13 Mart 2023

,

DİA, DBA, Kılıçdaroğlu


Althusser, “üretim ilişkilerinin yeniden üretimini güvence altına alan devlet aygıtları sisteminin devletin baskı aygıtları ile devletin ideolojik aygıtlarından oluştuğunu” söylüyor.[1] “Hiçbir sınıf, devlet iktidarını devletin ideolojik aygıtları üzerinde ve içerisinde kendi hegemonyasını tesis etmediği takdirde, devlet iktidarını uzun süre elinde tutamaz”[2] tespitinde bulunuyor. Bu teorik yaklaşım uyarınca, devletin baskı aygıtlarının uyguladığı şiddet ve devreye soktuğu kontrol araçları, egemen sınıfı iktidarda tutmaya yetmez” diyor.

Althusser’e göre, devletin baskı aygıtları, tek merkezli ve bütünleşikken; ideolojik aygıtları çoklu, ayrı ve özerk.[3] Devletin ideolojik aygıtlarının (DİA) işleyişinin koşullarını devletin baskı aygıtları (DBA) sağlıyor. İlki ideolojiyle, ikincisi şiddetle işliyor. Ama burada saf bir ayrım söz konusu değil. İdeoloji, baskı ve şiddeti kullanıyor; şiddet, ideolojiyi devreye sokuyor. Devletin tüm ideolojik aygıtlarının amacı ise aynı: üretim ilişkilerinin, yani kapitalist sömürü ilişkilerinin yeniden üretimi.[4]

* * *

Son tartışmalarda Millet İttifakı limanına demir atan, “uluslararası finans ve sermaye ile birlikte nefes alma hayali” kuran, “uluslararası finans ve sermayenin gözünde Türkiye’nin risk primi düştü” diye sevinen solcular, Akşener’in hamlesini devletin baskı aygıtları bağlamında ele aldılar. “Baskı azalacak” zokasını sallayıp kitleleri ideolojik aygıtlara kul ettiler.

Bu düzlemde dile getirdikleri eleştiri ve küfürlerde, Akşener’in o devletin baskı aygıtlarının parçası olarak, Kılıçdaroğlu ve onun şahsında solun önünü kesmek veya en iyi ihtimalle, kontrol etmek için görevlendirildiğini söylediler.

Neticede Ecevit’ten sonra sol, ilk kez iktidara yürüyordu. Devletin derinleri, bu yüzden harekete geçmişlerdi. Ecevit’in yürüyüşünün devletin derinleriyle herhangi bir alakası olamazdı. Neticede Ecevit, şiir yazan, karısını çok seven, sanat eleştiren, rant peşinde koşmayan, temiz yüzlü bir isimdi. Devletin baskı aygıtlarına karşı devletin ideolojik aygıtlarından yana olmakta bir beis yoktu.

Oysa ellilerden beri eğitilen Ecevit, hem 1973’te gecekondulara çıkartılan af, hem de 1974’te hapishanelere çıkartılan af demekti. İki af da birbiriyle bağlantılıydı: ilkinde ekonomi, ikincisinde politika dâhilinde ilgili hamleyi esasen sermaye ve devlet yapıyordu.

Akgünler bildirisinde gecekondu sömürüsüne son vereceğini söyleyen Ecevit, 1 Kasım 1973 günü gelen gecekondu affı yasası ve toprağın tapusunu verme vaadi ile birlikte CHP'nin ömründe görmediği oyu aldı.[5]

Ecevit, “asıl önemli olan, hükümetteki kriz değil, muhalefetteki krizdir. Muhalefette kriz olduğu vakit, halk, isyan gibi araçlara başvurur, devlete sorun çıkartır” diyendi. Onun tüm politik hayatı, o isyana mani olmak üzerine kuruluydu. Tabii bu vasfı ve özelliği, solu da sosyalist hareketi de hiç ilgilendirmiyordu. Çünkü sol, isyan ve devrim gibi bir derdi olmadığını Gezi’de ortaya koymuştu.

Bugün 19 Aralık’ın IMF anlaşmasıyla ilişkisini kuramayan solcular, hâlen daha bir mit, bir imaj ve bir geçim kapısı olarak sol diye bir şeye tapıyorlar, gerçeklere karşı körleşiyorlar, idealizmin bataklığında, burjuvazinin ve devletin kucağında güçlenme hayali kuruyorlar. Bugün o IMF döneminin bakanına ve çizgisine CHP üzerinden destek çıkıyorlar.

19 Aralık’ı yapan, Ecevit’ti. O, sınıfının emrini yerine getirdi. Sosyalistlerin, komünistlerin, sınıfının emrini tanımayan, sınıfını dahi bilmeyen solculara boyun eğmesi, onların dümen suyuna girmesi… asıl mesele bu.

* * *

1971 darbesi ile ilgili anılarını anlatan, Kıvılcımlı’nın örgütüyle ilişkili olan bir solcu, darbeden sonra saklanmak için İstanbul’un gecekondu mahallelerine gittiğini, orada THKP’lilerin bulunduğunu, bu sayede onları tanıma imkânına kavuştuğunu söylüyor.

1973’te bu türden bir cephe gerisi işlevi gören gecekondular, Ecevit eliyle yasallaştırıldılar. Tapuya kavuştular. Oradaki devrimci irade, ekonomik düzlemde atılan bu adımdan etkilendi.

Son darbeyi Ecevit, 1974 affı ile indirdi. O affın tartışıldığı meclis oturumunda Adalet Partililere dönüp, “komünizm tek değil, onu önleme yolları da tek değil. Bunun bir yolunu Demirel idaresi 12 Mart’tan önce denedi, başarılı olamadı. Şimdi biz, başka bir yol deneyeceğiz arkadaşlar”[6] diyordu. Kendi komünizmle mücadele yönteminin Almanya’da Willy Brandt şahsında işe yaradığını söylüyordu. Mealen, “Şimdi bu yöntemi burada uygulayalım. Hep sopa olmaz, bazen de havuç uzatalım” anlamına gelecek laflar ediyordu.

O havuç uzatıldı. Afla dışarı çıkan isimler, o gecekondularda birikmiş devrimci enerjiyi toprağa akıttılar. Toprağın ve kentin dönüşümüne katıldılar. Sermayeden pay, devletten cülus aldılar. Devrimci hareketi düşmana teslim ettiler. Bugün DBA ve DİA, en çok da o hainlerin ve teslimiyetçilerin sesinin çıkmasını sağlıyor.

* * *

Devletin baskı aygıtları yanında devletin ideolojik aygıtlarından da bahsetmek gerekiyor. Ecnebi bir solcunun Kovid döneminde solun gösterdiği tavrı eleştiren yazısında dile getirdiği biçimiyle, “Bugün sol, devletin ideolojik aygıtlarının bir parçası olarak hareket ediyor.”[7] O aygıta saldırı, önemlidir.

Dolayısıyla, Akşener’i eleştirip Kılıçdaroğlu’nu sahiplenen, onu “derin devlet gadrine uğrayan bir mazlum” olarak pazarlayan solcuları ideolojik planda eleştirmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu, bizatihi devletin ideolojik aygıtlarınca parlatılıyor. Burjuva siyaset içerisinde “Alevi” ve “Kürt” gibi etiketlerle ele alınıyor. Bu etiketlere, sallanan bu zokalara kanmamak, Obama’nın deri rengine aldananların akıbetine bakmak gerekiyor.

Yavan DBA eleştirileri, DİA’nın gerçekliğini örtbas ediyorlar. Bu anlamda, Akşener üzerinden devletin baskı aygıtları eleştirisi yapanlar, devletin ideolojik aygıtlarına ait birer bileşen olarak hareket ediyorlar. Liberal bir devlet ve şiddet eleştirisi, bu tür bir sonuca yol açıyor. Bu yavan eleştiri, yukarıdaki resimde Kılıçdaroğlu’nun yanında yer alan Davutoğlu’nun doksanlarda Demirel’den gelen emirle “Büyük Türkiye” stratejisi çalışmış isimlerden biri olduğu, bugün Erdoğan’ın cumhurbaşkanı yardımcısı olarak görevlendireceği söylenilen MİT başkanı Hakan Fidan için “ona güvenim tamdır” dediği gerçeğiyle hiç ilgilenmiyor. O, sadece baskı aygıtlarının yol açtığı mağduriyeti pazarda satmakla meşgul oluyor.

* * *

Soyadını değiştiren Kılıçdaroğlu, 1987’de İhsan Sabri Çağlayangil’le Dersim Katliamı üzerine röportaj yapıyor. Röportajın amacı, Çağlayangil’i ve devleti bizatihi bir Dersimliye aklatmak, temize çıkartmak. Dersim ise Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “Türkiye’nin içinde, fakat Türkiye’den ayrı bir parça. Haritalarda bizim görünür, fakat hiçbir zaman bizim olmamış. Ne yol verir, ne kervan geçirir.”[8]

Artık yol veren, kervan geçiren şehrin, yol verilmiş, kervana dâhil edilmiş insanı olarak Kılıçdaroğlu, Celâl Bayar’la görüşmeye aracılık eder diye “İstiklâl Mahkemeleri başkanının oğlu” Cemal Kutay’a badem ezmesi alıp gidiyor.[9] Bayar ölünce, onun yerine Çağlayangil’le görüşmek istiyor. Randevuyu Cavit Çağlar alıyor. Bilgi ve dokümanları “güvendiği bir arkadaş”ına teslim ediyor. “Efendim” diye hitap ettiği Çağlayangil, Dersim’de yaşananları aktarıyor. “Devlet boşluğu olunca ağalar doldurmuş” diyor. Bugün sosyalistlerin ekseriyetinin ve CHP’lilerin kabul ettiği tezi dillendiriyor. Sonra bu röportajı Tarafçı liberaller, malzeme ediyorlar operasyonlarına.[10] Gelirler genel müdürü Kılıçdaroğlu’nun bu röportajı neden yaptığını nedense kimse sorgulamıyor.

Sonra bu kişi, Özal eliyle önce Bağ-Kur, sonra SSK genel müdürü yapılıyor. Bir ara yolsuzluk iddiaları üzerine SSK’nın soruşturulması gündeme geliyor. Bir rivayete göre Demirel, devreye giriyor ve “o bizim çocuk, dokunmayın” diyor. Demirel’in kasası Cavit Çağlar’la muhabbeti olan aynı Kılıçdaroğlu, Fethullah’ın yeni partisi DSP içinde hızla yükseliyor. Ecevit’in ayağını kaydıran ekiple iş tutuyor. Sonra, CHP’yi milliyetçi kanattan temizlemek amacıyla, oraya gönderiliyor. Bizzat CHP’liler, Kılıçdaroğlu’nun Soros vakıflarıyla ilişkisi olduğunu söylüyorlar. CHP’nin başına bir operasyonla getirilmezden önce zaten AKP’nin tasfiye etmek istediği, İngiltere-ABD gerilimi üzerinden zaten dışlanan isimlerin dosyaları Kılıçdaroğlu’na veriliyor. Yıldızı bu şekilde parlatılıyor. Bugün başkanlık yarışına giren Erdoğan’ı ve Kılıçdaroğlu’nu Türk siyasetine armağan eden Deniz Baykal, devlet içre sırlarıyla birlikte toprağa karışıyor.

* * *

Hakikat, toprakla örtülebilecek bir şey değil. Devletin baskı aygıtları, devletin ideolojik aygıtları ile birlikte işliyor. “Hükümet istifa” tezahüratı, statlarda bu aygıtlar eliyle gündeme geliyor. Bursa’da Diyarbekir’in takımına bu aygıtlar saldırıyorlar. Ama sopayı yememek için birileri havuca razı geliyorlar, rıza imal ediyorlar.

Statlardaki tezahürat, hükümet eleştirisini maniple etme, aynı zamanda AKP kitlesini tahkim etme amaçlı. Bahçeli, telefonla gelen emir gereği, bu işi bilerek köpürtüyor. Bu sebeple, takımını dahi değiştiriyor. DİA ve DBA, muhalefeti kontrol ediyor, yönlendiriyor, enerjisini güvenli yerlerde boşaltıyor.

Devletin baskı aygıtlarını, silâhın eleştirisini yapanlar; devletin ideolojik aygıtlarını, eleştiri silâhını kuşananlar önemsiyorlar. Herkes, kendi tüccarlığını konuşturuyor. Aralarındaki atışmaların bir önemi bulunmuyor. DBA’yı önemseyenler, DİA’yı; DİA’yı önemseyenler DBA’yı küçümsüyorlar. Aradan sıyrılan, gene devlet oluyor. İkisini gören devlet eleştirileri ise “cüsseli, heybetli, su sızdırmaz, her şeye kadir bir güçten bahsedip duruyorsun” lafıyla geçiştiriliyor. Bu laf, liberalizmin sızlanması olarak dil buluyor. Özne-bireyin tercihine ve kararına saygı duymadığı için eleştirilen bu tür bir devlet eleştirisi, gene o birey adına, çöpe atılıyor.

DİA, DBA; DBA DİA içredir, iç içe işliyorlar. Birbirlerini besliyorlar. Silâhın eleştirisi, eleştiri silâhı ile birlikte varoluyor. Tasnif ve tefrik edildiklerinde DİA da DBA da anlaşılmıyor. Silâhı ve eleştiriyi tüketmiş kişilerin güttüğü sol hareket, sadece kendi öznelliğine gömülü, sadece kendisini gören gözü kör, sadece kendisinin görülmesini istediği için cahil.[11]

Eren Balkır
7 Mart 2023

Dipnotlar:
[1] Louis Althusser, On the Reproduction of Capitalism: Ideology and Ideological State Apparatuses, Verso 2014, s. 1-2.

[2] Althusser, a.g.e., s. 245.

[3] Althusser, a.g.e., s. 246.

[4] Althusser, a.g.e., s. 250.

[5] Meclis Tutanakları.

[6] Aktaran: Eren Balkır, “Sadak ve Eldiven”, 11 Şubat 2017, İştiraki.

[7] Hendrik Wallat, “The Authoritarian Plague-State and the Left”, 11 Mayıs 2022, Beefheart.

[8] Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 15. Basım, 2004, s. 89.

[9] Soner Yalçın, “Kılıçdaroğlu Sordu Çağlayangil Yanıtladı”, 22 Ağustos 2010, Hürriyet.

[10] Ayşe Hür, “Çağlayangil”, 15 Kasım 2021, Twitter. Ayşe Hür, kayıttaki ismin Kılıçdaroğlu olduğunu bilmediğini söylerken muhtemelen yalan söylüyor. Aynı kervanın yolcusu olduğu kişiyi, kasetin kaynağını bilmemesi, mümkün değil.

[11] Eren Balkır, “Kör ve Cahil”, 8 Ocak 2020, İştiraki.

0 Yorum: