12 Ağustos 2020

Amerikan İdeolojisi



Amerikan toplumunun tarihsel oluşum sürecini iki faktör biçimlendirmiştir: hâkim dinî ideoloji ve işçi partinin bulunmaması. Bu iki faktör, birlikte yeni bir durumu koşullamıştır: fiiliyatta tek bir partinin, sermaye partisinin yönettiği bir sistemin kurulması ve idame ettirilmesi. Bu parti iki parçadan, iki hizipten oluşur, ama iki hizip de liberalizmin aynı versiyonunu benimser. İkisi de sadece, güdük ve güçsüz bırakılmış bir tür demokrasiye katılım gösteren küçük bir azınlığa hitap eder. İşçi sınıfı, genel kural gereği oy kullanmaz, bahsi geçen sermaye partisinin her bir hizbi, kendisine ait bir orta sınıf tabana sahiptir. Partinin iki hizbi de lobilerden, toplumsal destek gruplarından oluşan bir seçmen kitlesine sırtını yaslar.

Amerikan demokrasisi, bugün “düşük yoğunluklu demokrasi”nin gelişkin bir modelini meydana getirmektedir. Bu demokrasi, politik hayatın seçim demokrasisi üzerinden yönetilmesi ile sermaye birikimi yasalarınca yönlendirilen ekonomik hayatın yönetimi arasındaki ayrım üzerinden işlemektedir. Ayrıca bu ayrım, köklü bir itiraza asla maruz kalmaz. Üzerinde genel bir uzlaşma söz konusudur. Oysa bu ayrım, politik demokrasinin tüm yaratıcı potansiyelini yok etmektedir. Bu ayrım sebebiyle meclis gibi temsil kurumları güçsüzleşmekte ve piyasa ile emirlerine tabi hâle gelmektedir. Bu anlamda Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında tercih yapmak beyhude bir çabadır, çünkü Amerikan halkının geleceğini tayin eden, seçimlerde yapılan tercihlerin sonuçları değil, finans piyasaları ve diğer türden piyasalardaki iniş çıkışlardır.

Sonuçta Amerikan devleti, sadece ekonomiye, yani toplumsal meseleleri görmezden geldiği koşullarda tümüyle itaat ettiği sermayeye hizmet etmek için vardır. Devletin bu şekilde hareket etmesinin tek bir sebebi mevcuttur: Amerikan toplumunun oluştuğu tarihsel süreç, işçi sınıfının politik bilincinin gelişimine mani olmuştur.

Avrupa’da ise devlet, toplumsal çıkar grupları arasında yüzleşmelere sahne olan bir arenadan ibarettir. Avrupaî devletin toplumsal uzlaşmadan yana durmasının sebebi budur. Bu sayede demokratik uygulamalar, gerçek bir anlama kavuşabilmektedir. Sınıf mücadelesinin ve diğer politik mücadelelerin devleti bu yönde hareket etmeye zorlamadığı, devletin sermaye birikiminin özel mantığı karşısında özerk kalamadığı koşullarda demokrasi, tıpkı ABD’de olduğu gibi, tümüyle anlamsız bir uygulama hâlini alır.

Hâkim dinî pratik ve köktenci söylemler üzerinden bu pratiğin istismar edilmesine, ezilen sınıflardaki politik bilinç yoksunluğu eşlik eder. Bu durum, ABD’de politik sisteme başka yerlerde görülmeyen bir manevra alanı açar, böylece sistem, demokratik uygulamaların muhtemel etkilerini ortadan kaldırır, bu uygulamaları zararsız birer ritüele dönüştürür; politika eğlence, kampanyalar amigoların şovu hâline gelir.

Kimsenin bizi kandırmasına izin vermemeliyiz. Komuta merkezinde duran ve iktidarı elinde bulunduranlara mantığını dayatan, köktenci ideoloji değil, sermaye ve hizmetkârlarıdır. Tüm kararları tek başına sermaye alır, ardından da davasına hizmet etsin diye Amerikan ideolojisini namluya bizzat o sürer. Dezenfermasyon sayesinde sermaye, kendi amaçlarına uygun hareket etme imkânı bulur, eleştirileri boğar, eleştirenleri şantaj ve gözdağı ile sindirir. Bu sayede müesses nizam, “kamuoyu”nu ondaki aptallığı beslemek suretiyle yönlendirir.

Oluşan bu bağlam sayesinde Amerika’da yönetici sınıf, toplumsal değerleri küçümseyen bir yaklaşım geliştirmiş, bu yaklaşımı ikiyüzlülük ambalajına sararak satmıştır. Rejim, ihtiyaç duyduğunda şiddete başvurabilmektedir. Tüm devrimci Amerikalılar bunu çok iyi bilirler. Onlara bırakılan seçenekse şudur: ya ruhunu satacaksın ya da bir gün öldürüleceksin.

Tüm diğer ideolojiler gibi Amerikan ideolojisi de tükenme tehdidi altındadır. Ekonomideki yüksek büyüme rakamlarının damgasını vurduğu, toplumsal itirazların seviyesinin düşük seyrettiği görece sakin geçen dönem boyunca yönetici sınıf, halkına pek fazla baskı uygulama ihtiyacı duymamıştır. Bu sebeple zaman zaman müesses nizam, elindeki ideolojiyi klasik yöntemlerle yeniden canlandırmıştır. Bunun için de bir düşman tasarlanmıştır. “Şer ekseni” gibi ifadelerle anılan bu düşmanı yok etmek için her türden aracın devreye sokulması noktasında kimi bahanelere başvurulmuştur. Geçmişte bu düşman komünizmdi. Makkarticilik sayesinde Soğuk Savaş süreci başladı ve Avrupa teslim alındı. Bugün de “terörizm” böylesi bir bahane. Bu bahane, yönetici sınıfın gerçek projesine, dünyanın askerî anlamda kontrol altına alınmasına hizmet ediyor.

Amerika’nın yeni hegemonik stratejinin açık hedefi, Washington’ın emirleri karşısında direnç gösterebilecek herhangi bir gücün ortaya çıkmasına mani olmaktır. Bu sebeple fazla “büyük” olan ülkelerin parçalanması, böylelikle “koruma” için ABD üslerini isteyecek kıvama gelmiş çok sayıda uydunun oluşturulması amaçlanmaktadır. ABD’nin başına geçen son üç başkan da (Baba Bush, Clinton ve Oğul Bush) “büyük” olmayı sadece ABD’nin hak ettiğini düşünmektedir. Bu anlamda ABD hegemonyası, nihayetinde ekonomik sisteminin sunduğu özel “avantajlar”a değil, aşırı büyük askerî gücüne dayanmaktadır. Bu güç sayesinde ABD, küresel mafya teşkilâtının rakipsiz lideri pozu takınabilmekte, bu teşkilâtsa “gözle görünür yumruğu” ile hizaya girmek istemeyenlere yeni emperyalist düzeni dayatmaktadır.

Son elde ettiği başarılardan cesaret alan aşırı sağ, bugün Washington’da iktidarın dizginlerini ele geçirmiştir. Bu güç, herkesin önüne şu seçeneği çıkartmaktadır: ya ABD hegemonyasını ve onun teşvik ettiği aşırı güçlü “liberalizm”i kabul edeceksiniz ve para kazanmayı takıntı hâline getireceksiniz ya da bu ikisine karşı geleceksiniz. Kabul eden herkes, Washington’ı dünyayı Teksas’a ait imaj üzerinden yeniden kurmasına izin vermiş olacak, bu konuda onun elini rahatlatacaktır. İtiraz seçeneği tercih edildiğinde ise çoğulcu, demokratik ve barışçıl bir dünya kurulacaktır.

1935’te veya 1937’de gerekli itirazı gösterebilmiş olsalardı Avrupalılar, onca yıkımı gerçekleştirmesinden önce Nazi çılgınlığını durdurabilirlerdi. 1939’da ise artık her şey çok geçti. On milyonlarca insan öldü. Dolayısıyla bugün harekete geçip Washington’ın Neonazi ideolojisiyle yüklü harekâtını durdurmak, o gücü yok etmek, hepimize düşen bir sorumluluktur.

Samir Amin
[3 Eylül 1931-12 Ağustos 2018]

0 Yorum: