19 Mart 2023

,

Şişe Boğazı


Geçmişte yaptığı bir değerlendirmede TKP CEO’su Kemal Okuyan, “HDP’nin CHP’yi belirli bir kıvama getirmek için, bir tür alet olarak kullanıldığını” söylüyordu. Bu yorum, Okuyan’ın zihninin işleyişine dair ipuçları da barındırıyor. Bugün kendi yan taşeron şirketi TİP’in ve arkasındaki yoğun imaj çalışmasının da HDP’yi belirli bir kıvama getirmek amacıyla, onun başında sallanacak bir tür sopa niyetine kullanıldığı sonucuna ulaşabiliriz. Bu sopa daha çok batı için sallanıyor. Orada birileri, suyun başını ve mevkileri tutmak istiyorlar.

Yıllar önce “HDP’nin meclise girişi TİP’in ilk girişi gibidir. Biz, Birinci ve İkinci TİP’iz” deniliyordu. Sonra niyeyse HDP oylarıyla vekil seçilmiş kişiler, bir yerlerden gelen emir gereği, HDP’den ayrılıp TİP’e geçtiler.

Birkaç ay önce HDP’nin TİP adıyla seçimlere gireceği konuşuluyordu. Sonra perde gerisinde, Twitter odalarında HDP-TİP arası vekil kavgalarına şahit olundu. Birileri çıkıp arabuluculuk rolü üstlendi. Ardından hapishaneden mesaj geldi ve HDP’nin Ufuk Uras’ın partisi altında seçimlere girebileceği söylendi. Birden ortaya Sera Kadıgil’in “HDP seçimden sonra AKP’yle koalisyon kuracak mı?” diyen eski tviti çıktı. TİP’in gizli şovenliğinin altı çizildi.

TİP, bir imaj çalışması olarak, TKP’nin ardındaki aklın ürünü. Ona mührü ve icazeti verenin elindeki operasyon sopası. HDP’nin CHP’yi kıvama getirmesini dert edinen Okuyan kime hizmet ediyorsa o da oraya hizmet ediyor. Ergenekon avukatı, o sebeple, durduk yere TİP’e verildi. TİP, HDP tabanını kontrol ve disiplin altında tutmak, içindeki "solcuları" toplamak için masa başında imal edilmiş bir imajdan ve sopadan başka bir şey değil. CHP-HDP görüşmesi öncesi TİP-HDP ilişkisi netleştirilmek zorunda.

Partinin her şeyi tercüme. Vekilleri, ABD, Almanya, İngiltere gibi yerlerde görülen liberal solcu isimleri taklit ediyorlar. Buraya ve bugüne dair tek bir lafları bile yok. Sadece verilen görevleri ifa ediyorlar, rollerini oynuyorlar. İşleri bitince, geçmişte sahneye sürülen isimler gibi, sessizce çekip gidecekler. En fazla, akademisyen ve akil kişi rolüyle ekran yüzleri olurlar. Sonra da yazlıklarına çekilirler.

Erkan Baş, tam da bu rol gereğince Fatih Altaylı’nın karşısına oturtuluyor. O nedenle orada “bottleneck” kelimesini “turning meat” misali, kötü bir çeviri pratiği üzerinden Türkçeye tercüme ediyor ve “şişe boğazı” diyor. Bu akıl ve dille hoca olmayı başarmış olan Führerimiz, esasında “Darboğaz” kelimesini unutacak ölçüde bu topraklara yabancılaşmış. O yabancılık sebebiyle Altaylı ve çetesine yaranmaya çalışıyor.

Çünkü Altaylı ve çetesi, “Yalçın Küçük’le dalga geçtikleri” videoda avamın elindeki teoriyi ve o elin sahibini küçümsüyorlardı. Ama Erkan Baş, Altaylı’nın “sizi asıl Bilim programımıza konuk etmek isterim” lafına “orada olmayı daha çok tercih ederim” cevabını veriyor. Altaylı, zokayı sallıyor, ne kadar teslim olduğunu ölçmek için bu zarfı atıyor, Baş, siyasetle, memleketle, işçi sınıfıyla ve devrimle bir alakasının bulunmadığını orada Fatih abisine itiraf ediyor. “Bilim masası”na oturma iznini bu şekilde kopartıyor. 

O programda Baş, birilerinin kolunun koptuğu, kafasının kırıldığı, gayet “demokratik” bir kavga sürecinin ardından kurulan partisi ile ilgili olarak, son bir yıl içerisinde imal edilmiş imaj dâhilinde konuşuyor. “Her insan özünde iyidir. Biz, iyileri kötülere karşı örgütleyeceğiz” gibi boş, Marksizme aykırı laflar ediyor. Çünkü o, bir ara liberal solcu (Boünlü) Nazan Üstündağ’ın “insanların yarısı kadın. HDP de kadın partisi. O zaman seçimde HDP, yüzde 50 oy almayı hedeflemeli” sözüne benzer bir mantıkla konuşuyor. Bu tür laflar etmeye mecbur. Aynı liberal odaktan besleniyor.

* * *

Bir ara HDP’liler, Yunanistan’da Syriza’nın imaj çalışması neticesinde önemli bir oy aldığı dönemde ekranlara çıkıp “buranın Syriza’sı biziz” diyorlardı. Sonra ÖDP’liler çıktılar, “hayır, buranın Syriza’sı biziz!” diye bağırdılar. Ama Avrupa Birliği, o troyka, emperyalist yumruğuyla Yunan halkını ezdi, Syriza, daha o yumruk havaya bile kalkmadan, teslim bayrağını çekti. Halk, AB’ye ve dayatmalarına “hayır” demiş olmasına rağmen Syriza, halka ihanet etti ve AB’ye teslim oldu. Yunan halkı zulmün çilesini çekerken, nedense “Türkiye’nin Syriza’sı biziz” diye birbiriyle yarışan solcular, o AB’ye tek bir laf etmediler. Yunan halkına destek mesajları yayınlamadılar. Tek bir eylem örgütlemediler. En fazla, Ertuğrul Kürkçü ağzından, “Türk devleti, Yunanistan’a yardım yapsın” diyebildiler. Kendi devletlerini ve hükümetlerini allayıp pulladılar.

* * *

TKP, “Erdoğan gitsin diyeee!” olarak ifade edilen boş liberal siyasete tüm kadrolarını zincirledi. Yüreği yetip de “Kılıçdaroğlu’nu destekliyoruz, oyumuz ona” açıklamasını bile yapamadı. “Kılıçdaroğlu’nu savunmuyoruz, ama oyumuz ona” demiş oldu. Yoluna “Sol CHP” olarak devam edeceğine dair birilerine söz vermiş oldu. Bu akılla rabıtalı birileri çıktı, “2013-2023 arası dönem, AKP’nin gericilik dönemi” dedi ve Altılı Masa’daki 2002-2013 arası döneme ait isimlere vereceği oyu aklamaya çalıştı. Birileri çıktı, “eski AKP’ye de yeni AKP’ye de karşı çıktığını” söyledi, ama koşa koşa “yeni AKP”ye oy toplayacakları kampanyaya örgütlendiler. Bu ülkede sosyalist hareket, Fransa’da taklit ettiği KP’nin bile gerisine düştü. Bu liberallerden umulacak medet, daha fazla teslimiyetle neticelenecek.

* * *

Bu liberaller, en fazla, MHP’yi ve milliyetçiliği “kötü” olarak kodlayabilirler. Kendilerini buradan gerekçelendirebilir, buradan varlıklarını anlamlı kılmaya çalışabilirler. Her iki taraf da müesses nizamın bileşenidir.

Tanıl Bora-Fatih Yaşlı-Barış Ünlü hattı, milliyetçiliğin ekmeğini liberal çanaklarda yiyenlerin hattıdır. O çanaklardan beslenenlerin halkla, işçi sınıfıyla ve ezilenlerle bir ilişkisi yoktur, olamaz.

Nisyana isyanımızdır: Doksanlarda ÖDP kurulduğunda da büyük ve güçlü bir rüzgâr estirilmişti. Hapiste devletle anlaşanlar, dışarı çıkınca ÖDP’yi kurdular. Sonra devlet ve sermaye eliyle masa başında bir imaj imal edildi. O imaj dâhilinde ara sıra gastelerde “bir ülkücü ÖDP’li oldu” haberi çıkıyordu. KOBİ’lere gelen paralarla palazlanacağını sanan ÖDP, “ülkücüleri oralarda örgütleyeceğini” iddia ediyordu. Sonra 2001 krizi patlak verdi. O KOBİ’lerde ÖDP’nin ilişkide olduğu çevreler dâhil, patronlar epey para kaybettiler. Özellikle o KOBİ’lerde çalışan, önemli bir bölümü ülkücü olan insanlar, sokaklara döküldüler. Tandoğan Meydanı’nı işgal ettiler.

O işgal eyleminde bir kamyon dolusu insanı meydana getiren bir ülkücü, polisi görünce, “polis bizden arkadaşlar, sakin olun” diyerek kitlesini tutmaya çalışıyordu. Ama polis saldırınca ilk yumruğu o ülkücü indirdi polise. O meydanın işgalinde dün “ÖDP’ye ülkücüler oy verecek” diye haber yapanlar da ÖDP’liler de başka solcular da yoktu. Kimse, oradaki derdi ve öfkeyi görmedi. O derdi ve öfkeyi AKP örgütledi.

2012’de kuruluş kongresinin yapıldığı salonun kapısında (muhtemelen) bir Fethullahçı genç, yanındaki arkadaşını “bu arkadaş aslında MHP’li, ama şimdi HDP’li oldu” diye tanıştırıyordu. O günlerde HDP’nin sağdan da oy alacağı iddiaları, kulaktan kulağa dolaştırılıyordu.

Benzer türde iddialar, bugün TİP için dillendiriliyor. Bu yalana herkes kanıyor, inanıyor. Bu arada kimse, AKP-MHP nüfuzunda olan işçi ve köylüler arasında tek bir çalışma bile yapmıyor. Sadece liberal çevrelerin ve Fethullahçıların üfürüklerine saçlar kaptırılıyor. Avuç açılıp, seçimden iki ay önce piyasaya çıkacak Sedat Peker mesajları bekleniyor.

“MHP’liler ÖDP’ye, HDP’ye, TİP’e oy veriyor” iddiaları, bir açıdan reformizmin biçareliğini gizleme amacını güdüyor. “Susun, reformizme ses etmeyin, hayırlı sonuçlara yol açacak” denilerek, herkesin ağzına bant çekiliyor. 

“İnsanlar özünde iyidir” tespiti üzerinden, yurt emekçisinin yurtta kalan öğrenciye ettiği iyiliği “biz örgütleyeceğiz” deniliyor. Masal anlatılıyor. Herkes uyutuluyor. Birilerine “iyi çocuklarız biz, öyle kalacağız” sözü veriliyor.

* * *

2009’da belediye seçimleri vardı. Başka bir grupla seçim gündemiyle bir toplantı alındı. Orada o grubun şefi, “işçi sınıfı, güçlü bir milliyetçilik boyunduruğunun altında eziliyor. Önce o boyunduruk kırılmalı” dedi. Konuşmasının sonunda grup olarak “Kürtlerin yoğun olduğu mahallelere gidip çalışalım” önerisini dillendirdi. Bu şef, ardından HDP’li oldu ve bir sonraki belediye seçiminde bir ilçede HDP’nin adayı yapıldı. O şef, “işçi sınıfını ezen milliyetçilik boyunduruğu” derken, aslında onun neyi ve kimi kastettiği açıktı.

Aynı toplantıda çoğunluk emri uyarınca, Kürt mahallesinde çalışma yapılması karara bağlandı. Bunun üzerine diğer bir şef çıkıp “Arkadaşlar, Kürt mahallesine gidiyoruz. Dikkatli olalım. Orada tabandaki, uyuşturucu kullanan, it kopuk sürüsüyle muhatap olmayalım. Parti yöneticileriyle temas içinde olalım. O kire bulaşmayalım” denilmekteydi. O şefin de halk içinde, halk için, halkın içinden bir çalışmayı örgütlemek gibi bir derdi yoktu. Bu şef de HDP yöneticisi oldu.

Bu “şişe boğazı”nda, bunca sömürü ve zulümde liberal solun, bırakalım işçi-köylü iktidarını, herhangi bir reformun gerçekleşmesini sağlamak gibi bir derdi bile yoktur. Küçük burjuvazi, tüm suçu günahı Erdoğan’a yükleyip kurtulmak ve arınmak derdindedir. Onun yalanlarıyla mücadele edilmelidir. Oynadığı kumar onundur, öyle kalmalıdır. O kumarın kimseye hayrı olmaz.

Eren Balkır
17 Mart 2023

0 Yorum: