09 Ağustos 2020

, ,

Filistin Direnişinin Şiiri


Birçok yönden Mahmud Derviş’in hayatı, Filistin’in çile yüklü yolculuğunun özeti gibidir.

Derviş, Filistin’de doğar ve İsrail askerlerince kendi vatanından sürgün edilir. Geri dönen Filistinlilerin kıyımdan geçirildiği dönemde gizlice ülkeye girdiğinde köyünün yüzlerce köy gibi yerle yeksan edildiğini, haritadan silindiğini görür.

Derviş, sonradan devrimci olmuştur. Birçok Filistinli gibi o da Siyonizmin baskıları sonucu devrimci politikaya yönelmiştir.

Birçok Arap’ın İsrail’i tanıdığı iddiasıyla husumet beslediği İsrail Komünist Partisi’ne girer. İbranicesi gayet iyidir, İsrailli kimi isimlerle ilişkileri mevcuttur. Gelgelelim bir Filistinli Arap olarak dinî üstünlük ve imtiyazlar üzerine kurulu bir devlette yapamaz. Arap yurttaşlar, bu devlet nezdinde düşük statüdedir.

Derviş komünisttir ama aynı zamanda özgür bir şairdir. Özgür ve yaratıcı şairler herhangi bir ideolojinin sınırları içinde uzun süre kalamazlar, dolayısıyla Derviş, erken bir yaşta kendisini şiire adamış biri hâline gelir.

Hayatının bir sonraki aşamasında Siyonizmin gerçek niteliğini ve zalimliğini idrak eder. Arap devletleri karşısında elinde bulundurduğu askerî üstünlükle İsrail devleti, Derviş’in şiirlerini tehdit olarak görür. Bu şiirler, Filistinli gençlerin attıkları taşlardan farksızdır.

Kendi topraklarında yaşayan veya evlerinden atılmamış olan ve İsrail’de ikamet eden tüm Arap nüfusu, askerî idareye bağlanır. Bu dönemde İsrail devleti, bu genç Filistinli şairi ev hapsine mahkûm eder. Şiirleri yasaklanır, yerleşimci-sömürgeci devlet olarak İsrail’de Filistinlilerin toprağa bağlılıklarından dem vurmak, kanun dışı ilân edilir. Ama Derviş susmaz.

Zamanla Gassân Kenefâni’nin “işgal altındaki toprakların şairleri” olarak adlandırdığı kategorideki yeri iyice belirginleşir ve şiirleri sınırları aşar. Elden ele dolaştırılan şiirleri Arap gazetelerinde yayımlanır. İnsanlar, İsrail’deki Arap nüfusunu saran yeni bir enerjiyi hisseder o dizelerde. Bu koşullarda İsrail devleti, genç şairi ev hapsine mahkûm eder ve kendisinden her gün şiirleri konusunda bilgi vermesi için karakolu ziyaret etmesini ister. Amerikan medyası Ortadoğu ile ilgili haberler yaparken, Siyonizmin işte bu özelliğini gizlemektedir.

Kısıtlamalardan bıkıp usanan Derviş, okumak için Sovyetler Birliği’ne gider. Arap dünyasından gelen bir isim olarak belirli mahfillerde şüphe ve düşmanlıkla karşılanır. Ne cüretle Filistin’i terk ettiği sorulur kendisine. Gittiği her yerde birileri çıkıp gözünü korkutmaya çalışır ama Derviş geri adım atmaz. Ülkeyi terk etmesinin davayı terk etmek anlamını taşımadığını, davasının politik olduğunu, onun edebiyat üzerine inşa edildiğini söyler.

Kendisine yönelik methiyelere şüpheyle yaklaşan Derviş, bir seferinde Beyrut’ta dinleyicileri azarlamak zorunda kalır. Onlara, “Herkesin gözü önünde bana sevgi gösterisinde bulunmayı bırakın artık!” der.

Gözde bir şair olmak istemediğinden, kitlelerden uzak durur. O, kitlelerin istediklerini yazma arzusunda olan bir şair değildir. Bu anlamda Filistinli komünist Semih Kasım’ın şiirleriyle Derviş’in şiirlerini kıyaslamak mümkündür. Kasım’ın şiiri donuktur, durağandır, şiirsel açıdan gelişme kaydetmemiş, büyümemiş bir isimdir. Derviş’se halkın beklentileri hilafına hareket etmiş, kendi üslubunu geliştirmiş, süreç içerisinde şiiri ciddi bir dönüşüme uğramıştır.

En fazla okunan Arap şair ve yazar olmasına karşın kendisini halkın beklentilerinden uzak tutar. Bunu bir aydının cesurca giriştiği bir eylem olarak görmek mümkündür. Derviş’in okurları “Kaydet Ben Arabım” gibi şiirler yazıp okumasını istemiş, ama o bu tür taleplere karşı çıkmıştır. Böylesi isteklere Hiçbir vakit boyun eğmemiştir.

Derviş, kendisini değilse bile şiirini epey ciddiye alır ve hayranlarının idrak etmediği hüsranları dile döker. Şiir okuma etkinliklerinde hep en son yazdığı şiiri okumayı tercih eder ki bu durum, ilk politik şiirlerini dinlemek isteyenleri bir miktar üzer.

Onun şiirinin her bir ilmeğinde Filistin vardır, ne var ki o şiirleri okumak için okurun daha fazla çaba sarf etmesi gerekir.

Bir süre Kahire’de kalır. Ahram gazetesinde kendisine bir büro tahsis ederler. Bu büroyu ortaklaştığı pek bir şey bulunmayan, merhum yazar Necib Mahfuz’la paylaşır. Mahfuz’un her gün uyduğu rutine takıntılı ve aşırı titiz bir üslupla bağlı oluşu Derviş’i deli eder. Sonrasında Derviş Beyrut’a taşınır. Burada kendisine Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı bir araştırma merkezinde iş verilir.

Beyrut’ta Derviş için her şey yolunda gider, zira burada kendisine ayıracak epey bir zaman bulur. Şiirlerine hayran isimlerin bulunduğu Moritanya yanında birçok Arap ülkesini ziyaret eder ama bir kere bile Suudi Arabistan’a adım atmaz. Bir keresinde Cenedriyye Festivali’ne davet edilir. Ama arkasında o dönem Prens Abdullah’a bağlı Suudi Ulusal Muhafızları’nın olduğunu öğrenince daveti geri çevirir.

Lübnan iç savaşına tanık olan Derviş, Tal’al Zatar mülteci kampının düşüşünü ele aldığı, eşi benzeri olmayan şiirini kaleme alır. Filistinlilerin sürgün ve direnişle yüklü yolculuklarını bundan daha iyi anlatan şiir yoktur. Bu güçlü şiir, hem Marcel Halife hem de Ziyad Rahbani tarafından bestelenmiştir.

Derviş’in edebiyatı epey etkileyicidir. Sürekli dönüşen bu edebiyat, halktan gelen baskılara direnir. Özgürce yazar. Düzyazıları da şiirleri kadar muhteşemdir. Derviş, sadece kendisine has olan bir dil kullanır.

Gelgelelim Derviş, edebiyatındaki cesareti ve yaratıcılığı siyaset alanında her daim ortaya koyamamıştır. Arafat’la kurduğu ilişkinin esaretinden yıllar boyunca kurtulamamıştır. Arafat için konuşma metinleri kaleme almıştır. Bunlardan biri de Arafat’ın 1974’te Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadır. Derviş bu metni şiir gibi yazdığı için İngilizce çevirisi bir miktar sorunlu olmuştur. 1988’de gerçekte karşılığı olmayan “bağımsızlık beyannamesi” de onun kaleminden çıkmıştır.

Derviş, “O Yüce Gölgeye Övgü” isimli şiirini Arafat için yazdığı iddiasını yalanlar ama gene de Arafat’a hayranlığını hiçbir zaman gizlemez. Ama Oslo Anlaşması sonrası Arafat’la bağını kopartır ve FKÖ’nün yürütme komitesinden ayrılır. Kinci bir isim olarak Arafat, bunun üzerine Derviş’i acımasızca cezalandırır ve para akışını durdurur. Hatta bu gelişme üzerine Derviş’in Oslo ile ilgili eleştirileri bir miktar yumuşar.

Arafat’ın daveti üzerine, Oslo Anlaşması sonrası Ramallah’a davet edilir. Bu süreçte Derviş daha da radikalleşir. Yeniden İsrail kuşatması altında olmasına rağmen “Kuşatma Devleti” isimli o muhteşem şiiri yazar. Savaş uçakları ve tanklarla Arapları dize getirmek istediğini söylediği İsrail, artık kendisi için her daim şüpheyle yaklaşılacak bir güçtür. 2002’de bir Lübnan televizyonuna verdiği röportajda kendi “Arap” yurttaşlarıyla altmış yılın ardından barışamamış bir devletle barış yapmamın imkânsız olduğunu söyler.

Buna karşın aynı röportajda Filistinlilerin ümitli olması gerektiği üzerinde durur. “Ümidi artırmak”tan dem vurur. Onda Arap devletleri konusunda tek bir hayale bile rastlanmaz. Derviş, “O Yüce Gölgeye Övgü” isimli ünlü şiirinde Arap idarecilerin sadece nutuk atmayı ve kaçmayı bildiklerini söyler.

Uluslararası planda itibar kazanan Derviş, kimi Arap şairler gibi Nobel Edebiyat Ödülü peşinde koşturmaz, konumunu ve şiirini Nobel Komitesi’nin hassasiyetlerine göre ayarlamaya çalışmaz. Bu noktada Derviş özgür bir isimdir. Ürdün’ün başkenti Amman’da yalnız bir hayat yaşar, kalabalığa pek karışmaz.

Denilir ki Derviş, en fazla Suriyeli dinleyicilerine düşkündür. Bilindiği üzere Suriyeliler Arap dilinin kıymetini bilen insanlardır. Suriye’de eğitim sistemi, Arapça dilbilgisinin düzgün bir şekilde öğretilmesi hususuna itinayla yaklaşmaktadır.

Denilir ki Derviş, en çok Şam’da şiir okumayı sever. Gelgelelim o, şiirde başvurduğu üslubu her daim geliştirmiş, kitlelerin şiir zevkini değiştirmeyi bilmiştir. İnsanlar bunu anlamaz ama Derviş, oturacak yer bulunmayan statlarda şiir okumuş bir isimdir.

Batı medyası, Ortadoğu’daki şiddete ve terörizme kafayı takmıştır. Medya, Arapların hayatına ait önemli yönleri görmezden gelir. ABD’de medya, Arapları namaz kılıp sağa sola el bombası atmaktan başka bir şey yapmayan insanlar olarak takdim eden ırkçı karikatürleri yaymayı sever.

İster inanın ister inanmayın, Araplar da sever, yemek yer, içer, şiir okur ki şiir Amerikan kültüründe tali bir mesele iken çağdaş Arap kültürünün merkezinde duran bir husustur.

1982 sonrası Derviş Paris’e taşınır. Burada Bilal Hasan ve Joseph Semaha’nın çıkarttığı Yevmü’s-Sabi isimli dergiye yazılar yazar. Arafat’a sadakatle bağlı olan bu dergi, yeni üslup ve yöntemlere kapı aralar.

Bu süreçte Batı, Derviş’i daha fazla tanır. Uluslararası planda kabul görüyor olmak Derviş’i mutlu eder ama asıl derdi bu değildir. Arap dünyasında Derviş, kitapları çok satan az sayıda isimden biridir. Yayıncılar onun üzerinden epey para kazanırlar, kitaplarının korsanları yaygın bir biçimde dağıtılır. Gazetelerde çıkan yeni şiirlerini herkes, bir an önce kitap hâlinde görmek ister.

Mahmud Derviş’i okuyan, Filistin tarihini okur. Amerika’da ölümü sonrası yazılan yazılar tüm resme kördür. Bu yazılarda sanki başka birinden bahsedilmektedir. Örneğin New York Times, köyünün ismi bilinmeyen saldırganlarca yıkıldığını söylemekte, İsrail devletinin Derviş’i şiirleri yüzünden gözaltına aldığı gerçeğini gizlemektedir.

Derviş’in şiiri, Filistin’i duygusal planda yüceltmekle kalmaz. O, aynı zamanda direnişi de yüceltir. Bu direnişse Derviş doğmadan önce başlamış, herkes yurduna dönene ve vatan kurtulana dek devam edecektir.

Esad Ebu Halil
18 Ağustos 2008
Kaynak

0 Yorum: