29 Ağustos 2020

,

Algoritma


Solun siyaseti, geçen aylarda Facebook’ta çevrilen dümene benziyor. Bu dümen uyarınca kişilerin sayfalarında, “Facebook yeni algoritma geliştirdi, bu algoritma paylaşımlarınızı en fazla 25 kişinin görmesine izin veriyor” yazısı belirdi. Yazıyla birlikte bu kısıtlamadan kurtulmanın yolu da önerilmekteydi. Buna göre, işaret parmaklarınızı iki yandan şakaklarınıza dayıyorsunuz, “yıkılsın Facebook duvarları!” diye üç kez mırıldanıyorsunuz, sonra bilgisayar ekranına üç kez üflüyorsunuz! Böylece sonsuz âleme açılıyorsunuz.

Dinci gericiliğe, batıl inanca kapalı olan ilerici-bilimci solcular, hiçbir şeyi sorgulamadıkları için bu tuzağa hemen düştüler. Kadın ve şarap resimleriyle süslü sayfalarında bahsi geçen yazıyı paylaştılar ve yoldaşlarını “sınırları aşmaları” ile ilgili ipucu konusunda bilinçlendirdiler. Çünkü sonuçta ait oldukları Facebook, onların başkalarıyla iletişim kurmasına mani oluyordu.

Teyit sitesine göre[1] bu yalan, ilkin 2017’de İngilizce olarak gündeme gelmiş. Birçok kez yanlış olduğu söylenmesine rağmen tekrar piyasaya sürülmüş. İnsanların sayfalarına musallat olmuş. Ağa yakalanan yaralı sinek gibi çırpınan insanlar, Facebook’un bu gizli çağrısına kulak vermişler. Ülkenin, siyasetin ve solun içine düştüğü ağı anlaması gereken solcular, bu dümeni hiç sorgulamamışlar.

Esasen Facebook, belirli bir ağ kurma mantığı ile işliyor. Yani şirketin, faaliyetinin kişilerin etkileşim kurmasına mani olması mümkün değil. Facebook, şirketlerle ilgili genel algıyı sisteme entegre ediyor, o kötü algıyı kendi çıkarı için kullanıyor. Herkese şunu dedirtiyor: “Facebook, kişilerin etkileşim kurmasına mani oluyor, demek ki daha fazla etkileşim kurmalıyız.” Böylece sisteme ait bir özellik, ondan bağımsız ele alınıyor ve yüceltiliyor. Bu sayede o özelliğe bağlanmak suretiyle kişiler, sisteme dâhil oluyorlar. Şirket, “kötü reklâm olmaz” kuralına uygun hareket ediyor.

Zaten “solcu” da kurulan etkileşimin politik ve sınıfsal anlamını sorgulamama imkânı demek. Kimse, “niye etkileşim kurmamızı istiyorlar?” sorusunu sormuyor. İlkokulda duvarları süsleyen gazetelerin mantığını kullanan Facebook, herkesi gazeteci, muhabir, pazarlamacı ve reklâm panosu kılıyor. İnternette arattığınız gömleğin resmini Facebook’ta reklâm olarak görüyorsunuz. İlişki alanı genişledikçe reklâm pastası da büyüyor. Şirketler, kendileriyle ilgili kötü imajın da yağını çıkartıp ekmeklerine sürüyorlar. Solcu bireyler de insandan sayılmanın, var kabul edilmenin esrikliğiyle, bu yalana ortak oluyorlar. Dünyaya ve hayata kendilerinden bakıyorlar, başkadan, başka yerden ve başka zamandan bakanlara küfretmeyi maharet sayıyorlar. Birey putuna iman ediyorlar.

* * *

“Kapitalizm demokrasiye, çevreye, insana vs. karşı” diyenlerden şüphe etmek gerekiyor. Bunu diyenler, döne dolaşa düzene hizmet ediyorlar, bu kavramların kapitalizmle ilişkisini perdeliyorlar. “Facebook, bizim iletişim kurmamıza mani oluyor” cümlesi ile aynı mantığı paylaşıyorlar. Oysa kapitalizm, kendi eleştirisini de örgütlüyor. O eleştirinin sınırlarını tayin ediyor. Bazılarına “sadece mali sermayeye düşman olun” diyor. Böylece mal üretme ve sömürü ilişkileri, koruma altına alınıyor. “Cambaza bak” deyip aşağıda cepleri boşaltıyor.

Sol, üretim araçlarının sahipleri için ve onlar adına hareket ediyor. Meselenin şahdamarına dokunmadan, sermayenin ve/veya devletin işleyişindeki pürüzlere odaklanıyor. “Solun tek derdi, kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmak, onu ‘sürtünmesiz’ kılmak. Tek dert, ezilenleri, işçileri bu uğraşa ortak etmek.”[2] Çünkü solun bir kısmı “devletin; bir kısmı da kapitalizmin özünde, cevherinde sosyalizm olduğuna inanıyor, politikasını ve teorisini bu kanaat biçimlendiriyor.”[3] Kadrolarının mayasını bu teori ve politika yoğuruyor. Bu sol, özün kabuktan kurtulması için uğraşıyor.

Sol, bu noktada ezilenleri, halkı ve işçileri devletin veya sermayenin adımlarına tabi kılıyor. Onların belirli bir yer ve zamanda güç olmalarına izin vermiyor, bunu asla istemiyor. Sol, ezilenlerin, halkın ve işçilerin karşısına geçip, “bu kapitalizm (bu devlet) demokrasiye karşı. Biz demokrasi istiyoruz” diyor. Aslında onda sermaye veya devlet dil buluyor. Tıpkı Facebook gibi, devlete veya sermayeye ait bir özelliğin kitleler nezdinde yücelmesini, öne çıkmasını sağlıyor.

Sınırsız ve sınıfsız, havada asılı, kendinden menkul bir olgu olarak demokrasi, kırmızı boyalı şekere daldırılan çürük elma misali, halka ve işçilere yedirilmeye çalışılıyor. Halkın ve işçinin o demokrasiye yönelik itirazlarına bakılmıyor. Akademi koltuklarında ve istihbarat odalarında paketlenen “ileri”, “doğrudan”, “hiper”, “devrimci” demokrasiler, raflardaki yerini alıyorlar. Herkes, bir şekilde ağa bağlanıyor. Ağın her bir düğümüne “komün” deyince kapitalizmi ve emperyalizmi perdeleyeceklerini sanıyorlar.

Davos 2020 toplantısında tam da bu sebeple “paydaş kapitalizmi” kavramı üzerinde duruluyor. Efendiler, sivil toplumu ve hükümetleri şirketlerle uyumlu kılmaktan söz ediyorlar. Aydın Çubukçu, tam da bu bağlamda “sendikalar STK olsun” diyor. O, aslında sömürü ve zulme ortak olmak istiyor.

Sol, kapitalizmin karşı olduğunu söylediği şeyleri, sınırsız ve sınıfsız olgular olarak anlıyor. Sanki solcular, kapitalizme yeryüzünü sınıflara böldüğü, kendi sınırsız-sınıfsız varlıklarına halel getirdiği için kızıyor gibiler. Mesele kapitalizm değil, solcuların kendisine kapalı yüce bütünlük olarak bireylikleri.

Engels, otorite karşıtlarını, “politik devletin tek darbede, hatta onun varolmasını sağlayan toplumsal koşullar ortadan kaybolmazdan önce yok olmasını talep ettikleri” için eleştiriyor.[4] Bugün tüm sol, liberaller olarak bu otorite karşıtlarının hükmü altında. Artık sol, özgürlüğünü eşikte bırakmasına ihtiyaç duyan her tür faaliyete düşmanlık ediyor.

* * *

Bugün CHP varken Toplumsal Özgürlük Partisi isminde bir “parti” niye kurulur? Belirli bir şefin ego tatmini dışında, bir anlamı var mıdır? TÖP gibi yapılar, ezilenlere, halka ve işçilere “advanced” sosyal demokrasiden gayrı bir şey önerebilirler mi? Bu öneriler, CHP’nin ve devletinin sınırlarını aşabilir mi? Ezen-ezilen ve emek-sermaye arasındaki sınırı silikleştirmekten gayrı bir anlamı var mı solun?

Hazır CHP’nin genel sekreteri Selin Sayek Böke olmuşken, EMEP, TÖP, Sol Parti, ESP, SYKP, TİP-TKP, bilcümle sol örgütler, CHP’ye katılmalıdırlar. İkbal kapısı oradadır. Sermayeyle, uluslararası odaklarla, AB ve ABD ile, sürtünmesiz “sosyal kapitalizm”le ve “paydaş kapitalizmi”yle orada ilişki kurulmaktadır. Tüm devrimci yolların kavşağı, CHP’dir. Şefler, bir kez olsun kendisi dışındaki insanları düşünmeli, “bana koltuk yok, adım anılmaz benim oralarda” kibrinden sıyrılmalı, derhal, memleketin geleceği ve güzel yarınlar için CHP kapısında, sosyal mesafeyi de gözeterek, sıraya girmelidirler.

Çünkü AKP iktidara getirilirken Baykal partiyi sağa çekmiş, bu durumun tabanda sancıya sebep olacağını düşünen ağalar-paşalar, hemen SHP’yi kurup başına Sarp Kuray ve Karayalçın’ı getirmişlerdir. Bugün Sarp Kuray, “görevim tüm devrimcileri CHP’li yapmaktır” demektedir. Sol örgütler, bu emre kulak vermelidirler. Aslında eski “Doktorcu” Kuray, eski “Doktorcu” TÖP gibi yapıları yanına çağırmaktadır.

AKP’nin kurulduğu dönemde özellikle Alevi kitlesinin sağa sola savrulmasına mani olmak, fay hatlarında kırılmalara sebebiyet vermemek için SHP kurulmuştur. SHP, “sol”a savrulan aracı frenlemek içindir. (Sağ cenahta İyi Parti, benzer bir yere oturur.)

Sosyalistlerin bir ara “kurtarıcı mesih” ilân ettikleri, bugünse küfürle andıkları Muharrem İnce’nin çıkışını, yüzünü “sol”a dönen CHP yönetiminden rahatsız kesimlerin gönlünü alma, kontrol altında tutma operasyonu olarak okumak mümkündür.

Bugün yeni dönemin gerçekliğinde, CHP “sol”a çekmekte, yüzünü HDP sahasına çevirmektedir. Bu saha, Öcalan’ın masa çağrısı yapan yazısının Jacobin dergisinde yazıldığı yerdir. Eski mektubu yönetmen olmamasına rağmen “Yılmaz Güney’in varisi devrimci yönetmen” diye sunulan Sırrı Süreyya Önder kaleme almıştır. “Bugünkü mektubu kim yazdı, kim Amerikan dergisine gönderdi?”, bu soru üzerinde durulmalıdır.

Bugün sosyalist hareket, tüm mirasını, birikimini, mevzilerini, zeminini üç kuruşa satmıştır. Özgür Demirtaş, Kemal Derviş ve Selin Sayek Böke çizgisi, sosyalist hareketi tayin etmektedir. Bunlar, bu sebeple “devir” değiştirmekte, devrime karşı örgütlenmekte, Erdoğan’ın ürküttüğü yabancı sermayeyi tabana “adil düzen”le yayma yalanına sarılmaktadırlar. Bu solun önerebildiği tek şeyse “artan oranlı servet vergisi”dir.[5] Servet sahiplerinden vergi değil, kelle alacak devrime düşmandırlar. Onun CHP’yi, CHP’li zenginleri rahatsız etmesi, gücendirmesi, kızdırması mümkün değildir. Sol, ağaların-paşaların piyonudur.

Solun yönetim anlamında önerdikleri ise şudur: Ankara’da “örümcek bağlamış” meclis, çoğaltılmalı, tüm Kürd illerine nüfuz etmeli, eskiden askerin-polisin, doktorun, öğretmenin iktidar alanını ele geçirmelidir.

Patron adına kendisine baskı uygulayan sendika başkanını öldüren işçi, tüm sol örgütlerin korkusudur. Politik otorite karşıtlarının derdi, o işçinin öfkesinin kendisine dönmemesidir. Bu anlamda TÖP gibi yapılar meclislerden söz ediyorlarsa, bilinsin ki o meclisler, geri kalmış, tehdit ve tehlike arz eden halk kitlelerini dizginlemek için icat edilmiş araçlardır. Sol, devlet ve sermaye adına ezilene, halka ve işçiye konuşmak, onların dişlerini sökmektir. O sosyal medyaya müşteri üretmekten başka bir işe yarayamaz.

Eren Balkır
29 Ağustos 2020

Dipnotlar:
[1] Ayşe Ece Zübeyir, “Facebook’un Yeni Algoritması”, 8 Ağustos 2020, Teyit.

[2] Eren Balkır, “Davos Limanı”, 15 Ağustos 2020, İştiraki.

[3] Eren Balkır, “Cevher”, 13 Temmuz 2019, İştiraki.

[4] Frederick Engels, “Otorite Üzerine”, 1872, İştiraki.

[5] “TÖP”, 13 Ağustos 2020, Sendika.

0 Yorum: