19 Haziran 1971
John
Yoldaş’a
Angela
Davis’in faşizm analizini yeniden okudum. Angela, muhteşem ve güzel bir
devrimci kadın, kurşun işlemeyecek kadar da güçlü.
Faşizm
konusunda bana yazdığın mektupları dikkatle inceledim. Keşke Angela, sen ve ben
birlikte bu meseleyi ayrıntısıyla tarihsel analize tabi tutabilseydik.
Tarih
görüşü ve yorumu konusunda aramızda farklılıklar var, varsın olsun. Bedenen bir
araya gelmemiz, ancak üçüncü dünya savaşı ile mümkün, ama temel hususlarda
anlaşmamız çok daha büyük bir ihtimal.
Angela’ya
en derin ve en samimi sevgilerimi ilet ve ondan, benim yorumlarımı
eleştirmesini iste. Söyleyeceklerim, buradakilerle sınırlı değil. Meseleye hep
geri dönüp incelemelerime devam edeceğim. Umarım yüz iki yüz sayfa bir şeyler
karalayıp bu türden konuları ele alabilirim. Ama şimdilik bu mektubu yazıyorum
ki siz ikiniz, beni yoğun bir çaba içine girme konusunda teşvik edesiniz.
Angela’nın
analizi, bugün itibarıyla belirli ölçüde sorgulanması gereken bir dizi eski
solcu anlayışla bağ kuruyor. Kanaatimce faşizm-korporatizm, son büyük buhranla
birlikte açığa çıkan ekonomik kriz üzerinden gündeme geldi, ortaya çıkıp
gelişti ve Amerika’da en gelişkin biçimine kavuştu.
Süreç
içerisinde sosyalist hareket, bazı ağır yenilgilerle yüzleşti. Angela’dan
farklı olarak ben, bu sürecin tarih konusunda yenilgici bir anlayışın
oluşmasına sebep olduğunu düşünmüyorum.
Gelecekte
yürütülecek devrimci faaliyetin başarıya ulaşabilmesi için mevcut durumumuzun
gerçekliğini anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla korporatizmin ortaya çıkıp
geliştiğini söylemek, “korporatizm muzaffer oldu” demek değil.
Biz
yenilmiş değiliz. Saf faşizm, mutlak totalitarizm imkânsız bir şey. Hiyerarşi,
altı bin yıldır sanık kürsüsünde. Faşizm ve tarihsel önemi, bendeki siyaset
felsefesinin ve uzatılmış biçimi olan savaşın ana meselesi.
Kanaatimce
totaliter dönem, tarihsel planda zirvesine (tutuşma noktasına) ulaşmıştır. Gene
de bu, derin analizi hak eden bir konudur.
Önemli
yanları bulunsa da Wilhelm Reich’ın (Faşizmin Kitle Psikolojisi) ve
Franz Neumann’ın faşizmle ilgili çalışmaları, sınırlı veri ve bilgi
sunmaktadırlar. Wilhelm Reich, meselenin analizini aşırı uç bir noktaya götürüp
idealizme varmaktadır. Neumann ise sosyalizm karşıtı hareketin önemini gerçek
anlamıyla kavrayan bir isimdir. Neumann’ın Dev Yaratık: Nasyonal Sosyalizmin
Yapısı ve Pratiği isimli çalışması ise sadece Almanya’daki Nasyonal
Sosyalizm deneyimi üzerine kuruludur.
Dolayısıyla
faşizm konusunda yapılacak çok iş vardır ve vaktimiz de tükenmektedir. Eğer
haklıysam, kısa süre sonra o eski solun uzak durduğu kavgaya mecburen
gireceğiz.
● ● ●
20 Haziran 1971
Savaşı
kaybettiğimizi kabul etmek, tümden yenildiğimizi kabul etmek anlamına gelmez.
Bu gerçeği kabul etmediğimiz takdirde yeniden örgütlenemeyiz, hatta kavgaya
devam etme fikrine bile sahip olamayız.
Devrimin
merkezinde gerçekçilik durur. Başımıza gelen bir iki veya on on beş aksaklığı
yenilgi olarak görürsek, devrimin dalgalı seyrini göz ardı etmiş oluruz. Devrim
süreci, bazen bizim hesaplamalarımızı doğrulayacak şekilde seyreder, bu dalga
bazen geri çekilir, ama hiçbir zaman sabit kalmaz.
Bir
şey inşa ediliyorsa, demek ki başka bir şey de mecburen çöküyordur. Bir güç
ortaya çıktığında karşıt gücünü de doğuruyor olmalıdır. Bir güç ilerliyorsa,
diğeri geri çekilir, ricat eder. Ricatla mağlubiyet farklı şeylerdir.
ABD’de
faşist korporatizmin ortaya çıkıp geliştiği sonucuna ulaştığımda, anne
babalarımızın mağlup olduklarını söylemiş olmuyorum. Faşist korporatizm
ilerledikçe, doğası gereği, dünya genelinde sosyalist bilincin artmasına da
sebep olmuştur:
“ABD kapitalizmi
emperyalizm aşamasına ulaştığında, Batılı büyük güçler, dünyadaki tüm önemli
pazarları kendi aralarında çoktan bölüşmüşlerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın
sonunda diğer emperyalist güçler zayıflayınca ABD, en güçlü ve en zengin
emperyalist güç hâline geldi. Bu dönemde dünyanın hâli eskisi gibi kalmadı:
emperyalizmle sosyalist kamplar arasındaki güç dengesi kökten değişti,
emperyalizm artık dünyaya hâkim değildi, ayrıca dünyadaki mevcut hâlin
gelişiminde önemli bir rol oynayamaz olmuştu.” [Vo Nguyen Giap].
Geliştirdiğim
analiz dâhilinde ben, gerici ve karşı-devrimci güçlerin tüm enerjilerini
buraya, ABD’ye teksif ettikleri ve yoğunlaştırdıkları gerçeği üzerinde
duruyorum. Sürecin sonunda kapitalizm, son kez reforma tabi tutuldu ve bu
reform, ekonomik, politik ve kültürel açıdan belirli bir girdaba sebep oldu.
Benim
görüşlerim esasen, tüm Üçüncü Dünya devrimcilerinin görüşleriyle uyumludur.
Temelde devlet iktidarının ele geçirilmesi meselesine odaklanır. Bizim
amacımız, sadece kendimizi değil, tüm milleti ve tüm milletler topluluğunu
sömürgeci ekonomik baskıdan kurtarmaktır.
ABD
kendisini, tüm halk hükümetlerinin, dünyanın her yerinde bilimsel sosyalizmin
ürettiği tüm bilincin ve tüm anti-emperyalist faaliyetlerin can düşmanı olarak
teşkil etmiştir. Bu ülkenin tarihinin son elli yıllık döneminde belirleyici
olan bütün temel unsurlar, ekonomik, toplumsal, politik ve askerî seferberlik
faaliyetleri, sahip oldukları nitelik itibarıyla beynelmilel faşist
karşı-devrimin prototipi olarak örgütlenmiştir. ABD demek, Kore sorunu, Vietnam
sorunu, Kongo sorunu, Angola sorunu, Mozambik sorunu ve Ortadoğu sorunu
demektir. O, Britanya’nın ve Latin Amerika devletlerinin halklara doğrulttuğu
silâhlarda kullanılan yağdır.
● ● ●
21 Haziran 1971
Faşizmin
doğası, özellikleri ve nitelikleri, 1922’de İtalya’da devlet desteğini arkasına
almış endüstrilerin gelişme kaydettiği koşullardan neşet eden ayrı bir olgu
olarak tanımlandığı günden beri tartışılan meselelerdir. Kütüphaneler, bu
konuyu ele alan kitaplarla doludurlar. Faşizmin tam olarak ne olduğu tartışması
yüzünden partili mücadele çizgisi, yüz ayrı kola ayrılmıştır. Gene de
Marksistler ve Marksist olmayanlar, en azından iki genel faktör konusunda
uzlaşma içerisindedirler. Faşizmin kapitalist yönelimi, ayrıca emek ve sınıf
düşmanı oluşu. Bu iki faktör, faşist-korporatist devlet olarak ABD’yi
tanımlayan temel unsurlardır.
Kanaatimce
faşizmin tanımı önemli, çünkü böylesi bir tanım, bizim düşmanımızı
tanımlamamıza ve devrim hedeflerini belirlememize katkıda bulunacak. Ayrıca
faşizm incelemesi, bizim düşmanın yöntemlerinin nasıl uygulamaya konulduğunu
anlamamıza da yardımcı olacak. Faşizmin olgunlaşıp olgunlaşmayacağı sorusuna
verilecek cevap, nihayetinde kurtuluş mücadelemizde ortaya koyduğumuz çabaların
üzerindeki sisi de bir miktar dağıtacak. Böylelikle daha kapsamlı ve daha yoğun
çaba harcama imkânına kavuşacağız. Düşmanın bilinçli, kararlı, maskeli,
totaliter ve tüm acımasızlığıyla karşı-devrimci olduğu gerçeğini kabul
etmediğimiz sürece asla başarıya ulaşamayız. Etkin bir mücadele ortaya koymak
için bizim, düşmanın kendisini, hep savunduğu, her daim çıkarlarına hizmet eden
reformist mekanizma aracılığıyla güçlendirdiğini görmek gerekmektedir.
Savunma
ve misilleme üzerinden işleyen askerî eylemle ilgili ısrarımızın romantizmle
veya aceleci idealist coşkuyla bir alakası yoktur. Tarihin bize öğrettiği
biçimiyle başarılı kurtuluş mücadeleleri, özgürlük mücadelesine aktif olarak
katılan silâhlı insanlara ihtiyaç duyarlar.
Faşizmi
nihai bir tanıma kavuşturmak, hâlen daha mümkün olamamıştır. Çünkü faşizm,
gelişmekte olan bir harekettir. Daha önce tartıştığımız üzere, bir hareketi
sürecinden ve kurduğu ilişkilerden bağımsız olarak analiz etmeye çalışmak, bazı
kusur ve yanlışlara yol açabilmektedir. Böylesi bir analiz, insana ölü geçmişe
renksiz bir bakış atma imkânından başka bir imkân sunmaz.
Faşist
korporatizmin tarihte yol açtığı sonuçları ve sahip olduğu stratejiyi gerçek
bir faşist manipülatör veya perdeyi yırtıp faşist kurguyu açığa çıkartabilecek
bir araştırmacı dışında hiç kimse tam olarak kavrayamaz. Faşizm, sınıf
mücadelelerinin bir ürünüdür. O, kapitalizmin bir uzantısı, kapitalizmin
sosyalizme karşı verdiği o eski mücadelenin gelişkin bir formudur. Bence
faşizmi netleştirip açık bir biçimde tanımlayamıyor oluşumuz, tam bir tanıma
ulaşma ısrarımızla, yani başka bir ifadeyle, tüm milletlerde birbirine benzer
semptomlar arıyor oluşumuzla alakalı bir meseledir. Faşizmin milliyetçi pratiği
dâhilinde döşediği tuzaklara sürekli düştük, düşüyoruz. Faşizmin temelde
beynelmilel olan vasfını ve niteliğini kavrayamıyoruz. Esasında faşizm, tüm dünya
genelinde beynelmilel sosyalizmin ayak izlerini takip ediyor. Faşizmin en
belirgin özelliği, beynelmilel oluşudur.
● ● ●
22 Haziran 1971
Amerika’da
sermayenin tekelcileşmesi eğilimi, pratikte iç savaşın sona ermesinden hemen
sonra açığa çıkmaya başladı. Daha öncesinde Amerikan toplumunda hâkim olan
politik güç, burjuva demokratik yönetimdi. Tekelci sermaye olgunlaştıkça, eski
burjuva demokrasisinin oynadığı rol, süreç içerisinde azalmaya başladı. Tekelci
sermaye, küçük ve dağınık fabrika kurgusunu dağıtınca yeni korporatizm politik
üstünlüğü ele geçirdi.
Tekelci
sermaye, eski burjuva demokrasisinin uzantısı olarak yorumlanamaz. Tekelci
sermayenin elindeki güçler, yirminci yüzyılın ilk yarısında Batı dünyasını ele
geçirdiler. Ama bu noktada yalnız değillerdi. Karşılarında muhalif bir güç
buldular: enternasyonal sosyalizm.
Lenin
ve Fanon’da ulusal kurtuluş savaşlarına yön veren milli burjuvazi değil,
halktı, sıradan emekçi halktı.
Özünde
faşizm, ekonominin yeniden düzene sokulmasıdır. Faşizm, beynelmilel
kapitalizmin beynelmilel bilimsel sosyalizmin meydan okumasına verdiği
cevaptır. Yıkımla yüz yüze gelen kapitalizmin farklı ülkelerde ulaştığı
düzeylere göre farklı bir biçim almaktadır. Tüm faşizm pratiklerinin ortak
özelliği, sosyalist devrime karşı örgütlenmesidir.
Faşist
düzenleme, bağımsız herhangi bir ulus-devlette ortaya çıkmaya başladığında
esasında işleri başkaları adına yapar. Faşizm, temelde kapitalist ekonominin
yeniden düzene sokulması girişimidir. Bu çaba dâhilinde ekonominin idaresi
yenilenir, kalıcı hâle getirilir ve meşrulaştırılır. Bunun için de aşağıdan
baskı uygulayan devrimci bilinç yumuşatılır, bastırılır ve çeşitli araçlarla
dağıtılır.
Faşizm,
bir kriz durumunda kapitalizmin sosyo-ekonomik gelişimi dâhilinde gündeme gelen
ve belirli bir mantığa dayanan bir aşama olarak görülmelidir. O, zayıf kalan ve
bir biçimde sonuca ulaşmayan devrimci hamlenin bir sonucudur. Uzlaşma
içerisindeki bilinçtir. “Devrimin yenilgisi, öncü partilerin hatasıdır.”
Şurası
açık ki faşizm varsa sınıf mücadelesi de vardır. Faşizm ortaya çıkıp gelişmişse
demek ki antikapitalist güçler gelenekçi güçlerden daha zayıf durumdadırlar. Bu
zayıflık, faşizm geliştikçe daha da fazla dillendirilecektir. Faşizmin nihai
hedefi, tüm devrimci bilinci yok etmektir.
● ● ●
23 Haziran 1971
Burada
amacımız, faşizme karşı nasıl hamle yapacağımızı görebilmek adına, bu yaşayan
ve hareket eden şeyin özünü idrak etmektir.
Faşizm,
sadece ABD’de mevcut değildir. O, her yerinden dökülen, geberen kapitalizmin
yıkıntıları arasından çıkıp gelmiştir. Zümrüdüanka gibi karşımıza dikilen
faşizm, kapitalizmin en ileri ve en mantıklı düzenidir.
Faşist
düzenlemenin geçerliliğe sahip herhangi bir devrimci faaliyete hoşgörüyle
yaklaşmayacağını herkes anlamalıdır. O, devrimci sınıfın bilincini artıracak
eski yöntemlerimize karşı geliştirilmiş, doğası gereği, cüsseli, karmaşık ve
otomatik bir savunma mekanizmasıdır. ABD’deki totaliter sosyo-politik
kapitalizm, kitle katılımını esas alan toplum yanılsamasının ardına
gizlenmektedir. Bu kapitalizmin yüzündeki maske yırtılıp atılmalıdır. O vakit
tüm tartışma sona erecek, muzaffer olacak silâhlı devrim kültürünün gelişimi
temelinde mücadele yeni bir aşamaya girebilecektir.
14
Mayıs 1787’de sandık başkanlığını George Washington’ın üstlendiği anayasa
kongresinde yeni anayasa elli beş kişiyle hazırlanmıştır. Bu elli beş kişinin
sadece ikisi patron değildi!!!
Bu
ülkede ve tüm Batı yarımküresi genelinde kapitalizmin tarihinde, ta ilk
gününden beri iniş-çıkışlar oldu. Dert ve sıkıntılarla yüklü bu ekonomi, mevcut
uyuşukluğundan hep genişleme yöntemiyle kurtulabildi. Ta başından beri artık
değer nihayetinde konjonktür dalgaları dâhilinde belirli bir noktaya ulaştı. O
noktada üretim faktörlerinin devreye sokulması, üretimin büyük kısmını teşkil
eden emeğin kendi pratiğinin meyvelerinden istifade etmesini imkânsızlaştırdı.
Bu da “aşırı üretim”e yol açtı. Aslında bu, yanlış bir ifadeydi, çünkü aslında
mesele, aşırı tüketimdi. Bu derde deva olarak hep genişleme yoluna gidildi,
ekonomiyi canlandırmak için (emperyalizme işaret eden bir belirti olarak) yeni
ucuz hammadde kaynakları arayışı içine girildi
Batı
ülkeleri arasında çıkar çatışmaları yaşandı, bu da sonuçta pazarlar için
rekabet edilmesine neden oldu. Kapitalist elitlerin, kartellerin uluslararası
düzlemde merkezileşme süreci giderek hızlandı. Uluslararası telgraf birlikleri
(şimdinin uluslararası telekomünikasyon birliği), genel posta tekelleri, tarım,
ulaşım ve bilim konsorsiyumları oluştu. Birinci Dünya Savaşı öncesi bu tür
uluslararası şirket birliğinin sayısı kırk beş-elli civarındaydı. Üstelik bu
rakama karteller dâhil değildi.
Kapitalizmin
beynelmilel bir nitelik kazanması, asla tesadüf değil. Anlaşılan o ki yönetici
sınıf, büyümeyi ve birleşmeyi kendi çıkarına görüyor.
Ben
Marksist-Leninist-Maoist-Fanonist biri olarak, kapitalizmin sömürgeler için
rekabet ederken çıkarttıkları eski savaşların her bir ülkenin yöneticilerince
istendiğini söyleyen görüşe katılmıyorum. Bu ülkelerin ekonomileri, bu savaşlar
için gerekli gerekçeleri sunup alt sınıflarda milliyetçiliği körüklemiş olsa da
bu tespite katılmak pek mümkün değil.
Gelirlerin
azalmasına neden olan savaşlar, savaşa girenleri güçlendirmez, aksine
zayıflatır. Sonuçta bu ülkelerin yöneticileri, hiçbir şey değilse bile iyi
birer işadamıdır. Kaçınılmaz olarak savaşa yol açan genişleme, kontrol
edilemeyen, amaçsızca savrulan bir sistemin yol açtığı sorunlar karşısında
eskiden beri başvurulan bir çaredir. Ama bu çareye başvurulduğunda sistemin
işleyişine ve temel dinamiklerine asla bakılmaz. Ta ki o sistemin varlığına
aşağıdakilerin gerçek ve tehditkâr itirazları kendilerine yol bulana kadar.
Faşizm, ilk aşamasında kapitalizmin güçlenen, tehdit hâline gelen, ama henüz
zayıf olan eşitlikçi sosyalist bilince karşı kendisini yeniden düzene
sokmasıdır.
Bölgesel
veya ulusal ekonomik kriz durumunda geleneksel bir yaklaşım dâhilinde önerilen
çarelere, uluslararası planda genişleme sürecini durdurmayı öngören tedbirler,
devlet müdahalesi, gümrük tarifeleri, kamusal harcama, ihracat teşvikleri,
sermaye piyasasının kontrol altına alınması, ithalat izinleri biçimini alan
genişleme ve savaşsız eski tip kontrol yöntemleri dâhil edilir. Bu süreçte
tekeller, hükümeti kullanırlar ve onların doğrudan yatırımlara katkı
yapmalarını sağlarlar.
George L. Jackson
[Kaynak:
Blood in My Eye, Black Classic Press, 1972.]