14 Ağustos 2020

,

Kurtuluşçu Fıkıh


Marksizm ve Kurtuluşçu Fıkhın Yolu
Fıkhın kapitalist mantıkla ilişki kurma ihtimali mevcuttur. Ama dünyaya baktığımızda görürüz ki aslında kapitalist mantık İslam’la çelişir. Tekasür, mal biriktirme meselesinin yönlendirdiği bir pratik İslam nezdinde haramdır, oysa bu, tam da kapitalizmin teşvik ettiği şeydir. Fıkıh, bu gerçeği görür ve tekasürü cezalandırılması gereken bir işlem olarak değerlendirir.
Alım-satımla ilgili hükümler (ahkâm-ı bûyu) fıkhın bir yönüdür. İşlemlerin ardındaki güçleri ve dinamikleri, ürünlerin nerede geldiğini, mülkün kimde olduğu, kimin kiraladığı, kimlerin biriktirdiği, kimlerin biriktirmediği gibi meseleleri bilmek gerekir. Bu bağlamda Marksizm gibi bilimsel pratikler fıkhı besler, geliştirir.
Peki Marksizm nedir ve fıkıh onu neden görmelidir? Batı’nın ürettiği düşünceler ve akımlar, bırakalım fıkhı, İslam dininin öğretilerine yabancı değil midir? Marksizm, bazı Müslümanların karşı çıktığı, hatta Endonezya’da birçok insanı korkutan komünizmle eşanlamlı bir kelime değil miydi? Bu konuların bir miktar açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Marksizm, temelde kapitalizm denilen sistemi parçalarına ayırıp incelemek için gerekli bir bilimsel aygıttır. O, kapitalizmi teşrih etmenin bilimidir. Kapitalizm, dünya üzerinde muazzam bir tesire yol açmıştır ve en az iki yüz yıldır faaldir. Bizim milletimizi de bir ara sömürmüş olan sömürgeciliği doğuran odur. Bugünlerde küreselleşme onun eseridir. Bugüne dek kapitalizmle cedelleşme, onun yanlışlarını gösterme konusunda Marksizm kadar eleştirel olabilen başka bir bilimsel çalışma ortaya çıkmamıştır. Çünkü Marksizm, burjuva politik ekonominin, yani kapitalizme destek veren ekonomistlerin desteklediği ekonomi teorisinin karşıtıdır. Kapitalizmin ayrıntılarını öğrenmek için bilim bize iki saha sunar: genelde klasik veya neoklasik teori denilen burjuva politik ekonomisi ve eleştirinin kılıcı olarak Marksizm.
Marksist âlimler, Marksizmin üç yönünden söz ederler. İlki, burjuva politik ekonomisinin eleştirisidir. Burada Marksizm bir ekonomi teorisi olarak ele alınır. İkinci yön, tarihsel materyalizmdir. Tarih buradan idrak edilir. Marksizm, toplumun hayatındaki gelişimi üretim faktörleri ve maddi dinamikler üzerinden görmeye çalışır. Burada sınıfların varlığı, toplumsal kastların oluşumu, elitlerin doğumu, yatırımcıların ve işçilerin ortaya çıkışı, kölelik, ücretli emek, savaş, çelişki, devletlerin inşası gibi konular üzerinde durulur. Üçüncü yönse sosyalizmdir. Bu da politika teorisini ifade eder. Bu bağlamda, kapitalist toplumun krizi sonrası alternatif bir toplum kurmak adına politik düzlemde oluşturulan hareketin biçimi ele alınır.
Bence fıkıh açısından Marksizmin ilk iki yönü önem arz etmektedir. Bu iki yönü fıkıhla ilişkilendirmek mümkündür. Bu anlamda tarihsel materyalizm ve burjuva ekopolitiği eleştirisi olarak Marksizm, fıkıh için gerekli bir alet hâline gelebilir. Zulmün köklerinden ve tüm sorunlardan kendisini azade kılmış bir fıkha geçiş yapmak için yeterince bilgiye sahibiz. Artık fıkhımız, kurtuluşun fıkhı olmalı.
Bu noktada fıkhı ve usul-i fıkhı unutmamak lazım. Bildiğimiz gibi usul-i fıkıh, fıkhın temel mantığıdır, yöntemidir. Yöntemleri, ayrıca fıkhın ardındaki mantığın referans noktası hâline gelmiş olan aksiyomları içerir. Usul-i fıkıh, bugün de yöntemsel referans noktası olarak kullanılmaktadır. Hangi yönlerin ilkesel, hangi yönlerin kalıtsal hangilerinin ikincil (füru) olduğunu anlamak için bu yönteme bakılır. Nelerin değişeceğine nelerin sabit kalacağına usul-i fıkıh üzerinden karar verilir.
Diğer yandan, usul-i fıkhın yanında bir makasidü’ş şeriat var. Burada maslahata ve mefsedete bakılır. Toplumsal fayda (maslahat) ve toplumsal zararın (mefsedet) maddi ağırlığını belirlemek için Marksizmden istifade etmek mümkündür. O, sahadaki gerçeklik konusunda kapsamlı bir fikir vermektedir.
Diyelim ki bir yerde A şirketi kurulmuş olsun. Varsayalım ki bu şirket, bulunduğu yerdeki halkın ekonomik bağımsızlığını yok ettiği için esasen ona faydadan çok zararı var. O vakit bu şirketi yasaklayabilir, onun haram olduğunu beyan edebiliriz. Onu farklı tipte bir işletmeye dönüştürme çözümü ise herhangi bir etkiye sebep olmayacaktır. Sömürü ve sermayenin niteliği gibi meseleleri anlamak için Marksizme ihtiyaç var. Esasen yapılan işlemi cezalandırmak yetmiyor. O işlemi değerlendirmeye tabi tutmak gerekiyor. Sonuçta Kur’an şunu söylüyor: “ve ehallallâhul bey’a ve harramer ribâ [Ve Allah alım-satımı helâl, ribâyı (faizi) haram kılmıştır]” [Bakara:275]
Bu bağlamda fıkıh muamelatı, tarihseldir. Zaman zaman fıkıh, tarihsel planda ele alınmalıdır. Kapitalizm öncesi dönemdeki fıkıh muamelatı, muameleler, kapitalizm dönemine kıyasla farklı değerlendirilir. Dünya ve insan hayatı kapitalizmle birlikte köklü bir değişime uğramıştır. Bugün kapitalizm, tarihin belirleyici unsuru olarak görülmeli, geçmişin vehim ve vesveselerinden uzak durulmalıdır. Tüm adaletsizlikler ve zulümler, ancak kapitalizm döneminde sistemsel bir bütünlük içerisinde görülüp idrak edilebilmiştir. Gerçekliğimiz şudur: bir yandan sınırsız sermaye birikiminin, bir yandan sömürünün üzerine kurulu sınıflı bir toplumda yaşıyoruz. Bugün sömürü, doğayı ve sermayenin çıkarına olan her şeyi kapsayacak ölçüde genişlemiştir.
Örneğin ücret meselesini ele alalım. Kapitalizmden yüzlerce yıl önce oturup ücret meselesi üzerine kafa yormazdık. Bu sebeple fıkıh muamelatında ücretlerin durumu ve ücretli emeğin hâli ele alınmaz. Peygamber döneminde basit manada işveren (müstecir) ile işçi (acir) arasında cereyan eden bir şey iken bugün kapitalizmde bu ilişki iyice karmaşıklaşmıştır. Günümüzde yatırımcı ile işçi birbirlerine hiç temas etmez, onların arasında şirket durur. Bu şirket işçi arar. İşçiler, şirketin veya yatırımcı kapitalistin hayrına değil, yoksulları işgüçlerini fabrikaya satmak zorunda bırakan baskılar sebebiyle çalışırlar. Dolayısıyla sistemsel bir zorlama ve baskı yoksa insanların birer emekçi hâline gelmesi, ücret karşılığı çalışma sahasına adım atması mümkün değildir. Bu açıdan günümüzde ücret ve ücretli emek meseleleri, Peygamber döneminden çok farklıdır.
Buradan bakıldığında fıkıh muamelatı, kapitalizmi giderek daha fazla içselleştirecek, bilince çıkartacaktır. Şirketlerin ücret ödemeleri veya kıdem tazminatı vermeleri basit bir yükümlülük meselesi olamaz. İşçiler, ücretli emek sahasına akın etmeye devam ederler. Bu akışı kimse durduramaz. Bu noktada ücretli emeğe alternatif getirilmelidir. Bu yönde yeni imkânlar keşfedilmelidir. Eskinin ücret anlayışında çakılıp kalmış bir fıkıh, bugünü karşılayamaz.
Öncelikle bizim kapitalizmi dinî ilimler sahasında karşılaştığımız türden ciddi bir mesele olarak ele almamız, böylelikle onu eleştirebilmemiz lazım. Dünyadaki ve ülkedeki dinamikleri anlayabilmek için bu şart. Önümüzde 1 Mayıs var. Herkes ‘bu işçiler neden sokaklara dökülüyor?’ diye sorabilir. Biz, belirli bir anlayıştan yoksun birer İslam öğrencisiysek, bu gösterilerin dinle alakasının olmadığını düşünebiliriz. Oysa tam aksine, bu gösteriler dinin emri olan hak mücadelesinin bir parçası.
Bugüne dek öğrenciler, kendi dinî okullarının dışındaki dinamikleri pek bilmez, onlarla fazla ilgilenmezlerdi. Doğal olarak da bu okullar, kapitalizmin kendisine “bulaşmadığını, bundan sonra da bulaşmayacağını” sandılar.
Bu bağlamda bizim Marksizm gibi kapitalizmi eleştiren sosyal bilim alanlarını incelememiz gerekiyor. Marksizmle ilgili yalan yanlış laflar, temelsiz propaganda faaliyetleri gözümüzü korkutmasın. Propagandaya değil, kitaplara bakalım. Endonezya’da Marksizm okunup incelenebilir mi? Bence Marksizm eğitimin bir parçası olmalı. Hâlâ hakkında kulağa hiç hoş gelmeyen yığınla laf ediliyor. “Marksizmi incelediğimizde ateizm de kapıdan içeri girer” deniliyor. Oysa ikisi çok farklı şeyler. Ateizm teolojik bir tutumken, Marksizm bilimsel bir görüş. Hâlen daha yürürlükte olan propaganda sebebiyle Marksizmi öğrenme meselesine birçokları gönülsüz yaklaşıyor.
Marksizmin yanısıra bizim, ayrıca ekonomiyi tüm yönleriyle ve eleştirel düzlemde incelememiz gerekiyor. Hiçbir teoriyi sindirmeden, özümsemeden bir kenara atmamak gerekiyor. Bu, şer’i ekonomi incelemesi için de geçerli bir tespit. Şeriat temelli ekonomi özgürleştirilmeli. O yüzünü kurtuluşa çevirmezse hiçbir şeyi değiştiremez, sadece bu gayrimeşru zulüm düzeninin kalıcılaşmasına hizmet eder.
Öğrenciler, halkın tecrübe ettiği kavgayla dayanışma ilişkisi kurduklarında, değişimin sesini de işitmeye başlayacaklardır. Gözlerimizi okulların dışına çevirip baktığımızda, birçok insanın devletin politikalarının çilesini çektiğini görürüz. Devletin politikaları kapitalistlerin çıkarlarına hizmet etmektedir. Oysa bu dinî okulların öğrencileri olarak biz, ne yapmamız gerektiğini bilmediğimiz için hayata kafa karışıklığıyla bakıyoruz. Artık uyanmanın, bu cehaletin perdesini yırtmanın vaktidir.
Muhammed Fayyadl
13 Ağustos 2019