Birçok
yönden Mahmud Derviş’in hayatı, Filistin’in çile yüklü yolculuğunun özeti
gibidir.
Derviş,
Filistin’de doğar ve İsrail askerlerince kendi vatanından sürgün edilir. Geri
dönen Filistinlilerin kıyımdan geçirildiği dönemde gizlice ülkeye girdiğinde
köyünün yüzlerce köy gibi yerle yeksan edildiğini, haritadan silindiğini görür.
Derviş,
sonradan devrimci olmuştur. Birçok Filistinli gibi o da Siyonizmin baskıları
sonucu devrimci politikaya yönelmiştir.
Birçok
Arap’ın İsrail’i tanıdığı iddiasıyla husumet beslediği İsrail Komünist
Partisi’ne girer. İbranicesi gayet iyidir, İsrailli kimi isimlerle ilişkileri
mevcuttur. Gelgelelim bir Filistinli Arap olarak dinî üstünlük ve imtiyazlar
üzerine kurulu bir devlette yapamaz. Arap yurttaşlar, bu devlet nezdinde düşük
statüdedir.
Derviş
komünisttir ama aynı zamanda özgür bir şairdir. Özgür ve yaratıcı şairler
herhangi bir ideolojinin sınırları içinde uzun süre kalamazlar, dolayısıyla
Derviş, erken bir yaşta kendisini şiire adamış biri hâline gelir.
Hayatının
bir sonraki aşamasında Siyonizmin gerçek niteliğini ve zalimliğini idrak eder.
Arap devletleri karşısında elinde bulundurduğu askerî üstünlükle İsrail
devleti, Derviş’in şiirlerini tehdit olarak görür. Bu şiirler, Filistinli
gençlerin attıkları taşlardan farksızdır.
Kendi
topraklarında yaşayan veya evlerinden atılmamış olan ve İsrail’de ikamet eden
tüm Arap nüfusu, askerî idareye bağlanır. Bu dönemde İsrail devleti, bu genç
Filistinli şairi ev hapsine mahkûm eder. Şiirleri yasaklanır,
yerleşimci-sömürgeci devlet olarak İsrail’de Filistinlilerin toprağa
bağlılıklarından dem vurmak, kanun dışı ilân edilir. Ama Derviş susmaz.
Zamanla
Gassân Kenefâni’nin “işgal altındaki toprakların şairleri” olarak adlandırdığı
kategorideki yeri iyice belirginleşir ve şiirleri sınırları aşar. Elden ele
dolaştırılan şiirleri Arap gazetelerinde yayımlanır. İnsanlar, İsrail’deki Arap
nüfusunu saran yeni bir enerjiyi hisseder o dizelerde. Bu koşullarda İsrail
devleti, genç şairi ev hapsine mahkûm eder ve kendisinden her gün şiirleri
konusunda bilgi vermesi için karakolu ziyaret etmesini ister. Amerikan medyası
Ortadoğu ile ilgili haberler yaparken, Siyonizmin işte bu özelliğini
gizlemektedir.
Kısıtlamalardan
bıkıp usanan Derviş, okumak için Sovyetler Birliği’ne gider. Arap dünyasından
gelen bir isim olarak belirli mahfillerde şüphe ve düşmanlıkla karşılanır. Ne
cüretle Filistin’i terk ettiği sorulur kendisine. Gittiği her yerde birileri
çıkıp gözünü korkutmaya çalışır ama Derviş geri adım atmaz. Ülkeyi terk
etmesinin davayı terk etmek anlamını taşımadığını, davasının politik olduğunu,
onun edebiyat üzerine inşa edildiğini söyler.
Kendisine
yönelik methiyelere şüpheyle yaklaşan Derviş, bir seferinde Beyrut’ta
dinleyicileri azarlamak zorunda kalır. Onlara, “Herkesin gözü önünde bana sevgi
gösterisinde bulunmayı bırakın artık!” der.
Gözde
bir şair olmak istemediğinden, kitlelerden uzak durur. O, kitlelerin
istediklerini yazma arzusunda olan bir şair değildir. Bu anlamda Filistinli
komünist Semih Kasım’ın şiirleriyle Derviş’in şiirlerini kıyaslamak mümkündür.
Kasım’ın şiiri donuktur, durağandır, şiirsel açıdan gelişme kaydetmemiş,
büyümemiş bir isimdir. Derviş’se halkın beklentileri hilafına hareket etmiş,
kendi üslubunu geliştirmiş, süreç içerisinde şiiri ciddi bir dönüşüme
uğramıştır.
En
fazla okunan Arap şair ve yazar olmasına karşın kendisini halkın
beklentilerinden uzak tutar. Bunu bir aydının cesurca giriştiği bir eylem
olarak görmek mümkündür. Derviş’in okurları “Kaydet Ben Arabım” gibi
şiirler yazıp okumasını istemiş, ama o bu tür taleplere karşı çıkmıştır.
Böylesi isteklere Hiçbir vakit boyun eğmemiştir.
Derviş,
kendisini değilse bile şiirini epey ciddiye alır ve hayranlarının idrak
etmediği hüsranları dile döker. Şiir okuma etkinliklerinde hep en son yazdığı
şiiri okumayı tercih eder ki bu durum, ilk politik şiirlerini dinlemek
isteyenleri bir miktar üzer.
Onun
şiirinin her bir ilmeğinde Filistin vardır, ne var ki o şiirleri okumak için
okurun daha fazla çaba sarf etmesi gerekir.
Bir
süre Kahire’de kalır. Ahram gazetesinde kendisine bir büro tahsis
ederler. Bu büroyu ortaklaştığı pek bir şey bulunmayan, merhum yazar Necib
Mahfuz’la paylaşır. Mahfuz’un her gün uyduğu rutine takıntılı ve aşırı titiz
bir üslupla bağlı oluşu Derviş’i deli eder. Sonrasında Derviş Beyrut’a taşınır.
Burada kendisine Filistin Kurtuluş Örgütü’ne bağlı bir araştırma merkezinde iş
verilir.
Beyrut’ta
Derviş için her şey yolunda gider, zira burada kendisine ayıracak epey bir
zaman bulur. Şiirlerine hayran isimlerin bulunduğu Moritanya yanında birçok
Arap ülkesini ziyaret eder ama bir kere bile Suudi Arabistan’a adım atmaz. Bir
keresinde Cenedriyye Festivali’ne davet edilir. Ama arkasında o dönem Prens
Abdullah’a bağlı Suudi Ulusal Muhafızları’nın olduğunu öğrenince daveti geri
çevirir.
Lübnan
iç savaşına tanık olan Derviş, Tal’al Zatar mülteci kampının düşüşünü ele
aldığı, eşi benzeri olmayan şiirini kaleme alır. Filistinlilerin sürgün ve
direnişle yüklü yolculuklarını bundan daha iyi anlatan şiir yoktur. Bu güçlü
şiir, hem Marcel Halife hem de Ziyad Rahbani tarafından bestelenmiştir.
Derviş’in
edebiyatı epey etkileyicidir. Sürekli dönüşen bu edebiyat, halktan gelen
baskılara direnir. Özgürce yazar. Düzyazıları da şiirleri kadar muhteşemdir.
Derviş, sadece kendisine has olan bir dil kullanır.
Gelgelelim
Derviş, edebiyatındaki cesareti ve yaratıcılığı siyaset alanında her daim
ortaya koyamamıştır. Arafat’la kurduğu ilişkinin esaretinden yıllar boyunca
kurtulamamıştır. Arafat için konuşma metinleri kaleme almıştır. Bunlardan biri
de Arafat’ın 1974’te Birleşmiş Milletler’de yaptığı konuşmadır. Derviş bu metni
şiir gibi yazdığı için İngilizce çevirisi bir miktar sorunlu olmuştur. 1988’de
gerçekte karşılığı olmayan “bağımsızlık beyannamesi” de onun kaleminden
çıkmıştır.
Derviş,
“O Yüce Gölgeye Övgü” isimli şiirini Arafat için yazdığı iddiasını
yalanlar ama gene de Arafat’a hayranlığını hiçbir zaman gizlemez. Ama Oslo
Anlaşması sonrası Arafat’la bağını kopartır ve FKÖ’nün yürütme komitesinden
ayrılır. Kinci bir isim olarak Arafat, bunun üzerine Derviş’i acımasızca
cezalandırır ve para akışını durdurur. Hatta bu gelişme üzerine Derviş’in Oslo
ile ilgili eleştirileri bir miktar yumuşar.
Arafat’ın
daveti üzerine, Oslo Anlaşması sonrası Ramallah’a davet edilir. Bu süreçte
Derviş daha da radikalleşir. Yeniden İsrail kuşatması altında olmasına rağmen
“Kuşatma Devleti” isimli o muhteşem şiiri yazar. Savaş uçakları ve tanklarla
Arapları dize getirmek istediğini söylediği İsrail, artık kendisi için her daim
şüpheyle yaklaşılacak bir güçtür. 2002’de bir Lübnan televizyonuna verdiği
röportajda kendi “Arap” yurttaşlarıyla altmış yılın ardından barışamamış bir
devletle barış yapmamın imkânsız olduğunu söyler.
Buna
karşın aynı röportajda Filistinlilerin ümitli olması gerektiği üzerinde durur.
“Ümidi artırmak”tan dem vurur. Onda Arap devletleri konusunda tek bir hayale
bile rastlanmaz. Derviş, “O Yüce Gölgeye Övgü” isimli ünlü şiirinde Arap
idarecilerin sadece nutuk atmayı ve kaçmayı bildiklerini söyler.
Uluslararası
planda itibar kazanan Derviş, kimi Arap şairler gibi Nobel Edebiyat Ödülü
peşinde koşturmaz, konumunu ve şiirini Nobel Komitesi’nin hassasiyetlerine göre
ayarlamaya çalışmaz. Bu noktada Derviş özgür bir isimdir. Ürdün’ün başkenti
Amman’da yalnız bir hayat yaşar, kalabalığa pek karışmaz.
Denilir
ki Derviş, en fazla Suriyeli dinleyicilerine düşkündür. Bilindiği üzere
Suriyeliler Arap dilinin kıymetini bilen insanlardır. Suriye’de eğitim sistemi,
Arapça dilbilgisinin düzgün bir şekilde öğretilmesi hususuna itinayla
yaklaşmaktadır.
Denilir
ki Derviş, en çok Şam’da şiir okumayı sever. Gelgelelim o, şiirde başvurduğu
üslubu her daim geliştirmiş, kitlelerin şiir zevkini değiştirmeyi bilmiştir.
İnsanlar bunu anlamaz ama Derviş, oturacak yer bulunmayan statlarda şiir okumuş
bir isimdir.
Batı
medyası, Ortadoğu’daki şiddete ve terörizme kafayı takmıştır. Medya, Arapların
hayatına ait önemli yönleri görmezden gelir. ABD’de medya, Arapları namaz kılıp
sağa sola el bombası atmaktan başka bir şey yapmayan insanlar olarak takdim
eden ırkçı karikatürleri yaymayı sever.
İster
inanın ister inanmayın, Araplar da sever, yemek yer, içer, şiir okur ki şiir
Amerikan kültüründe tali bir mesele iken çağdaş Arap kültürünün merkezinde
duran bir husustur.
1982
sonrası Derviş Paris’e taşınır. Burada Bilal Hasan ve Joseph Semaha’nın
çıkarttığı Yevmü’s-Sabi isimli dergiye yazılar yazar. Arafat’a sadakatle
bağlı olan bu dergi, yeni üslup ve yöntemlere kapı aralar.
Bu
süreçte Batı, Derviş’i daha fazla tanır. Uluslararası planda kabul görüyor
olmak Derviş’i mutlu eder ama asıl derdi bu değildir. Arap dünyasında Derviş,
kitapları çok satan az sayıda isimden biridir. Yayıncılar onun üzerinden epey
para kazanırlar, kitaplarının korsanları yaygın bir biçimde dağıtılır.
Gazetelerde çıkan yeni şiirlerini herkes, bir an önce kitap hâlinde görmek
ister.
Mahmud
Derviş’i okuyan, Filistin tarihini okur. Amerika’da ölümü sonrası yazılan
yazılar tüm resme kördür. Bu yazılarda sanki başka birinden bahsedilmektedir.
Örneğin New York Times, köyünün ismi bilinmeyen saldırganlarca
yıkıldığını söylemekte, İsrail devletinin Derviş’i şiirleri yüzünden gözaltına
aldığı gerçeğini gizlemektedir.
Derviş’in
şiiri, Filistin’i duygusal planda yüceltmekle kalmaz. O, aynı zamanda direnişi
de yüceltir. Bu direnişse Derviş doğmadan önce başlamış, herkes yurduna dönene
ve vatan kurtulana dek devam edecektir.
Esad Ebu Halil
18
Ağustos 2008
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder