20 Mart 2023

Binlerin Katilleri Kimlerdir?


28 Mart 1970 günü Kütahya’nın Gediz ilçesinde bir deprem meydana geldi. 3.500 ev yıkıldı, 1086 kişi vefat etti. Depremden on gün sonra çıkan nüshasında Ant dergisi, bu depremin politik ve ekonomik yönlerini ele alan bir yazı yayımladı. Yazıda aktarılanlar, 6 Şubat’ta yaşanan depremler ve sonrasında yaşananlar göz önüne alındığında, egemen sınıfın ve devletin gösterdiği tavrın, uyguladığı politikanın içeriğinin hiç değişmediğini ortaya koyuyorlar. Yazıda dile getirildiği biçimiyle, dün olduğu gibi bugün de “takdiri ilahi”den dem vuranlar, yalan söylüyorlar. Çünkü bu, “cürm-ü sınıfî”dir, burada belirli bir sınıfın işlediği suç söz konusudur.

* * *


Türkiye’de üç beş yıl geçmemektedir ki deprem yüzünden yüzlerce, binlerce vatandaş can vermesin, evsiz, barksız, aç, malul kalmasın… Sadece cumhuriyet döneminin felâketleri:

1939 Erzincan Zelzelesi’nde 32.372, 1943’te Ilgaz’da 4.016, 1944’te Düzce’de 1381, 1946’da Varto’da 833, 1951’de Kurşunlu’da 50, 1953’te Yenice-Gönen’de 265, 1963’te Gönen’de 25, 1966’da Varto’da 2.283, 1967’de Pülümür’de 112, 1968’de Bartın’da 27, 1969’da Alaşehir-Sarıgöl’de 40 vatandaş can vermiştir.

Bu felâketlere geçen hafta 1084 vatandaşın ölümüyle sonuçlanan Gediz Depremi eklenmiştir.

Egemen sınıfların sözcülerinin ve iktidarda bulunan politikacıların beyanına bakılırsa, bütün bu depremler “Takdiri İlahi”dir. Türkiye’ye Ortaçağ düzenini getirmek isteyen ümmetçilere bakılırsa, din ve ahlak kurallarını hiçe sayanlara, mini etek giyenlere verilmiş “ilahi bir ceza”dır.

Her depremden sonra oynanan klasik bir oyun vardır.

* Önce gazetelerde 120 punto, 144 punto felâket manşetleri, karartılmış başlıklar…

* Ardından Cumhurbaşkanı (ki bu defa neden sonra deprem bölgesine gitmek lütfunda bulunmuştur), Başbakan, bakanlar, parti temsilcilerinin deprem bölgesinde cevelanı.

* Onun ardından Başbakan’ın gerekli tedbirlerin alındığına dair beyanı ve “Her şeyi yeniden yapacağız” vaatleri.

* Onunla beraber, muhalefet sözcülerinin, yardımların mahalline zamanında yetiştirilmediğine dair demeçleri, yani “Biz işbaşında olsaydık, bu yardımlar hemen elinize geçerdi” misillü göz kırpmaları…

Ondan sonra yardım kampanyaları, Kızılay çadırları, gazetelerin tiraj almak için düzdükleri yardım kervanları, yurtdışından gelen yardımlar vs. vs.

Gelen yardımların, felâketzedelerin eline geçmeden vurguncuların elinde eriyip gitmesi… Yıkılan evlerin yerine yenilerinin yapımında bir yığın ihale, inşaat yolsuzlukları ve ondan sonra kulağının üstünde kış uykusuna yatma!

Hayır… Bu öyle iki kelimeyle “takdiri ilahi”ye bağlanacak bir olay değildir. Elbette, tabii afetler karşısında insanoğlunun yapabileceği şeyler sınırlıdır. Ama deprem bölgesinde bulunan bir Türkiye’de, gerçekten halka dönükse, halkın iktidarı ise, hükümetlerin yapabileceği çok şeyler, olabileceği çok tedbirler vardır.

Nitekim depremleriyle ün salan Japonya’dan gelen bir uzman, Varto deprem bölgesinde yaptığı incelemelerden sonra şu açıklamayı yapmıştı: “Bu kadar can kaybı olmasının tek nedeni, iptidai konuttur.”

Son Gediz Zelzelesi’nin gazetelerde çıkan fotoğrafları da incelenirse, yerle bir olmuş yapıların yanında sapasağlam, dimdik duranları da göze çarpmaktadır. Betonarme ya da ahşap olsun, bazı binalar yıkılmış, bazıları yıkılmamıştır.

Bunun bir nedeni olmalıdır. Dolayısıyla, sorumluları da…

Deprem bölgesinde olan bir ülkede yapılacak binalarda uygulanacak yapı sistemleri vardır. Betonarme yapılar için mutlaka uygulanması gerekli deprem hesapları vardır. Bu hesaplar uyarınca kullanılacak demir miktarı, beton dozajı ve gronülometrisi vardır.

Yıkılan binaların fotoğraflarında un ufak olmuş beton kolonlar ve döşemeler görülmektedir. Kum gibi dağılan bu betonarme yapı parçalarından tek tük ince demirler fırlamıştır.

Deprem bölgeleri dışında bile beton demirleri ve bağlantıları için yapı yönetmelikleri asgari ölçüler belirlemiştir. Yıkılan binalarda bu asgari ölçülere bile uyulmadığı görülmektedir. İnşaat mühendisleri, başbakan hariç, mutlaka bu binalarda inceleme yapmalıdırlar. Kullanılan beton dozajı ve demir miktarını saptayıp açıklamalıdırlar. Binlerce insanın ölümüne neden olan bu binaları yapan ve yapımına izin veren yetkililerden hesap sorulmalıdır. Suçları, ölüme sebebiyettir.

Sorumluluk bu kadarla da bitmemektedir. Bu hesap, sadece cumhuriyet döneminde yapılan betonarme binaları inşa edenlere ya da inşasına izin verenlere ait olmaktan da ileridedir. Ya betonu demir yüzü görmeyenler, vatandaşın yiyeceğinden, içeceğinden keserek başını sokmak için kendi elleriyle diktiği derme çatma yapıların sorumluluğu kime aittir? O evi yapana mı?

Nerede ülke çapında konut planlaması? Nerede her vatandaşın bu plana göre insanca yaşayabileceği konutlar? Bunları yapmak, vatandaşın görevi midir? Kendisinden 18 yaşına gelince üniforma giymekten, üç beş kuruş kazanınca vergi kesmekten başka bir şey düşünmeyen devletin görevi değil midir, bu ülke çapında planlamaya uygun konut yapmak? Konut adaletini sağlamak?

Ama mümkün mü? Devlet kimlerin elinde? Devlet askeri okuldan çıkıp elli yıl bürokratik kademelerde yükselirken 100 milyon liralık gayrimenkul sahibi olanların, üç beş günlük başbakanlığı döneminde kardeşlerine milyonlarca lira kredi açtırıp devletin arsalarını yok pahasına kendi sülalesine peşkeş çekenlerin elinde değil mi? Boğaz sahillerinde hela taşları Avrupa’dan getirtilmiş milyonluk kaşaneler dikilirken, büyük kentlerde gökdelenler yükselirken, Anadolu’daki, gecekondu bölgesindeki insanın konut derdini kim düşünür, kim sorar? Deprem koşullarına göre bina yapımından vazgeçtik, acaba emlak spekülatörlerinin devletin kaderini elinde bulundurduğu bu ülkede vatandaşa başını sokabileceği bir köstebek yuvası sağlayabilmek için ne yapılmaktadır?

Evet, bu binlerin ölümünde birinci derecede devleti elinde bulunduran egemen sınıf mensupları ve uşakları sorumludurlar.

Ayrıca, bütün mimarlar ve inşaat mühendisleri ve onları yetiştiren eğitim kurumları da sırayla sorumluluk taşımaktadırlar, parasız pulsuz, malzemesiz, yeterli bilgiden yoksun, kuş uçmaz yörelerde aşını sokacak dam yapmaya çabalayanları yalnız koyanlar da sırayla sorumludurlar.

Deprem bölgelerinde yerle bir olan evlerin çoğu (hele köylerdekinin tamamı, değil şiddetli depremle, kuvvetli bir tekmeyle bile yıkılır. Çünkü taş ve çamurdan örülmüştür.) Demir, çelik, çimento, arsa, devlet bankalarının kredileri onların elinde değil ki sağlam konutlar yapsınlar kendilerine. Dolandırıcıların, üçkâğıtçıların elinde…

Şu İstanbul’da bir deprem olsa, ilkin nereler yıkılır dersiniz? Taşlıtarla, Sağmalcılar, Zeytinburnu, Alibeyköy, Kağıthane değil mi? Kuşkusuz evet. Polisin salladığı ilk kazmayla yıkılıveren kondu hiç dayanır mı depreme?

Bir de müteahhidin, aracının alabildiğine hırsızlık ettiği kamu binaları, kooperatif yapılar var.

Ama İnönü’nün Taşlık’taki köşkü, boğazın kıyılarına sıralanmış villalar, Teşvikiye, Nişantaşı vb. yerlerin gökdelenleri yıkılmaz kolay kolay. Bunlar, üç beş kuruş için kurşunlanan işçinin sırtından çarık gönü (derisi) gibi çıkarılan paralarla, devlet bankalarından aşırılan kredilerle yapılmıştı. Ve işte bu insanlardır Türkiye’de iktidar edenler ve de muhalefet edenler!

“Her şeyi yeniden yapacağız” uyutmasıyla milleti bir kez daha kandırıp, “Ölen ölmüş, kalan sağlar bizimdir” diyerek girişilen yardım kampanyaları ise ayrı bir rezalettir. Varto depremine gelen gıda yardımı içinde yer alan konservelerin ve paketlerin İstanbul’un lüks şarküteri mağazalarında satıldığını görenler, Gediz’e gelen yardım malzemesinin akıbetinin de aynı olacağını bilmektedirler. Çünkü düzende ve mekanizmada hiçbir değişiklik yoktur, üstelik ölü soyucu nebbaşlar bu defa daha fazla ustalaşmışlardır.

Şimdi bir yandan Kızılay, bir yandan merhametli vatandaşlar felâketzedelere yardım yağdırmaktadırlar. Yurtdışından çeşitli ülkelerden gıda ve malzeme yardımı gelecektir. Ama bunların çoğu felâketzedelerin eline ulaşmayacaktır. Nitekim daha şimdiden felâketzedelerin yardım malzemelerinin çapulcuların eline geçtiğine dair şikâyetleri parlamentoya aksetmiştir. Bu yardım soygununda kısa zamanda birkaç açıkgöz daha milyoner olacaktır. Ve Beyoğlu’nun, Şişli’nin, Nişantaşı’nın şarküteri mağazalarının vitrinleri biraz daha çeşitlenecektir!

Demirel demektedir ki: “Kimse açıkta kalmayacak…”

Bu demektir ki: “Kısa zamanda birkaç müteahhit daha zengin olacak…” Ne yazık ki bu defa Süleyman Bey’in biraderi Şevket Bey, daha önce Varto’da kokusu çıktığı için, bu “kimseyi açıkta bırakmama” denilen nimetten nasibini alamayacak.

Hafızası kuvvetli olanlar bilirler: Varto depremi olduktan sonra da “Kimsenin aç ve açıkta kalmaması için” bir komite kurulmuş, başına da bir müteahhit getirilmişti. Müteahhit ilk iş olarak deprem bölgesinde kurulacak barakaların kereste işini Demirel’in biraderi Şevket Demirel’e vermişti.

Bu işte vurgunu keresteci, malzemeci ve nakliyeci vurmuştur. Varto’da yaptırılan 1044 barakanın her biri 3.501 liraya mal olacakken müteahhitlere 6.000 liraya ihale edilmiş, müteahhitler bir kalemde 2.607.912 lira çarpmışlardır.

Üstelik barakalar toprak tabandan ve oluklu saçtan bir çatıdan ibarettir. Mutfak, baca, pencere, ocak, hela gibi en gerekli aksam da yoktur bu 6.000 liralık müteahhit işi barakaların.

Bu baraka rezaletine felâketzedeler büyük tepki göstermiş, fakat müteahhit cezalandırılacağına, takdir edilerek bir bakanlığın müsteşarlığına tayin edilmiş, basında bir süre kızılca kıyamet koptuktan sonra her şeyin üstüne bir sünger çekilmiştir.

Gediz deprem bölgesini ve felâketzedelerini de aynı akıbet beklemektedir.

Binlerce ölü, on binlerce evlat, ana, baba acısı içinde insan; ve öte yanda onların felâketini sermaye yapıp yeni vurgunlar yapmaya hazırlanan “özel teşebbüs”.

Ve başka yörelerde her an yeni bir deprem, yeni bir felâkette can vermeye hazır milyonlarca sahipsiz Anadolu insanı…

Binlerin katilleri kimlerdir?

Katilleri bellidir.

Bu, “takdiri ilahi” değil, “cürm-ü sınıfî”dir.

Elbet bir gün o sınıf, mensuplarıyla ve uşaklarıyla tarihin sanık sandalyesine oturtulacaktır.

Ant Dergisi
7 Nisan 1970
Sayı 171
Kaynak

0 Yorum: