20 Temmuz 2023

,

Almanya’nın Pas Kuşağı

Almanya’nın en büyük şirketleri yurtlarını terk ediyorlar.

Yüz elli yılı aşkın bir süredir Almanya’da iş dünyasının ana dayanak noktalarından biri olarak ekonomiye destek sunan kimya devi BASF, “Alman Malı” ürünlerin dünyaca kıskanılmasını sağlayan inovasyonlarıyla ülkedeki sanayinin gelişimine katkıda bulunmuş bir şirket.

Gelgelelim, sürdürülebilir üretim için ana ölçüt olarak gördüğü, bu sebeple 110 milyar dolar yatırdığı, en gelişkin teknolojiyle donatılmış kompleksi Almanya’da değil, 9.000 kilometre ötedeki Çin’de inşa edecek.

1865’te Badische Anilin- & Sodafabrik adıyla Ren nehrinin iki yakasına inşa edilmiş olan BASF, Asya’da geleceğin şirketi olmak için çabalarken, Almanya’daki varlığını küçültme kararı alıyor. Şubat ayında şirket, kurulduğu yer olan Ludwigshafen’daki gübre fabrikasını ve diğer tesisleri kapatacağını duyurdu. Bu kapatma kararı neticesinde 2.600 kişi işsiz kalacak.

BASF icra kurulu başkanı Martin Brudermüller, Nisan ayında hissedarlarına, “kendi ülkemizdeki pazarımıza dair endişemiz giderek artıyor” dedi ve şirketin geçen yıl Almanya’da 130 milyon avro kaybettiğini duyurdu. Başkana göre, “kâr etme imkânına onu elde etmeniz gereken yere yakın bir konumda kavuşmanız, artık mümkün değil.”

Yılın ilk çeyreğinde resesyona giren, şirketlerle ve tüketicilerle yapılan anketlerde görüldüğü üzere, bu insanların geleceğe şüpheyle yaklaşmasına sebep olan Alman ekonomisi, bugün bu türden bir sıkıntıyla boğuşuyor.

Söz konusu endişenin sağlam temelleri mevcut. Yaklaşık yirmi yıl önce Almanya, sanayisine vurulmuş zincirleri kıran ve refah döneminin başlamasını sağlayan, bilhassa makinelerine ve otomobillerine Çin’den gelen talebin yön verdiği süreci tetikleyen, emek piyasasındaki reformlar paketiyle birlikte “Avrupa’nın hasta adamı” yaftasından kurtuldu. Almanya’nın birçok ortağını satın aldığından daha fazlasını ihraç ederek kösteklediği koşullarda, ülkenin ekonomisi gelişip serpildi.

Ancak bu canlanmanın da bir maliyeti vardı. Ekonomik güç, ülke liderlerinin altı boş bir güvenlik hissine teslim olup rehavete kapılmalarına yol açtı. Bu liderler, bugün yeni reformlar yapmamış olmanın bedelini ödüyorlar.

Avrupa’nın eski güçlü ülkesi için tehlike çanları çalıyor. Siyasetçiler, “son resesyon sadece teknik bir mesele olarak gündeme gelmiş olsun” diye dua ediyorlar ama maalesef öyle değil. Resesyon, esasen ekonomik kazanımların kaybedileceğine dair bir işaret. Bu anlamda, tüm Avrupa’da sarsıntılara yol açan resesyon, kıtadaki zaten kutuplaşmış olan siyaset alanında daha fazla karışıklığa sebep oluyor.

Yüksek enerji maliyetleri, işçi sayısındaki yetersizlik ve bürokratik işlemlerdeki bolluktan oluşan zehirli kokteylin çilesini çeken, Volkswagen ve Siemens gibi Almanya’nın en büyük şirketleri yanında nispeten küçük olanlar, bugün uykularından uyanıyorlar, Kuzey Amerika ve Asya’daki yeşil çayırlar için kapışıyorlar.

Almanya’daki ekonomik çöküş süreci daha da derinleşiyor.

Sorunları en önden göğüsleyen alanlardan gelen haberler giderek kötüleşiyor. Şirketlerin olağan koşullarda yeni işçi aldıkları Haziran ayında işsiz sayısı, bir önceki yılın aynı ayına kıyasla, 200.000 civarında arttı. Toplam işsizlik oranı yüzde 5,7 düzeyinde seyrediyor, boş kalan iş sayısı yaklaşık 800.000 civarında, buna karşın, Alman yetkilileri kendilerini daha kötü haberlere hazırlıyorlar.

Eski çalışma ve sosyal işler bakanı Andrea Nahles, “iş piyasasında ekonomik koşulların zorlaşmaya başladığını, işsizliğin arttığını, istihdam sahasındaki büyümenin o eski hızını kaybettiğini” söylüyor.


Almanya’daki şirketler dünyasının sağlıklı olduğuna dair bir işaret olarak ele alınan, ülkedeki mühendislik şirketlerine gelen yeni siparişler hızla düştü. Sadece Mayıs ayında siparişler yüzde 10 oranında azaldı. Bu şekilde, ardı sıra sekiz ay boyunca siparişlerde düşüş yaşandı. Benzer bir zafiyete inşaattan kimya sahasına, tüm Alman ekonomisi genelinde rastlıyoruz.

Yatırım alanı olarak görülen, yabancıların Almanya’ya yönelik ilgileri de azalıyor. 2022 yılında yeni yabancı yatırım sayısı, son on beş yılın en düşük seviyesinde gerçekleşti, 2013’ten beri en düşük rakama ulaştı.

Almanya Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeler Birliği (BVMW) baş ekonomisti Hans-Jürgen Völz, “sanayisizleşme sürecinin artık yavaş seyretmediğini” söylüyor. BVMW, ülke ekonomisinin omurgasını teşkil eden binlerce küçük ve orta ölçekli şirket (Mittelstand) için lobi faaliyeti yürüten bir dernek.

Almanya Hapşırsa…

Sanayisizleşme sürecinin uzun soluklu etkilerini anlamak için artık Amerika’daki Pas Kuşağı’na veya İngiltere’deki Orta Bölgeler’e bakmaya gerek yok. Buralar, bir zamanlar gelişip serpilmiş, ama sonra yanlış politik adımlar ve küresel rekabetin basıncıyla mağdur olmuş, bir daha hiç düzelememiş sanayi bölgeleri.

Ancak Almanya’da yaşanan gelişme, tüm kıtayı etkileyecek sonuçlar doğurabilir.

Ülkenin sanayiye bağımlılığı, onu bilhassa kırılgan kılıyor. Yazılım üreticisi SAP haricinde Almanya’da teknoloji sektörü diye bir şeyden eser yok. Finans dünyasında ülkenin en büyük oyuncuları ise (Deutsche Bank gibi) parayı yanlış yere yatırmaları ve (Wirecard gibi) imza attıkları skandallarla tanınıyorlar. İmalat sektörü, ülke ekonomisinin yaklaşık yüzde 27’sini teşkil ediyor. Bu oran ABD’de yüzde 18.

Bununla bağlantılı bir sorun da Alman sanayiinin en önemli bileşenleri olarak kimya, otomobil ve makine üretiminin on dokuzuncu yüzyıl teknolojilerini temel alıyor olması. Ülke, onlarca yıldır bu alanlarda kullanılan teçhizatı iyileştirmek suretiyle gelişse de ya bu teknolojilerin önemli bir kısmının (misal içten yanmalı motorun) modası geçti ya da ülkede üretilmesi iyice pahalı bir iş hâline geldi.

Metal sektörünü ele alalım. Mart ayında Almanya’nın en büyük alüminyum izabe tesisine sahip olan Uedesheimer Rheinwerk isimli şirket, yüksek enerji maliyeti sebebiyle tesisi yıl sonunda kapatabileceğini söyledi.

Alman ekonomisi, tarihsel süreçte çeşitlendirilebilseydi, bu türden haberler, insanı pek endişeye sevk etmezdi. Ama ne yazık ki ülke, her daim, ekonomisini çeşitlendirme konusunda baştan savmacı bir tavır içerisinde oldu.

Misal, Almanya, 2000’lerin başında dünyanın en büyük güneş paneli teknolojisi üretici olmak için kolları sıvadı. Çinliler, Almanların ürettikleri tasarımları kopyaladılar ve ucuza mal ettikleri malları piyasaya boca ettiler, böylelikle Almanya’nın güneş paneli imalatçılarını çökerttiler.

Biyoteknoloji sahasında şirket merkezi Mainz’da bulunan BioNtech şirketi, Kovid pandemisinin aşılması konusunda önemli katkılar sunan mRNA aşısının geliştirilmesinde öncü bir çaba ortaya koydu. Ama bu başarıya sırtını yaslayan şirket, Ocak ayında kurucusunun “son teknolojiye dayalı kanser araştırmalarına yapılacak yatırım” olarak adlandırdığı çalışmayı İngiltere’ye kaydırılacağını duyurdu.

…Avrupa Nezle Olur

İnovasyon, ekonomik büyümenin ana sebebi. Neticede Almanya’nın eski endüstrisi zayıfladıkça yerini alacak yeni endüstrinin ne olacağı sorusu gündeme geliyor. Bugüne dek bu soru cevaplanabilmiş değil.

Almanya, Birleşmiş Milletler’e bağlı Dünya Fikri Mülkiyet Teşkilâtı’nın her yıl belirlediği Küresel İnovasyon İndeksi’nde sekizinci sırada. Avrupa bağlamında ülke, ilk üçe bile giremiyor.

Birçok gözlemcinin bir sonraki aşamada ekonomik büyümeye yön verecek teknoloji olduğuna inandığı yapay zekâ alanında Almanya başarısız. 2022 yılında yapay zekâ alanında hazırlanmış, en çok alıntı yapılan yüz bilimsel makalenin sadece dördü Almanya kaynaklıydı. Bu yüz makalenin 68’i ABD’de, 27’si Çin’de kaleme alınmıştı.

Almanya Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Marcel Fratzscher’in dediğine göre, “Almanya’nın gelecek odaklı herhangi bir önemli sektöre sunabileceği hiçbir şey yok. Elindeki endüstri eski.”

Bir ekonomiyi dönüştürecek veya onu geride bırakacak teknolojinin gücünü anlamak için Almanya ile ABD’nin son 15 yıl içerisinde yürüdükleri yola bakmak gerekiyor. Bu dönem boyunca Silikon Vadisi’ndeki canlılığın yön verdiği ABD ekonomisi, yüzde 76 oranında büyüyerek 25,5 trilyon dolarlık bir hacme ulaştı. Alman ekonomisi ise ancak yüzde 19 oranında büyüdü ve ekonomik hacmi 4,1 trilyon dolar seviyesine geldi. Dolar üzerinden düşünüldüğünde ABD, o 15 yıllık dönemde ekonomisine yaklaşık üç Almanya ekledi.

Alman sanayiinin özünü teşkil eden bileşenler eridi, bu da nihayetinde AB’nin diğer üyelerini etkiledi. Almanya, sadece Avrupa’nın en büyük oyuncusu değil. O, aynı zamanda bir tür tekerlek göbeği işlevi görüyor, bu anlamda, bölgenin birbirinden farklı ekonomilerini o ülkelerin önemli bir bölümünün en büyük ticaret ortağı ve en büyük yatırımcısı olarak birbirine bağlıyor.

Son otuz yıldır Alman sanayii, Orta Avrupa’yı fabrika sahasına dönüştürdü. Doksanların başından beri Porsche, en çok satan Cayenne marka sportif arazi araçlarını Slovakya’da, Audi ise motorlarını Macaristan’da, üst düzey cihazlar üreten Miele, bulaşık makinelerini Polonya’da üretiyor.

Mittelstand” olarak anılan ve ülke ekonomisinin belkemiğini teşkil eden binlerce küçük ve orta ölçekli Alman şirketi bölgede faaliyet yürütüyor, esas olarak Avrupa pazarı için ürün üretiyor. Bunlar bir gecede ortadan kaybolamazlar elbette, ama Alman ekonomisinin içine girdiği kesintisiz çöküş süreci, nihayetinde kaçınılmaz olarak bölgenin geri kalan kısmını da Almanya ile birlikte aşağıya çekecek.

Araba parçaları üreticisi Schaeffler’in icra kurulu başkanı Klaus Rosenfeld’in dediğine göre, “ortada Avrupa’nın bu yaşanan değişiklik dâhilinde kaybetmesi gibi bir tehlike söz konusu.” Başkan, ayrıca şirketinin yeni fabrikalarını muhtemelen ABD’de açacağını söylüyor.

Eksiklikler

AB yetkililerine göre, bölgenin sanayisizleşecek olmasının suçlusu, Avrupalı şirketleri dezavantajlı konuma sürükleyen ABD ve Çin kaynaklı adaletsizlikle malul politikaların yanında, Almanya’nın yüzleştiği, büyük ölçüde içerideki güçlerin yol açtıkları ve giderek derinleşen sorunlar. Üstelik bu sorunların kolay bir çözümü yok.

Almanya’yı Avrupa’nın sanayi sahasında ana güç kaynağı hâline getiren formülü şu yalınlıkta ifade etmek mümkün: yüksek vasıflara sahip işgücü ve ucuz enerjinin can verdiği, inovasyonlara imza atan şirketler. İşte artık bu formül Almanya’da hükmünü yitirdi.

İkinci dünya savaşı sonrası doğum oranlarının yüksek olduğu dönemde doğmuş kuşak önümüzdeki yıllarda emekli olacak. Böylece ülke, demografik bir uçurumla karşı karşıya kalacak. Neticede şirketler, dünya pazarında rekabet gücünü yitirmemek için ihtiyaç duydukları mühendislerini, bilim insanlarını ve vasıflı işçilerini kaybedecekler. Önümüzdeki 15 yıl içerisinde ülkedeki işgücünün yaklaşık yüzde 30’u emeklilik yaşına gelmiş olacak.

Almanya'da kadın ve erkek sayısı (1950-2070)

Tek sorun, nüfusun yaşlanması değil. Genç Almanlar, güvenli işler istiyorlar. Ülkenin bu kaba ve tepe taklak olan girişimcilikle ve icat pratiğiyle dünyanın önde gelen ekonomilerinden biri hâline gelmesi mümkün değil.

Almanya Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü başkanı Marcel Fratzscher’e göre, “birçok genç, iş kurmak yerine devlet için çalışmayı tercih ediyor.”

İşçi sayısındaki giderek büyüyen eksikliği göç yoluyla telafi etme girişimleri bugüne dek başarısız oldu. (Buna karşın, Almanya her yıl şirketlerin ihtiyaç duydukları vasıflardan yoksun olan yüz binlerce mülteciyi kabul ediyor.)

Geçen hafta Alman vekilleri, vasıflı yabancı işçilerin ülkeye yerleşirken yüzleştikleri bürokratik engellerin önemli bir kısmını ortadan kaldıran yeni bir göç kanununu yürürlüğe koydular. Kanunun işe yarayıp yaramayacağını kimse bilmiyor. ABD, Kanada ve İngiltere’yle kıyaslandığında, Almanya kendisini kolay kolay pazarlayabilen bir ülke değil, dilini öğrenmek zor, ayrıca yabancıları pek hoş karşılamayan bir kültüre sahip.

Hükümetin hazırladığı ve geçen ay yayımlanan yaklaşık 400 sayfalık çalışmanın tespitine göre, Almanların yarısı Müslüman karşıtı görüşlere sahip. Hükümetin Türkiye gibi Müslüman ülkelerden eğitim düzeyi yüksek çok sayıda işçiyi çekmeye çalıştığı koşullarda, böylesi bir düşmanlığın ülkenin kendisini pazarlamasına mani olduğunu görmek gerekiyor.

Bu türden nüfusla alakalı güçlükler, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın neticesinde enerji maliyetlerinde yaşanan ani artış ve Almanya’nın iklim değişikliğiyle mücadele için ortaya koyduğu çabalarla birlikte daha da ağırlaşıyor.

Almanya’ya doğal gaz akışını durdurmak suretiyle Kremlin, ülkede cari olan ve ucuz enerjiye kolayca erişme imkânına yaslanan çalışma modelinin temel taşını yerinden oynattı. Toptan gaz fiyatları son dönemde sabit kalmasına rağmen, krizden önce olduğu düzeyin yaklaşık üç katına denk düşen bir düzeyde seyrediyor. Bu da 2021 yılında İsviçre’deki faaliyetlerinde olduğu gibi Almanya’daki faaliyetlerinde de doğal gaz tüketen BASF gibi şirketleri başka alternatifler aramaya itiyor.

Ülkedeki Energiewende adı verilen yeşil dönüşüm, her şeyi daha da kötüleştirmekten başka bir şeye yaramadı. Rus gazına erişme imkânını yitiren ülke, tüm nükleer santrallerini kapatmıştı. Yenilenebilir enerji sahasının genişlemesi için yaklaşık 25 yıldır para akıtmış olmasına rağmen Almanya, hâlen daha yeterli sayıda rüzgâr türbinine ve güneş paneline sahip değil. Bunun neticesinde Almanlar, elektriğe tüm dünyada ödenen ortalama paranın üç katını ödüyorlar.

Otomobil Sektörünün Ölümü

Kamuoyu ekonomik güçlüklerin farkında değil, ama ön cephede dövüşenler, yaşananlara her türden yanılsamadan uzak bir yerden bakıyorlar.

Sektörün en önemli lobi kuruluşu olan Alman Otomobil Sanayicileri Derneği idari yöneticisi Andreas Rade, “jeopolitik gelişmelerin, ülkedeki ekonomi modelinin artık refahı garanti etmediğini ortaya koyduğunu” söylüyor.

Otomobil sektörü için de aynı durum geçerli.

Almanya yüz yılı aşkın bir süre boyunca bu sektör sayesinde kasasını doldurmuştu. Ülkenin ekonomisi, üretilen ürünün neredeyse dörtte birini üretme becerisine sahip otomobil sektörünün dünyadaki elektrikli cihazların lüks segmentindeki pazar payını koruma becerisine bağımlı durumda.

Gelgelelim, gidişat iyi görünmüyor. Şirketler, kısa süre önce pandemi ardından, o güne dek bastırılmış olan talebin patlamasıyla birlikte rekor kârlar açıkladılar, ama bu canlanma, yenilenme sürecine girdiğine dair bir delilden çok, alınan son nefes olarak görülmeli.

Ulusu uzun zaman boyunca gururlandırmış olan otomobil sanayii, ülkedeki yapısal yetersizliklerden çok sergilenen aşırı kibirle bağlantılı kimi sebepler neticesinde Almanya’nın Aşil topuğu hâline geldi. Yıllarca Mercedes, BMW ve Volkswagen gibi şirketler, içten yanmalı motorlardan kurtulmak istemediler, Tesla gibi inovatörlerin girişimlerini bir atımlık barut olarak görüp ciddiye almadılar.

Bu türden bir stratejik hata, sadece Elon Musk’ın değil, Almanların 15 yıl önce burun kıvırdıkları fikir olarak elektrikli cihazlara yatırım yapıp bu alanda öne geçmeye başlayan Çin’in de önünü açtı. Geçen yıl dünya genelinde üretilmiş olan toplam 10 milyonu bulan elektrikli otomobilin yaklaşık yüzde 60’ını Çinliler ürettiler.

Almanlar, yaptıkları bu yanlış hesabın sonuçlarını hissetmeye başladılar bile.

Onlarca yıl Çin’deki otomobil pazarına hâkim olan Volkswagen, elektrikli cihazların satışında ani bir artışın yaşandığı koşullarda, yıllarca rakibi olan Çinli firma BYD’ye tahtını terk etti. Volkswagen’ın kazancının yaklaşık yüzde 40’ına kaynaklık eden Çin, dünyadaki en büyük otomobil pazarı.

Allianz sigorta şirketinin kısa süre önce yaptığı bir çalışma, Çinli imalatçıların Çin ve Avrupa’daki pazar paylarını büyütmeye devam ettiği ölçüde Avrupalı otomobil üreticilerinin ve tedarikçilerinin kârlarının 2030 yılı itibarıyla on milyarlarca dolar düşeceği, bu sürecin çilesini en çok da Alman şirketlerinin çekeceği öngörüsünde bulunuyor.

Her ne kadar Alman otomobil üreticileri, elektrikli cihazlara hep birlikte geçmek zorunda kalıp rakiplerini yakalamak için hızlı hareket etseler de bu şirketler, içten yanmalı motorlarla yüz yılı aşkın bir zamandır rekabet sahasında istifade ettikleri avantajdan hâlen daha yoksunlar. Esasında elektrikli cihazda asıl teknoloji, kullanıma hazır teknoloji olarak motor değil, teknoloji yoluyla ilerleme sürecini tanımlayan makine mühendisliği alanındaki uzmanlıktan çok kimya sahasındaki uzmanlığa bağlı olan pil.

Dahası, elektrikli cihazlar giderek dönerli teknoloji-destek kapsüllerine doğru evriliyor. Bu anlamda, şoförsüz otomobillere bir adım kaldı. Dijital teknoloji ise Almanya’nın üstün olmadığı bir alan. Bugün Tesla’nın tüm Alman otomobil üreticileri birleşse hepsinin toplamının üç katından daha fazla değere sahip olmasının sebebi bu.

Çin’de faal olan Alman Ticaret Odası başkanı Jens Hildebrandt, “Alman sanayii ile inovasyon konusunda güçlükler yaşıyoruz, ayrıca rekabet edememek de başka bir sorun” diyor.

Almanya ile Çin arasındaki ekonomik ilişkide büyük bir değişime tanık olundu. Onlarca yıldır Çinliler, Alman sanayiini ve mühendislik pratiğini model aldılar. Ama birden her şey değişti ve artık Almanların gözü Çin’de.

Hildebrandt, “Çin’in büyük otomobil şirketlerinin kısa bir süre sonra Avrupa’da, hatta belki de Almanya’da kendi fabrikalarını inşa edeceğini” söylüyor. Ona göre bu, “terse çevrilmesi mümkün olmayan bir eğilim.”

Sürekli Düşüş

Ekonomi sahasında güçlü rüzgârların estiği koşullarda, birçok Alman şirketinin sadece ismen Alman olacağı, cismen yerli niteliğini yitireceği bir yola girmesi kimseyi şaşırtmasın.

Bu ihtimalin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu düşünenler, sınai gaz şirketi Linde örneğine bakabilir. Bu yıla dek, 1870’te bira için soğutma sistemi geliştirerek yola koyulan Linde, 150 milyar avroluk toplam piyasa değeriyle Almanya’da ilgili sahanın bir numarası ve en değerli şirketi kabul ediliyordu. Ocak ayında şirket, Frankfurt borsasından ayrılıp New York borsasında işlem görmeye başladı.

Ardından şirketler grubu, 2018’de ABD’li rakibiyle birleşti. Bu karar üzerine şirket merkezini Münih’ten Dublin’e taşıdı. Yeniden yapılanma sürecinde Linde, Almanya’da yüzlerce insanı işten çıkarttı. Şirket için Almanya, kazancın yüzde 11’ine kaynak teşkil etmesiyle, hâlen daha önemli bir pazar, ama Linde, artık başka büyük pazarlara da sahip.

Linde, Alman şirketlerinin Almanya olmadan hayatta kalabileceklerinin ve gelişip serpilebileceklerinin ispatı. Almanya’daki koşullar kötüleştikçe Alman şirketleri başka yerlere taşınacaklar. Bu gelişme, Almanya için daha az yüksek ücretlerin ödendiği iş, daha az vergi geliri demek. Ekonomik gerileme sürecinin devam edeceğinden ve politik alanın istikrara kavuşmama ihtimalinden bahsetmeye bile gerek yok.

Son anketlerde aşırı sağcı Almanya İçin Alternatif’in (AfD) oy oranları yüksek çıkıyor. Göç sürecinin yol açtığı hayal kırıklığı ve ekonomi düzleminde hissedilen korkunun ortadan kalkmaması, partiyi muhtemelen daha da büyütecek.

Asıl darbeyi sosyal yardımlar alanı yiyecek. Almanya, halkına sosyal yardım dağıtan, dünyadaki en cömert devletlerden biri. Geçen yıl sosyal yardımlara giden para ekonominin yüzde 27’sini bulmuştu (bu oran ABD’de yüzde 23). Berlin’in savunmaya daha fazla para harcamak zorunda kalmasıyla birlikte kemer sıkma politikası gündeme geldi, dolayısıyla, halk da bu politikaya tepki geliştirmeye başladı. Ekonomik çöküş koşullarında her şey daha da kötüye gidecek.

Almanya’nın eskimiş altyapısının modernize edilmesi, Alman sanayiinin en önemli önceliği, ama ülkenin bu işi halledecek parası yok. Ülkede yolların, köprülerin, nakliye rotalarının ve diğer kritik altyapıların tamirden geçmesi gerekiyor. Alman Ekonomisi Enstitüsü’nün (IW) Kasım ayında yayımladığı bir çalışmada aktarıldığı biçimiyle, beş Alman şirketinden dördü, kötü altyapının işlerine köstek olduğunu söylüyor. Mevzuata dair kısıtlamaları aşan yeniden canlandırma çabalarının çalışmalara başlamazdan önce ortaya konulması gerekiyor ki bu da altyapının hemen düzeltilmeyeceğini söylüyor.

Söz konusu çalışmanın yazarları, “sorunların daha da ağırlaşma ihtimali”nden söz ediyorlar.

Çıkış

Alman sanayii, vatanını hep birlikte terk ediyor değil. Hükümet, para verdiği sürece bazı şirketler ülkede kalmaktan memnun.

İki hafta önce Dresden’de elektrikli otomobil pilleri için katot materyalleri üreten bir fabrika açan BASF, ülkedeki pazarına yatırım yapmaya devam edeceği vaadinde bulundu. Ancak bu türden şirketlerin ülkeye bağlılıklarını güvence altına alabilmek adına yerel yönetimler ve merkezî hükümet, yüksek teşvikler vermek zorunda kalıyor. Örneğin BASF, yeni pil üretimi için devletten 175 milyon avro alacak.

Aynı şekilde, Haziran ayında ülkenin doğusunda bulunan Magdeburg kentinde açacağı yeni büyük fabrika için 10 milyar avro gibi yüksek bir teşvik alacağı konusunda ABD’li çip üreticisi Intel’e güvence verildi. Yani üç bin kişiye iş verecek olan şirket, yaratacağı her bir iş imkânı için 3,3 milyon avro alacak.

Bu türden bir destek verilmezse şirketler, daha fazla kazanç getirecek pazarların iğvasına ve albenisine daha fazla direnemezler. Elektrik çağında Alman mühendisliğinin üstünlüğünü kaybetmesiyle birlikte otomobil üreticileri, Çin ve ABD gibi denizaşırı ülkelere yönelik yatırımlarını iki katına çıkartıyorlar. Oysa ABD ve Çin, yatırımcıları ikna etmek için vergi teşvikleri sunmak ve sübvansiyonlarla katkıda bulunmak gibi alışkanlıkları olan ülkeler değil.

ABD’de yürürlükte olan Enflasyonu Düşürme Kanunu üzerinden verilen paralar, şirketleri ülkeye çekme konusunda özellikle cazip olduklarını ispatladılar. Volkswagen, Mart ayında Güney Carolina’da 2 milyar dolarlık bir fabrika inşa etme planı olduğunu, burada altmışlarda ve yetmişlerde popüler olan Amerikan 4 x 4’ü Scout markasını yeniden canlandırmak istediklerini açıkladı.

Nisan ayında Ontario’da açılan yeni pil fabrikasına 5 milyar avroluk yatırım yapılacağını açıklayan Kanada başbakanı Justin Trudeau’nun yanında, Volkswagen’a bağlı pil şirketi PowerCo’nun yöneticileri de duruyordu. Volkswagen, elektrikli cihazlara geçiş kararı aldıktan sonra, birkaç yıl içerisinde Kuzey Amerika’da başka fabrikalar için milyarlarca avroluk yatırım yapma vaadinde bulundu.

Buna karşılık Almanya’da Volkswagen, yeni elektrikli sportif arazi aracı Trinity için yeni bir fabrika kurma planından vazgeçti, bunun yerine, mevcut tesisleri yeni araç ve teçhizatla donatmayı tercih etti. Audi ve Porsche gibi başka güçlü markalara sahip olan şirket, yüksek elektrik maliyeti sebebiyle kurulduğu yer olan Aşağı Saksonya eyaletinde ikinci pil fabrikasını kurma kararından caydı. Buna karşılık, Nisan ayında şirket, Şangay yakınlarında bulunan bir elektrikli cihaz merkezine yaklaşık 1 milyar dolarlık bir yatırım yapacağını duyurdu.

Sanayi grubu VDA’nın 128 Alman otomobil tedarikçisiyle yaptığı son ankete göre, Almanya’da yatırımlarını artırmayı sadece bir şirket planlıyor. Otuz ikiden fazla şirketse operasyonlarını yurtdışına kaydırmayı planlıyor.

Sanayinin ülkeyi terk etmesine rağmen Alman siyasetçileri, yüzleşecekleri politik ve ekonomik güçlükleri büyük ölçüde inkâr etmekle meşguller.

Sanayi lobicileri, bugünlerde Çin’le Almanya arasındaki “karşılıklı bağımlılığın” uzun vadede olumlu sonuçlara yol açacağını, ama aynı mantıkla Berlin’in Rus doğal gazını almasının kötü sonuçlara sebep olacağını söylüyorlar. Üstelik ortalıkta Almanya’nın Çin’e hücumunun şiddetinin azalacağına dair bir işaret de yok. Geçen yıl şirketler, Çin’e toplam 11,5 milyar avroluk yatırım yaptılar ki bu bir rekor.

Fratzscher konuyla ilgili şunu söylüyor:

“Beni asıl endişelendiren, iki ülke arasındaki bağımlılığın asimetrik bir nitelik arz etmesi. Alman şirketleri şantaja boyun eğdiler, çünkü Çin’e fazlasıyla bağımlılar.”

Teknoloji, ülkenin önde gelen şirketlerini hızla sahneden indirdi. Onların ellerinden Finlandiya’ya yönelmekten, Nokia’dan bir şeyler öğrenmekten ya da Kanada’ya gidip sonradan herkesin elinde gördüğümüz BlackBerry ismini alan Research in Motion şirketinin kaderini sormaktan başka bir şey gelmiyor.

Bir noktada Almanlar, yığınla tehlikeyle yüklü bir güne uyanacaklar. Asıl mesele, onların bir şeyler yapmak için çok geç kalmadan önce uyanıp uyanmayacakları.

Her iki duruma da BASF hazır olacak. Şirketin Almanya’daki merkezinde bulunan kimya tesislerini kapatınca ne yapmayı planladığı sorusuna şirket yönetim kurulu başkanı Brudermüller, “şirketin her şeyi bir anda yıkmayacağı” cevabını veriyor.

Ama bir başka konuyla ilgili soruya lafı dolandırmadan şu cevabı veriyor: “Şu an Ludwigshafen’da bir yere ihtiyacımız yok.”

Matthew Karnitschnig
13 Temmuz 2023
Kaynak

0 Yorum: