06 Ağustos 2023

,

Toplu Monolog: “Biz Onlardan Değiliz”

Emperyalist Aşamada İki Çizgi

Edip Cansever, Çağrılmayan Yakup şiirini yayımladıktan sonra dönemin sosyalist edebiyat eleştirmeni Vedat Günyol, şair ve bu şiiri hakkında, “Edip Cansever kapalı bir ozan. Alalım Çağrılmayan Yakup’u. Kim bu Yakup. Kendisi. O kurbağalar, açgözlü kurbağalar kim? Bir zamanlar İşçi Partisi’ni oluşturan o güzelim insanlar. Eğer ben, bir zamanlar E. Cansever’in gönülden, yürekten İşçi Partisi’ne kayıtlı olduğunu bilmesem, Çağrılmayan Yakup ve açgözlü kurbağalar benim için kapalı, haydi çekinmeden söyleyelim, anlamsız kalırdı.”[1] değerlendirmesini yapar. Bu iddialı değerlendirme karşısında şaşkına dönen şairin tepkisi şu şekildedir:

“Yukarıdaki satırları okuyunca öfkelenmedim, sadece vurgun yemişe döndüm. Nedeni de, hayatım boyunca böyle bir iftiraya uğramış değilim de ondan. Demek ki ben adı geçen şiiri, ‘İşçi Partisi’ni oluşturan o güzelim insanlar’ı, açgözlü kurbağalara benzetmek amacıyla yazmışım. Çağrılmayan Yakup’un yazılışından bu yana on yıl geçti, ilk kez duyuyorum böyle bir yakıştırmayı. Vedat Günyol sözlerini geri almazsa, kendi yorumunun altında ezilecektir. Ben o şiiri yazarken, İşçi Partisi aklımdan bile geçmedi. Bugün de Parti içindeki ilişkilerimi, arkadaşlarımı ve dostluklarımı saygıyla, sevgiyle anıyorum. Partiden uzaklaşmak zorunda kalmışsam, salt kendi yüzümden, güncel politikadan anlamadığım içindir. Böylelikle bir şey daha ortaya çıkıyor: Vedat Günyol’un 'şiirden anlamak'ı nasıl anladığı (...) Bana öfkeli diyen V. Günyol benden daha öfkeliymiş. Yazımdaki düşüncelerin çoğuna karşılık veremediğinden olacak, tutmuş, özel yaşamımı ve kendi kuruntularını sergilemiş. Hem de ne sergileme! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.”[1]

Edip Cansever ve İkinci Yeni özelinde belirtmek gerekirse şiirin ne anlattığı ve anlamla kurduğu ilişki, edebiyat tarihinde poetik bir tartışma olarak, Ahmet Haşim’den beri sürmüştür. Bugün edebiyat araştırmaları ve eleştiri -anlam düzleminin dışına taşarak- belirli dönemin yazarlarının ve şairlerinin eserlerinde türcülüğe kaymasını, insan merkezli kurgu oluşturmasını ve kimliklerle kurgusal kapsamda oluşturduğu mesafeyi inceleme konusu hâline getirerek edebiyatı ve sanatı insansızlaştırmaktadır. Edebiyat araştırmaları ödülleri de postmodern otoritenin etkisiyle bu tarz çalışmalara verilmektedir.

Hem Çağrılmayan Yakup özelinde hem de günümüz eleştiri kriterlerinin ötesine geçen bir tartışma, geçtiğimiz günlerde Yeni Yaşam gazetesinde Bayram Balcı tarafından başlatıldı. Çağrılmayan Yakup’a yöneltilen haksız eleştiri Turgut Uyar’ın Yokuş Yol’a şiiri özelinde yeniden üretildi, fakat bu kez şiirden şairin poetikası hakkında bir değerlendirmede bulunulmadı, Türk şiirinin “ırkçı” olduğu iddiası geliştirildi. “Türk Şiiri’ ırkçılığa karşı değil, aksine savunucusudur”[2] başlığını taşıyan yazı, Yokuş Yol’a şiirinin Kürt sanatçılar ve belgeselcileri tarafından bestelenmesinin/kullanılmasının eleştirisiyle başlıyor. Yorum ve aşırı yorumun sınırları zorlanarak, bu şiirin resmî ideoloji karşıtı olmadığı, aksine, şiirde geçen “kötü donanımlı eşkıyalar” ifadesiyle, Kürt halkının “feodal ve gerici bir toplum” olduğunun kastedildiğini çıkarmanın mümkün olduğu iddia ediliyor. Şiir özelinde geliştirilen üçüncü iddia ise yazının başlığını taşıyan düşüncenin savunulması: “Türk şiiri ırkçıdır ve ırkçılığın savunucusudur!” Bu bağlamda yazının son paragrafı şu şekilde:

“Turgut Uyar’ın bu şiirinde olduğu gibi Türk devlet ırkçılığının kirli sularına düşmeyen Türk şiiri içinden seçebileceğimiz çok nadir şiirler vardır. Ancak genel olarak Türk şiiri de Türk şairinin ideolojik açmazı da Türk devlet ırkçılığının ideolojisinin ürünüdür. Hatta yer yer büyük Türk ırkçısı İsmet Özel örneğinde görüleceği gibi Türk ırkçılığının mezura ile kafatası ölçmeye kalkacak kadar körleşmiş en kirli hâlidir.”[2]

En sonda söyleyeceğimizi en başta söylemek gerekirse, Bayram Balcı’nın iddia ettiği görüşleri onun şahsında tartışma hatasına düşmeyeceğiz, çünkü onun geliştirdiği görüşler ideolojiktir, aslında ideolojisini taşıdığı hareketin kültür-sanat anlayışının izdüşümüdür. Eren Keskin konulu belgeselde dile getirilen görüşlere yönelik eleştirdiğimiz yazıda olduğu gibi aynı yöntemi izlemeye çalışacağız. Sosyalist olduğunu iddia eden solun sendika.org’da yenilgi özeleştirisi folklorunu icra ederken Bülent Küçük ve Bayram Balcı’nın sol tarihe ve şiire yönelik milliyetçi saldırısına ne yanıt verecekleri şimdiden merak konusu! Bu söyleşilerde ve yazılarda öne çıkan görüşler, ideolojik bir zeminde, bir yerlere mesaj veriyorlar.

Yazının son paragrafında geçen “Türk devlet ırkçılığının kirli sularına düşmeyen Türk şiiri içinden seçebileceğimiz çok nadir şiirler vardır.”[2] ifadesindeki “kirli sularda” Türk şiirinin boğulmaya çalışılması, aslında başka nelerin boğulmaya çalışıldığını göstermektedir. Aynı zamanda kullanılan dil, nesnel eleştirinin sınırlarından çok uzak bir noktada, öfke belirtisi olarak iş görmektedir. Böyle bir dil ile poetik eleştiri/tartışma yürütmek mümkün değildir.

Öncelikle “Türk şiiri mi, Türkçe şiir mi?” tartışması, geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları özelinde ortaya çıktı. Bayram Balcı, bu türden bir tartışma yürütmüyor, dahası, bir halkın şiirinin ırkçı olduğunu dile getiriyor, bu anlamda, hakkında tartışma dahi yürütülemeyecek ölçüde mesnetsiz bir iddiayı temel alıyor. O sebeple bu yazı da ideolojik bir tartışma yürütecektir. Yazı nesnel zeminde ele alınacak, orada dile getirilen iddialara yanıt verilip, daha sonra meselenin ideolojik boyutuna değinilecektir.

Türk şiiri, 1.500 yılı aşkın bir tarihe sahip bir şiirdir. “Türk şiiri ırkçıdır” denildiğinde, bu şiirin belirli bir dönemi inceleme kapsamına alınmayıp, tarihsel bütünlüğü es geçilmekte, Fransız Devrimi ile ulusçuluğun ve milliyetçiliğin yayılmaya başladığı gerçeği üzerinde durulmamaktadır. Aynı zamanda bir ulusun yüzlerce yıla dayanan şiirine “ırkçı, gerici, faşist vb.” sıfatlar yakıştırmak, bilimsel ve etik değil, öznel idealizmin algı bulanıklığının belirtisidir. Bu öznel idealizmin asıl nedeni de ideolojik olarak milliyetçiliğin çamuruna saplanıp orada çırpınmaktır.

“Türk şiiri” ifadesiyle kastedilen, “Cumhuriyet sonrası Türk şiiri” ise bu husus yazıda daha baştan belirtilmelidir, fakat belirtilmemiştir. Ek olarak, Naziler döneminde yazılan ırkçı-faşist şiirlerden örnekler gösterip, “neden Yahudi soykırımı için şiir yazan Alman şair yoktur” iddiasını geliştirdikten sonra, “öyleyse Alman şiiri ırkçıdır” demek, en baştan belirtelim ki Alman halkına karşı dillendirilen ırkçı bir söyleme sürükler bizi. Bu bağlamda bir şiir üzerinden niyet okumasına girişip, sonra genellemeler yaparak -ve bunu birkaç istisnayı dışarıda tuttuğunu dile getirerek- bir halkın şiirini “ırkçı” diye yaftalamak açıkça nefret kusmaktır. Ne eleştiri etiği ne de ezilenin ideolojisindeki mütevazılık, böyle bir söylemin geliştirilmesini meşru kılar ve ona onay verir.

İkinci olarak, birkaç istisnayı dışarıda tuttuğunu söyleyip, bu istisnaların kimler olduğunun neden dile getirilmediği de gayet açıktır ki toptancı değerlendirme kurgusunun bozulmamasına gayret etmenin sonucudur. Türk şairlerinin/şiirinin Kürt ve Ermeni halkının yaşadığı haksızlıkları görmediği için ırkçı olarak nitelenmesi söz konusudur. Bu sorunlara değinen şiirlerin de tematik olduğu iddiası da başka bir açmaz. O zaman bu istisnaların adının neden verilmediğini biz tarif edelim: Adnan Yücel, Ateşin ve Güneşin Çocukları kitabı başta olmak üzere bu iddiayı boşa düşüren birçok şiir yazarak komünist enternasyonalist duyarlılığı diri tutmuştur. Birçok şiiri de sosyalist sanatçılar ve müzik grupları aracılığıyla bestelenerek, halk tarafından sahiplenilip dilden dile dolaştırılmıştır. Asım Bezirci’nin Adnan Yücel şiirini görmediği gibi şimdi de Balcı’nın onu -adını anmayarak- istisna kategorisinde yok etmesi ideolojiktir. Balcı’nın yazdığı gazete ve ideolojisi, Adnan Yücel’i hangi politik çevrenin yetiştirdiğini çok net bilir, fakat Adnan Yücel’in adı anıldığı an o hareket de zihinlerde çağrışım yapacağından, bu tutumdan vazgeçilir, çünkü onların dışında kalan tüm hareketler “Türk soludur.”

Daha yakın dönemde Ahmet Telli birçok şiirinde benzer acıları dile getirmiştir. O da adı anılmayan ve yok sayılmak istenen “istisnadır”. Müstesna kurgu! Türk şiirinin hangi döneminin kastedildiği belirtilmediğinden, biz daha iyimser yaklaşıp, merceği diğer dönemlere tutalım.

Edip Cansever’in şiirlerinde Ermeni ve Rum halklarından karakterlere yer verilir. Bu yer veriş, onların yaşam biçimleri ve kültürel formlarını bozmadan gerçekleştirilir. Cemal Süreya’nın “Bizi bir kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu. Aklımdan hiç çıkmaz o yolculuk, o havlamalar, polisler. Duyarlığım biraz da o çocukluk izlenimleriyle besleniyor belki. Annem sürgünde öldü, babam sürgünde öldü.”[3] diye paylaştığı mektubu -her ne kadar kimliğini yıllarca gizlese de- şiirlerine yön veren kollektif bilinçaltını açığa çıkarır. Kaldı ki onun şiiri ırkçı değildir.

Balcı’nın yazısının sonunda geçen İsmet Özel ile ilgili görüşlerden yola çıkarak Türk şiirinin ırkçı olduğunu dile getirmesi ayrı bir tartışma konusudur. İsmet Özel’in politik yön değiştirmesi 70’li yılların ortaları gibi erken bir tarihe denk düşer. Modernliğe karşı geliştirdiği duruş, dizelerine de yansır. Babasının mesleğiyle ilgili yazdığı dizelere de bakınız, bu dizeler resmî ideoloji karşıtlığı içerir.

Ermeni halkının yaşadığı acılar Nâzım Hikmet’in şiirlerinde geçer, fakat Nâzım’ın bir şiirinde geçen şu dizeler, Balcı’nın ideolojik olarak yakın durduğu siyasi çevrenin tepkisini çeker, asıl dert, tarihsel gerçekleri çarpıtmaktır, çünkü yakın dönemde Ermeni tarihi çalışmalarıyla öne çıkan Taner Akçam da Nâzım’a yönelen tepkiyle yüzleşmiştir:

“Mürettip Refik’le Sütçü Yorgi’nin
Ortanca kızı çıkmışlar akşam piyasasına
Parmakları birbirine dolanmış
Bakkal Karabet’in ışıkları yanmış
Affetmedi bu Ermeni vatandaş
Kürt dağlarında babasının kesilmesini
Fakat seviyor seni çünkü sen de
Affetmedin
Bu karayı sürenleri Türk halkının alnına”

Meselenin ideolojik boyutuna geçmeden önce belirtmek gereken birkaç nokta var. İlgili yazının başlığında geçen Türk şiirinin ırkçılığa karşı olmayıp, aksine savunucusu olduğu gibi nereden tutulsa elde kalacak iddiaya bakınca akla şu sorular geliyor: Bir halkın şiirinin ırkçı olup olmadığının -varsa- ölçütü nedir? Buna kim karar veriyor? Ölçüt, öznel idealizmle yaklaşıp “şu konulardan bahsetmediniz?” demek midir? Bir halkın şiirinin tamamına -istisna varmış birkaç şiir, çok şükür!- “ırkçılık savunucusu” demek faşizm olmuyor mu? Türk şiiri gibi toptan bir yaklaşım belirlendiğinde komünist şairler de devreye girer. Kaldı ki Türk şiiri içinde ırkçılık eğilimi olan bir şair kesimi vardır, ama bu durum, Türk şiirinin tamamını ve tüm tarihini ırkçı mı yapar? Yazı tarihsel olarak da sınırlandırılmamıştır. Türk şiiri içinde kaç şiir vardır ki Kürt halkı için zulüm çağrısı yapsın? Bu şiirler hangileridir? Burada şiir türünün seçilmesinin özel bir nedeni vardır: Şiir, diğer türlerin aksine, anadilin ürünüdür, çevrilmeye çalışıldığında tüm etkisini yitirebilir. Bu husus bir kenarda tutulmalıdır. Şiirin neden seçildiği, başka bir yazının konusudur.

Balcı’nın iddiasıyla meseleye yaklaşalım, onun mantığıyla hareket edelim: Bir halkın şiirinde aynı coğrafyada ezilen başka bir halkın acılarına yer verilmiyor diye onu ırkçı kabul edelim! Bu kurguyu yeniden üretmeye devam edelim. Ezilen bir halk başka bir ezilen halkla dayanışma gösterir. Bu, hem tarihsel hem politik hem de halkların kardeşlik tutumunun ürünüdür. Eğer politik özneler tarafından ezilen halka başka halkın acıları unutturuluyorsa o zaman o halkın götürüleceği yer milliyetçilik bataklığıdır.

Şimdi asıl soruya gelelim. Bir gece yarısı yanı başınızda yaşayan Arap halkı emperyalistlerin saldırısına uğrayıp uykuları kana bulanırken, kadınlar işgalcilerin tecavüzüyle hamile kaldığından bu çocukları doğurmamak için intihar ederken, işgal edilen topraklar uyuşturucu tarlalarına çevrilirken, Ramazan ayında halklar gece işgaline tutulurken, bayramlarda işgalciler tarafından bölge insanı idam edilirken siz -içinde bulunduğunuz halkın şiiri- onlar için hangi şiirleri yazmıştır, bestelemiştir, sanatını yapmıştır? Doğru ya siz ezilensiniz, o yüzden eleştiriden muafsınız! Doksanların ortalarına kadar müzik gruplarınızın türkülerinde Vietnam, Küba, Filistin varken neden artık bestelerinizde sadece siz varsınız? İşçi düşmanı ve iş cinayetleri sorumluları patronların kalelerinde halay çektiğiniz için size “işçi sınıfı düşmanı” ya da söylemi yumuşatırsak, “patron sevici” diyebilir miyiz? Ya da şiirleriniz işçi sınıfını görmüyor diye sizin şiirinize ne diyebiliriz? Yurtsuz Romanlar için bırakalım şiiri, neden bir şarkı bestelemiyorsunuz? Yoksa aynı topraklardaki Romanları yok mu sayıyorsunuz, yoksa sizin müziğiniz ırkçı mı? Mesela Donbas halkının bağımsızlık hakkı referandum sonuçlarına rağmen yok sayılıp neo-Naziler tarafından halk işgale uğrarken, neden onları sanatınızda/söyleminizde görmediniz? Yoksa halklar arasında kader ortaklığı/duygudaşlık görmüyor musunuz? Aynı topraklarda mülteciler saldırıya uğrarken, neden bunun sanatını yapmıyorsunuz? Avrupa’da yaşayan entelektüelleriniz neden bu konuda bir üretimde bulunmuyor? Doğru ya siz, mültecileri kovma sözü veren siyasi liderle aynı aday için sessizce ortaklaştınız, hatta kayyuma evet dediniz! Yoksa tüm bunları yapmayarak ırkçı mı oldu şiiriniz? Peşinize taktığınız “ırkçı şiiri” olan halkın reformistleri tarafından yıllarca siyaseten şımartıldınız ve siz de onları hizaya çektiniz. Mesela ezilen halkın şiirinde bahsettiğimiz bu tarihsel-güncel acılara yer verilmiyor diye bizim bu şiire “ırkçı” mı dememiz gerekir? Diyebilirsiniz ki emperyalistlerin katlettiği halkların liderleri de bizi katlederken onların sesi çıkmadı? Doğrudur, bu yüzden şiirinizde onlara yer vermiyorsanız, milliyetçisiniz. Mesela sizin bahsettiğiniz acılarla ve yasaklanan dilinizle eser üreten müzik gruplarının sahnesine çıkıp enstrümanlarını Ege Üniversitesi’nde parçalamak ve kendi bölgenizdeki salonları konser için yasaklamak, siyaseten hangi kategoriyi, ideolojiyi, sınıfı temsil ediyor? Bölgedeki sendika şubelerinde panolara sanatçıları karalayan yazılar asıp “Başta dosttuk, ama Kürt halkının artık sizle bağı kalmadı” söyleminin geliştirilmesindeki amaç neydi? Bunlar da sanat alanının tartışmasına girer. İdeolojik bir tartışma, hiçbir hakaret içermediği hâlde, sizin sorunuza verilen yanıt hoşunuza gitmedi diye sanatçıları hedef hâline getirmeye ne denilmeli? Kaldı ki sorduğunuz soruya gelen yanıtın aynısı yine sizin desteklediğiniz siyasi çevre tarafından da verildi.

Aslında mesele gayet açıktır: Kürt halkı Turgut Uyar’ı ya da Yorum’u sahipleniyorsa sizin göreviniz halkın kurduğu bu ilişkiyi sarsmaktır. Şeytanlaştırma siyasetinin asıl amacı budur. Halkla bu sanatçılar arasındaki bağı kesmektir. O zaman bir kez daha belirtelim ki bunun siyasi adı milliyetçiliktir. Bülent Küçük’ün de sizin de yapmaya çalıştığınız aynıdır. Mesele, son derece ideolojiktir.

Meseleniz, 68 kuşağının veya Türk şiirinin belirli sorunları görüp görmemesi değil. Meseleniz, Marksizmle Kürt halkının bağını kopartmaktır. Zaten yazar da bu amacı gizlemiyor: “Çünkü Turgut Uyar’ın ‘Yokuş Yol’a’ şiiri güçlü şiirdir, sağlam bir şiirdir. Ama bu Kürt arkadaşlar, bir yanılsamadan da uzak dursunlar.”[2] Bunu yapmak, hem burjuvaziye hem egemenlere hem de emperyalizme mesaj vermektir: Biz onlardan değiliz! Bu sözün tarihselliğini ülke solu çok iyi bilir. 

Bu belgeseller, söyleşiler, yazılar hep aynı temele dayanır: Biz onlardan değiliz! Bu yüzden Yorum da Cevahir de Turgut Uyar da Türk şiiri de sadece bir gerekçe işlevi görmektedir, mesele bunlar değildir. Mesele, nereye neyin mesajının verildiğidir. Bu yüzden tartışma son derece politiktir. Birkaç yıl önce de “Sovyetler varken de biz onlara karşıydık” söylemi geliştirilmişti.

90’lardan itibaren “Başta Kürt sorunu olmak üzere” diye başlayan çelişki cümlesinin bir nedeni vardı: Reformistler, kitle kazanmak için taktik yaptığını düşünüyorlardı. Önce dinamik bir halka yanaştılar, onu sınıf mücadelesinde birleştireceklerdi, tutmadı! Yaşanan baskı ortamında sokak dinamizmini şimdi emperyalist kuruluşlar ve fonlarla desteklenen LGBT ve kadın hareketi oluşturduğundan, çelişki cümlesi “Başta kadınların ve LGBT’lerin yaşadığı sorunlar olmak üzere” olarak yeniden üretildi. Tepkiniz tam olarak bu siyasi cümleyi geliştiren çevreye ise kimlikler mücadelesini temel çelişki olarak kabul edip bayraklaştıran çevrenin neresi olduğunu da düşünebilirsiniz, çok uzağınızda değil! Kanıt arıyorsanız, sendika.org’un sosyalist sol diye kabul ettiği çevrelerle yaptığı söyleşi dosyasına bakabilirsiniz.

Bu düzlemden devam edersek, mülteci düşmanlığı yapıp kayyum atamayı talep eden siyasi liderle protokol imzalayan cumhurbaşkanı adayına oy vermeyi halkınızdan istemenin siyasi adı tam olarak nedir? 2000’li yılların başında “emperyalist askeri paktlar gelip Irak’ı ve Balkanlar’ı nasıl özgürleştirdiyse bizi de öyle özgürleştirsin” deyip bu ülkeye müdahale edilmesini isterken, yanı başınızdaki halkın emperyalistlerce katledilmesi için çağrı yapmak tam olarak nedir? Yoksa “bizden sonrası tufan” mı diyorsunuz? O zaman siz de egemeniniz gibi milliyetçisiniz.

Son olarak, birkaç soruya daha değinmek, emekçi sınıflar açısından önem arz ediyor: İlgili yazının yayınlanması için ilgili gazete alan açıyor, mesele bu yüzden kişisel değil, ideolojiktir. Bu gerçeği es geçmeden devam edersek, asıl sorumuza gelelim. Bir halkın şiirine “ırkçılık savunucusu” demek faşist bir bakış iken acaba sosyalist olduğunu iddia eden, hatta radikal demokrasi hareketiyle ittifak kuran ya da destek veren sol çevreler ilgili yazıya nasıl bir tepki verecekler? Bu tarihsel soru tüm yakıcılığıyla güncelliğini koruyacaktır.

Acaba siz kimlerden değilsiniz! Bu soru, sendika.org’un mikrofon uzattığı tüm çevreler için yanıtlanması aciliyet içeren bir sorudur. Halkların kardeşliğini, işçi ve emekçi sınıfların çıkarlarını savunan sollar, ilkesel olarak ilgili yazı hakkında ne söyleyecek/yazacak? Sessiz kalıp görmezden gelmeyi tercih ederlerse, tarih onların da yüzüne bu milliyetçilik gerçeğini ve sınıf uzlaşmacılığını vurmaktan geri kalmayacaktır. Bu çevrelerin tamamı, LGBT’nin emperyalizmle kurduğu ilişki sonucu Marksizme gerçekleştirdiği teorik saldırıyı ideolojik düzeyde eleştiren hiçbir yazıyı yayınlamazken, ilgili yazıyı nefret suçu olarak sayacak mıdır, merak konusu! Niyet okumuyoruz, kuracakları bir cümle de olsa o cümlenin ne olacağını bekliyoruz. 

Yazı sahibi çevreye, kişiye değil de çevreye bir soru: Halkınızı nereye götürmeyi hedefliyorsunuz, bu politik yolculukta kimlerden/nelerden “kurtulmak” istiyorsunuz?

Sonuç: Tasfiyecilik Rüzgârı

Çocuklar yeni konuşmaya başladıktan sonra birlikte oynadıkları oyunlarda her birinden ayrı bir konuşma duyulur, konuşmalar birbirleriyle bağlantısızdır, her bir çocuk, aslında kendi kendine konuşuyordur. Buna pedagojide “toplu monolog” denir. Sol olduğunu iddia eden çevrelerin yaptığı, tam olarak budur. Politik yönden yetişmemişliğin sonucudur bu. Siyasi çocukluk ve toplu monolog. Bu çevrenin dışında kalıp onları hizaya çeken çevrenin -ilgili yazı sahip(lerinin)- de yaptığı, yaklaşık çeyrek asır önce hafızalara yerleştiği gibi “Biz onlardan değiliz” demekten ibarettir.

İlgili yazıda bir edebiyat tartışması dönmemektedir. Zaten ortada bir tez, araştırma ve kitap kapsamına giren bir “iddia”yı dillendirmesine rağmen bir köşe yazısına sıkıştırılan düşünceler vardır ve bu düşünceler, eleştiri kültürünün ciddiyetinden bile çok uzaktır.

Cevahir belgesiyle ilgili gerçekleştirilen söyleşide de Cevahir yoktur. Eren Keskin belgeselinde de Eren Keskin yoktur. Tüm bunlar, ideolojik bir konumlanış için üretilen tartışma gerekçeleridir. Emperyalist aşamada politik olarak her konumlanış ya ezilenlerin tarafı ya da emperyalistlerin tarafı olmak zorundadır. Halklar arasına sınır çeken her söylem ve üretim, emperyalizme hizmet eder. Bu hizmet de hiçbir halk için kurtuluş reçetesi olmayıp, aksine kurtuluşu geciktiren birer aldatmacadan ibarettir.

Belirtmek gerekir ki tüm bu hamleler, aynı zamanda yürütülen psikolojik harbin parçasıdır. Sizin kültürünüz ve diliniz yok sayıldı diye aynı yöntemi “karşısında konumlanmaya” çalıştığınız halka yaparsanız, bunun adı psikolojik harptir. Bunu yapmak, egemeninden yöntem öğrenmek demektir. Bir ülke yönetimi emperyalist diye onun halkının sanatı emperyalist değildir, çünkü hiçbir halk ırkçı da emperyalist de değildir.

Not: Bu tür yazı, söyleşi ve belgesellerin aynı dönemde yoğunlaşmasının bir nedeni de TİP üzerinden “Türk solu”na yönelik gerçekleştirilen ideolojik saldırıdır, fakat mesele, politik çevreleri aşıp “Türk şiiri ırkçılık savunucusu” noktasına getirildiyse, bu durumun doğru çözümlenmesi gerekir. Kızgınlık duyan siyasi çevre ve ittifak, faşist ve ırkçı çevrelerin ortak adayına oy istedikten sonra aldığı yenilginin siyasi hesabını ve özeleştirisini halkına/halklara verememektedir.

Radikal demokrasi hareketi, ilk kez ülkedeki sol bir çevreyi -TİP’i- istediği gibi yönlendirememiştir. Tarihsel olarak TİP’e verdiği destek, zarar olarak dönmüştür. Ayrıca belirtelim ki bu gerçek, bizim tribün solcusu medyatik TİP’i savunduğumuz anlamına gelmez. Onu yanınıza alırken, siz düşünmeliydiniz. Kimle yürürseniz osunuzdur ya da halkımız gibi söylersek “Bana arkadaşını söyle…”

S. Adalı
6 Ağustos 2023

Dipnotlar:
[1] Cansever, Edip. Şiiri Şiirle Ölçmek. Hazırlayan: Devrim Dirlikyapan. İstanbul, Yapı Kredi Yayınları, 2009, s. 196-197.

[2] Balcı, Bayram, “‘Türk Şiiri’ Irkçılığa Karşı Değil, Aksine Savunucusudur”, 3 Ağustos 2023, Yeniyaşam.

[3] Duruel, Nursel. A’dan Z’ye Cemal Süreya. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, Tarih Belirtilmemiş, s. 47.

0 Yorum: