05 Ağustos 2023

,

Düğüncüler


Teorik zeminde kapitalizm içre çelişkilere bakılmıyor. Finans sermayesi ile sanayi sermayesi arasındaki gerilim üzerinde durulmuyor. Makine, kolektif emek ve özel burjuva kârıyla ilişkisi üzerinden tasnife tabi tutulmuyor. Kapitalizmin doğrusal, pürüzsüz, çatalsız bir yolda yürüdüğü varsayılıyor. Kapitalizmi örtük olarak yücelten böylesi bir tasavvur, sosyalizm anlayışını da tayin ediyor. Çıkış yolu görülmüyor, gösterilmiyor.

Bazı akademisyenler, kapitalizmin on dokuzuncu yüzyıl ortalarında Marx’ın yoğunlaştığı yola ve güzergâha girdiğini, onun yanlış tercih yaptığını, 2000’lerle birlikte Proudhon’un yoğunlaştığı yola ve güzergâha yöneldiğini iddia ediyorlar.[1] Gördüklerine teorik kılıf uyduruyorlar. Anarşist veya Marksist teori, kapitalizmin dönemsel hamlelerine göre eğilip bükülüyor. Belirli kavramlar geri plana itiliyor, bazıları öne çıkartılıyor. Veya anarşist fikriyatın kimi unsurlarına göre, yeni bir Marksizm kaleme alınıyor. Kapitalizm, tıpkı Hindistan’da Müslümanlar için Kur’an’ı yeniden yazan emperyalist İngilizler gibi, kendi hamlelerine ve planlarına göre Marksist ve sosyalist teoriyi yeniden kâğıda diziyor. Bunun için uygun isimleri, teslim olmuş kişiler arasından seçiyor. Sahneye onlar çıkartılıyor.

İlerlemeyi sağlayacak ana güç olarak kapitalizme odaklanan solcular, çelişkilere, gerilimlere ve bunların seyrine körleşiyorlar. Bu körleşme, sınırları aşan ve kendisini sınıfsız-sınırsız zannedilen zenginliğin mirasçısı sanan akılla ilgili. 


Dün “Özal köprü yapıyor” diyen, olanı biteni ağzı açık izleyen, 12 Eylül görmüş sosyalistler, Tayyip Türkiye’sinde robot ve yapay zekâ karşısında alıklaşan kuşaklar yetiştiriyorlar. En fazla, “bu gerici yobazlar, robottan, yapay zekâdan anlamaz” diyebiliyorlar. Erdoğan ise bunların karşısına teknofest şovuyla çıkıyor. Bu şovun eksenini ise doksanlarda Pentagon’da başlatılmış dron çalışmaları teşkil ediyor. Damadın şirketi, ordunun özelleştiği, PKK’yle mücadelenin başka bir mecraya taşındığı momentte popüler oluyor. Pentagon’dan ve NATO’dan öğrendiklerini aktarıyor.

Savaş ve kriz, insanları güvenlik delisi kılıyor. Çözüm süreci, Gezi ve pandemi momentlerinde kitleler, izlenmeye, güvenli sokaklarda yürümeye, sterilliğe, gerçekten ve insandan kopukluğa alıştırılıyor. Buradaki ilerlemeye âşık oluyor. O dronlar, dizilere, liselere, kılcal damarlara giriyor.

İlerlemeye âşık solcular, pandemi öncesinde ve pandemi döneminde Silikon Vadisi patronlarına bakıyorlar. Fikren, cismen ortaklaştıkları yönleri, aradaki benzerlikleri öne çıkartıyorlar, oradan da özel yatların, özel malikânelerin, özel sitelerin ve özel şehirlerin parçası olabilecekleri hayalini kuruyorlar. Sosyalizmi bu hayale kapatıyorlar. Halkı yabani, kontrolsüz ve tehlikeli gören egemenler, birilerine kendi dişlerine uygun bir sosyalizm tarif etme görevi veriyorlar.

“Gereksizler”e karşı Hariri’nin ettiği lafları gören solcular, gerekli olmak için türlü ideolojik taklalar atıyorlar. O patronların kapitalizm eleştirileriyle heyecanlanıyorlar. Umuda kapılıyorlar. Kapitalizm eleştirilerinin yeni dönemin sömürü ve zulüm araçlarının imal edildiği gerçeğini gizlediğini görmüyorlar. Herkes, seksenlerin modası “elveda proletarya” çukuruna yuvarlanıyor.

Soldaki bu patron sevdalısı anlayış ve fikir, 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinden beri demleniyor. Oraya devrimci olarak adım atmayanlar veya kuyrukçu bir üslupla, mitinglerin sahiplerine teslim olanlar, kıvama getirildiler. Hepsinin mayası, CHP teknesinde karıldı.

Son seçimlerde “o Marksizmi satmak isteyeceksiniz, ama karşılığında bir leğen iki mandal bile alamayacaksınız” diyen liberallerin kuyruğuna tutundular. Kendilerini “on milyonluk özel yurttaş kitlesi” içinde görenler, kendilerini küresel efendilerin nüfus azaltma projeleri uyarınca dillendirdikleri “iki yüz milyonluk yurttaş” kitlesi içinde görenlerle el ele kol kola girdiler. Sosyalizm mücadelesi, bu birliktelik üzerinden, dönüştü.

Pandemi dönemini bağlamdan kopuk, kendi bireyselliği ölçüsünde değerlendirenler, bağlama, bağlara, pandemi tedbirlerinin sosyolojisine ve ekonomi-politiğine bakanlara “cahil komplocular” dediler. “Sosyal sorumluluk” ve “dayanışma” gibi tılsımlı sözcüklere sarılan solcular, pandeminin arka planına, ekonomi-politiğine, jeopolitikasına ve biyopolitikasına bakmadılar. O sosyal sorumlulukla ve dayanışmayla hareket etmediler. Bu kavramları lügatten silmek için çalıştıklarını gizlediler. “Sosyal sorumluluk” ve “dayanışma” denilen perdenin arkasına sakladıkları gerçeklikte zulüm, her türden silâhını yeniledi, bileyledi, halklara doğrulttu. 

Bu gerçeklikte o solcular seçimde gene yenildiler, bu sefer de “Çağımızın en önemli stratejik sorunu, dünyada ve Türkiye’de işçi sınıfını sağ partilerin ve faşistlerin etkisinden kurtarmak” yalanına sarıldılar.[2] Sol, yüzünü küçük burjuvaziye döndüğü için işçi sınıfının sağcı, gerici, geçmişe özlem duyan partilere yöneldiğini söylediler.[3] Bu solcular, işçi deyince küçük burjuva olmaktan kurtulduklarını vehmediyorlardı.

Bugün ileride gerçekleşme ihtimali olan pandemi konusunda ABD, “Pandemi Hazırlık ve Müdahale Politikası Ofisi” kuruyor, başına da “nedense” bir tümgenerali getiriyor. Bu, savaşın halka karşı yürütüldüğünün ispatı.[4] Sol, o tümgenerali öncü belliyor. Onun lubunist, feminist ve veganist açılımlarına bel bağlıyor. Bizi fazla nüfustan, fazla kirden, bedensel prangalardan, ruhların esaretinden kurtaracağını düşünüyor. Özel bireylerin hiyerarşisiz, birbirine değmeden, özgürce yaşayacağı komünizmi kuracağına inanıyor.

Pandemide “çarklar dursun, herkes aylarca evden çıkmasın” diyenler, orman yangınında halkın evlere kapatılmasını öneriyor. Efendiler, bu türden ev köleleriyle, uşaklarıyla yol alıyorlar. Çünkü ev kölesi, efendisinin yanına koşup “evimiz yanıyor” diye ağıt yakıyor. O evde dışarıdaki tarla kölelerine önem ve değer verenleri nasıl sağcı diye yaftalayacağını ve linç kampanyası düzenleyeceğini düşünüyor.

Pandeminin ilk aylarında herkes, sokağa “arsızca” çıkan yaşlılara düşman edildi. Bugün toplu ulaşımda 65 yaş üstünden para alınması kararına[5] artık kimse ses çıkartamaz. Sol, bu sürece ta başından itibaren onay verdi. Dili kesildi. O, özel kişilerin inşa ettiği özel gemiye teslim oldu. Fazla nüfusla ilgili bilinç, herkesi ele geçirdi. O bilinç, kendinden menkul “AKP düşmanlığı” ile birlikte, daha da kökleşti. Halk düşmanlığı, teorize edilip yüceye yerleştirildi.

Hitler döneminde sokağın ve hayatın sterilize edilmesi emri veriliyor. Bu politika, doktorların öne çıkmasını sağlıyor. O dönemde Hitler’in partisine en çok doktorlar üye oluyor. Şimdi doktorlar ve onların kılığında dans edenler, manifestolarında insanların iklim değişikliği kaynaklı sosyal kargaşadan, gıda kıtlığından öleceğini söylüyorlar. “Bilim insanlarının tavsiyelerini görmezden gelenler, bedelini öderler. Çocuk istemeyin” diyorlar.[6]

Hayatı var eden karbona savaş açıyorlar. Yangınları, selleri ve aşırı sıcakları tabii ki pandemileri nüfus azaltmak için gerekçe olarak kullanıyorlar. Bunlar, hep bilim adına yapılıyor. Bunların aksini söyleyen bilim insanları ise aforoz ediliyor. Susturuluyor. Çünkü efendiler, “hayatta kalmak istiyorlar.”

Bazı şirketler, karbon ayak izini para karşılığı düşürüyor. Karbon vergisinin önü açılıyor. Solun hep imzalanmasını istediği Kyoto Protokolü’nün üst versiyonu Paris İklim Anlaşması’nı imzalamak, “gerici yobaz” AKP hükümetine düşüyor. Sonra, bu anlaşmanın doğal sonucu olarak et-süt, akaryakıt gibi ürünler pahalanıyor. Yalandan eleştiriler yapmak, gene sola düşüyor. Aynı sol, yoksul halkın artık içi bakliyat ve sebze dolu lahmacun yemeye alıştırdığını görmüyor. Sakatat ve tavuk eti artıkları lahmacuna giriyor.[7] Fatih Yaşlı lahmacuna ağıt yakarken, yoldaşı Vegan Zülâl, bu gelişme karşısında sevinç naraları atıyor. Partisi, sosyalizmde insanlara böcek yedireceğini söylüyor. O böceği meşrulaştıracak bilimsel makaleleri yayımlıyor. Her yanı, böcek misali, düğüncüler sarıyor.

Gerçekle ve dünyayla öznel idealizm üzerinden ilişki kuran sol, düzenin diyalektiğini de maddesini de unutuyor. “Bu dünya, zaten belirli dönemlerde hep ısınmıştır, bu ısınma gayet doğal”[8] diyenlere “gerici komplocu, bilim düşmanı” gibi etiketler vuruluyor. “Aşı vuruyorsunuz, ama bu aşı işe yaramaz. İnsanın biyolojik varlığının geliştirdiği toplumsal bağışıklığa güvenmek gerek” diyenler aforoz ediliyorlar. “Çok sayıda cinsiyet var diyenler saçmalıyor” diyen biyologlar taşlanıyorlar.[9] “İklim acil durumu diye bir şey yok” diyen, iklim bilimcilerin imzaladıkları deklarasyon, yırtılıp çöpe atılıyor.

Bilim ile bilimcilik karıştırılıyor. Bilimcilik, din gibi bir ideoloji olarak, sosyalist hareketi ele geçiriyor, onun içinde kendi papazlarını yetiştiriyor. Bu bilimciliğin efendilerin, egemenlerin hizmetinde olduğunu görmek gerekiyor. “Nüfus fazla. Doğa kirlendi. Gıda az” diyenleri bilim insanıdır değildir demeden dayaktan geçirmek farz! Oysa sosyalist hareket, egemenlerden ve onların bilimci uşaklarından önce bağırıyor bu türden sloganları.

Bugün on milyonluk özel yurttaş kitlesinin içinde olduğunu düşünenlerle, ileride oluşacak iki yüz milyonluk özel yurttaş kitlesinin içinde olma hayali kuranlar, proletaryaya “elveda” diyorlar. İlk gruptaki solcular ağıt yakarken, ikinci gruptakiler, toy düğün ediyorlar.

İki gruba mensup kişiler, Hariri’nin ve efendilerinin ortalığa saldığı korku üzerinden, “geçici, gereksiz ve fazla” olmadıklarını dünyaya ya da kendilerine ispat etmek için uğraşıyorlar. Bu küçük burjuvalardaki gerilim ve ortaya çıkan ideoloji, söz konusu korkuyla ve o korkunun arkasındaki maddi güçle alakalı. Küçük burjuvazi, dünya bildiği burjuvaziye ya da burjuva bildiği dünyaya yalvarıyor. Diyalektiği ve maddeyi inkâr ediyor.

Bu iki yurttaş grubunun tatlı dil, hoş söz, yumuşak hayal olarak gördükleri sosyalizme karşı proletaryanın safında olmak gerekiyor. İlk grup mesleğini ideoloji; ikinci grup ideolojisini meslek belliyor. İlki dünyayı kendisine; ikincisi kendisini dünyaya kapatıyor. Düğüncüyle ağıtçı arasındaki gerilime aldanmamak, proletaryanın kılıcını savurmak gerekiyor.

Eren Balkır
28 Temmuz 2023

Dipnotlar:
[1] David Harvey, “Dinle Anarşist II”, 10 Haziran 2015, İştiraki.

[2] Sungur Savran, “Sendika Röportajı”, 24 Temmuz 2023, Twitter.

[3] “Sungur Savran Söyleşisi”, 23 Temmuz 2023, Sendika.

[4] “Pandemi Hazırlık ve Müdahale Politikası, 23 Temmuz 2023, Twitter.

[5] “65 Yaş Üstünden Toplu Ulaşımda Para Alma Kararı”, 23 Temmuz 2023, Sol.

[6] “Pandemics and Climate Change”, 23 Temmuz 2023, Twitter.

[7] Fatih Yaşlı, “Faiz, Devalüasyon, Tağşiş”, 28 Haziran 2023, Sol.

[8] Dünya İklim Deklarasyonu, “İklim Acil Durumu Diye Bir Şey Yok”, 27 Haziran 2022, İştiraki.

[9] Chantal Louis, “Prof. Christiane Nüsslein-Volhard Söyleşisi”, 22 Ağustos 2022, İştiraki.

0 Yorum: