Halka Hizmet Et Sosyalizm İçin Savaş
Komünistler olarak, yoldaşlarımız tarafından
yapılmış olan açıklamada ileri sürülen, kurtuluşun nihai hedefi ve sınıfsız,
devletsiz toplum fikirlerini harfi harfine kabul ediyoruz. Bu hedef, bizim
burada olma sebebimizdir. Devrimimizin kapitalistler, din adamları, hiyerarşi
yanlıları ya da beynelmilel hâkim sınıfa hizmet eden başka bir şer gücü
tarafından mahvedilmemesi konusunda onlarla aynı kaygıları ve kararlılığı
paylaşıyoruz. Tugay’ın içinde, devrimci hedeflerimizi yansıtan yapıların
inşasının gerekliliği konusunda; her birimizin devrim yapma sürecine katılması
gerekliliğinde; halkın her ferdinin birbirine karşı eğitici ve saygılı olması
gibi meselelerde bir anlaşmazlık yoktur. Anlaşmazlık, bunların her birini nasıl
yapacağımızdadır. Bu açıklamada, kendimizi bu farkları tartışmayla
sınırlandıracağız.
Farklılıklarımız, esasen anarşizm ile komünizm
arasındaki anlaşmazlıktır. Anarşizm, dürüst insanlarda demokrasinin, bireysel
inisiyatifin ve halkın iktidarının desteklenmesinin dürüst ve haklı bir kaygısı
nedeniyle gelişir. Ancak anarşist çözümler, karşılaştığımız karışık
çelişkilerin sadece bir tarafı ile, gerçekçi olmayan bir şekilde ilgilenir. Bu
açıklamada herhangi bir çelişkinin herhangi bir yanını inkâr etmiyoruz,
anarşizm tarafından her durumda görmezden gelinen tarafa işaret ediyoruz.
Buradaki her durumda, bu kısım da açıkça birincildir.
Anarşizmde yeni olan pek bir şey yok.
Kapitalizmdeki devrim öncesi her dönem, Marksist-Leninist fikirlerin olduğu
kadar anarşist fikirlerin de yeniden ortaya çıkmasına tanık olmuştur. Anarşizm,
yıllar boyunca çeşitli isimler ve şekiller alarak farklı kılıklara büründüyse
de (Anarşizm, Anti-otoriteryenizm, Anarko-bilmemne vs.), onun ana özelliği her daim,
devlet üzerine sahip olduğu şaşkın ve paranoyak görüşü olmuştur.
Devlet (her devlet), sınıf hâkimiyetinin bir
aracıdır, daha eksiği ya da daha fazlası değil. Bundan dolayı da, zulmün şu an
görebildiğimiz yüzü, onun polis, hapishane, mahkeme, okul, sosyal yardımlaşma
gibi kurumlarıdır. Eğer bu yüzeysel görünümü alır, onu şeylerin gerçek doğası
olarak kabul edersek, doğal olarak da devletin kendisinin zulme neden olduğu
sonucuna varırız. Hiçbir şey, gerçekten uzak kalamaz. Devletin kendisi, sınıflı
toplumun yarattığı zulmün bir sonucudur ve şeklidir, bundan başka bir şey
değil. Kapitalizmi yok etmek istiyoruz, çünkü kapitalizm, kurtuluş yolunun ve
zulmü bitirmenin önünde duruyor. Burjuva devletine vuruyorsak bunun sebebi,
devlete vurmamızın otomatik olarak özgürlüğü doğuracak olması değildir,
kapitalizmi ve hâkim sınıfı yok etmek için ilk önce onların hüküm sürdükleri
aracı yok etmemiz gerektiği içindir.
Devlet, sınıf hâkimiyetindeki bir araçtan başka
bir şey olmadığı için, biz nasıl istersek isteyelim, sınıflı toplum varlığını
sürdürdükçe o da varlığını sürdürecektir. Bir devrim ise sınıflı bir toplumu
bir çırpıda halledemez, hâkim olan bir sınıfın yerine bir başka sınıfı
koyabilir ancak. Bu tarihsel dönemde özgün olan şey ise, yeni hâkim sınıfın bir
avuç patronlar değil, emekçi kitleler olacak olmasıdır.
Mümkün olduğunca açık bir şekilde belirtmek
istiyoruz: anarşistlerin “oportünist, aşağılık haydutlar” olmadıklarına inansak
da, anarşizmin kapitalistlerin ideolojisinde konumlandığına, dürüst
insanlardaki sebatının, bu ideolojinin aramıza ne kadar sızdığına dair en açık
örnek olduğuna kesin olarak inanıyoruz. Anarşizmin asıl tehlikesi, dürüst
devrimcilerin gücünü tüketiyor olması ve devrimci enerjiyi somut, gerçekçi
hedeflerden saptırmasıdır. Aşağıdaki yedi madde, Tugay içinde anarşizm ile
komünizm arasındaki başlıca mücadele alanlarını belirtiyor.
1. Anarşistler dahi gerçekliği tamamen ihmal
edemezler. Köşeye sıkıştıkları vakit, kapitalizmden komünizme geçiş sorununa
çözüm olarak, “birbirleriyle ilişkili” küçük grupların bir federasyonundan
bahsederler. Çünkü merkeziyetçiliği, proletarya diktatörlüğünü ve devrimci
liderliği, içinde bulundukları ve içinden çıktıkları somut gerçeklikten kopmuş,
kendi başlarına şeyler olarak görürler (ve onlardan korkarlar). Bu, Tugay
içindeki anlaşmazlığın merkezinde yer alıyor.
Her şey gibi, merkeziyetçilik de bir sınıfın
çıkarına hizmet eder. Uçaklar, tanklar, bombalar, silahlar, emperyalistlerin
hizmetindeyseler korkunç şeylerdir. Fakat bunlar eğer halkın elindeyseler, o
zaman kurtuluşun araçlarıdır. Emperyalizmin elindeki merkeziyetçilik, korkunç
bir şeydir. Halkın elindeki merkeziyetçilik, diğer hiçbir silahtan aşağı
kalmayacak şekilde bir kurtuluş aracıdır. Her şey, nasıl ve kimin çıkarı için
kullanıldığına göre “iyi” ya da “kötü”dür. Merkeziyetçilik, proletarya
diktatörlüğü ve devrimci liderlik gibi soyut kavramları basit ve tek yönlü olarak
ele almak, onların “kötü” olduklarını ve dolayısıyla da reddedilmesi
gerektiğini söylemek, bebeğin suyunu dökerken bebeği de atmak demektir. Şeyleri
soyut, onları çevreleyen gerçeklikten ayrı olarak görmek, burjuvazinin bize
öğrettiği dünya görüşüdür.
Bu konuda başka bir seçeneğimiz yok. Bu ülkede var
olan gerçekliğe kısa bir bakış, yeni hükûmetimizin merkezî olup olmayacağı
konusunda bir şüpheye yer bırakmıyor. Bu ülkede üretim araçlarının özel
mülkiyetini ortadan kaldırdığımızda, devasa, son derece karmaşık, iç içe geçmiş
ve birleşik bir üretim sisteminin kontrolünü ele alacağız. Önümüzdeki
gerçeklikte olan şey, beynelmilel burjuvazinin (şu anki hâkim sınıfın) kendi
örgütleriyle; toplumsallaşmış ve iç içe geçmiş olan millî ve beynelmilel
ekonomisiyle; yirmi milyon “beyaz yakalı” bürokratıyla; oldukça merkezî ve
etkili polis ve asker aygıtlarıyla birlikte ayakta duruyor olmasıdır. Kendimizi
küçük, otonom gruplara bölmek için meşru bir sebep olduğunu varsaysak bile (ki
zinhar öyle bir durum yok), zihin, bu ülkedeki muazzam üretim sisteminin
sorumluluk ve kontrol bölgeleri olarak bölünmesi ve böylece birbirleriyle
ilişkili her grubun bir federasyon içinde diğer “ilişkili” gruptaki herkesin
yararına çalışacağı sorunu karşısında yalpalıyor. Bahsettiğimiz gerçekliğe
rağmen böyle bir şey saçma duruyor.
Toplumu değiştirmek denilen o muazzam görev, herkesin
kolektif katılımına ihtiyaç duyar. Demokratik merkeziyetçilik, herkesin
temsil edilmesini ve temsilimizin değiştirmek istediğimiz dünya üzerindeki
etkisini temin eden bir araçtır. Demokratik merkeziyetçilik, demokrasinin gücü
ve çeşitliliği ile merkeziyetçiliğin gücünü ve birliğini birleştirir. Devrimci
demokratik merkeziyetçilik, bir avuç liderin bizim tepemizde giymiş olduğu bir
hiyerarşi ve güç yeleği değildir. Demokratik merkeziyetçi proleter devleti, tam
olarak, birleşmiş halkın bütününde konumlanan bir iktidardır. Proleter
demokratik merkeziyetçilik, hiyerarşi ile başa çıkmada bir silahtır, devrime
mümkün olan en geniş katılımı sağlamak için bir güvencedir.
Birlik ve iletişim eksikliği nedeniyle federasyon,
özellikle de silahlı işlerle uğraşan gruplar için, şu sırada taktiksel bir adım
olabilir. Bir örgüt kurmak için yeterli politik birliğe sahip olmadığımız bir
dönemde böyle bir adım, örgütün otonom yapısını korurken, aynı zamanda eylem
birliğini de gerçekleştirmemize olanak sağlar. Fakat biz, federasyonun,
zayıflığımızdan dolayı gereken geçici bir adım olarak görülmesi gerektiğine
inanıyoruz. Federasyon, bizim ayrılıklarımıza yol açan ve bunları ebedîleştiren
gerekli bir şerdir. Mümkün olan en kısa süre içinde ondan kurtulmak gerekir.
Federasyon, birlik inşa etmek yerine, bizim farklılıklarımızı kurumsallaştırır.
Sosyalizm, toplumu, kendimizi ve çocuklarımızı
burjuva pratiğin ve ideolojisinin kanserinden kurtarmak için kullanacağımız
genel şekildir. Bunun küçük otonom gruplarla nasıl yapılabileceğini tahayyül
etmek, bizim için zordur. Diyelim ki Utah eyaletinin Ogden kentindeki Black
Flag Tractor fabrikasında, emeğin cinsiyet temelinde bölünmesinin doğal ve doğru
olduğuna dair bir karar alındı, kadının yerinin ev olduğu ve onların “şeylerin
doğal düzenine” müdahale edemeyeceği söylendi. Eğer çoğunluk kabul ederse, bu o
otonom grubun hakkı mıdır? Biz öyle olduğunu düşünmüyoruz. New Mexico’nun Santa
Fe kentindeki Red Star Locomotive şirketi, ülkenin ulaşım sistemindeki
stratejik konumlarından dolayı, hizmetleri karşılığında geri kalanlarımıza
fahiş bir fiyat sunsa, bu kurtuluş mu olurdu yoksa gasp mı?
Bunların hiçbirisi, sınıfımız üzerindeki özel
baskının ve ona dayatılan bitmez tükenmez bölünmelerin sonucunda doğan
sorunları görmezden gelmeyi gerektirmiyor. Kendimizi baskıcı fikirlerden ve
davranışlardan arındırmak, varoluşun yeni, devrimci yollarını öğrenmek, uzun ve
çetrefilli bir mücadele olacaktır. Bizler, hem sosyalizmden önce hem de
sosyalizmin hükmü sırasında, özel olarak baskı altına alınmış halkın ayrı
örgütlere duyduğu ihtiyacı tanıyoruz. Fakat bu ayrı örgütler, bağımsız
hükûmetler olmayacaktır. Onun yerine, bu örgütlerin işlevi, bizi özel baskının
her şekline karşı mücadeleye sevk edecektir. Bu örgütlerin hedefi, parçası
oldukları sosyalist devletle aynı olacaktır; yani kendi varoluş amaçlarına son
vermek ve gerçek birliğe, komünizme varmak.
Temel olarak, bir değil sayısız bürokrasi
gerektiren küçük grupların federasyonunun devrimci hedef olarak önümüze
konulmasına karşı çıkıyoruz. Hükûmetlerin ve bürokratların kökünü kazımak daha
kolaydır. Eğer işçi sınıfının “deri rengi, cinsiyet, yaş sınırı tanımadığı”
doğruysa (ki biz bunu öyle kabul ediyoruz), “hayatlarını sürdürmek için
(karşılığı ödensin ya da ödenmesin) sahip oldukları emekten başka bir şeyi
olmayanlar bu sınıfın üyesi” ise, o zaman bizi küçük gruplara bölmeye yönelik her
girişim, başarısızlığa mahkûmdur.
Bu konudaki tek istisna, ABD’deki mazlum
halklardır. Biz, bu mazlum halkların Kuzey Amerika’da kendi topraklarına sahip
olma, kendi hükûmetlerini kurma ve kendi kaderlerini tayin etme hakkını sonuna
kadar destekliyoruz.
2. Tamamen gelişmiş kapitalizmden sınıfsız,
devletsiz topluma geçişin nispeten kısa bir dönemde gerçekleşeceğine dair,
anarşizmde üstü kapalı fakat yoldaşlarımızın açıklamasında besbelli olan görüşü
kabul etmiyoruz. Kapitalizmi devirmek, epey uzun bir zaman alacaktır. Bu zaman
içinde yolda zikzaklar, geriye dönüşler, yanlış başlangıçlar ve yoldan dönüşler
olacaktır. Fakat uzun ve çetin olan bu görev, özgür olma mücadelemizde ancak
ilk adımı temsil etmektedir. Kapitalizmi devirmek (devlet iktidarının ele
geçirilmesi) ile sınıfsız, devletsiz toplumun şafağı arasındaki ayrımı açıkça
anlamalıyız. Bunlardan ilki, yıllar boyu, belki de kuşaklar boyu sürecek bir
yürüyüşteki ufak bir adım olacaktır. Bu sorunda açık olmak çok önemlidir. Aksi
takdirde, kapitalizmin yerinin neyi alacağı meselesinde gerçeklik dışı bir adım
atmakla kalmayız; aynı zamanda, kapitalizmi devirme fırsatı ortaya çıktığı vakit
onu da elimizden kaçırırız. Lenin bir defasında, Bolşeviklerle anarşistlerin
arasındaki farkı açıklarken, anarşistlerin devrimi, o anki halk değişene kadar
istemediklerini; Bolşeviklerin ise devrimi o anki halk ile hemen yapmak
istediklerini söylemişti. Gerçek de bu değil mi?
3. Devrimci liderlik, devrimin gelişimi tecrübeli
ve tüm sınıfın kolektif tecrübesini derlemek ve ileriye giden yolu tanımlamak
için gerekli olan açık bir kavrayışa sahip kişileri ürettiğinde meydana
gelecektir. Devrimci liderlik, devrimin bir ürünü ve silahıdır ve eğer biz
başarılı olacaksak, devrimci liderliği tanımlamayı öğrenmeli ve bu kendi
aramızda teşvik etmeliyiz. Aynı zamanda uyanık olmayı ve devrimci liderlikle
çıkarcı oportünizmi ayırt etmeyi öğrenmeliyiz. Ayrıcalıklı ve kalıcı olan tüm
liderlik pozisyonlarını kazıyıp atmalıyız; iktidarın, devletin ya da parti
memurlarının elinde toplanmasına izin vermemeliyiz. Sorumlu liderlik
geliştirmenin anahtarı, halk kitlelerinin inisiyatifinin teşvik edilmesidir.
Ancak silahlanmış, örgütlenmiş, sınıfımızın ve toplumdaki rolümüzün bilincinde
olan halk kitleleri, sorumlu, devrimci liderliği uzun süre güvence altında
tutabilir. Halk kitleleri, insanları pratiklerine, tecrübelerine ve gerçekliği
kavrayışlarına göre liderlik pozisyonlarına getirirler, uygun gördüklerinde ise
o pozisyonlardaki kişileri değiştirirler.
4. Amerikan istisnacılığı yeni bir şey değil. Bu
istisnacılık, geleneksel olarak, ABD’de silahlı mücadele ihtiyacını reddetmek
için kullanılmıştır. Sözgelimi, “Amerika uzun bir demokrasi tarihine, neredeyse
tamamen ücretsiz eğitime, genel seçim hakkına ve sözde de olsa sivil muhalefeti
teşvik eden bir geleneğe sahiptir. Dolayısıyla da Amerikan burjuva demokrasisi,
sınıf karakterinde daha istikrarsızdır. Amerika’da sosyalizm, o çirkin silahlı
mücadele ihtiyacı olmadan tecelli edebilir” vs. Yoldaşlarımızın Amerikan
istisnacılığı ise daha inceden işlenmiş. Öncülü baş aşağı çeviriyorlar ve
diyorlar ki, Amerikan işçi sınıfı (“aptal” ya da “ruhsuz” olmasa bile), rezalet
bir durumda, bireyselleşmiş, rekabetçi, ırkçı, cinsiyetçi vs. ve bunun için de
sosyalizmin merkezileşmesi ve birliği gereksiz ya da tehlikeli bir şeydir. Eğer
bu kara çalmalar doğru olsaydı (ki değil), o hâlde anarşistlerden bu berbat
haldeki insanların kendi devrimlerini mahvetmemeleri için daha fazla
merkezileştirme üzerine tartışmalarını beklerdik.
5. Küçük, sıkıca kaynaşmış ve birbirinden izole
olan gruplarda güvenliği sağlamak çok daha kolay olsa da, bu küçük, sıkıca
kaynaşmış otonom gruplar, ABD Ordusu gibi birleşik, yekpare bir güce karşı pek
etkili olamazlar. Bireysel inisiyatifi gerçekleştirmenin ve mümkün olduğu
kadarıyla tam bir demokrasiyi teşvik etmenin devrimci hedefleri ile merkezî
örgütün gerektirdiği güç ihtiyacı ve eylem birliği arasında bir çelişki vardır.
Burada anarşizmin görüşü tek taraflıdır, çelişkinin ikinci yanını ihmal
etmektedir. Anarşizm istiyor ki biz, zaten “gözü dönmüş” file küçük bir
sivrisinek çetesiyle saldıralım.
6. “Devrim, kuşkusuz, dünyanın en otoriter
şeyidir; devrim, halkın bir bölümünün kendi iradesini, halkın öteki bölümlerine
top, tüfek, süngüyle, otoriter araç olarak ne varsa hepsiyle, zorla kabul
ettirdiği bir eylemdir.” (Friedrich Engels, Otorite Üzerine,
aktaran: Lenin, Devlet ve Devrim) Bu
çok açık bir ifade ve buna rağmen anarşistlerin nasıl oluyor da otoriter
olmayan bir devrim istediklerini anlamıyoruz, görünen o ki terimlerde bir
çelişki var. Eğer kastettikleri şey, eskiden hâkim olan zalimlere karşı
acımasızca otoriter olurken, emekçi kitlelere karşı otoriter olmamaksa, o hâlde
onlarla tamamen aynı fikirdeyiz. Bu, proletarya diktatörlüğünün tanımıdır.
7. Bu açıklamada “kitleler” ifadesini çokça
kullandık ve bunu söylerken ne kastettiğimizi açıklığa kavuşturmak isteriz.
Kitlelerden kastettiğimiz; hâkim sınıf ve onun ajanları hariç, bizler dâhil,
bir bütün olarak ve içindeki herhangi bir bölümünden farklı olarak tüm halktır.
Halkın hiçbir bölümü, sözgelimi sanayi işçi sınıfı, kadınlar, erkekler, mazlum
milletler, eşcinseller, komünistler, anarşistler ya da başka herhangi kimse,
devrimi kendi başına yapmayacaktır. Tüm bu saydıklarımız, ancak bir araya geldiklerinde
kazanabileceklerdir. Ancak her birimiz “kitlelere hizmet et” sloganını
gerçekten düşüncemize ve pratiğimize kazıyınca; kendi şahsi çıkarlarımızı ve
ihtiyaçlarımızı tali, hepimizin çıkarını, ihtiyacını ve arzusunu esas alınca
devrim tamamlanacaktır. Bu, tam da bilincimizi devrimcileştirme meselesinin
özünü teşkil eder.
Son zamanlarda Tugay içinde, “halkın hizmetinde”
ifadesi ve fikri üzerine bir mücadele yaşandı. Bu ifade, Tugay’ın birlik
açıklamasından çıkarıldı, çünkü içimizdeki anarşistlere göre biz zaten “halk”tık
ya da en azından halkın bir parçasıydık ve halkın hizmetinde olma fikri de bizi
herkesin üstünde konumlandırıyordu ve bu, elitist bir fikirdi. Eğer kendi
çıkarlarımızı, ihtiyaçlarımızı, hepimizin çıkarlarına ve ihtiyaçlarına göre
tali bir konuma atmaya dair umuda sahip olacaksak, halkın parçası olmanın “halk”
olmaktan çok farklı bir şey olduğunu açık bir şekilde anlamalıyız.
“Bizim
hareket noktamız, kendimizi kitlelerden bir an olsun ayırmadan ve her durumda
bir tek kişinin, küçük bir grubun çıkarları yerine halkın çıkarlarından
ilerleyerek, halka yürekten bir bağlılıkla hizmet etmektir.” [Mao Zedung, 1945]
Komünistler olarak bizim görevimiz, çalışan halk
kitlelerini tüm toplumun ve toplumun ürettiği her şeyin tam mülkiyetinde ve
hâkimiyetinde görmektir. Bunu gerçekleştirmek için burjuva devleti parçalamalı
ve onun yerine tamamen demokratik bir işçi hükûmeti kurmalıyız.
Kapitalizmden sınıfsız, devletsiz bir topluma bir
hamlede sıçramak imkânsızdır. Biz zalimlerin devlet aygıtını yok ettik diye,
beynelmilel hâkim sınıfın (burjuvazinin) direnişi ortadan kaybolmayacaktır.
Hatta bunun aksine, direnişleri ve iktidarı geri almadaki kararlılıkları bin
kat daha artacaktır. Bir ihtimal, bunu başaracaklardır da, tıpkı Sovyetler
Birliği’nde olduğu gibi. Bu, Rus Devrimi’nin bize öğrettiği en açık ve önemli
derstir.
Burjuvazi, neredeyse sınırsız parasıyla ve
kaynaklarıyla birlikte, muazzam uluslararası bağlantılara sahiptir. En önemlisi
ise, onların burjuva düşünce biçimlerini, ilişkilerini ve toplumsal
örgütlenmelerini bize kabul ettiren pasif alışkanlıklarımızdır. Bunu onların
sistemi, kapitalizm yarattı ve bu alışkanlıkları her birimizde sürekli olarak
takviye etmektedir. Bir tarafta, bilincimizi hemen şimdi değiştirmeye
başlamamız gerekirken, öte tarafta ise bu ideolojiyi, kaynağı kapitalizm olduğu
için kapitalizm sınırları içinde tasfiye edemeyecek olmamız, bize sağduyudan başka
bir şey olarak gelmiyor. Bu ideoloji, sömürücü olmayan toplumsal bir bağlam
içinde, yıllarca sürecek pratiğin ve uzun bir mücadelenin sonucunda tamamen
aşılabilir.
Sosyalizm, yani işçi devleti, kapitalizmden
komünizme (sınıfsız topluma) geçişte gereklidir. Bu işçi demokrasisinin iki
amacı olacaktır. Birincisinde, halkın üretim araçlarının özel mülkiyetini,
işsizliği, yoksulluğu, çevrenin yok edilmesini, savaşı ve kapitalizmin kâr
adına yarattığı tüm sefaleti lağvetmesinde kullanacağı bir silah işlevi
görecektir. Bizi kör eden ve yolumuzdan saptıran “geleneksel kapitalist davranışlar
ve şartlandırmalar”ın prangalarını ancak bu bağlamda söküp atabiliriz.
İkincisinde ise, beynelmilel burjuvazinin eski kibir ve insan sefaleti üzerine
kurgulanmış sistemlerini yeniden tesis etme girişimlerini acımasızca bastırarak
devrimimizi koruyacak ve savunacaktır.
Sosyalizmin ve işçi devletinin ilkeleri, Marx,
Lenin ya da bir başkası tarafından icat edilmedi. Bu ilkeler, halk tarafından,
burjuvaziye karşı girişmiş oldukları kanlı mücadelede keşfedildiler ve bu
ilkeler, 1871’deki Paris Komünü’nden beri her anti-kapitalist devrimde
kullanıldı ve rafine edildi. Bu tecrübelerde olumlu olduğu kadar olumsuz da
olan dersler vardır. Yine de bu, devrim için bazı “taslak”ların bize mekanik
olarak geçtiği anlamına gelmez. Devrim, bundan daha zor bir iştir. Marksizm-Leninizm,
gerçekliği var olduğu gibi tahlil eden ve tarihsel gerçeklik değiştikçe değişen
bir bilimdir. Marksizm-Leninizm, somut şartların somut tahlilidir. Her mekân
için geçerli olduğu üzere, buradaki somut şartlar, başka bir yerdeki somut
şartlardan farklıdır. Çin’in somut şartları, Paris Komünü’nünkinden farklıdır;
Vietnam’daki somut şartlar ile Sovyetler Birliği’ndeki somut şartlar farklıdır.
Bu ülkelerdeki sosyalizmin özel şekilleri de bu farklılıkları yansıtır.
Sosyalizmin ABD’deki özel şekilleri, bir başka yerdekinden çok daha farklı
olacaktır ve bunlar, halk tarafından mücadele ve pratik süreci içinde keşfedileceklerdir.
Devrimin hepimizin ihtiyaçlarını karşılamasının ve hepimizin çıkarlarını temsil
etmesinin yolu, hepimizin devrimin liderliğine katılım göstermesinden geçer.
Başarılı olmak, aynı zamanda ayağımızın yere basmasını ve buradaki devrim için
başarılı bir strateji geliştirmek niyetiyle tarihteki dersleri ve kendi
tecrübemizi kullanmayı gerektirir.
Sosyalist Devrim, “büyük çoğunluğun o büyük çoğunluğun
çıkarına olacak şekilde çalışacağı, kendisinin bilincine sahip, bağımsız
hareketidir”. [Karl Marx]
Açıkçası, burjuva unsurların bu farklılık
ifadelerine tepkileri, bunları bölünme için koz olarak kullanmak olacaktır.
Bize göre halk, bu adi bölücülük zuhur ettiği zaman ona karşı savaşmalıdır.
Bizler, sekiz birlik maddesi ve tüm Tugay’ın Politik Bildirge’si etrafında sıkı bir biçimde birleştik. Politik
farklılıklarımız, gelecekte bu ülkedeki devrimin başarısı ve başarısızlığı
arasındaki fark anlamına gelecek olsalar da, şu an için esas sorunlar
değillerdir. Şu zamandaki politik farklılıklarımız teoriktir ve çalışmamız
üzerine bir etkisi yoktur. Uzun bir süre boyunca birlikte olmak ve birlikte
savaşmak niyetindeyiz. Bu sorunlara cevap pratik içinde, bu ülkedeki ve
dünyanın her tarafındaki devrim sürecine katılan halk kitleleri tarafından
verilecektir.
Şu an bizler, halkı bu ülkedeki silahlı mücadele
sorunuyla uğraşmaya ve Tugay’ın Politik
Bildirge’sini tamamen tartışmaya, eleştirmeye ve buna cevap vermeye teşvik
ediyoruz. Bu cevaba ve eleştiriye ihtiyacımız var. Bu belgede gündeme getirilen
meseleler ve çalışmamız üzerine tartışmalar neredeyse hiç yokken, teorik
farklılıklarımız üzerine tartışmalar Marksist-Leninist ve anarşist metinlerde
gırla mevcuttur. Her hâlükârda bizler bununla ilgilenmiyoruz ve farklılıklar
üzerine açıklamalara yapılan yorumlara en az altı ay boyunca cevap
vermeyeceğiz.
Burjuva Bölücülüğü ve
Sansasyonalizmi ile Savaşalım!
George
Jackson Tugayı
[Kaynak:
Creating a Movement with Teeth: A
Documentary History of the George Jackson Brigade, Yayına Hazırlayan:
Daniel Burton-Rose, PM Press, 2010, s. 169-177.]