Sosyalist hareket, devletle sermaye arasındaki gerilim
alanına yerleşiyor. Alttakilerden; sömürülenlerden ve ezilenlerden nefret
ettiğinden, onları yardıma ve akla muhtaç zavallılar olarak gördüğünden, bu
alanı vatan belliyor.
Sosyalistlerin bir kısmı devletin, bir kısmı da
kapitalizmin özünde, cevherinde sosyalizm olduğuna inanıyor, politikasını ve
teorisini bu kanaat biçimlendiriyor. Bugün TKP ve ESP (daha doğrusu ELP)
arasındaki sözde gerilimi buradan anlamak gerekiyor.
Devlette sosyalizm görenle kapitalizmde sosyalizm
gören arasında bir fark bulunmuyor. Her ikisi de alttakilerin derdine ve
öfkesine bigâne. Esasen bigâne oldukları için cevher arayıp bulma gereği
duyuyorlar. Politik ve teorik açıdan bir anlam ve değer kazanmak için
efendilerin, egemenlerin ülkesine sığınıyorlar.
Bu düzlemde sosyalist hareket açısından teori ve
pratik, o sosyalist özün açığa çıkacağı güne ayarlı. “Sosyalizm” dedikleri şey,
devletin veya kapitalizmin bağrındaki sosyalizme özgürlüğünü vermesinden gayrı
bir anlama sahip değil.
Burada asıl mesele, bu sosyalizmin devrimsiz oluşu.
Devletin özündeki sosyalizmin veya kapitalizmin özündeki sosyalizmin bir bebek
gibi rahimden çıkacağı âna “devrim” deniyor. Temel yanılgı burada. Devrim,
devrim olmaktan çıkartılıyor. O, tasfiye ediliyor.
* * *
Marx’ın küçük burjuva sosyalizmine yönelik
eleştirileri[1] veya Mao’nun liberalizm eleştirileri[2] Türkiye sosyalist
hareketi açısından hükmünü yitirmiştir. Marx ve Mao gibi isimler, arkaiktirler.
Devletin ve kapitalizmin gelişimi bağlamında bu tür pratikler, artık anlamsız
ve konu dışıdırlar. İmamoğlu, devletin ve kapitalizmin bağrındaki sosyalizmin
dışa çıkması noktasında, daha anlamlı ve gerekli gelmektedir.
Bugün ELP türevi, anarşist-troçkist-liberal kırması
dil, bu sebeple işçiye düşmandır. “İşçi, çalıştığı için kapitalizmi var
etmektedir” safsatasına artık daha fazla sosyalist inanmaktadır. Çünkü onlar,
“devrimden önce evrim düşü kuranlar”dır.[3] Artık bu tür örgütler, göğüs
kıllarını keserken, popolarını sallarken çektikleri fotoları “ekonomi ne ayol”
yazısıyla paylaşmaktadırlar. Kapitalizm ve sermaye yerine o nedenle sürekli
“sistem” gibi bir kelimeyi dile dolamaktadırlar.
Kapitalizmin sınırsız, düzleyici pratiğini
özgürleştirici bulmaktadırlar. Tekellerin sırtlarını sıvazladığı, ağza bir
parmak bal çaldığı eğilimlere meftun olmalarının sebebi buradadır. Dertleri
kadın, LGBT, vegan, doğa değil, alttakilerin inşa ettiği mücadele
dinamiklerinin tasfiyesidir. Bu emri yukarıdakiler vermektedir. Emrin
iletildiği kanal ise kapitalizmin özünde sosyalizm bulan akıldır. Bu akıl,
tasfiye sürecinin şerikidir.
* * *
Öte yandan, TKP tarafı da aynıdır. “Saray, rejim” gibi
kelimeleri dile dolamaları, “devlet” dememek içindir. Onlar, kadrolarını
“devletin bağrındaki sosyalizm bir gün açığa çıkacak” diyerek kandırırlar. Bir
vakit gelir, başörtüsüne savaş açarlar, neyi örttüğüne bakarlar, bir vakit
gelir, başörtülü kadını belediye başkanı adayı yaparlar. Hepsi de yukarıdan
gelen emirlerin sonucudur. Sonuçta CHP içine giren Dev-Yol varsa dışarıda duran,
ama kimse kaçmasın diye olan bir TKP vardır.
CHP ise Turan İtil’dir. Bu tür örgütlerin varoluş
sebebi, soluk aldığı havadır. Bir anlamda CHP’ye sızma pratiğini tersten de ele
almak gerekir. Aynı zamanda CHP de sosyalist örgütlere sızmakta, Gezi’de ve
sonrasında olduğu gibi o kadroları dilediğinde geri çağırmaktadır. CHP’nin
düzen içindeki görevi, tasfiyeciliktir.
Bu anlamda, esasen Orhan Gökdemir’in Twitter’da
gördüğü, popüler olmuş bir mesaj üzerine Turan İtil yazısı yazması[4] gayet
doğal bir gelişmedir. O, bağlı olduğu devletini aklamak zorundadır. Yazıda
Dev-Sol’un İtil’in vakfına saldırısını küçümseyerek anar, ama nedense, o vakıf
saldırısından beş yıl sonra kendi TKP’sinin mahallelerde Dev-Sol’a neden
saldırdığını sorgulamaz. Sorgulayamaz.
O günlerde Gökdemir’in partisi, “emekçilere hücum
ediyoruz, onları acayip örgütleyeceğiz” diyerek gecekondu mahallelerine girme
kararı almıştı. Dev-Sol’la çatışma yaşandı, bürolar basıldı, sonra parti
yöneticisi, “gecekondu mahalleleri bizi küçük burjuvalaştırıyor” diyerek,
oradan örgütlerini çekti. Kimse de “proleterleşmek için mahallelere giriyorduk,
ne oldu birden?” diye sormadı. Aydın, laik, açık fikirli, şüphe ve sorgulamayı
esas alması gereken gasteci olarak Gökdemir de sormuyor.
Dolayısıyla, Gökdemir, bahsi geçen yazısını kendi
devletini, teorik-ideolojik ve politik düzeyde bağlı olduğu yeri aklamak,
yaşananları kişisel olgularmış gibi göstermek için kaleme alıyor. Bugün neden
kendisinin ve partisinin Muazzez İlmiye Çığ gibi düşündüğünü, onun çizgisine
nasıl geldiğini hiç sorgulamıyor. Hocası Yalçın Küçük, edebiyat âlemini Ayhan
Songar’ın kitaplarıyla dövmeye kalkarken “hocam ne yapıyorsun?” demiyor. Bugün
de “Turan İtil bu düzenin ta kendisidir” diyor, ama “İtil laik Kemalist,
bilimci aydınlanmacı biri miydi değil miydi?” sorusunu hiç sormuyor. Sadece
devletin bekâreti, saf temiz gelişimi ve içinden sosyalizm bebeğinin doğacağı
günü düşünüyor. Kendisi nasıl kandırıldıysa başkalarını da aynı yöntemle ikna
etmeye çalışıyor. Oysa zarfa bakıp mazrufu anlamak gerekiyor.
* * *
Kapitalizmde ve devlette sosyalizm cevheri bulanlar,
fena yanılıyorlar. Devrim ayracını bu yanılgı siliyor. O nedenle ne devrime
örgütleniyorlar ne de devrimi örgütlüyorlar. Bunu asıl o cevher istemiyor.
Özlerinde devrime bağlı değiller. Cevher arayışında olanların yazdıklarında,
yaptıklarında devrime yer yok.
Bu cevher takıntısı, teoride diyalektiği; pratikte
maddeyi silip atıyor. Ruhlar âleminde dolaşıyorlar, metafizik düşünüp buradan
bireyciliklerine kılıflar örüyorlar. Ve hep bir taşla iki kuş vurmak
istiyorlar: “kapitalizmdeki yoğunlaşmanın ve proletaryadaki güçlenmenin yol
açacağı riskleri hep birlikte ortadan kaldırmak” için uğraşıyorlar.[5] Esasen
taraf olmak istemiyorlar. Kavga, tam da onların elinde çürüyor.
Gökdemir, yazının sonunda gastecilik gereği edindiği
beceriye bağlı olarak, afili bir cümle kuruyor. “Komünizm, kapitalizmin
ortasında insan kalma mücadelesidir.” Bu cümleye Marksizm “hayır” diyor, o
insan dediği şeyin sınıfsal-ideolojik-politik bir kurgu olduğunu söylüyor. Bu
bağlamda şu tespit edilmeli: “komünizm, kapitalizmin ortasında insan kalma
mücadelesi değil, kapitalizmin ve devletin ortasındaki insanı öldürme
mücadelesidir.” İtil de Songar da o insan adına çalışma yürütmüşlerdir.
“İnsanın insan yanı” gibi boş ifadeler kullanmadan önce asıl bu husus
sorgulanmalıdır. Devletin inşa ettiği “insan”la kapitalizmin inşa ettiği
“insan” arasındaki kavganın, rekabetin, didişmenin komünistler açısından bir
anlamı bulunmamaktadır. Her iki eğilim de düşman kardeştirler.
Eren Balkır
13 Temmuz 2019
Dipnotlar:
[1] Bu konuda bkz. Matthew Beaumont, “Küçük Burjuva Sosyalizmi”, 4 Temmuz 2019,
İştirakî.
[2] Mao Zedung, “Liberalizmle Mücadele”, 07 Eylül
1937, İştirakî.
[3] Rabia Mine, “Seks İşçiliği Verili Düzendeki En
Masum İştir”, 11 Temmuz 2019, Fersude.
[4] Orhan Gökdemir, “Bizim Sevgili Hastalığımız”, 6
Temmuz 2019, Sol.
[5] Matthew Beaumont, a.g.e.
0 Yorum:
Yorum Gönder