05 Temmuz 2019

Gene Sharp: Solu Fikirleriyle Baştan Çıkartan Soğuk Savaş Aydını

Marcie Smith Söyleşisi

Branko Marcetic
30 Haziran 2019


Gene Sharp, herkesin pek bildiği bir isim değil, ama aramızdan ayrılmış olan bu düşünürün şiddet dışı eylem ile ilgili fikirlerinin ABD ve dünya genelinde ortaya çıkmış protesto hareketlerine nüfuz ettiğini söylemek gerek. Her ne kadar ismi Gandi ve Martin Luther King gibi muhalif isimlerle birlikte anılsa da Gene Sharp, esasen müesses nizama karşı çıkan bir isim değil. Onlarca yıl Harvard’daki Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde görev yapan Sharp, ABD savunma bakanlığının önemli kurumlarında çalışan aydınlarla sıkı bir ilişki içerisinde olmuştur. Doğalında şu soruyu sormak lazım: Soğuk Savaş’ı militan bir tarzda savunmuş olan böylesi bir isim, Venezuela’dan Ortadoğu’ya birçok protesto hareketini nasıl etkileyebilmiştir?

Geçen ay Nonsite sitesinde yayınlanan makalesinde John Jay Koleji’nden Marcie Smith, araştırmasına ait bazı bulguları Sharp’ın hayatı ve çalışmaları bağlamında aktarıyor. Yazarın ortaya koyduğu biçimiyle Sharp, “ABD’nin ürettiği, Soğuk Savaş’ı savunan en önemli aydınlardan birisidir.” Bu, Sharp’ın fikirlerinden etkilenmiş olan bazı isimleri şaşırtacak bir gerçekliktir. Jacobin’de Branko Marcetic’e verdiği röportajda Smith, makalesi üzerinden ilerliyor, Sharp’ın hayatından ve kariyerinden bahsediyor, onun devletle alakalı neoliberal fikirlerin Amerikan solunun fikri dünyasına aktarılmasına nasıl katkı sunduğunu anlatıyor.

* * *

 

Röportajımıza Gene Sharp’ın kim olduğuna, neden önemli bir sima olarak görüldüğüne dair bir açıklamayla başlayalım. Neden ilk planda Sharp’ın kariyerine odaklandınız?

Politico’da, Gene Sharp’ın ismini hiç işitmediğiniz en önemli Amerikalı politik sima olduğu söylenmiş. Bence bu, gayet makul bir değerlendirme. 2018 yılının başlarında ölen siyaset bilimci Gene Sharp, kariyeri boyunca politik bir aygıt olarak pasif direnişinin, şiddet dışı eylem pratiklerinin dinamikleriyle ilgili kalem oynatmış bir isimdir. Google’da bir arama yaptığınızda, onun ile alakalı yazıların sayısının Gandi ve Martin Luther King Jr. ile alakalı yazıların sayısına ulaştığını görürsünüz. Kendisi birkaç kez Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi. Bilhassa öldükten sonra hâkim söylem üzre hareket eden ortamlarda Sharp’ın kutsallaştırıldığına, aziz mertebesine çıkartıldığına tanık oluyorsunuz. Bu noktada BBC’ye, New York Times’a ve Washington Post’a, ayrıca Waging Nonviolence ve başka solcu ortamlara baktığınızda Sharp’ın ismi ön plana çıkıyor ve kendisi, tek bir satır şerh düşmeksizin, dünya genelinde halk hareketlerinin bir kahramanı ve solun dostu olarak takdim ediliyor.

2006’dan 2016-2017 yılına dek ABD’deki iklim hareketi içerisinde yer aldım. Ayrıca beynelmilel iklim hareketi içerisinde bir süre çalıştım. Üç dört yıl önce hareketin içerisinde tuhaf, harekete has bazı sorunlar gözlemlemeye başladım. Bu anlam veremediğim sorunlar üzerine söz konusu araştırmaya giriştim. Bu araştırma kapsamında bahsi geçen hareket içerisinde dolaşıma sokulan, zerre eleştirilmeyen veya şüpheyle yaklaşılmayan bazı aydınlara ve kitaplara eleştirel bir bakış geliştirmeye çalıştım. Örgütlenme ile alakalı olan bu el kitaplarının büyük bölümü apolitik çalışmalardı aslında. Bağrından neşet ettikleri net bir ideolojiden söz edemiyordunuz. Esasında “ideoloji” kötü bir kelime olarak görülüyordu. İşte böyle bir ortamda Gene Sharp, birçok kez karşıma çıkan aydınlardan biriydi. Sharp hakkında çok şey okudum. Kitaplarını inceledim. Sonuçta onun ABD’deki protesto hareketlerinin ve beynelmilel protesto hareketlerinin merkezinde olduğunu görünce çok şaşırdım.

İki buçuk yıl boyunca Sharp’ı inceledim, kitaplarını okudum. Velut bir yazardı. Benim onunla ilgili argümanım üçayak üzerinde duruyor aslında: bence Sharp, bugünün Gandi’si olarak kabul görüyor, oysa o, ABD’nin ürettiği, Soğuk Savaş’ı savunan en önemli aydınlardan birisi. Sharp, bence nükleer stratejisti Thomas Schelling gibi isimlerle birlikte ele alınıp değerlendirilmeli. Bilindiği üzere Schelling, Sharp’ın akıl hocası, hatta Sharp’ı Harvard’daki Uluslararası İlişkiler Merkezi’ne getiren de o. İkinci ayakta, Sharp’ın devletin dönüşümünü ilk ele alan neoliberal teorisyenlerden biri olarak ele alınması gerektiğine dair tespitim duruyor. Sharp, reel politiği bir tür duygu olarak benimsemiş olsa da, önemli çalışmalarında dilini bu duygu tayin ediyorsa da Sharp’ın birçok Soğuk Savaş destekçisi gibi dünyaya iyi-kötü ayrımı üzerinden baktığını, düşüncesini bu bakışın biçimlendirdiğini söylemem lazım. Tabii şunu da söylemek gerek: Sharp açısından kötü, esasen totaliter diktatörde bedenlenmiş olan bir olgu.

Fakat kitaplarına daha yakından baktığımızda Sharp, sadece diktatörlere değil, daha geniş mânâda “merkezî devlet”e de suçlamalar yöneltiyor. Onun kanaatine göre bu merkezîleşmiş devlet, modern dünyada şiddetin ana kaynağı ve taşıyıcısı. Zulmü, soykırımı ve savaşı üreten o. Oysa “merkezî devlet” açısından dünya bu kadar şiddete meyilli olmamalı. Peki Sharp’a göre, bu “merkezî devlet”in ayırt edici özellikleri neler? Yeni Mutabakat [“New Deal”] devletinin yeniden dağıtımı esas alan, solun da benimsediği ekonomik düzenleme ve kilit sektörlerde kamu mülkiyeti. Sharp, “merkezî bir devlet”te ekonominin hükümet kontrolünde olması üzerinde duruyor. Buradan devletin merkezsizleşmesini talep ediyor. Merkezsizleşmenin ABD solunun da benimsediği ortak bir slogan hâlini aldığını söylemek lazım. Sharp, devletin ifa ettiği önemli görevleri “devlet dışı” yapılara devretmek istiyor. Dolaylı olarak da Sharp, esasen merkezsizleşmiş devletin daha az şiddet üreteceğini düşünüyor. Daha da ileri giderek, şiddet dışı eylem politikasının, pasif direnişlerin bir diktatörü nasıl devireceği ile ilgili teorilerinin devlet iktidarının dağılması (Sharp “dağılma” kelimesini kullanıyor) veya “merkezsizleşmesi” noktasında işe yarayacağından bahsediyor. Kitaplarında birçok kez devletin “merkezsizleşmesi”nin Sharp’ın yöntemini kullanan, Sovyetler Birliği, Yugoslavya gibi yerlerde yaşanan şiddet dışı devrimlerin, ayrıca Gürcüstan ve Ukrayna’da gerçekleşen renkli devrimlerin bir sonucu olduğunu söylüyor. Burada yazar, esasen bizim “neoliberalizm” dediğimiz, ekonomik serbestleşmeden bahsediyor.

Buradan argümanımın dayandığı üçüncü ayağa ulaşıyorum. Bence Sharp, Soğuk Savaş’ın son aşamalarından 2000’lere dek uzanan süreçte anti-komünist hareketlere hizmet eden bir bilge olarak görülmeli. Sharp, ABD devletine ülke dışında yürütülecek anti-komünist çalışmalar konusunda protesto sanatını öneren isim. Bence bu gerçeği anlamayan, Sharp’ı asla anlayamaz. Örneğin Sharp ve arkadaşları, sahada Baltık ülkelerindeki ayrılıkçı hareketlere danışmanlık hizmeti sunuyorlar. Baltık ülkelerinde ve Rusya’da Sovyetler’in dağılmasından bir gün önce eylemcilerle birlikte çalışma yürütüp, onlara akıl hocalığı yapıyorlar. Benzer faaliyetlere Yugoslavya’da da giriştiklerini görüyoruz: Sharp ve kendisinin dünya genelinde şiddet dışı eylem pratiğini yayıp geliştirme işini üstlenmiş olan Albert Einstein Enstitüsü, Yugoslavya’da Gürcüstan’da, Ukrayna’da, Arap Baharı’nda ve Venezuela’da faaliyet yürütecek insanları eğiten kişilere eğitimler veriyor. Bahsi geçen enstitü, Ulusal Demokrasi Vakfı ve bağlı kuruluşlarla birlikte çalışmalar yürütüyor.

Sharp’a göre, ABD’nin Soğuk Savaş politikası aslında iyi bir politikaydı. Dolayısıyla onun Henry Kissinger gibi isimlere ev sahipliği yapan bir merkezde Thomas Schelling’le çalışmış olması, asla tesadüf değil. Zira Sharp, şu türden laflar sarf eden biri:

“Ben, ABD’nin anti-komünist ajandasını kabul ediyorum. Sadece bu ajandanın şiddet araçlarına karşı şiddet dışı araçlarla geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bence şiddet dışı eylemler, şiddetin komünizmi yenme noktasında göstereceği etkiden daha fazla etkiye sahip olacaktır.”

Gördüğümüz kadarıyla Sharp, haklı çıktı. SSCB dağıldı. Sosyalizmin Doğu Avrupa’daki izleri renkli devrimlerle büyük ölçüde silindi, Yugoslavya yıkıldı ve tüm bunlar büyük ölçüde şiddete başvurulmadan gerçekleştirildi. Şaşırtıcı olan şu ki ABD solunun önemli bölümü gelişmeleri sevinçle karşıladı, bu gelişmelerin halk sağlığı hizmetlerinin yok oluşunu, herkese barınma imkânı sunulmasını öngören politikanın ortadan kalkmasını, sendikaların bitişini, tasarruf tedbirleriyle birlikte güvenliğin sert önlemlerle sağlanmaya çalışılmasına dönük adımları ifade ettiğini anlamadı. Bugün olan biteni anlamak şart.

Sharp’ın tüm kariyeri, emperyalizmin stratejisi konusunda önemli şeyler söylüyor. Mesela işçiler, ABD’nin kendi sınıfsal çıkarlarını şiddete başvurmadan ilerletmesini kutlamalarla mı karşılamalı? Bence birçok Sharpçı böyle düşünüyor. Sharp, bize protestoların nasıl kullanılacağı konusunda çok şeyler söylüyor, ama aynı zamanda o protestoların nasıl suiistimal edileceğinden de bahsediyor. Bu yaklaşımla sıklıkla karşılaşıyoruz. Sokak gösterilerinde kendisini haklı gören, istediğinin verilmesi gerektiğini düşünen kişilere çokça rastlıyoruz.

Bu, bir miktar Venezuela’da karşımıza çıkan bir durum. Bu ülkede Maduro ve Chavez destekçilerine karşı hoşnutsuzluklarını ortaya koyan, ama aynı zamanda sağcı olan bir halk hareketi söz konusu. Her şey iç içe geçiyor. Dolayısıyla dışarıdan bakanların bu ülkede yaşananları anlaması güçleşiyor.

Evet, bu şablon karşımıza rejim değişikliğine dönük operasyonlarda sıklıkla çıkıyor. Venezuela’da halkın öfkeli olmak için kimi haklı sebepleri elbette ki vardır. Ama öte yandan bugün Maduro’nun çözmeye çalıştığı sorunların önemli bir kısmı, onun eseri değil. Amerikan kamuoyu da kendi idarecilerine karşı öfkeli ve bu insanların sayısı epey fazla. Ama iç siyasetimize uluslararası güçlerin müdahale etmesini istemeyiz. Bence bu hususun üzerinde durulması gerekiyor. Sovyetler ve Yugoslavya gibi yerler konusunda bir şeyler söylememizin sebebi burada. Sadece diktatörlükten kurtulmak isteyen halk hareketlerinden bahsedemeyiz, ayrıca ABD ve müttefiklerinin çıkarlarının bulunduğu yerler, buralarda oluşan jeostratejik çelişkilerden de bahsetmeli, ABD ve müttefiklerinin kesintisiz neoliberalleşme dışında bir şey istemedikleri üzerinde durmalıyız. Neoliberalleşme ise tasarruf tedbirleri, özelleştirmeler, serbest ticaret bölgelerinin oluşturulması, genel anlamda ortalama insanın yaşam standardının dibe vurması demek.

Maduro rejimini, Miloseviç rejimini veya Sovyet liderlerini eleştirme konusunda insanların kimi gerekçeleri elbette ki olabilir, ama mesele, bu değil. Asıl sorulması gereken şu: Buralara ABD neden müdahale ediyor, amacı ne? “Maduro diktatördür” lafı, bir analizin ürünü değil zira.

Makalende Sharp’ın şiddet tanımından biraz olsun bahsetmişsin. Sharp şiddeti nasıl tanımlıyor, bu tanım onun siyaset felsefesini nasıl etkiliyor, bu felsefeyi aksettiren bir yanı var mı?

Kariyerinin sonlarında Sharp şiddeti “doğrudan yaralama cezası” olarak tarif ediyor ki burada “doğrudan” kelimesinin çok önemli olduğunu belirtmek lazım. Buna göre dolaylı yaralama şiddet dışı bir eylem, doğal bir yöntem. Bu noktada “serbest piyasa”nın her yerde insafa sığmayan, ama dolaylı olan yaralar açtığını söylemek gerek. Yoksulluk ve sömürü dolaylı yaralama biçimleri, ama Sharp bunları şiddetten saymıyor. Dolayısıyla bunları uygun birer olgu olarak kabul ediyor.

Yaptırımlar konusunda da aynı şeyi söylemek mümkün. Sharp’a göre yaptırımlar, şiddet düzleminde kabul edilmesi için gereken dolaysızlığa sahip değil. Öte yandan Sharp’ın yaptırımların ilk teorisyenlerinden biri olduğunu söyleyelim. Harvard’daki Uluslararası İlişkiler Merkezi’nde çalıştığı enstitüde yaptırımların kullanım yollarını inceleyen, Çatışma Süreçlerinde ve Savunma Aşamasında Şiddet Dışı Yaptırımlar Programı’nı başlatıyor. Program, Reagan’ın “rejim değişikliği” temelli dış siyasetinin başladığı 1983 yılında yürürlüğe giriyor. Aynı yıl Sharp, kendi merkezinin başına geçiyor, bir yandan da dünya genelinde bilhassa “demokrasiyi geliştirme” iddiasındaki mücadeleler dâhilinde, şiddet dışı eylemlere destek verecek devlete ait bir STK olarak işletilen Albert Einstein Enstitüsü’nü kuruyor.

O döneme geri dönüp baktığımızda, ülke içinde direksiyonun neoliberalizme kırıldığına, ama aynı zamanda rejim değişikliği temelli dış siyaset dâhilinde komünizmle daha fazla saldırıyı öngören yüzleşme pratiklerine tanık oluyoruz. Sharp, yaptırımlar ile ilgili fikri, işte bu rejim değişikliği siyaseti bağlamında gündeme getirip reklâmını yapıyor. Nükleer stratejisi konusunda kendisine akıl hocalığı yapmış olan Thomas Schelling, Sharp’ın yaptırımlar programının oluşturulduğu dönemde Harvard Üniversitesi’nin bu alanı resmiyette meşru bir çalışma olarak kabul ettiğini söylüyor. Pek bilinmeyen bu enstitü, Sharp’ın kurduğu, önemli gelişmelere yol açmış bir kurum.

Sharp’ın siyaset felsefesi, hareketlerin yürüttüğü devrim mücadelesinin temelsiz hâle getirilmesine nasıl katkı sundu?

Kimi zaman Gene Sharp’a şiddet dışı eylemliliğin Makyavelli’si deniliyor. Bence cuk oturan bu yakıştırma, tersten doğru. Makyavelli, esas olarak iktidarın nasıl güçlendirileceği, nasıl sürdürüleceği ve politik rejime dönük rızanın nasıl inşa edileceği soruları üzerinde dururken Sharp, tüm hükümetleri ayakta tutan, esasında tüm politik projeleri yaşar kılan müşterek iradenin ve ortak bağlılığın nasıl dağıtılacağı sorusuyla ilgileniyor.

Üç ciltlik başyapıtı The Politics of Nonviolent Action [“Şiddet Dışı Eylemliliğin Siyaseti”] isimli çalışmasında Sharp, dövüş tarzından bahsediyor ve bu tarzı “politik Japon güreşi” olarak adlandırıyor. Bu, esasen ister diktatör isterse demokratik yollardan seçilmiş tüm hükümetleri yıkma becerisine sahip bir silâh sistemini, bir toplumsal yıkım aygıtını ifade ediyor. Bu noktada mesele, rejimin meşruiyetine ait kaynaklarına saldırmak, rejimi şiddet araçlarına başvurmak suretiyle intikam eylemlerine yöneltmek ve onun dayandığı, şiddete kaynaklık eden gücü ifşa etmektir.

Max Weber’e göre devlet, meşru güç kullanımı konusunda tekele sahip olan teşkilâttır. Sovyetler öncesinde burjuva mülkiyet ilişkilerinin yeniden tesis edilmesini isteyen insanları içeren, Baltık ülkelerinde ayrılıkçı ayaklanma peşinde koşarsanız doğaldır ki Gorbaçev bölgeye tanklarını konuşlandırıp ayaklanmayı bastırmaya çalışacaktır. Bu noktada Abraham Lincoln’ün de gerici mülkiyet ilişkilerini yeniden tesis etmek için uğraşan ayrılıkçı hareket olarak Güney’deki ayrılıkçı hareketi ezmek için güç kullandığını hatırda tutalım. Dolayısıyla ben esasında, Sovyet yurttaşlarının büyük çoğunluğunun destek verdiği Sovyetler Birliği’ni koruma noktasında Gorbaçev gibi birinin hareketinin gayrimeşru olduğunu, ama öte yandan merkezî devlete karşı çıktığını ve şiddet dışı hareket ettiğini söyleyen Sharpçı hareketlerin zihinlerde hâkim kıldıkları hikâyeyi tartışılır hâle getirmeye çalışıyorum. O dönemde anketler, Sovyet yurttaşlarının az çok serbestleşmiş bir ekonomiyi ve politik özgürlüklerin artmasını istediğini, ama Sovyetler Birliği’nin tümüyle dağılmasını istemediğini ortaya koyuyordu.

Dolayısıyla Sharp’ın siyaset felsefesinin Baltık ülkeleri gibi yerlerde politik devrimi temelsiz kıldığından pek emin değilim. Bilâkis, bana kalırsa, söz konusu hareketlerin Sharp’ın fikirlerini kullanması, o hareketlerin siyaset felsefesini ortaya koyuyor. Burada herhangi bir tutarsızlık yok.

Bunları söylerken ben, Sharp’ı en önemli siyaset felsefecisi olarak görüp hedeflerini Sharp fikriyatına uyduran sol hareketlerin başlarının derde gireceğini iddia etmiyorum. Sharp açısından filmdeki kötü karakter devlet iken, sokakta yumruklarını havaya kaldıran her grup iyidir. Bu, sadece Sharp’ın taşıyıcısı olduğu bir fikir değildir. ABD’de devlete yönelik ikna edici eleştiriler dile getiren köklü bir anarşist gelenek mevcuttur. Lâkin bence Sharp’ın kafayı diktatörlere ve “merkezî devletler”e takmış olması, mevcut alerjiye katkı sunmaktan başka bir işe yaramıyor ve temelde devlete yönelik belirlenimci bir tarza yaslanıyor. Sharp’ın kafasında devlet, uğruna yarışılacak, ele geçirmek için uğraşılacak bir şey değil. O, tümüyle dağılıp yok olmalıdır.

Peki ya amacınız devleti almaksa veya devleti herkes için tıbbi bakım gibi programlarla “genişletmek” ise? O vakit kafanız iyice karışacaktır. Peki ya insanlar sokaklarda şiddete başvurmadan yumruklarını havaya kaldırıyor, oturma eylemi yapıyor ya da izinli yürüyüşe katılıyorsa ve bir de faşistse? ABD solunun ideolojik tutarsızlığın, mantıksal zayıflığın stratejik bir zayıflık demek olduğunu anlayacağından pek emin değilim. Kanaatimce ABD solu, tehlikeli bir yaklaşım dâhilinde, doğru bir ahlakî konuma sahip olması şartıyla, kötü tespitlere fazla hoşgörü gösteriyor.

Öte yandan Sharp’ın fikriyatını günümüzde hüküm süren uluslararası ilişkileri yorumlamak için kullandığımızda da sorun yaşayacağımızı görmemiz gerekiyor. Solcular, uzun yıllardır, uluslararası ilişkileri kimin diktatör olduğu temelinde değerlendirecek şekilde eğitiliyorlar. Ama bu, yeterli bir analiz yöntemi değil. Politik idareciler, diktatörlüğe farklı şekilde meyil gösterebiliyorlar. Bu meyil, topraklar ekonomik veya askerî saldırı altında olduğu ülke savunulmaya çalışıldığı vakit gündeme geliyor ve politik ilişkiler giderek askerîleşiyor, yani hiyerarşik ve diktatörlük benzeri bir yapıya kavuşuyor. Varsayalım ki uluslararası ilişkilerde asıl önemli sorun, kötü diktatörlerin var olması. Diyelim ki nüfusun küçük bir kesimi, bu diktatörü şiddet dışı eylemlerle koltuğundan etti. Sonra ne olacak? Tehlikeli ve nefret edilen rejim diyelim ki yıkıldı, sonrasında ne yapılacak? Samimi, iyi niyetli insanlar, dünya genelinde diktatörlerin yıkılması fikrini benimsiyorlar, ama çok azı, sonrasında neyi nasıl yapacakları üzerinde duruyor. Diktatörler yıkıldıktan sonra ne olur? Müspet sonuç üretecek bir programınız var mı? Ekonominin nasıl örgütleneceğini hiç düşündünüz mü, fikirleriniz tarihten ne öğrendi? Herkesi tüm bu konularda nasıl bilgilendireceksiniz? Bu strateji, sınıflar mücadelesinin gerçekliğine dair bilinçle mi üretildi? Sol, işte bu türden sorular sormalı. Bu soruları “kötü bir yönetimden nasıl kurtuluruz?” sorusu kadar sık sorabilmeli. Bu sorulara yerinde cevaplar veremezsek ve mevcut hükümeti yıkma konusunda başarılı olursak, o vakit büyük olasılık iktidar, bahsi geçen sorulara net cevapları olanların eline geçecek, bunlar güçlerini artıracak, maddî ve ideolojik disiplin uyarınca hareket edecek. Örneğin Arap Baharı’nda bunu gerici güçler becerdi.

Tabii burada “Sharp’ın kitaplarını çöpe atalım, toplumsal hareketleri onun fikirlerinden arındıralım” gibi bir şey söylemiyorum. Sharp’ı genel bağlamı dâhilinde ele alıp onun sınırlarını görmeliyiz. Aksi takdirde kendimizi, kargaşanın hüküm sürdüğü politik manzarada düşmanlarımız tarafından kuşatılmış bir hâlde bulacağız.

Başlarda iklim değişikliği hareketinden bahsetmiştin. Sharp ile ilgili soruşturmana iklim değişikliği ile ilgili eylemselliğinin kaynaklık ettiğini söylemiştin. Sharp, iklim adaleti hareketini nasıl etkiledi?

Bu meseleyi makalemin yakında yayınlanacak olan ikinci kısmında ele alacağım. Burada Sharp’ın fikirlerinin solda nasıl yayılma imkânı bulduğu, sol bağlamında nasıl dolaşıma girdiği üzerinde duracağım. Gördüğüm ilk husus, protestoların araçsallaştırılması, bu gelişmenin sadece iklim hareketinde değil, tüm protesto hareketlerinde yaşanmış olması. Söz konusu gelişme dâhilinde protesto, özel bir politik sonuca ulaşmak için gerekli bir araç olmaktan çıkıyor ve kendi içinde bir amaç hâline geliyor. Doğru ve haklı olanı sahnelediğimizde iktidar bunu fark edecek, talep ettiğimiz adalet ve hürriyet, sahip olduğu anlamla birlikte, gerçekleşme imkânı bulacak. İşte tam da bu noktada protestonun kendisi, örgütlenme, politik eğitim, fikri emek pratiği, tartışma, ittifak kurma becerisi, diplomasi gibi başka becerilerin üzerine çıkartılıyor.

Ben de böylesi bir sürecin parçası oldum. Kolejde iklim hareketi içinde çalıştım. Protesto hareketlerine katılmak, mevcut gidişatta yaşanan adaletsizliklere karşı haklı öfkemizle başkalarıyla sokaklarda bir araya gelmek ve bağ kurmak, baş döndürücü bir pratiklerdi. Oysa bizim net olmamız, neyi istediğimizi tam olarak bilmemiz, kim için ne istiyoruz sorusuna cevap veriyor olmamız gerek. Mesela “yaptığımız işte sınırlı zamanı ve kaynakları stratejik şekilde, en gelişkin düzeyde kullanıyor muyuz, tarihten ve sınıflar mücadelesindeki dinamiklerden haberdar mıyız?” soruları üzerinde durmalıyız. Bence asıl önemli olan, farklı nesilleri içeren bir hareketin oluşması. Bu sorulara doğru cevabı bulmak istiyorsak, bu gerekli. Öte yandan birçok Sharpçı hareketin ahlakî gerekçeleri bulunan, ama hâlâ otoriteyle ilişkilerini bir biçimde müzakere eden, ödeyecek faturaları çok az olan, hatta hiç bulunmayan, belki de dünya görüşü açısından kendilerini “kozmopolit taşralılar” olarak tanımlayan orta sınıfın, kentli üniversite öğrencilerinin, enerjisi yüksek gençlerin güdümünde olması, asla tesadüf değil. Sanders kampanyasının da ortaya koyduğu biçimiyle, bir hareket, kırı ve şehri birlikte içerdiğinde, emekçi halkın hareketi hâline geldiğinde, emekçi halk eliyle yürütüldüğünde ve onun için çalıştığında, her şey sertleşecek ve herkes “aptal mısın, mesele ekonomi, hâlâ anlamadın mı?” diyecek.

Sharp’ı okuduğunuzda onun bir aydın, bir tür felsefeci olduğunu görüyorsunuz. Dile getirdiğim ikazları dikkate almadan okuyup, onu başka önemli aydınların yanına koyduğunuzda, siz de doğalında merkezî devletlerdeki diktatörleri kötü görmeye başlar, onlardan kurtulmamız gerektiğini söyler, protestoların bu konuda işe yarayacağını düşünür, sonuçta şiddetsizliğin, barışın, ahengin ve adaletin galebe çalacağına hükmedersiniz. Burada devrede olan, ahlakçı kategorilerdir ve bu kategoriler, nasıl bir dünya istediğimiz, ne türden üretim ilişkilerini talep ettiğimiz, alabildiğine güçlü itiraz karşısında bu sonuçlara bizi neyin ulaştıracağı konusunda hiçbir şey söylemezler.

Asıl tehlikeli olan da budur. Sonuçta böylesi bir yaklaşıma bağlı olarak, protesto hareketleri, kendilerini egemenlerin safına kolayca ikna edilecekleri, bir tür koçbaşı olarak kullanılacakları bir pozisyonda bulurlar, ardından da neoliberal uzmanlar “iyi fikirler”le çıkarlar sahneye ve içeriği bir biçimde tayin ederler. İklim değişikliği hareketi dâhilinde tanık olduğum, beni epey endişelendiren de tam olarak buydu. Sonuçta ilerici güçler zafer kazanırsa, ortalama insanın koşullarının daha da kötüye gittiğini söylüyorlar, sonuçta sıradan insanlar da faşistlerin kendileri için çalıştıklarını düşünmeye başlıyorlar.

Kaynak

0 Yorum: