03 Ağustos 2023

, ,

İtten Aç Yılandan Çıplak

Alman Yeşiller partisi liderlerinden Cem Özdemir, Alman ordusunun “insanî yardım”la ilgili sorumluluklarından bahsediyor. Onun ülke dışında değerleri savunduğunu söyleyen Özdemir, ordu için yürütülen PR çalışmasına asker olarak dâhil oluyor.[1] Bu şov, hem NATO’yla hem de kriz sebebiyle Alman şirketlerinin tesislerini başka ülkelere taşımasıyla alakalı.[2] O şirketlerin koruma görevini üstlenen bir orduya her daim ihtiyaç var. Liberaller, o ordunun talimnamelerine cümleler diziyorlar.

Özdemir gibi Alman “solu”nun askeri olan kimi Türkiyeli sosyalist örgütlerin şefleri de bir yerlerin askerliğini yapıyorlar. Bu askerliğin halkla, işçiyle, ezilenle bir ilgisi yok. Bu sol, ancak Avrupa ile düşünebiliyor, oraya askerlik edebiliyor. Avrupa’da düzenin sol partileri iş başına geldiğinde, buradaki kimi sol örgütler de şevke geliyorlar ve boylarından büyük laflar ediyorlar. Yenilince, içteki Avrupa ve Amerika’nın mevzi elde edeceği günü beklemek üzere, kenara çekiliyorlar.

2003’te Avrupa Birliği kurulları orduları sivilleştirme kararı alıyor. Bu raporu Türkçeye Fethullahçılar ve TESEV’ci liberaller aktarıyorlar. Raporu yazanlar, 15 Temmuz sonrası hapse atılıyorlar, ama raporda önerilen maddeler, darbe girişimi sonrası bir bir uygulamaya konuluyor.

“Sivilleşme” kelimesi, bir anlamda yanlış ve yetersiz tercüme kurbanı. Burada aslında ordunun şu sosyalistlerin bugünlerde kullanmayı çok sevdikleri “Yurttaş”a ait olması isteniyor. AB kurulları, TESEV’ciler, Fethullahçılar ve kimi sosyalistler, Halk’a düşmanlık, Yurttaş’a dostluk ediyorlar. Halkın hücum etmediği, yurttaşın girebildiği sahillere koşuyorlar. Ordunun eski laiklik görevini bayrak töreni ve İstiklâl Marşı ardından devralıyorlar. Özelleşen ordunun Ortadoğu’ya yayılmasına hiç ses etmiyorlar. Bu genişlemenin ideolojik kılıflarını örüyorlar.

Ordunun sivilleşmesi, bu anlamda, PKK’yle mücadeleyi halka ve millete mâl etmek gibi bir çaba üzerinden, ülkenin her yerinden gençlerin askere alındığı “Halkın ordusu”nun terk edilmesini, özel yurttaşların özel çıkarlarına hizmet eden özel şirket ordularının inşa edilmesini anlatıyor. “Yurttaş” kelimesi de özelleşmeyi, evcilleşmeyi, mutenalaşmayı ifade ediyor. Soldaki yurtseverlik, bu bağlamda vücut buluyor.

Sol, “bizi Amerika mı sosyalizme götürecek yoksa Avrupa mı?” tartışması üzerinden bölünüyor. Bu “biz” ise hiç sorgulanmıyor, sütten çıkmış ak kaşık gibi görülüyor. “Biz”, mutlak bir put kabul ediliyor. “Amerika’nın ve Avrupa’nın sosyalizm gibi bir derdi var mı?” sorusunu kimse sormuyor. Oturup putlarına el açıyorlar ve bu iki yerde sol iş başına gelsin diye dua ediyorlar. Bu, burada hiçbir şey yapmamakla neticeleniyor.

Devrime cephe gerisi lazım. Bu cephe gerisini Avrupa olarak belirlemiş olan sosyalist hareketin ihanete kılıf örmekten başka bir işi olamaz. Devrimin cephe gerisi olarak Avrupa’yı görenler, burada CHP’yi Cephe kabul etmek zorunda. Kendi üç kuruşluk akıllarıyla Parti pozu kesip sol siyasete yön verebileceklerini zannediyorlar. Avrupa’da sömürgecilikle edinilmiş maddi zemine hiç bakmayan sol, sömürgecilikle inşa edilmiş aklını halka, işçiye, ezilene dayatıyor. Sömürgeci akıl, en fazla, emperyalistlere uşaklığı meşrulaştırabiliyor. Maddi üretim güçlerinin gelişiminin nihai aşaması olarak emperyalizm göklere çıkartılıyor, “sosyalizm yok, bari emperyalist birikimi sahiplenelim” deniliyor. Lubunizm, feminizm, veganizm, bu emperyalist ve sömürgeci yönelim dâhilinde anlam ve değer kazanıyor. Bunlar, özel yurttaş topluluğunun ideolojik aygıtları olarak iş görüyorlar.

Bu tür sol örgütlerden birinden gelen, sonra düzen siyasetine bağlanan Barış Yarkadaş, bir konuşmasında “İstanbul’un nüfusu 1 milyon olmalı” diyor. Muhtemelen bu 1 milyon, Kadıköy’de ve Beşiktaş’ta yaşayan üst orta sınıf ve burjuva kesimleri ifade ediyor. Solun ufku da muhakemesi de tahayyülü de bu. O nedenle, kent yoksullarının hayat pahalılığı ve konut fiyatlarındaki artış üzerinden çektiği çileyi görmüyor, bu konuda tek adım atmıyor. Tatil yerlerinden kısa şortları ve plaj havlularıyla yalandan eylem yapıyorlar. Bugünlerde halkın otobüslerinde direk dansıyla eğlenceler düzenliyorlar. Bu tür taciz eylemlerine başvuruluyor. Kentin boşaltılmak için uğraşıldığı dönemde emekçi halka varlığının kirli, zararlı ve fazla olduğu hissettiriliyor. Bunun için her türden yöntem kullanılıyor. O yöntemler, pandemide sınandı ve sol bu sınamaya hiç ses etmedi ve onay verdi. Şimdi kenti boşaltacağını söyleyen AKP’yi sessizce alkışlıyor. Laik burjuvazinin ve laik ordunun deprem, kriz ve savaş gibi sorunlar karşısında geniş halk kitlelerini ancak AKP gibi bir partiyle maniple edebileceğini görmüyor. Bu ilişki neticesinde o burjuvazinin ve ordunun kendisine verdiği laikliğin bekçisi olma görevini ifa etmekle yetiniyor. Kentten kovulan emekçinin derdiyle dertlenmiyor, öfkesiyle bileylenmiyor.

“1 milyonluk nüfus” isteği, küçük burjuvazi için dillendiriliyor. Onun rahat kiralık ev, rahat park yeri bulup rahatça dolaşması, efendilerine rahatça uşaklık edebilmesi isteniyor. Rahatça direk dansı yapacağı, eğleneceği mekânlar açılsın diye uğraşılıyor. Fazla kalabalıktan çöken restoran iskelesi haberi, bu sebeple, yeniden servis ediliyor. Düne kadar gerçekleşen onca yağmura rağmen boşalan barajlardan dem vuruluyor. Orman yangınları, hava sıcaklığı, iklim krizi, susuzluk, kıtlık üzerinden kitlelere korku salınıyor. Korkunun tasması, en çok da küçük burjuvanın boynuna dolanıyor.

Kentin boşaltılmasına dönük, AKP eliyle yürütülen tasfiye ve teşvik planına sol sosyalist örgütler, ellerindeki tuzluklarla koşup destek sunuyorlar. Halka, işçiye, ezilene küfretmeyi, onları hakir görmeyi, küçümsemeyi, onlara düşmanlık etmeyi öğrenen sosyalist hareket, kapitalizmin, emperyalizmin ve devletlerin yapıp ettiklerini ellerini ovuşturarak izliyor. O, Sovyet toplu konutlarıyla dalga geçenlerin oyuncağı haline geliyor. Çünkü sol, yoksulla, halkla, işçiyle ilgilenmeyi zul kabul ediyor.

Devlet, ineğin çıkarttığı gazı bahane ederek büyükbaş hayvancılığı bitiriyor. Köylüye teşvikler veriyor ki bu işten vazgeçsin. Bugün aynı devlet, “işe yaramayan, fazla” nüfusu İstanbul’dan kovacağını söylüyor. Sol, ineğini zorla kesen köylüye hayvan sevgisi ve veganlıkla gidiyor. Kentten kovulan emekçi halka da mikro birey için geliştirilmiş kişisel gelişimcilik projeleri önerilecekmiş gibi görünüyor. Bu tür gerilimli momentlerde sürtünmeyi azaltacak yağ görevini liberter, anarşist, sol fikirler görüyor. Kütlesel, nesnel ve kolektif her türden güç olma imkânı bu fikirlerin sahiplerince ortadan kaldırılıyor.

Süleyman Soylu, Şubat depremi sonrası çıktığı bir yayında, “biz aslında İstanbul depremine hazırlık yapıyorduk. Bunun için, şehri boşaltıp nüfusu başka şehirlere aktarmayı planlıyorduk” diyor. Ne tesadüf ki bu belirlenen şehirler, 6 Şubat’ta yıkılanlar. Planlar ters yüz ediliyor. Şehir planlamacıları, yeni planda adlarının anılmasını, saygı görmeyi istemekten başka bir şey yapmıyorlar. Aslında herkes, bir biçimde ranttan pay istiyor. İstanbul’un fazla nüfusu, bu yıkılan şehirlere doldurulacakmış gibi görünüyor.

Üretici güçler veya başka bir çeviriyle, üretim güçleri gelişiyor. Kapitalizm, bu gelişim üzerinden farklı bir biçime bürünüyor, burjuvazi ve tekeller, farklı stratejiler geliştiriyorlar. Sol, bu değişime ve gelişime dair bilgisiyle, o değişime ve gelişime en iyi ayak uyduranlar yarışında birinci olmak için çırpınıyor. Kaosun, tufanın ardından, efendilerin gemisine binmek için türlü taklalar atıyor. Oturup o gemi için teorik-ideolojik çalışma yürütüyor. Efendilerinden pay istiyor. Üretim güçlerindeki sınıfsız-sınırsız değişimi kutsuyor, o kutsama faaliyeti üzerinden kapitalizmin dişine uygun ideolojik metinler kaleme alıyor.

Bugün en hızlı Arap atları olarak, sol komünistler, seyrek düşürdükleri teorik çıktılarında, Silikon Vadisi’nde, Pentagon’da, Davos’ta vs. dillendirilen projelere destek sunacak şeyler söylüyorlar. Mutlak güç ve mutlak veri kabul ettikleri kapitalizmin ilerlemesine ideolojik kılıflar örüyorlar. Yani burjuvazi, işçiyi kontrol ve takip etmek için vücuda çip taksa, bu sol komünistler, illaki “komünizmde insanlar vücutlarında doğal olarak bulunan çiplerle gelecek dünyaya” diyecekler.

Davos planındaki cümlenin birebir aynısına sol komünistlerin metinlerinde rastlanıyor. Bu noktada gözü namazda olmayanın kulağı ezanda tabii ki olmuyor. O planlar ve projelerin yol açtığı veya sebep olacağı yıkım ve katliamlar konusunda hiçbir fikir geliştirmiyorlar, hiçbir şey yapmıyorlar. Çünkü her şey, nasıl olsa altın çağa doğru ilerliyor. Oportünizm, reformizm ve revizyonizm, ayrık otu misali, bu teslimiyet toprağında yeşeriyor. Altın çağ ise küçük burjuvanın rahatlığını ve özgürlüğünü ifade ediyor.

O feyz aldıkları, ilerici gördükleri Amerikan ordusu, bir elemanına Ukrayna askerleri için OnlyFans hesabı üzerinden striptiz yaptırıyor.[3] Bunların feminizminde kadınların payına ancak fahişelik düşüyor. Bu striptizci orduya ve kadın sömürüsüne dair tek bir feminist dernek bile açıklama yapmıyor. Eski Partizancılar, aynı hat üzerinden trans dansöz oynatıp eğleniyorlar. LGBT için marş besteliyorlar. DW’ye röportaj veren orta sınıf bir kadın, gettosunda rahat yürüdüğünü, dışarının yoksulundan rahatsız olduğunu söylüyor. Birileri, onu bedensel varlığının yüce ve özel olduğuna ikna ediyor, o da o birilerine yaranmak, o değeri yitirmemek için her şeyi yapıyor. Aşağılık, çirkin, değersiz ve küçük gördüğü birinin gözlerinin bedeninde dolaşmasını istemiyor. Bedenler bugün işgalciliğin, sömürgeciliğin göz koyduğu topraklar.

Eskiden komünist bir şairin ifadesiyle, “itten aç, yılandan çıplak” olana örgütlenmek esastı. Bugün küçük burjuvadır, it ve yılan. Kendisinden aç ve çıplak olana düşmanlık etmeyle tanımlıyor solculuğu ve bu solculukla hesaplaşmak gerekiyor.

Eren Balkır
24 Temmuz 2023

Dipnotlar:
[1] Johannes Stern, “Cem Özdemir ve Tobias Lindner”, 17 Haziran 2019, İştiraki.

[2] Matthew Karnitschnig, “Almanya’nın Pas Kuşağı”, 13 Temmuz 2023, İştiraki.

[3] Matthew Sedacca, “US Influencer Works as ‘Emotional Support Stripper’ in Ukraine”, 22 Temmuz 2023, NYP.

0 Yorum: