Obermann, “Die Beziehungen von Marx und Engels zur Amerikanischen Arbeiter bewegung in der Zeit Zwischen der I. und II. Internationale, s. 62-71, Zeitschrift fur Geschichtswissen-Geschichtswissen Berlin, 1964 Sayı 1. Obermann, Socialist gazetesinin 66. sayfasında çıkan makalesinden bir paragraf aktarıyor. Yayımlandıktan sonra bu paragraf şu çalışmanın Rusya’da çıkan ikinci baskısında yer alıyor: The Complete Works of !DOCTYPE, (Socineniya, Cilt. 34, s. 404).

[12] Louis Lazarus, Second supplement to “Marx and Engels: American manuscripts and imprints, 1846 to 1898,” #E 33c, Library Bulletin of the Tamiment Institute Library of New York, Sayı 40, Mayıs 1964.

[13] Bert Andréas, “Marx fiber die SPD, Bismarck und das Sozialistengesetz, Archiv Fur Sozialgeschichte içinde, Band S(1965), Hannover, s. 363-76.

[14] 1969 yılında başka bir gazetenin yayın yönetmenliğini yaparken Profesör Albert Reiss bu mülâkattan beni haberdar etti. Orijinal gazetenin fotokopisini temin ettikten sonra mülâkattan bazı bölümleri seçip şu çalışmada yayımladım: News From Nowhere, DeKalb, Illinois, Cilt. 1, Sayı 6, Mart 1969, s. 15.

[15] “Interview mit dem Grundleger des modernen Sozialismus Besondere Korrespondenz der ‘Tribune’” Karl Marx. Friedrich Engels. Werke, Band 34, Berlin, 1966, metin: s. 508-516, notlar: s. 619-20, (Andréas’ın giriş yazısı ve notları sonradan eklendi).

[16] Andréas, giriş yazısında ve eklediği dipnotlarda mülâkatın hakiki olduğunu ispatlamak için uğraşıyor. Marx ve Engels yazışmalarında bu mülâkattan söz etmiyorlar. Ama bu ikili, aynı malzemeyi kullanarak kaleme alıyorlar mektupları ve makaleleri. Yorumları birebir örtüşüyor. Bu durum, mülâkatın ardından yazılan makale ve mektuplar için de geçerli. Bu anlamda, muhabirin Marx’ın ilk çalışmalarını temel alarak bu mülâkatı kafasından uydurmuş olamaz.

[17] The Chicago Tribune, 5 Ocak 1879 Pazar, Cilt. VI, Sayı 6, s. 7.

[18] 5 Mayıs 1818 doğumlu olan Marx o günlerde 61 yaşındaydı.

[19] Marx, ABD’de geniş bir arkadaş çevresine sahipti. Bunların büyük bir kısmıyla düzenli olarak mektuplaşıyordu. Enternasyonal’in eski genel sekreteri F. A. Sorge ve Çartist hareketin eski lideri G. J. Harney, Marx’ı Amerika’daki gelişmeler konusunda bilgilendiriyor, kendisine hükümete ait belgeleri ve hukuki metinleri gönderiyordu. Marx’a aynı zamanda Massachusetts Çalışma İstatistikleri Bürosu Başkanı Carroll D. Wright da kimi önemli resmi belgeleri temin ediyordu. Marx bu belgeleri Kapital’in ikinci cildi üzerine yürüttüğü çalışma esnasında kullandı. Bkz.: Marx’tan Sorge’ye 19 Ekim 1877 Tarihli ve 19 Eylül 1879 Tarihli Mektuplar, aynı zamanda Marx’ın Engels’e Gönderdiği 25 Ağustos 1879 Tarihli Mektup.

[20] John Chandler Bancroft Davis, 1874-1877 arası dönemde Amerika’nın Berlin Büyükelçiliği’ni yaptı. Dışişleri Bakanı Hamilton Fish’e sunduğu 10 Şubat 1877 tarihli resmi raporun bir bölümünde Alman sosyalizmi ele alınmaktaydı. Rapora şuradan ulaşılabilir: ABD Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin Dış İlişkileriyle Bağlantılı Evrak, Washington, 1877, #111, s. 175-180.

[21] Alman Sosyalist Partisi Programı’nın programı ilkin 1875’te kaleme alındı. Metin sonrasında, 5 Mayıs günü Gotha Programı’nın Eleştirisi isimli çalışmasında Marx tarafından eleştirildi. Program, 25 Mayıs 1875 günü Gotha’da Eisenachçı ve Lasalcı partilerin birlik kongresince benimsendi. Üç kısımdan oluşan metne iki bölümden oluşan sosyalist talepler de eklendi. Birinci kısımda “devletin kuruluşu” ile ilgili altı talep sıralanmaktaydı. 2. Kısım ise “mevcut toplumda” gerçekleştirilecek sekiz husus aktarılmaktaydı. Marx’ın özetlediği, işte bu 14 talepti.

[22] Bu cümle, “öneriler sunma ve veto etme hakkı” ifadesini de içermekteydi.

[23] Nihai baskısında altıncı maddede geçen “Vicdan Hürriyeti” ifadesinin yerine “Din özel bir meseledir” ibaresi kullanıldı. Program eleştirisinde Marx, “işçi partisinin burjuva ‘vicdan hürriyeti’ anlayışının her türden din temelli vicdan hürriyetine hoş görü göstermekten başka bir şeyi ifade etmediğini, kendisinin vicdanı din denilen vesveseden kurtarmak için gayret ettiğini söylemesi gerektiğini” söylüyordu. Ona göre, kimse “burjuva düzey”i aşma arzusunda değildi.

[24] Orijinal programa başka bir talep daha dâhil edildi, ama bu talep yukarıda aktarılmıyor. Bu talepte “Tüm işçi yardım kuruluşlarının ve işçiye dost derneklerin tam anlamıyla özyönetime tabi olması gerektiği” üzerinde durulmaktaydı. Orijinal programı olduğu gibi aktarmaya çalışan makalesinde Andréas mülâkattaki bazı kelimeleri değiştirmiş ve 11 yerine 13 talep sıralamış.

[25] Berlin Büyükelçisi Davis’in raporu hatalı, çünkü on ikinci maddeyi ekliyor ve orada “demokratik idare altında olan sanayileşmiş toplumlara devlet yardımı ve kredisi verilmesi” önerisine yer veriliyor. Ardından Davis, bu maddeyi neden bir gerekçe değil de bir madde olarak metne eklediğini izah ediyor. “Şubat 1875’te mecliste yaptığı konuşmada İçişleri Bakanı Kont Count Eulenburg, kredi ve yardım meselesi üzerinde durdu. Sosyalistlerin emek araçlarını devlet mülkiyetine geçirmeyi, emeğin ortaya koyduğu sonuçların kamu yararına olacak şekilde, bizatihi toplum tarafından düzenlenmesini talep ettiklerini söyledi.”

[26] 1850-1851’de Kaliforniya’da altının bulunması ve demiryolu inşaatının hızlanması ile birlikte enflasyon hızla arttı. Bunun sonucunda işçileri örgütleme çalışmaları yoğunlaştı, ücret artışları talep eden hareket güçlendi. 1854-1855’teki buhran döneminde, bilhassa 1857’deki yoğun işsizlik döneminde sendikalar büyük bir darbe aldı ve birçoğunun kapısına kilit vuruldu. Hayatta kalanlar ücretleri artırma konusunda önemli başarılar elde ettiler. İç savaşa rağmen ülke genelinde sendikalar ve federasyonlar faaliyetlerini sürdürdü, sendikalaşma, ekonomik canlanmaya tanıklık eden savaş yıllarında epey yaygınlaştı.

[27] Marx ve Lassalle arasındaki yazışma 1862 yılında sona eriyor. Bu mektuplarda Lassalle’a atfedilen taktikten hiç bahsedilmiyor. Andréas’a göre: “Lassalle’ın işçilere yönelik ajitasyon faaliyetleri 12 Nisan 1862’de verdiği dersle başladı. Bir hafta sonra, Pazartesi günü işçi programı basıldı, ancak orada bile kooperatif birliklere devletin yardım etmesi fikrini savunmuyordu. Lassalle bu fikrini kamuoyuna ilk kez 1 Mart 1863 tarihli Offnes Antwortschreiben [“Açık Cevap Mektubu”] isimli çalışmasında duyurdu.

[28] Gotha Programı’nın Eleştirisi isimli çalışmasında Marx, işbirliğini her derde deva olarak sunan sahte doktor önerisini “peygamber ilâcı” olarak nitelendirdi.

[29] Eylül 1872 tarihli Lahey Kongresi Birinci Enternasyonal’in eksiksiz tamamlanan son toplantısıydı. Kongrenin odağında, genel konseydeki iktidar mücadelesi duruyordu. Marksistler, örgütü bir arada tutmak için mücadele ederken, Bakuninciler merkezsiz kılmak derdindeydiler. Bu mücadeleyle birlikte örgüt dağılma tehlikesiyle yüzleşti. Neticede 1876 yılında kendi içinde tutarlı ve bütünlüklü bir yapı olan Enternasyonal dağıldı. Anarşist bir ekip 1881 yılına dek mücadelesini sürdürdü.

[30] Victoria Woodhull (1838-1927): Amerikalı burjuva feministi, iş kadını ve sırf kendi zevklerini ve hazzını düşünen biri. Marx onu “bankacı karısı, özgür aşk sevdalısı ve bir şarlatan” olarak tarif ediyor. Cornelius Vanderbilt’in desteğiyle bir komisyoncu firmasını işleten Woodhull, bir de Woodhull ve Claflin’s Weekly isminde bir gazete çıkartıyor. 1871’de New York’taki 12. Seksiyon’daki gücünü kullanarak, Enternasyonal’e bağlı Kuzey Amerika Federasyonu’nun yönetimini ele geçirmeye çalışıyor. Genel konsey, Mayıs 1872’deki Lahey Kongresi’nde anarşizme karşı verilen mücadele kapsamında 12. Seksiyon’u Enternasyonal’dan kovuyor. Marx konuyla ilgili açıklamasını Mayıs 1872’de yapıyor. Bu açıklama için bkz.: Documents of the 1st International (Moskova, 1964), V, s. 323.

[31] Joseph Cook (1838-1901) profesyonel bir vaiz ve evanjelist. 1874 yılından itibaren Boston Monday Vaizliği’nde yaklaşık yirmi yıl çalıştı. Bir yandan da hem ABD’yi hem de dünyayı dolaştı. Cook, din ve bilimle ilgili her türden konuya dair konuşmalar yapan bir isimdi. Amacı, Kitab-ı Mukaddes dâhil tüm Hristiyanlığın modern bilgi ve bilimle eksiksiz bir uyum içinde olduğunu ispatlamaktı. Cook’un vaazları, onu emek ve sosyalizm konusunda uzman biri olarak gören orta sınıf içerisinde epey destek buldu. Görüşleri ülke genelinde birçok gazetede yayımlandı. Bkz.: Boston Monday Lectures, 11 Cilt. Houghton, Osgood, & Co., Boston, 1877-1888.

[32] Metnin geri kalan kısmı, şu yayında bir miktar değiştirilmiş: The Socialist, Şikago, 11 Ocak 1879, Cilt. I, Sayı 18, Karl Marx Well-Informed [“Bilgili Karl Marx”] adıyla yayımlandı. Obermann, bu İngilizce metni 11. dipnotta bahsi edilen makalesinin 66. sayfasında bir alıntı olarak, Almanca tercümesiyle birlikte yeniden paylaştı.

[33] Alman Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin kurucusu August Bebel, otobiyografisinde “48 saat içinde hepimizin iyi tanıdığı 67 partilinin kovulduğunu” söylüyor (Aus Meinem Leber, Stuttgart, 1914, Cilt 3, s. 24). İki sayıyı ya Marx ya da muhabir karıştırmış.

0 Yorum: