Fıkhın
kapitalist mantıkla ilişki kurma ihtimali mevcuttur. Ama dünyaya baktığımızda
görürüz ki aslında kapitalist mantık İslam’la çelişir. Tekasür, mal
biriktirme meselesinin yönlendirdiği bir pratik İslam nezdinde haramdır, oysa
bu, tam da kapitalizmin teşvik ettiği şeydir. Fıkıh, bu gerçeği görür ve
tekasürü cezalandırılması gereken bir işlem olarak değerlendirir.
Alım-satımla
ilgili hükümler (ahkâm-ı bûyu) fıkhın bir yönüdür. İşlemlerin ardındaki
güçleri ve dinamikleri, ürünlerin nerede geldiğini, mülkün kimde olduğu, kimin
kiraladığı, kimlerin biriktirdiği, kimlerin biriktirmediği gibi meseleleri
bilmek gerekir. Bu bağlamda Marksizm gibi bilimsel pratikler fıkhı besler,
geliştirir.
Peki
Marksizm nedir ve fıkıh onu neden görmelidir? Batı’nın ürettiği düşünceler ve
akımlar, bırakalım fıkhı, İslam dininin öğretilerine yabancı değil midir?
Marksizm, bazı Müslümanların karşı çıktığı, hatta Endonezya’da birçok insanı
korkutan komünizmle eşanlamlı bir kelime değil miydi? Bu konuların bir miktar
açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Marksizm,
temelde kapitalizm denilen sistemi parçalarına ayırıp incelemek için gerekli
bir bilimsel aygıttır. O, kapitalizmi teşrih etmenin bilimidir. Kapitalizm,
dünya üzerinde muazzam bir tesire yol açmıştır ve en az iki yüz yıldır faaldir.
Bizim milletimizi de bir ara sömürmüş olan sömürgeciliği doğuran odur.
Bugünlerde küreselleşme onun eseridir. Bugüne dek kapitalizmle cedelleşme, onun
yanlışlarını gösterme konusunda Marksizm kadar eleştirel olabilen başka bir
bilimsel çalışma ortaya çıkmamıştır. Çünkü Marksizm, burjuva politik
ekonominin, yani kapitalizme destek veren ekonomistlerin desteklediği ekonomi
teorisinin karşıtıdır. Kapitalizmin ayrıntılarını öğrenmek için bilim bize iki
saha sunar: genelde klasik veya neoklasik teori denilen burjuva politik
ekonomisi ve eleştirinin kılıcı olarak Marksizm.
Marksist
âlimler, Marksizmin üç yönünden söz ederler. İlki, burjuva politik ekonomisinin
eleştirisidir. Burada Marksizm bir ekonomi teorisi olarak ele alınır. İkinci
yön, tarihsel materyalizmdir. Tarih buradan idrak edilir. Marksizm, toplumun
hayatındaki gelişimi üretim faktörleri ve maddi dinamikler üzerinden görmeye
çalışır. Burada sınıfların varlığı, toplumsal kastların oluşumu, elitlerin
doğumu, yatırımcıların ve işçilerin ortaya çıkışı, kölelik, ücretli emek,
savaş, çelişki, devletlerin inşası gibi konular üzerinde durulur. Üçüncü yönse
sosyalizmdir. Bu da politika teorisini ifade eder. Bu bağlamda, kapitalist
toplumun krizi sonrası alternatif bir toplum kurmak adına politik düzlemde
oluşturulan hareketin biçimi ele alınır.
Bence
fıkıh açısından Marksizmin ilk iki yönü önem arz etmektedir. Bu iki yönü
fıkıhla ilişkilendirmek mümkündür. Bu anlamda tarihsel materyalizm ve burjuva
ekopolitiği eleştirisi olarak Marksizm, fıkıh için gerekli bir alet hâline
gelebilir. Zulmün köklerinden ve tüm sorunlardan kendisini azade kılmış bir
fıkha geçiş yapmak için yeterince bilgiye sahibiz. Artık fıkhımız, kurtuluşun
fıkhı olmalı.
Bu
noktada fıkhı ve usul-i fıkhı unutmamak lazım. Bildiğimiz gibi usul-i fıkıh,
fıkhın temel mantığıdır, yöntemidir. Yöntemleri, ayrıca fıkhın ardındaki
mantığın referans noktası hâline gelmiş olan aksiyomları içerir. Usul-i fıkıh,
bugün de yöntemsel referans noktası olarak kullanılmaktadır. Hangi yönlerin
ilkesel, hangi yönlerin kalıtsal hangilerinin ikincil (füru) olduğunu anlamak
için bu yönteme bakılır. Nelerin değişeceğine nelerin sabit kalacağına usul-i
fıkıh üzerinden karar verilir.
Diğer
yandan, usul-i fıkhın yanında bir makasidü’ş şeriat var. Burada
maslahata ve mefsedete bakılır. Toplumsal fayda (maslahat) ve toplumsal
zararın (mefsedet) maddi ağırlığını belirlemek için Marksizmden istifade
etmek mümkündür. O, sahadaki gerçeklik konusunda kapsamlı bir fikir
vermektedir.
Diyelim
ki bir yerde A şirketi kurulmuş olsun. Varsayalım ki bu şirket, bulunduğu
yerdeki halkın ekonomik bağımsızlığını yok ettiği için esasen ona faydadan çok
zararı var. O vakit bu şirketi yasaklayabilir, onun haram olduğunu beyan
edebiliriz. Onu farklı tipte bir işletmeye dönüştürme çözümü ise herhangi bir
etkiye sebep olmayacaktır. Sömürü ve sermayenin niteliği gibi meseleleri
anlamak için Marksizme ihtiyaç var. Esasen yapılan işlemi cezalandırmak
yetmiyor. O işlemi değerlendirmeye tabi tutmak gerekiyor. Sonuçta Kur’an şunu
söylüyor: “ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ [Ve Allah alım-satımı
helâl, ribâyı (faizi) haram kılmıştır]” [Bakara:275]
Bu
bağlamda fıkıh muamelatı, tarihseldir. Zaman zaman fıkıh, tarihsel planda ele
alınmalıdır. Kapitalizm öncesi dönemdeki fıkıh muamelatı, muameleler,
kapitalizm dönemine kıyasla farklı değerlendirilir. Dünya ve insan hayatı
kapitalizmle birlikte köklü bir değişime uğramıştır. Bugün kapitalizm, tarihin
belirleyici unsuru olarak görülmeli, geçmişin vehim ve vesveselerinden uzak
durulmalıdır. Tüm adaletsizlikler ve zulümler, ancak kapitalizm döneminde
sistemsel bir bütünlük içerisinde görülüp idrak edilebilmiştir. Gerçekliğimiz
şudur: bir yandan sınırsız sermaye birikiminin, bir yandan sömürünün üzerine
kurulu sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Bugün sömürü, doğayı ve sermayenin
çıkarına olan her şeyi kapsayacak ölçüde genişlemiştir.
Örneğin
ücret meselesini ele alalım. Kapitalizmden yüzlerce yıl önce oturup ücret
meselesi üzerine kafa yormazdık. Bu sebeple fıkıh muamelatında ücretlerin
durumu ve ücretli emeğin hâli ele alınmaz. Peygamber döneminde basit manada
işveren (müstecir) ile işçi (acir) arasında cereyan eden bir şey
iken bugün kapitalizmde bu ilişki iyice karmaşıklaşmıştır. Günümüzde yatırımcı
ile işçi birbirlerine hiç temas etmez, onların arasında şirket durur. Bu şirket
işçi arar. İşçiler, şirketin veya yatırımcı kapitalistin hayrına değil,
yoksulları işgüçlerini fabrikaya satmak zorunda bırakan baskılar sebebiyle
çalışırlar. Dolayısıyla sistemsel bir zorlama ve baskı yoksa insanların birer
emekçi hâline gelmesi, ücret karşılığı çalışma sahasına adım atması mümkün
değildir. Bu açıdan günümüzde ücret ve ücretli emek meseleleri, Peygamber
döneminden çok farklıdır.
Buradan
bakıldığında fıkıh muamelatı, kapitalizmi giderek daha fazla içselleştirecek,
bilince çıkartacaktır. Şirketlerin ücret ödemeleri veya kıdem tazminatı
vermeleri basit bir yükümlülük meselesi olamaz. İşçiler, ücretli emek sahasına
akın etmeye devam ederler. Bu akışı kimse durduramaz. Bu noktada ücretli emeğe
alternatif getirilmelidir. Bu yönde yeni imkânlar keşfedilmelidir. Eskinin
ücret anlayışında çakılıp kalmış bir fıkıh, bugünü karşılayamaz.
Öncelikle
bizim kapitalizmi dinî ilimler sahasında karşılaştığımız türden ciddi bir
mesele olarak ele almamız, böylelikle onu eleştirebilmemiz lazım. Dünyadaki ve
ülkedeki dinamikleri anlayabilmek için bu şart. Önümüzde 1 Mayıs var. Herkes
‘bu işçiler neden sokaklara dökülüyor?’ diye sorabilir. Biz, belirli bir
anlayıştan yoksun birer İslam öğrencisiysek, bu gösterilerin dinle alakasının
olmadığını düşünebiliriz. Oysa tam aksine, bu gösteriler dinin emri olan hak
mücadelesinin bir parçası.
Bugüne
dek öğrenciler, kendi dinî okullarının dışındaki dinamikleri pek bilmez,
onlarla fazla ilgilenmezlerdi. Doğal olarak da bu okullar, kapitalizmin
kendisine “bulaşmadığını, bundan sonra da bulaşmayacağını” sandılar.
Bu
bağlamda bizim Marksizm gibi kapitalizmi eleştiren sosyal bilim alanlarını
incelememiz gerekiyor. Marksizmle ilgili yalan yanlış laflar, temelsiz
propaganda faaliyetleri gözümüzü korkutmasın. Propagandaya değil, kitaplara
bakalım. Endonezya’da Marksizm okunup incelenebilir mi? Bence Marksizm eğitimin
bir parçası olmalı. Hâlâ hakkında kulağa hiç hoş gelmeyen yığınla laf ediliyor.
“Marksizmi incelediğimizde ateizm de kapıdan içeri girer” deniliyor. Oysa ikisi
çok farklı şeyler. Ateizm teolojik bir tutumken, Marksizm bilimsel bir görüş.
Hâlen daha yürürlükte olan propaganda sebebiyle Marksizmi öğrenme meselesine
birçokları gönülsüz yaklaşıyor.
Marksizmin
yanısıra bizim, ayrıca ekonomiyi tüm yönleriyle ve eleştirel düzlemde
incelememiz gerekiyor. Hiçbir teoriyi sindirmeden, özümsemeden bir kenara
atmamak gerekiyor. Bu, şer’i ekonomi incelemesi için de geçerli bir tespit.
Şeriat temelli ekonomi özgürleştirilmeli. O yüzünü kurtuluşa çevirmezse hiçbir
şeyi değiştiremez, sadece bu gayrimeşru zulüm düzeninin kalıcılaşmasına hizmet
eder.
Öğrenciler,
halkın tecrübe ettiği kavgayla dayanışma ilişkisi kurduklarında, değişimin
sesini de işitmeye başlayacaklardır. Gözlerimizi okulların dışına çevirip
baktığımızda, birçok insanın devletin politikalarının çilesini çektiğini
görürüz. Devletin politikaları kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.
Oysa bu dinî okulların öğrencileri olarak biz, ne yapmamız gerektiğini
bilmediğimiz için hayata kafa karışıklığıyla bakıyoruz. Artık uyanmanın, bu
cehaletin perdesini yırtmanın vaktidir.
Muhammed Fayyadl
13 Ağustos 2019
Kaynak