20 Ağustos 2020

, , ,

Faşizm


19 Haziran 1971
John Yoldaş’a
Angela Davis’in faşizm analizini yeniden okudum. Angela, muhteşem ve güzel bir devrimci kadın, kurşun işlemeyecek kadar da güçlü.
Faşizm konusunda bana yazdığın mektupları dikkatle inceledim. Keşke Angela, sen ve ben birlikte bu meseleyi ayrıntısıyla tarihsel analize tabi tutabilseydik.
Tarih görüşü ve yorumu konusunda aramızda farklılıklar var, varsın olsun. Bedenen bir araya gelmemiz, ancak üçüncü dünya savaşı ile mümkün, ama temel hususlarda anlaşmamız çok daha büyük bir ihtimal.
Angela’ya en derin ve en samimi sevgilerimi ilet ve ondan, benim yorumlarımı eleştirmesini iste. Söyleyeceklerim, buradakilerle sınırlı değil. Meseleye hep geri dönüp incelemelerime devam edeceğim. Umarım yüz iki yüz sayfa bir şeyler karalayıp bu türden konuları ele alabilirim. Ama şimdilik bu mektubu yazıyorum ki siz ikiniz, beni yoğun bir çaba içine girme konusunda teşvik edesiniz.
Angela’nın analizi, bugün itibarıyla belirli ölçüde sorgulanması gereken bir dizi eski solcu anlayışla bağ kuruyor. Kanaatimce faşizm-korporatizm, son büyük buhranla birlikte açığa çıkan ekonomik kriz üzerinden gündeme geldi, ortaya çıkıp gelişti ve Amerika’da en gelişkin biçimine kavuştu.
Süreç içerisinde sosyalist hareket, bazı ağır yenilgilerle yüzleşti. Angela’dan farklı olarak ben, bu sürecin tarih konusunda yenilgici bir anlayışın oluşmasına sebep olduğunu düşünmüyorum.
Gelecekte yürütülecek devrimci faaliyetin başarıya ulaşabilmesi için mevcut durumumuzun gerçekliğini anlamamız gerekiyor. Dolayısıyla korporatizmin ortaya çıkıp geliştiğini söylemek, “korporatizm muzaffer oldu” demek değil.
Biz yenilmiş değiliz. Saf faşizm, mutlak totalitarizm imkânsız bir şey. Hiyerarşi, altı bin yıldır sanık kürsüsünde. Faşizm ve tarihsel önemi, bendeki siyaset felsefesinin ve uzatılmış biçimi olan savaşın ana meselesi.
Kanaatimce totaliter dönem, tarihsel planda zirvesine (tutuşma noktasına) ulaşmıştır. Gene de bu, derin analizi hak eden bir konudur.
Önemli yanları bulunsa da Wilhelm Reich’ın (Faşizmin Kitle Psikolojisi) ve Franz Neumann’ın faşizmle ilgili çalışmaları, sınırlı veri ve bilgi sunmaktadırlar. Wilhelm Reich, meselenin analizini aşırı uç bir noktaya götürüp idealizme varmaktadır. Neumann ise sosyalizm karşıtı hareketin önemini gerçek anlamıyla kavrayan bir isimdir. Neumann’ın Dev Yaratık: Nasyonal Sosyalizmin Yapısı ve Pratiği isimli çalışması ise sadece Almanya’daki Nasyonal Sosyalizm deneyimi üzerine kuruludur.
Dolayısıyla faşizm konusunda yapılacak çok iş vardır ve vaktimiz de tükenmektedir. Eğer haklıysam, kısa süre sonra o eski solun uzak durduğu kavgaya mecburen gireceğiz.
● ● ●
20 Haziran 1971
Savaşı kaybettiğimizi kabul etmek, tümden yenildiğimizi kabul etmek anlamına gelmez. Bu gerçeği kabul etmediğimiz takdirde yeniden örgütlenemeyiz, hatta kavgaya devam etme fikrine bile sahip olamayız.
Devrimin merkezinde gerçekçilik durur. Başımıza gelen bir iki veya on on beş aksaklığı yenilgi olarak görürsek, devrimin dalgalı seyrini göz ardı etmiş oluruz. Devrim süreci, bazen bizim hesaplamalarımızı doğrulayacak şekilde seyreder, bu dalga bazen geri çekilir, ama hiçbir zaman sabit kalmaz.
Bir şey inşa ediliyorsa, demek ki başka bir şey de mecburen çöküyordur. Bir güç ortaya çıktığında karşıt gücünü de doğuruyor olmalıdır. Bir güç ilerliyorsa, diğeri geri çekilir, ricat eder. Ricatla mağlubiyet farklı şeylerdir.
ABD’de faşist korporatizmin ortaya çıkıp geliştiği sonucuna ulaştığımda, anne babalarımızın mağlup olduklarını söylemiş olmuyorum. Faşist korporatizm ilerledikçe, doğası gereği, dünya genelinde sosyalist bilincin artmasına da sebep olmuştur:
“ABD kapitalizmi emperyalizm aşamasına ulaştığında, Batılı büyük güçler, dünyadaki tüm önemli pazarları kendi aralarında çoktan bölüşmüşlerdi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda diğer emperyalist güçler zayıflayınca ABD, en güçlü ve en zengin emperyalist güç hâline geldi. Bu dönemde dünyanın hâli eskisi gibi kalmadı: emperyalizmle sosyalist kamplar arasındaki güç dengesi kökten değişti, emperyalizm artık dünyaya hâkim değildi, ayrıca dünyadaki mevcut hâlin gelişiminde önemli bir rol oynayamaz olmuştu.” [Vo Nguyen Giap].
Geliştirdiğim analiz dâhilinde ben, gerici ve karşı-devrimci güçlerin tüm enerjilerini buraya, ABD’ye teksif ettikleri ve yoğunlaştırdıkları gerçeği üzerinde duruyorum. Sürecin sonunda kapitalizm, son kez reforma tabi tutuldu ve bu reform, ekonomik, politik ve kültürel açıdan belirli bir girdaba sebep oldu.
Benim görüşlerim esasen, tüm Üçüncü Dünya devrimcilerinin görüşleriyle uyumludur. Temelde devlet iktidarının ele geçirilmesi meselesine odaklanır. Bizim amacımız, sadece kendimizi değil, tüm milleti ve tüm milletler topluluğunu sömürgeci ekonomik baskıdan kurtarmaktır.
ABD kendisini, tüm halk hükümetlerinin, dünyanın her yerinde bilimsel sosyalizmin ürettiği tüm bilincin ve tüm anti-emperyalist faaliyetlerin can düşmanı olarak teşkil etmiştir. Bu ülkenin tarihinin son elli yıllık döneminde belirleyici olan bütün temel unsurlar, ekonomik, toplumsal, politik ve askerî seferberlik faaliyetleri, sahip oldukları nitelik itibarıyla beynelmilel faşist karşı-devrimin prototipi olarak örgütlenmiştir. ABD demek, Kore sorunu, Vietnam sorunu, Kongo sorunu, Angola sorunu, Mozambik sorunu ve Ortadoğu sorunu demektir. O, Britanya’nın ve Latin Amerika devletlerinin halklara doğrulttuğu silâhlarda kullanılan yağdır.
● ● ●
21 Haziran 1971
Faşizmin doğası, özellikleri ve nitelikleri, 1922’de İtalya’da devlet desteğini arkasına almış endüstrilerin gelişme kaydettiği koşullardan neşet eden ayrı bir olgu olarak tanımlandığı günden beri tartışılan meselelerdir. Kütüphaneler, bu konuyu ele alan kitaplarla doludurlar. Faşizmin tam olarak ne olduğu tartışması yüzünden partili mücadele çizgisi, yüz ayrı kola ayrılmıştır. Gene de Marksistler ve Marksist olmayanlar, en azından iki genel faktör konusunda uzlaşma içerisindedirler. Faşizmin kapitalist yönelimi, ayrıca emek ve sınıf düşmanı oluşu. Bu iki faktör, faşist-korporatist devlet olarak ABD’yi tanımlayan temel unsurlardır.
Kanaatimce faşizmin tanımı önemli, çünkü böylesi bir tanım, bizim düşmanımızı tanımlamamıza ve devrim hedeflerini belirlememize katkıda bulunacak. Ayrıca faşizm incelemesi, bizim düşmanın yöntemlerinin nasıl uygulamaya konulduğunu anlamamıza da yardımcı olacak. Faşizmin olgunlaşıp olgunlaşmayacağı sorusuna verilecek cevap, nihayetinde kurtuluş mücadelemizde ortaya koyduğumuz çabaların üzerindeki sisi de bir miktar dağıtacak. Böylelikle daha kapsamlı ve daha yoğun çaba harcama imkânına kavuşacağız. Düşmanın bilinçli, kararlı, maskeli, totaliter ve tüm acımasızlığıyla karşı-devrimci olduğu gerçeğini kabul etmediğimiz sürece asla başarıya ulaşamayız. Etkin bir mücadele ortaya koymak için bizim, düşmanın kendisini, hep savunduğu, her daim çıkarlarına hizmet eden reformist mekanizma aracılığıyla güçlendirdiğini görmek gerekmektedir.
Savunma ve misilleme üzerinden işleyen askerî eylemle ilgili ısrarımızın romantizmle veya aceleci idealist coşkuyla bir alakası yoktur. Tarihin bize öğrettiği biçimiyle başarılı kurtuluş mücadeleleri, özgürlük mücadelesine aktif olarak katılan silâhlı insanlara ihtiyaç duyarlar.
Faşizmi nihai bir tanıma kavuşturmak, hâlen daha mümkün olamamıştır. Çünkü faşizm, gelişmekte olan bir harekettir. Daha önce tartıştığımız üzere, bir hareketi sürecinden ve kurduğu ilişkilerden bağımsız olarak analiz etmeye çalışmak, bazı kusur ve yanlışlara yol açabilmektedir. Böylesi bir analiz, insana ölü geçmişe renksiz bir bakış atma imkânından başka bir imkân sunmaz.
Faşist korporatizmin tarihte yol açtığı sonuçları ve sahip olduğu stratejiyi gerçek bir faşist manipülatör veya perdeyi yırtıp faşist kurguyu açığa çıkartabilecek bir araştırmacı dışında hiç kimse tam olarak kavrayamaz. Faşizm, sınıf mücadelelerinin bir ürünüdür. O, kapitalizmin bir uzantısı, kapitalizmin sosyalizme karşı verdiği o eski mücadelenin gelişkin bir formudur. Bence faşizmi netleştirip açık bir biçimde tanımlayamıyor oluşumuz, tam bir tanıma ulaşma ısrarımızla, yani başka bir ifadeyle, tüm milletlerde birbirine benzer semptomlar arıyor oluşumuzla alakalı bir meseledir. Faşizmin milliyetçi pratiği dâhilinde döşediği tuzaklara sürekli düştük, düşüyoruz. Faşizmin temelde beynelmilel olan vasfını ve niteliğini kavrayamıyoruz. Esasında faşizm, tüm dünya genelinde beynelmilel sosyalizmin ayak izlerini takip ediyor. Faşizmin en belirgin özelliği, beynelmilel oluşudur.
● ● ●
22 Haziran 1971
Amerika’da sermayenin tekelcileşmesi eğilimi, pratikte iç savaşın sona ermesinden hemen sonra açığa çıkmaya başladı. Daha öncesinde Amerikan toplumunda hâkim olan politik güç, burjuva demokratik yönetimdi. Tekelci sermaye olgunlaştıkça, eski burjuva demokrasisinin oynadığı rol, süreç içerisinde azalmaya başladı. Tekelci sermaye, küçük ve dağınık fabrika kurgusunu dağıtınca yeni korporatizm politik üstünlüğü ele geçirdi.
Tekelci sermaye, eski burjuva demokrasisinin uzantısı olarak yorumlanamaz. Tekelci sermayenin elindeki güçler, yirminci yüzyılın ilk yarısında Batı dünyasını ele geçirdiler. Ama bu noktada yalnız değillerdi. Karşılarında muhalif bir güç buldular: enternasyonal sosyalizm.
Lenin ve Fanon’da ulusal kurtuluş savaşlarına yön veren milli burjuvazi değil, halktı, sıradan emekçi halktı.
Özünde faşizm, ekonominin yeniden düzene sokulmasıdır. Faşizm, beynelmilel kapitalizmin beynelmilel bilimsel sosyalizmin meydan okumasına verdiği cevaptır. Yıkımla yüz yüze gelen kapitalizmin farklı ülkelerde ulaştığı düzeylere göre farklı bir biçim almaktadır. Tüm faşizm pratiklerinin ortak özelliği, sosyalist devrime karşı örgütlenmesidir.
Faşist düzenleme, bağımsız herhangi bir ulus-devlette ortaya çıkmaya başladığında esasında işleri başkaları adına yapar. Faşizm, temelde kapitalist ekonominin yeniden düzene sokulması girişimidir. Bu çaba dâhilinde ekonominin idaresi yenilenir, kalıcı hâle getirilir ve meşrulaştırılır. Bunun için de aşağıdan baskı uygulayan devrimci bilinç yumuşatılır, bastırılır ve çeşitli araçlarla dağıtılır.
Faşizm, bir kriz durumunda kapitalizmin sosyo-ekonomik gelişimi dâhilinde gündeme gelen ve belirli bir mantığa dayanan bir aşama olarak görülmelidir. O, zayıf kalan ve bir biçimde sonuca ulaşmayan devrimci hamlenin bir sonucudur. Uzlaşma içerisindeki bilinçtir. “Devrimin yenilgisi, öncü partilerin hatasıdır.”
Şurası açık ki faşizm varsa sınıf mücadelesi de vardır. Faşizm ortaya çıkıp gelişmişse demek ki antikapitalist güçler gelenekçi güçlerden daha zayıf durumdadırlar. Bu zayıflık, faşizm geliştikçe daha da fazla dillendirilecektir. Faşizmin nihai hedefi, tüm devrimci bilinci yok etmektir.
● ● ●
23 Haziran 1971
Burada amacımız, faşizme karşı nasıl hamle yapacağımızı görebilmek adına, bu yaşayan ve hareket eden şeyin özünü idrak etmektir.
Faşizm, sadece ABD’de mevcut değildir. O, her yerinden dökülen, geberen kapitalizmin yıkıntıları arasından çıkıp gelmiştir. Zümrüdüanka gibi karşımıza dikilen faşizm, kapitalizmin en ileri ve en mantıklı düzenidir.
Faşist düzenlemenin geçerliliğe sahip herhangi bir devrimci faaliyete hoşgörüyle yaklaşmayacağını herkes anlamalıdır. O, devrimci sınıfın bilincini artıracak eski yöntemlerimize karşı geliştirilmiş, doğası gereği, cüsseli, karmaşık ve otomatik bir savunma mekanizmasıdır. ABD’deki totaliter sosyo-politik kapitalizm, kitle katılımını esas alan toplum yanılsamasının ardına gizlenmektedir. Bu kapitalizmin yüzündeki maske yırtılıp atılmalıdır. O vakit tüm tartışma sona erecek, muzaffer olacak silâhlı devrim kültürünün gelişimi temelinde mücadele yeni bir aşamaya girebilecektir.
14 Mayıs 1787’de sandık başkanlığını George Washington’ın üstlendiği anayasa kongresinde yeni anayasa elli beş kişiyle hazırlanmıştır. Bu elli beş kişinin sadece ikisi patron değildi!!!
Bu ülkede ve tüm Batı yarımküresi genelinde kapitalizmin tarihinde, ta ilk gününden beri iniş-çıkışlar oldu. Dert ve sıkıntılarla yüklü bu ekonomi, mevcut uyuşukluğundan hep genişleme yöntemiyle kurtulabildi. Ta başından beri artık değer nihayetinde konjonktür dalgaları dâhilinde belirli bir noktaya ulaştı. O noktada üretim faktörlerinin devreye sokulması, üretimin büyük kısmını teşkil eden emeğin kendi pratiğinin meyvelerinden istifade etmesini imkânsızlaştırdı. Bu da “aşırı üretim”e yol açtı. Aslında bu, yanlış bir ifadeydi, çünkü aslında mesele, aşırı tüketimdi. Bu derde deva olarak hep genişleme yoluna gidildi, ekonomiyi canlandırmak için (emperyalizme işaret eden bir belirti olarak) yeni ucuz hammadde kaynakları arayışı içine girildi
Batı ülkeleri arasında çıkar çatışmaları yaşandı, bu da sonuçta pazarlar için rekabet edilmesine neden oldu. Kapitalist elitlerin, kartellerin uluslararası düzlemde merkezileşme süreci giderek hızlandı. Uluslararası telgraf birlikleri (şimdinin uluslararası telekomünikasyon birliği), genel posta tekelleri, tarım, ulaşım ve bilim konsorsiyumları oluştu. Birinci Dünya Savaşı öncesi bu tür uluslararası şirket birliğinin sayısı kırk beş-elli civarındaydı. Üstelik bu rakama karteller dâhil değildi.
Kapitalizmin beynelmilel bir nitelik kazanması, asla tesadüf değil. Anlaşılan o ki yönetici sınıf, büyümeyi ve birleşmeyi kendi çıkarına görüyor.
Ben Marksist-Leninist-Maoist-Fanonist biri olarak, kapitalizmin sömürgeler için rekabet ederken çıkarttıkları eski savaşların her bir ülkenin yöneticilerince istendiğini söyleyen görüşe katılmıyorum. Bu ülkelerin ekonomileri, bu savaşlar için gerekli gerekçeleri sunup alt sınıflarda milliyetçiliği körüklemiş olsa da bu tespite katılmak pek mümkün değil.
Gelirlerin azalmasına neden olan savaşlar, savaşa girenleri güçlendirmez, aksine zayıflatır. Sonuçta bu ülkelerin yöneticileri, hiçbir şey değilse bile iyi birer işadamıdır. Kaçınılmaz olarak savaşa yol açan genişleme, kontrol edilemeyen, amaçsızca savrulan bir sistemin yol açtığı sorunlar karşısında eskiden beri başvurulan bir çaredir. Ama bu çareye başvurulduğunda sistemin işleyişine ve temel dinamiklerine asla bakılmaz. Ta ki o sistemin varlığına aşağıdakilerin gerçek ve tehditkâr itirazları kendilerine yol bulana kadar. Faşizm, ilk aşamasında kapitalizmin güçlenen, tehdit hâline gelen, ama henüz zayıf olan eşitlikçi sosyalist bilince karşı kendisini yeniden düzene sokmasıdır.
Bölgesel veya ulusal ekonomik kriz durumunda geleneksel bir yaklaşım dâhilinde önerilen çarelere, uluslararası planda genişleme sürecini durdurmayı öngören tedbirler, devlet müdahalesi, gümrük tarifeleri, kamusal harcama, ihracat teşvikleri, sermaye piyasasının kontrol altına alınması, ithalat izinleri biçimini alan genişleme ve savaşsız eski tip kontrol yöntemleri dâhil edilir. Bu süreçte tekeller, hükümeti kullanırlar ve onların doğrudan yatırımlara katkı yapmalarını sağlarlar.
George L. Jackson
[Kaynak: Blood in My Eye, Black Classic Press, 1972.]