Laura Whitehorn Söyleşisi
Angola 3 News
18 Şubat 2010
Eski
politik tutsak Laura Whitehorn, The War Before: The True Life
Story of Becoming a Black Panther, Keeping the Faith in Prison, & Fighting
for Those Left Behind [“Önceki Savaş: Siyah Panter Olmanın, Hapishanede
İnancı Korumanın ve Geride Kalanlar İçin Mücadele Etmenin Gerçek Hayat
Hikâyesi” -The Feminist Press, 2010] isimli kitabın yayın yönetmenliğini
üstlendi. Kitapta, New York’ta doğan ve 1969’da Kara Panter Partisi’ne katılmış
olan merhume Safiye Buhari’nin yazılarına yer veriliyor. Siyah Kurtuluş Ordusu
ile bağlantısı olduğu suçlaması üzerinden dokuz yıl hapis yatan Buhari, 1983’te
hapisten çıktı ve başka isimlerle birlikte New York’ta Mumya Ebu Cemal’e
Özgürlük Koalisyonu’nu, ayrıca politik tutsakların serbest bırakılması yönünde
mücadele veren diğer benzeri örgütleri kurdu. 2003’te 53 yaşındayken aramızdan
ayrıldı.
Kitapta
ayrıca kızı Wonda Jones’un yazdığı bir giriş bölümü, Angela Y. Davis’in yazdığı
önsöz ve Mumya Ebu Cemal’in yazdığı sonsözün yanı sıra Whitehorn’un takdim
yazısı da yer alıyor. Bu ay içerisinde piyasaya çıkan The War
Before isimli kitap için Lenore J. Daniels, Dan Berger ve Ron Jacobs
eleştiriler kaleme aldı. Safiye Buhari adına kurulan internet sitesi kitapla
ilgili olarak şunları söyledi:
“The War
Before, ezilenlerin haklarını savunma davasına ömrü boyunca bağlı kalan
Buhari’nin ayak izlerini takip ediyor. Orta sınıf bir aileye mensup bir öğrenci
iken Kara Panter oluşuna, oradan politik tutsak olarak hapse girişine kadar
uzanan süreci kapsayan bu yazılar, kendi döneminde Panterlerin tartışma konusu
hâline gelen mirası, hareket içerisindeki kadın düşmanlığı, Müslüman olma
kararı, lafını sakınmayan devrimcilerin hapse atılması ve geride kalan aileler
gibi meseleleriyle boğuşan bir kadının samimi görüşlerini aktarıyor. Buhari’nin
samimiyet ve tutku yüklü değerlendirmesi, sosyal adalet hareketlerinin
verdikleri mücadelelerin, bugündeki ilerleme için gerekli yolu nasıl
açtıklarını ortaya koyuyor.”
● ● ●
Safiye
Buhari’yle ilk ne zaman tanıştınız?
Safiye’yle
ilk olarak 1997’de, Kaliforniya’nın Dublin şehrinde kadınlar için kurulmuş olan
Federal Islah Kurumu’nun ziyaretçi salonunda tanıştım. Yalnız onunla ilk
kucaklaştığımda, onu çok öncesinden tanıyormuşum hissine kapıldım. O dönemde
Safiye farklı hapishanelere gidiyor, buralarda Herman ve Iyaluua Ferguson,
ayrıca politik tutsak Celil Müntekim gibi isimlerle birlikte örgütlediği, Beyaz
Saray’a yürüyüş yapma hazırlığı içinde olan Jericho 98 isimli ulusal kampanya
hakkında sohbet etmek için politik tutsakları ziyaret ediyordu. Dublin Islah
Kurumu’ndayken yanımda altı kadın tutsak daha vardı: Porto Riko’nun
bağımsızlığı için mücadele eden Lucy ve Alicia Rodriguez, Carmen Valentin ve
Dylcia Pagan, ayrıca benimle birlikte yargılanan Marilyn Buck ve Linda Evans.
Kısa süre önce Dublin’de olan Donna Willmott yeni çıkmıştı.
Safiye,
politik tutsakları desteklemeyi tüm kalbiyle bir dava bellemişti ve bu davaya
sıkı sıkıya bağlıydı. Tutsakların kabul görmesi ve serbest kalması için
uğraşıyordu. Tabiri caizse kısa sürede barikatlarda uzun zamandır birlikte
mücadele etmiş iki eski dost hâline geldik.
Safiye
hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Safiye,
siyaseti tüm varlığıyla yaşayan bir isimdi. Dayanışma, onun iliklerine işlemiş
bir konuydu. Görüşlerini ve inançlarını sürekli sorguluyor, geliştiriyordu.
Kitabı okuduğunuzda, adalet mücadelesinin onun için bir gereklilik olduğunu
göreceksiniz. Siyahların ve diğer ezilen gruplarının eşitsizlik ve zulüm
üzerine kurulu gerçekliklerinden kurtulmaları, onun en çok istediği şeydi.
Safiye her saniyesini, ileriye doğru adımın nasıl atılacağını görmek,
geçmişteki eylemleri değerlendirmek ve başkalarını çalışmaya, mücadeleye sevk
etmek için harcıyordu. Parmaklıklar ardındaki yoldaşlarını devrimciye has bir
biçimde seviyor, onların unutulmasına izin vermemek için uğraşıyordu.
Safiye,
her politik tavsiyeyi ciddiye alır, onları uygulamaya çalışır, dikkatle
inceler, samimiyetini sorgular, her sabah kalktığında bu tavsiyeleri
gerçekliğin süzgecinden geçirirdi. O, sadece devrimciliğin hâkim olduğu
altmışların ve yetmişlerin devrimcisi değildi. Devrimci olmayan dönemde de
devrimci bir kadın olarak yaşamak için mücadele etti.
Safiye’nin
politik tutsaklara destek hareketinde oynadığı rol konusuna biraz daha
değinebilir misiniz? Genel anlamda kadınlar, bu hareket içerisinde ne tür bir
rol oynadılar?
Safiye
çok çalıştı ve bu çalışmasıyla harekete öncülük etti. Ama daha da önemlisi
Safiye, kendi pratiğini acımasız bir biçimde belirli bir samimiyet testine tabi
tutardı. COINTELPRO konusunda insanları eğitmekle kalmadı, ayrıca
zafiyetlerimiz yüzünden altmışlarda ve yetmişlerde hareketin içerisinde
kendisinin ve başkalarının yapıp ettiklerine baktı ve bu pratikler üzerinden
COINTELPRO’nun çalışmalarımızı nasıl yok ettiğini gösterdi. Safiye, sadece
hapishanelerin politik tutsakların ailelerinde yol açtığı yıkımdan bahseden
biri değildi, o, bu yıkımı tüm kalbiyle hissetti ve onu tutsaklarla ve
aileleriyle her daim birlikte olmak suretiyle, ifade etme imkânı buldu.
Yuri
Koçiyama gibi kadınlarla birlikte Safiye, tutsak yoldaşlarımıza sırtımızı
dönmemeyi en önemli ölçüt olarak belirledi. O bu süreci, büyük bir yaratıcılık
ve bağlılıkla yönetti. Yazılarında, politik tutsaklara destek toplama sürecine
öncülük eden kadın olmanın anlamını tüm derinliğiyle görmek mümkün. Safiye, bu
öncülüğü nasıl ifa edeceği konusunu sürekli düşünürdü. Bulduğu bazı cevaplar,
onun çalışmasını bugün sürdürmeye çalışan bizleri hâlen daha şaşırtıyor.
The
War Before’da Safiye’nin yıllar boyunca, tutsaklar için kurulmuş,
işleyen bir destek ve savunma ağının oluşturulması adına ortaya koyduğu
çabaları okuyacaksınız. Safiye bu çalışmayı yürütmekle kalmadı, ayrıca
hareketin politik ilkeleri üzerine de düşündü. Genelde ideolojik ve strateji
düşünce erkeklerden çıkar sanılır, oysa burada sürece çalışmaları yürüten
kadınlar öncülük etmişlerdir. Safiye’nin kitabı, bu açıdan ideolojik ve
stratejik düşüncenin kadınlardan çıkabileceğini göstermektedir. Teori ve pratik
bütünlüğü içerisinde kadınlar, bu türden sosyal adalet çalışmaları için gerekli
politik çerçevenin oluşumuna ciddi katkı sunmuşlardır.
Bu
kitapla ilgili çalışmalara ne zaman başladınız?
Ben,
bu kitabın çalışmalarına dört-beş yıl önce, Safiye’nin kızı Wonda Jones o çok
önemli kararı aldığı gün başladım: Erken ölümünün acısını çektiğimiz günlerde
eserinin yitip gitmesine izin vermememiz gerektiğini düşündük. Safiye,
örgütlenme faaliyetleriyle meşgul olduğundan, bir kitap yazmayı hiç
planlamamıştı, dolayısıyla karşımızda devasa bir proje duruyordu. Kitaba
yazdığım takdim bölümünde kitabın oluşum sürecini anlatıyorum.
Kitap
bugüne dek nasıl karşılandı?
Sıcak
ve coşkulu bir biçimde karşılandı. Ama öte yandan, bundan sonra nasıl
yorumlanacağı konusunda bir yorumda bulunmak için henüz erken. Wonda ile
birlikte bu kitabı hazırlamamızdaki amaç, Safiye’nin çalışmalarının ve
düşüncelerinin ayrıca politik tutsaklar meselesinin parmaklıklar ardında olan o
muhteşem kadın ve erkekler konusunda henüz bir şeyler öğrenememiş insanlara
aktarılmasını sağlamaktı.
Sizce
kitabın verdiği ana mesajlar nelerdir?
Birçok
farklı okur, birçok farklı sonuca ulaşacak, birçok farklı mesaj alacaktır.
Kitabın sonsözünü kaleme alan Mumya Ebu Cemal’in de dediği gibi, Safiye’nin
cümlelerini okuduğumuzda bir ruh ve güç kuşatır bizi ve bu ikisi, adalet
mücadelesini daha da yaratıcı kılar. Angela Davis, yazdığı önsözde kendi
dileğini aktarır ve “umarım kitap, politik tutsakların özgürlük kavgasına
katılma ve hapishanelerde adalet güneşinin doğması için mücadele etme konusunda
okuru teşvik eder” der. Bence Safiye’nin yazılarındaki ana mesajlar bunlardır.
Ayrıca bu yazılar şunu söylemektedirler: adalet kavgası, herkesin tüm gücüyle
çalışmasına değecek bir kavgadır ve bu kavga dürüstlükle, sağduyuyla ve
açıklıkla yürütülmelidir ki kendi aramızda sosyal adaleti tesis edebilelim, insanlığımızı
bireysel ve örgütsel düzeyde yenileyebilelim, böylelikle insanlık dışı
kapitalist değerleri teşvik edip duran sisteme karşı mücadele edebilelim.
Bugün
eylemciler, Safiye’nin hayatından başka neler öğrenebilirler?
Uğruna
mücadele ettiğimiz değerleri anlamalı, benimsemeli, onları iliklerimizde
hissetmeli, bunları pratiğe dökebilmeliyiz. Safiye, düşündüğü gibi yaşadı.
“Adalet istiyorum” diyorsanız, adaleti elde etmek için bir şey yapmalısınız.
Ayrıca Safiye, politik tutsakların serbest bırakılmasını sağlayacak mücadelenin
bir bütün olarak adalete kavuşma noktasında neden ve nasıl zaruri olduğunu
ortaya koydu.
Safiye’nin
tüm yazıları, aynı zamanda, yirminci yüzyılın ortalarında hüküm süren devrimci
hareketlerin tarihin belirli bir kesitine ait olmadığını görmemizi sağlar.
İlgili dönemde belirleyici olan ilkeler, farklı bir biçimde bugün de
geçerlidirler. O dönemi devrimci kılan, sadece verdiğimiz mücadelenin düzeyi
değil, ayrıca emperyalizmin hâkim olduğu sistemin kökten değiştirilmesinin
zaruri olduğuna dair anlayış idi. Umarım, Safiye’nin tasvir ettiği bütünsel
politik tarih anlayışı, ABD genelinde sol örgütlerin tüm politik tutsakların
özgürlüğü talebini programlarına almalarına katkıda bulunur.