Gene Sharp: Solu
Fikirleriyle Baştan
Çıkartan Soğuk Savaş Aydını
Marcie Smith Söyleşisi
Branko Marcetic
30 Haziran 2019
Gene Sharp, herkesin pek bildiği bir isim
değil, ama aramızdan ayrılmış olan bu düşünürün şiddet dışı eylem ile ilgili
fikirlerinin ABD ve dünya genelinde ortaya çıkmış protesto hareketlerine nüfuz
ettiğini söylemek gerek. Her ne kadar ismi Gandi ve Martin Luther King gibi
muhalif isimlerle birlikte anılsa da Gene Sharp, esasen müesses nizama karşı
çıkan bir isim değil. Onlarca yıl Harvard’daki Uluslararası İlişkiler
Merkezi’nde görev yapan Sharp, ABD savunma bakanlığının önemli kurumlarında
çalışan aydınlarla sıkı bir ilişki içerisinde olmuştur. Doğalında şu soruyu
sormak lazım: Soğuk Savaş’ı militan bir tarzda savunmuş olan böylesi bir isim,
Venezuela’dan Ortadoğu’ya birçok protesto hareketini nasıl etkileyebilmiştir?
Geçen ay Nonsite sitesinde yayınlanan makalesinde John Jay Koleji’nden Marcie Smith,
araştırmasına ait bazı bulguları Sharp’ın hayatı ve çalışmaları bağlamında
aktarıyor. Yazarın ortaya koyduğu biçimiyle Sharp, “ABD’nin ürettiği, Soğuk
Savaş’ı savunan en önemli aydınlardan birisidir.” Bu, Sharp’ın fikirlerinden
etkilenmiş olan bazı isimleri şaşırtacak bir gerçekliktir. Jacobin’de Branko Marcetic’e verdiği
röportajda Smith, makalesi üzerinden ilerliyor, Sharp’ın hayatından ve
kariyerinden bahsediyor, onun devletle alakalı neoliberal fikirlerin Amerikan
solunun fikri dünyasına aktarılmasına nasıl katkı sunduğunu anlatıyor.
* * *
Röportajımıza Gene Sharp’ın kim olduğuna,
neden önemli bir sima olarak görüldüğüne dair bir açıklamayla başlayalım. Neden
ilk planda Sharp’ın kariyerine odaklandınız?
Politico’da, Gene Sharp’ın ismini hiç işitmediğiniz en önemli
Amerikalı politik sima olduğu söylenmiş. Bence bu, gayet makul bir
değerlendirme. 2018 yılının başlarında ölen siyaset bilimci Gene Sharp,
kariyeri boyunca politik bir aygıt olarak pasif direnişinin, şiddet dışı eylem
pratiklerinin dinamikleriyle ilgili kalem oynatmış bir isimdir. Google’da bir
arama yaptığınızda, onun ile alakalı yazıların sayısının Gandi ve Martin Luther
King Jr. ile alakalı yazıların sayısına ulaştığını görürsünüz. Kendisi birkaç
kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Bilhassa öldükten sonra hâkim söylem
üzre hareket eden ortamlarda Sharp’ın kutsallaştırıldığına, aziz mertebesine
çıkartıldığına tanık oluyorsunuz. Bu noktada BBC’ye, New York Times’a ve
Washington Post’a, ayrıca Waging Nonviolence ve başka solcu
ortamlara baktığınızda Sharp’ın ismi ön plana çıkıyor ve kendisi, tek bir satır
şerh düşmeksizin, dünya genelinde halk hareketlerinin bir kahramanı ve solun
dostu olarak takdim ediliyor.
2006’dan 2016-2017 yılına dek ABD’deki
iklim hareketi içerisinde yer aldım. Ayrıca beynelmilel iklim hareketi
içerisinde bir süre çalıştım. Üç dört yıl önce hareketin içerisinde tuhaf,
harekete has bazı sorunlar gözlemlemeye başladım. Bu anlam veremediğim sorunlar
üzerine söz konusu araştırmaya giriştim. Bu araştırma kapsamında bahsi geçen
hareket içerisinde dolaşıma sokulan, zerre eleştirilmeyen veya şüpheyle
yaklaşılmayan bazı aydınlara ve kitaplara eleştirel bir bakış geliştirmeye
çalıştım. Örgütlenme ile alakalı olan bu el kitaplarının büyük bölümü apolitik
çalışmalardı aslında. Bağrından neşet ettikleri net bir ideolojiden söz
edemiyordunuz. Esasında “ideoloji” kötü bir kelime olarak görülüyordu. İşte
böyle bir ortamda Gene Sharp, birçok kez karşıma çıkan aydınlardan biriydi.
Sharp hakkında çok şey okudum. Kitaplarını inceledim. Sonuçta onun ABD’deki
protesto hareketlerinin ve beynelmilel protesto hareketlerinin merkezinde
olduğunu görünce çok şaşırdım.
İki buçuk yıl boyunca Sharp’ı inceledim,
kitaplarını okudum. Velut bir yazardı. Benim onunla ilgili argümanım üçayak
üzerinde duruyor aslında: bence Sharp, bugünün Gandi’si olarak kabul görüyor,
oysa o, ABD’nin ürettiği, Soğuk Savaş’ı savunan en önemli aydınlardan birisi.
Sharp, bence nükleer stratejisti Thomas Schelling gibi isimlerle birlikte ele
alınıp değerlendirilmeli. Bilindiği üzere Schelling, Sharp’ın akıl hocası,
hatta Sharp’ı Harvard’daki Uluslararası İlişkiler Merkezi’ne getiren de o.
İkinci ayakta, Sharp’ın devletin dönüşümünü ilk ele alan neoliberal
teorisyenlerden biri olarak ele alınması gerektiğine dair tespitim duruyor.
Sharp, reel politiği bir tür duygu olarak benimsemiş olsa da, önemli
çalışmalarında dilini bu duygu tayin ediyorsa da Sharp’ın birçok Soğuk Savaş
destekçisi gibi dünyaya iyi-kötü ayrımı üzerinden baktığını, düşüncesini bu
bakışın biçimlendirdiğini söylemem lazım. Tabii şunu da söylemek gerek: Sharp
açısından kötü, esasen totaliter diktatörde bedenlenmiş olan bir olgu.
Fakat kitaplarına daha yakından
baktığımızda Sharp, sadece diktatörlere değil, daha geniş mânâda “merkezî
devlet”e de suçlamalar yöneltiyor. Onun kanaatine göre bu merkezîleşmiş devlet,
modern dünyada şiddetin ana kaynağı ve taşıyıcısı. Zulmü, soykırımı ve savaşı üreten
o. Oysa “merkezî devlet” açısından dünya bu kadar şiddete meyilli olmamalı.
Peki Sharp’a göre, bu “merkezî devlet”in ayırt edici özellikleri neler? Yeni Mutabakat
[“New Deal”] devletinin yeniden dağıtımı esas alan, solun da benimsediği
ekonomik düzenleme ve kilit sektörlerde kamu mülkiyeti. Sharp, “merkezî bir
devlet”te ekonominin hükümet kontrolünde olması üzerinde duruyor. Buradan
devletin merkezsizleşmesini talep ediyor. Merkezsizleşmenin ABD solunun da
benimsediği ortak bir slogan hâlini aldığını söylemek lazım. Sharp, devletin
ifa ettiği önemli görevleri “devlet dışı” yapılara devretmek istiyor. Dolaylı
olarak da Sharp, esasen merkezsizleşmiş devletin daha az şiddet üreteceğini
düşünüyor. Daha da ileri giderek, şiddet dışı eylem politikasının, pasif
direnişlerin bir diktatörü nasıl devireceği ile ilgili teorilerinin devlet
iktidarının dağılması (Sharp “dağılma” kelimesini kullanıyor) veya
“merkezsizleşmesi” noktasında işe yarayacağından bahsediyor. Kitaplarında
birçok kez devletin “merkezsizleşmesi”nin Sharp’ın yöntemini kullanan,
Sovyetler Birliği, Yugoslavya gibi yerlerde yaşanan şiddet dışı devrimlerin,
ayrıca Gürcüstan ve Ukrayna’da gerçekleşen renkli devrimlerin bir sonucu
olduğunu söylüyor. Burada yazar, esasen bizim “neoliberalizm” dediğimiz,
ekonomik serbestleşmeden bahsediyor.
Buradan argümanımın dayandığı üçüncü ayağa
ulaşıyorum. Bence Sharp, Soğuk Savaş’ın son aşamalarından 2000’lere dek uzanan
süreçte anti-komünist hareketlere hizmet eden bir bilge olarak görülmeli.
Sharp, ABD devletine ülke dışında yürütülecek anti-komünist çalışmalar
konusunda protesto sanatını öneren isim. Bence bu gerçeği anlamayan, Sharp’ı
asla anlayamaz. Örneğin Sharp ve arkadaşları, sahada Baltık ülkelerindeki
ayrılıkçı hareketlere danışmanlık hizmeti sunuyorlar. Baltık ülkelerinde ve
Rusya’da Sovyetler’in dağılmasından bir gün önce eylemcilerle birlikte çalışma
yürütüp, onlara akıl hocalığı yapıyorlar. Benzer faaliyetlere Yugoslavya’da da
giriştiklerini görüyoruz: Sharp ve kendisinin dünya genelinde şiddet dışı eylem
pratiğini yayıp geliştirme işini üstlenmiş olan Albert Einstein Enstitüsü,
Yugoslavya’da Gürcüstan’da, Ukrayna’da, Arap Baharı’nda ve Venezuela’da
faaliyet yürütecek insanları eğiten kişilere eğitimler veriyor. Bahsi geçen
enstitü, Ulusal Demokrasi Vakfı ve bağlı kuruluşlarla birlikte çalışmalar
yürütüyor.
Sharp’a göre, ABD’nin Soğuk Savaş
politikası aslında iyi bir politikaydı. Dolayısıyla onun Henry Kissinger gibi
isimlere ev sahipliği yapan bir merkezde Thomas Schelling’le çalışmış olması,
asla tesadüf değil. Zira Sharp, şu türden laflar sarf eden biri:
“Ben, ABD’nin anti-komünist ajandasını kabul ediyorum.
Sadece bu ajandanın şiddet araçlarına karşı şiddet dışı araçlarla
geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bence şiddet dışı eylemler, şiddetin
komünizmi yenme noktasında göstereceği etkiden daha fazla etkiye sahip
olacaktır.”
Gördüğümüz kadarıyla Sharp, haklı çıktı.
SSCB dağıldı. Sosyalizmin Doğu Avrupa’daki izleri renkli devrimlerle büyük
ölçüde silindi, Yugoslavya yıkıldı ve tüm bunlar büyük ölçüde şiddete
başvurulmadan gerçekleştirildi. Şaşırtıcı olan şu ki ABD solunun önemli bölümü
gelişmeleri sevinçle karşıladı, bu gelişmelerin halk sağlığı hizmetlerinin yok
oluşunu, herkese barınma imkânı sunulmasını öngören politikanın ortadan
kalkmasını, sendikaların bitişini, tasarruf tedbirleriyle birlikte güvenliğin
sert önlemlerle sağlanmaya çalışılmasına dönük adımları ifade ettiğini
anlamadı. Bugün olan biteni anlamak şart.
Sharp’ın tüm kariyeri, emperyalizmin
stratejisi konusunda önemli şeyler söylüyor. Mesela işçiler, ABD’nin kendi
sınıfsal çıkarlarını şiddete başvurmadan ilerletmesini kutlamalarla mı
karşılamalı? Bence birçok Sharpçı böyle düşünüyor. Sharp, bize protestoların
nasıl kullanılacağı konusunda çok şeyler söylüyor, ama aynı zamanda o
protestoların nasıl suiistimal edileceğinden de bahsediyor. Bu yaklaşımla
sıklıkla karşılaşıyoruz. Sokak gösterilerinde kendisini haklı gören,
istediğinin verilmesi gerektiğini düşünen kişilere çokça rastlıyoruz.
Bu, bir miktar Venezuela’da karşımıza
çıkan bir durum. Bu ülkede Maduro ve Chavez destekçilerine karşı
hoşnutsuzluklarını ortaya koyan, ama aynı zamanda sağcı olan bir halk hareketi
söz konusu. Her şey iç içe geçiyor. Dolayısıyla dışarıdan bakanların bu ülkede
yaşananları anlaması güçleşiyor.
Evet, bu şablon karşımıza rejim
değişikliğine dönük operasyonlarda sıklıkla çıkıyor. Venezuela’da halkın öfkeli
olmak için kimi haklı sebepleri elbette ki vardır. Ama öte yandan bugün
Maduro’nun çözmeye çalıştığı sorunların önemli bir kısmı, onun eseri değil.
Amerikan kamuoyu da kendi idarecilerine karşı öfkeli ve bu insanların sayısı
epey fazla. Ama iç siyasetimize uluslararası güçlerin müdahale etmesini
istemeyiz. Bence bu hususun üzerinde durulması gerekiyor. Sovyetler ve
Yugoslavya gibi yerler konusunda bir şeyler söylememizin sebebi burada. Sadece
diktatörlükten kurtulmak isteyen halk hareketlerinden bahsedemeyiz, ayrıca ABD
ve müttefiklerinin çıkarlarının bulunduğu yerler, buralarda oluşan jeostratejik
çelişkilerden de bahsetmeli, ABD ve müttefiklerinin kesintisiz neoliberalleşme
dışında bir şey istemedikleri üzerinde durmalıyız. Neoliberalleşme ise tasarruf
tedbirleri, özelleştirmeler, serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması, genel
anlamda ortalama insanın yaşam standardının dibe vurması demek.
Maduro rejimini, Miloseviç rejimini veya
Sovyet liderlerini eleştirme konusunda insanların kimi gerekçeleri elbette ki
olabilir, ama mesele, bu değil. Asıl sorulması gereken şu: Buralara ABD neden
müdahale ediyor, amacı ne? “Maduro diktatördür” lafı, bir analizin ürünü değil
zira.
Makalende Sharp’ın şiddet tanımından biraz
olsun bahsetmişsin. Sharp şiddeti nasıl tanımlıyor, bu tanım onun siyaset
felsefesini nasıl etkiliyor, bu felsefeyi aksettiren bir yanı var mı?
Kariyerinin sonlarında Sharp şiddeti
“doğrudan yaralama cezası” olarak tarif ediyor ki burada “doğrudan” kelimesinin
çok önemli olduğunu belirtmek lazım. Buna göre dolaylı yaralama şiddet dışı bir
eylem, doğal bir yöntem. Bu noktada “serbest piyasa”nın her yerde insafa
sığmayan, ama dolaylı olan yaralar açtığını söylemek gerek. Yoksulluk ve sömürü
dolaylı yaralama biçimleri, ama Sharp bunları şiddetten saymıyor. Dolayısıyla
bunları uygun birer olgu olarak kabul ediyor.
Yaptırımlar konusunda da aynı şeyi
söylemek mümkün. Sharp’a göre yaptırımlar, şiddet düzleminde kabul edilmesi
için gereken dolaysızlığa sahip değil. Öte yandan Sharp’ın yaptırımların ilk
teorisyenlerinden biri olduğunu söyleyelim. Harvard’daki Uluslararası İlişkiler
Merkezi’nde çalıştığı enstitüde yaptırımların kullanım yollarını inceleyen,
Çatışma Süreçlerinde ve Savunma Aşamasında Şiddet Dışı Yaptırımlar Programı’nı
başlatıyor. Program, Reagan’ın “rejim değişikliği” temelli dış siyasetinin
başladığı 1983 yılında yürürlüğe giriyor. Aynı yıl Sharp, kendi merkezinin
başına geçiyor, bir yandan da dünya genelinde bilhassa “demokrasiyi geliştirme”
iddiasındaki mücadeleler dâhilinde, şiddet dışı eylemlere destek verecek
devlete ait bir STK olarak işletilen Albert Einstein Enstitüsü’nü kuruyor.
O döneme geri dönüp baktığımızda, ülke
içinde direksiyonun neoliberalizme kırıldığına, ama aynı zamanda rejim
değişikliği temelli dış siyaset dâhilinde komünizmle daha fazla saldırıyı
öngören yüzleşme pratiklerine tanık oluyoruz. Sharp, yaptırımlar ile ilgili
fikri, işte bu rejim değişikliği siyaseti bağlamında gündeme getirip reklâmını
yapıyor. Nükleer stratejisi konusunda kendisine akıl hocalığı yapmış olan
Thomas Schelling, Sharp’ın yaptırımlar programının oluşturulduğu dönemde
Harvard Üniversitesi’nin bu alanı resmiyette meşru bir çalışma olarak kabul
ettiğini söylüyor. Pek bilinmeyen bu enstitü, Sharp’ın kurduğu, önemli
gelişmelere yol açmış bir kurum.
Sharp’ın siyaset felsefesi, hareketlerin
yürüttüğü devrim mücadelesinin temelsiz hâle getirilmesine nasıl katkı sundu?
Kimi zaman Gene Sharp’a şiddet dışı
eylemliliğin Makyavelli’si deniliyor. Bence cuk oturan bu yakıştırma, tersten
doğru. Makyavelli, esas olarak iktidarın nasıl güçlendirileceği, nasıl
sürdürüleceği ve politik rejime dönük rızanın nasıl inşa edileceği soruları
üzerinde dururken Sharp, tüm hükümetleri ayakta tutan, esasında tüm politik
projeleri yaşar kılan müşterek iradenin ve ortak bağlılığın nasıl dağıtılacağı
sorusuyla ilgileniyor.
Üç ciltlik başyapıtı The Politics of
Nonviolent Action [“Şiddet Dışı Eylemliliğin Siyaseti”] isimli çalışmasında
Sharp, dövüş tarzından bahsediyor ve bu tarzı “politik Japon güreşi” olarak
adlandırıyor. Bu, esasen ister diktatör isterse demokratik yollardan seçilmiş
tüm hükümetleri yıkma becerisine sahip bir silâh sistemini, bir toplumsal yıkım
aygıtını ifade ediyor. Bu noktada mesele, rejimin meşruiyetine ait kaynaklarına
saldırmak, rejimi şiddet araçlarına başvurmak suretiyle intikam eylemlerine
yöneltmek ve onun dayandığı, şiddete kaynaklık eden gücü ifşa etmektir.
Max Weber’e göre devlet, meşru güç
kullanımı konusunda tekele sahip olan teşkilâttır. Sovyetler öncesinde burjuva
mülkiyet ilişkilerinin yeniden tesis edilmesini isteyen insanları içeren,
Baltık ülkelerinde ayrılıkçı ayaklanma peşinde koşarsanız doğaldır ki Gorbaçev
bölgeye tanklarını konuşlandırıp ayaklanmayı bastırmaya çalışacaktır. Bu
noktada Abraham Lincoln’ün de gerici mülkiyet ilişkilerini yeniden tesis etmek
için uğraşan ayrılıkçı hareket olarak Güney’deki ayrılıkçı hareketi ezmek için
güç kullandığını hatırda tutalım. Dolayısıyla ben esasında, Sovyet
yurttaşlarının büyük çoğunluğunun destek verdiği Sovyetler Birliği’ni koruma
noktasında Gorbaçev gibi birinin hareketinin gayrimeşru olduğunu, ama öte
yandan merkezî devlete karşı çıktığını ve şiddet dışı hareket ettiğini söyleyen
Sharpçı hareketlerin zihinlerde hâkim kıldıkları hikâyeyi tartışılır hâle
getirmeye çalışıyorum. O dönemde anketler, Sovyet yurttaşlarının az çok
serbestleşmiş bir ekonomiyi ve politik özgürlüklerin artmasını istediğini, ama
Sovyetler Birliği’nin tümüyle dağılmasını istemediğini ortaya koyuyordu.
Dolayısıyla Sharp’ın siyaset felsefesinin
Baltık ülkeleri gibi yerlerde politik devrimi temelsiz kıldığından pek emin
değilim. Bilâkis, bana kalırsa, söz konusu hareketlerin Sharp’ın fikirlerini
kullanması, o hareketlerin siyaset felsefesini ortaya koyuyor. Burada herhangi
bir tutarsızlık yok.
Bunları söylerken ben, Sharp’ı en önemli
siyaset felsefecisi olarak görüp hedeflerini Sharp fikriyatına uyduran sol
hareketlerin başlarının derde gireceğini iddia etmiyorum. Sharp açısından
filmdeki kötü karakter devlet iken, sokakta yumruklarını havaya kaldıran her
grup iyidir. Bu, sadece Sharp’ın taşıyıcısı olduğu bir fikir değildir. ABD’de
devlete yönelik ikna edici eleştiriler dile getiren köklü bir anarşist gelenek
mevcuttur. Lâkin bence Sharp’ın kafayı diktatörlere ve “merkezî devletler”e
takmış olması, mevcut alerjiye katkı sunmaktan başka bir işe yaramıyor ve
temelde devlete yönelik belirlenimci bir tarza yaslanıyor. Sharp’ın kafasında
devlet, uğruna yarışılacak, ele geçirmek için uğraşılacak bir şey değil. O,
tümüyle dağılıp yok olmalıdır.
Peki ya amacınız devleti almaksa veya
devleti herkes için tıbbi bakım gibi programlarla “genişletmek” ise? O vakit
kafanız iyice karışacaktır. Peki ya insanlar sokaklarda şiddete başvurmadan
yumruklarını havaya kaldırıyor, oturma eylemi yapıyor ya da izinli yürüyüşe
katılıyorsa ve bir de faşistse? ABD solunun ideolojik tutarsızlığın, mantıksal
zayıflığın stratejik bir zayıflık demek olduğunu anlayacağından pek emin değilim.
Kanaatimce ABD solu, tehlikeli bir yaklaşım dâhilinde, doğru bir ahlakî konuma
sahip olması şartıyla, kötü tespitlere fazla hoşgörü gösteriyor.
Öte yandan Sharp’ın fikriyatını günümüzde
hüküm süren uluslararası ilişkileri yorumlamak için kullandığımızda da sorun
yaşayacağımızı görmemiz gerekiyor. Solcular, uzun yıllardır, uluslararası
ilişkileri kimin diktatör olduğu temelinde değerlendirecek şekilde eğitiliyorlar.
Ama bu, yeterli bir analiz yöntemi değil. Politik idareciler, diktatörlüğe
farklı şekilde meyil gösterebiliyorlar. Bu meyil, topraklar ekonomik veya
askerî saldırı altında olduğu ülke savunulmaya çalışıldığı vakit gündeme
geliyor ve politik ilişkiler giderek askerîleşiyor, yani hiyerarşik ve
diktatörlük benzeri bir yapıya kavuşuyor. Varsayalım ki uluslararası
ilişkilerde asıl önemli sorun, kötü diktatörlerin var olması. Diyelim ki
nüfusun küçük bir kesimi, bu diktatörü şiddet dışı eylemlerle koltuğundan etti.
Sonra ne olacak? Tehlikeli ve nefret edilen rejim diyelim ki yıkıldı,
sonrasında ne yapılacak? Samimi, iyi niyetli insanlar, dünya genelinde
diktatörlerin yıkılması fikrini benimsiyorlar, ama çok azı, sonrasında neyi
nasıl yapacakları üzerinde duruyor. Diktatörler yıkıldıktan sonra ne olur?
Müspet sonuç üretecek bir programınız var mı? Ekonominin nasıl örgütleneceğini
hiç düşündünüz mü, fikirleriniz tarihten ne öğrendi? Herkesi tüm bu konularda
nasıl bilgilendireceksiniz? Bu strateji, sınıflar mücadelesinin gerçekliğine
dair bilinçle mi üretildi? Sol, işte bu türden sorular sormalı. Bu soruları
“kötü bir yönetimden nasıl kurtuluruz?” sorusu kadar sık sorabilmeli. Bu
sorulara yerinde cevaplar veremezsek ve mevcut hükümeti yıkma konusunda
başarılı olursak, o vakit büyük olasılık iktidar, bahsi geçen sorulara net
cevapları olanların eline geçecek, bunlar güçlerini artıracak, maddî ve
ideolojik disiplin uyarınca hareket edecek. Örneğin Arap Baharı’nda bunu gerici
güçler becerdi.
Tabii burada “Sharp’ın kitaplarını çöpe
atalım, toplumsal hareketleri onun fikirlerinden arındıralım” gibi bir şey
söylemiyorum. Sharp’ı genel bağlamı dâhilinde ele alıp onun sınırlarını
görmeliyiz. Aksi takdirde kendimizi, kargaşanın hüküm sürdüğü politik manzarada
düşmanlarımız tarafından kuşatılmış bir hâlde bulacağız.
Başlarda iklim değişikliği hareketinden
bahsetmiştin. Sharp ile ilgili soruşturmana iklim değişikliği ile ilgili
eylemselliğinin kaynaklık ettiğini söylemiştin. Sharp, iklim adaleti hareketini
nasıl etkiledi?
Bu meseleyi makalemin yakında yayınlanacak
olan ikinci kısmında ele alacağım. Burada Sharp’ın fikirlerinin solda nasıl
yayılma imkânı bulduğu, sol bağlamında nasıl dolaşıma girdiği üzerinde
duracağım. Gördüğüm ilk husus, protestoların araçsallaştırılması, bu gelişmenin
sadece iklim hareketinde değil, tüm protesto hareketlerinde yaşanmış olması.
Söz konusu gelişme dâhilinde protesto, özel bir politik sonuca ulaşmak için gerekli
bir araç olmaktan çıkıyor ve kendi içinde bir amaç hâline geliyor. Doğru ve
haklı olanı sahnelediğimizde iktidar bunu fark edecek, talep ettiğimiz adalet
ve hürriyet, sahip olduğu anlamla birlikte, gerçekleşme imkânı bulacak. İşte
tam da bu noktada protestonun kendisi, örgütlenme, politik eğitim, fikri emek
pratiği, tartışma, ittifak kurma becerisi, diplomasi gibi başka becerilerin
üzerine çıkartılıyor.
Ben de böylesi bir sürecin parçası oldum.
Kolejde iklim hareketi içinde çalıştım. Protesto hareketlerine katılmak, mevcut
gidişatta yaşanan adaletsizliklere karşı haklı öfkemizle başkalarıyla
sokaklarda bir araya gelmek ve bağ kurmak, baş döndürücü bir pratiklerdi. Oysa
bizim net olmamız, neyi istediğimizi tam olarak bilmemiz, kim için ne istiyoruz
sorusuna cevap veriyor olmamız gerek. Mesela “yaptığımız işte sınırlı zamanı ve
kaynakları stratejik şekilde, en gelişkin düzeyde kullanıyor muyuz, tarihten ve
sınıflar mücadelesindeki dinamiklerden haberdar mıyız?” soruları üzerinde
durmalıyız. Bence asıl önemli olan, farklı nesilleri içeren bir hareketin
oluşması. Bu sorulara doğru cevabı bulmak istiyorsak, bu gerekli. Öte yandan
birçok Sharpçı hareketin ahlakî gerekçeleri bulunan, ama hâlâ otoriteyle ilişkilerini
bir biçimde müzakere eden, ödeyecek faturaları çok az olan, hatta hiç
bulunmayan, belki de dünya görüşü açısından kendilerini “kozmopolit taşralılar”
olarak tanımlayan orta sınıfın, kentli üniversite öğrencilerinin, enerjisi
yüksek gençlerin güdümünde olması, asla tesadüf değil. Sanders kampanyasının da
ortaya koyduğu biçimiyle, bir hareket, kırı ve şehri birlikte içerdiğinde,
emekçi halkın hareketi hâline geldiğinde, emekçi halk eliyle yürütüldüğünde ve
onun için çalıştığında, her şey sertleşecek ve herkes “aptal mısın, mesele
ekonomi, hâlâ anlamadın mı?” diyecek.
Sharp’ı okuduğunuzda onun bir aydın, bir
tür felsefeci olduğunu görüyorsunuz. Dile getirdiğim ikazları dikkate almadan
okuyup, onu başka önemli aydınların yanına koyduğunuzda, siz de doğalında
merkezî devletlerdeki diktatörleri kötü görmeye başlar, onlardan kurtulmamız
gerektiğini söyler, protestoların bu konuda işe yarayacağını düşünür, sonuçta
şiddetsizliğin, barışın, ahengin ve adaletin galebe çalacağına hükmedersiniz.
Burada devrede olan, ahlakçı kategorilerdir ve bu kategoriler, nasıl bir dünya
istediğimiz, ne türden üretim ilişkilerini talep ettiğimiz, alabildiğine güçlü
itiraz karşısında bu sonuçlara bizi neyin ulaştıracağı konusunda hiçbir şey
söylemezler.
Asıl tehlikeli olan da budur. Sonuçta
böylesi bir yaklaşıma bağlı olarak, protesto hareketleri, kendilerini
egemenlerin safına kolayca ikna edilecekleri, bir tür koçbaşı olarak
kullanılacakları bir pozisyonda bulurlar, ardından da neoliberal uzmanlar “iyi
fikirler”le çıkarlar sahneye ve içeriği bir biçimde tayin ederler. İklim
değişikliği hareketi dâhilinde tanık olduğum, beni epey endişelendiren de tam
olarak buydu. Sonuçta ilerici güçler zafer kazanırsa, ortalama insanın
koşullarının daha da kötüye gittiğini söylüyorlar, sonuçta sıradan insanlar da
faşistlerin kendileri için çalıştıklarını düşünmeye başlıyorlar.
0 Yorum:
Yorum Gönder