Bu postmodern
dönemde bazen kelimelerin hâlen daha belirli anlamlara sahip olduğunu,
ayrımların kelimeler arasındaki farkı belirlediğini kendimize anımsatmamız
gerekiyor.
Öyleyse şimdi
liberalle solcu arasındaki farkları belirleyelim.
Bernie
Sanders Demokrat Parti’ye oy veriyor, onun için çalışıyor, bu parti adına
bağımsız bir isim olarak kampanya yürütüyor ve kendisini “demokratik sosyalist”
olarak tanımlıyor. Partisiz bir ideoloji olarak demokratik sosyalizmi
İskandinavya pratikleriyle kıyaslamak gerekiyor.[1] Sanders’ın meselelere
yönelik tutumu ise esasen ortanın solu olarak tanımlanabilir, lâkin Amerikan
siyaseti o kadar aşırı sağa kaydı ki Sanders’ın eski tip Demokrat Partililiği
solcuymuş gibi algılanabiliyor. Oysa 2020 model Sanders ile 1972 model
McGovern arasında hiçbir fark yok.[2] Seçmenlerin kafası tam da bu sebeple
karışıyor!
Liberal ve
solcu, benzer taleplere sahip: ikisi de gelir eşitsizliğinin azaltılmasını,
çalışma koşullarının düzeltilmesini, makul ücretlere tabi barınma ve sağlık
imkânlarının artırılmasını istiyor. Ama aralarında belirli bir derece farkı
var. Liberal, fakirle zengin arasındaki mesafenin daralmasını isterken komünist,
tüm sınıfsal farklılıkların ortadan kalkmasını istiyor. Dış siyaset söz konusu
olduğunda ise aralarındaki farklılık belirginleşiyor: liberal, tercihen bazı
savaşlara destek çıkarken solcu, ordunun yalnızca özsavunma noktasında devreye
girmesini talep ediyor.
Son paragraf
belirli bir çıkarıma ihtiyaç duyuyor. Ben de birçok insan gibi işbirliğini
meşrulaştırmak, onun gerekli olduğunu söylemek adına çakışmalardan söz
ediyormuş gibi görünüyorum. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak da gündeme şu
soru geliyor: Madem liberal de solcu da gezegeni ve insanlığı iklim
değişikliğinden kurtarmak istiyor, o hâlde dünyayı kirletenlerle ve onların
müttefiki olan inkârcılarla mücadele etmek için güçlerini neden
birleştirmiyorlar?
Nobel
ödüllü ekonomist Joseph Stiglitz, liberalliğin şahikasıdır. Columbia
Üniversitesi’nde profesör olarak görev yapan, Dünya Bankası’nda eski baş
ekonomist unvanıyla çalışmış olan, ayrıca eskiden Ekonomi Danışmanları Konseyi’nin
başkanlığını yapmış olan Stiglitz’in yakınlarda New York Times’da çıkan makalesi, liberallerle solcular arasında
kalıcı bir ilişkinin boş bir hayal olduğunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor.
Zeki liberallerin
o uzun ve sıkıcı laf ebeliklerinde de gördüğümüz üzere, Stiglitz’in “İlerici
Kapitalizm Bir Oksimoron Değildir”[3] başlıklı yazısında bulunacak çok şey var.
(Bu arada açık ve net olanı şimdiden ifade etmiş olalım: “Evet oksimorondur!”)
Stiglitz, sorunu
doğru bir biçimde tanımlıyor:
“Altmışların sonundan
beri en düşük işsizlik oranlarına kavuşmuş olmasına karşın Amerikan ekonomisi,
yurttaşlarını yüzüstü bırakıyor. Nüfusun yaklaşık yüzde doksanı son otuz yıl
içerisinde gelirlerinin yerinde saydığını veya azaldığını görüyor. ABD’nin
gelişmiş ülkeler arasında en yüksek eşitsizlik düzeyine sahip olduğu,
yurttaşlarına en az sayıda fırsat sunduğu dikkate alınırsa bu, hiç de şaşılacak
bir durum değil.[4]”
Yerinde bir
tespitle Stiglitz suçu, kârdan başka bir şey üretmeyen koruma fonu yönetimi
türünden “servet avcısı” (ekonomistlerin kullandığı tabirle, “rantçı”)
şirketlerde ve Reaganizmin geride bıraktığı mirasta buluyor.
“Küreselleşmeyi
yönlendiren güçlerin ve teknolojik değişimin eşitsizliklerdeki artışa katkı
sunması yetmiyormuş gibi bir de bizler, toplumsal eşitsizliklerin iyice derinleşmesini
sağlayan politikalar benimsedik. Piyasalara giderek daha fazla bel bağladık ve
toplumsal koruma mekanizmalarını ufalttık.”
Yazının devamında
ise şunları söylüyor:
“Süreçten etkilenen
işçilere daha fazla yardım sağlamalıydık (teknolojik değişimin bir sonucu
olarak işlerini yitiren işçilere de benzer bir yardım sunmalıydık) fakat şirketlerin
çıkarları bu türden bir teşebbüse kökten karşıydı. Ucuz işgücü gerektiren ve
yurtdışında faal olan işletmelerin eksiğini tamamlamak adına yurtiçinde işgücü maliyetlerinin
düşürülmesi gerekiyordu. Bu, esasen zayıf bir işgücü piyasasının dayattığı bir
gereklilikti. Bugün itibarıyla fasit daireye girmiş bulunuyoruz: paranın yön
verdiği siyaset sistemimizde artan ekonomik eşitsizlik, politik eşitsizliğin de
artmasına yol açıyor, sonuçta kuralların devre dışı kaldığı, mevzuatların işlemediği,
düzenlemenin bulunmadığı koşullarda ekonomik eşitsizlik daha da artıyor.”
Mesele
bundan daha iyi anlatılamazdı!
Stiglitz türünden
liberallerle benim gibi solcuların yolu, tartışma çözüm önerileri aşamasına
geldiği noktada ayrışıyor. O aşamada Lenin gibi “Ne Yapmalı?” sorusunu sormak
gerekiyor.
Stiglitz’ın
cevabı şu yönde:
“Devletin topluma
hizmet eden piyasaların oluşumunda oynadığı hayatî rolü kabul etmekle işe
başlanmalı. Suiistimale ve istismara kapalı olan güçlü bir rekabeti güvence
altına almak, şirketlerle istihdam ettikleri işçiler ile hizmet sunduklarını
iddia ettikleri müşteriler arasındaki ilişkiyi yeniden biçimlendirmek şart.”
Özünde
Stiglitz, “devlet müdahalesinin gerekli olduğunu” söylüyor.
Ayrıca “seçmenlerle
seçilmiş görevliler, işçilerle şirketler, fakirlerle zenginler, işi olanlarla
işi olmayanlar ve çok az çalışma imkânı bulabilenler arasında yeni bir
toplumsal sözleşmenin teşkil edilmesine ihtiyacımız olduğundan bahsediyor.
Bu hattı
takip edelim. Yazılanların tamamını okuyalım. Hiçbir noktasını atlamayalım.
Stiglitz, ne
yapılması gerektiğini biliyor. Söylediklerinin büyük bir kısmında da haklı. Ama
istediği şeylerin kâfi gelmeyeceğini söylemek gerek. Ayrıca önerilerinin
hayırdan çok şerre yol açacağını belirtelim.
Stiglitz,
öte yandan, önerilerinin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna cevap veremez, çünkü
bu konuda hiçbir şey bilmiyor. Tüm liberallerin önerdiği siyaset gibi onun
siyaseti de pısırık, etkisiz bir avuç fikirden, anlamsız hayalden ibaret.
O, kendince
“paranın yön verdiği siyaset sistemimizde artan ekonomik eşitsizlik politik
eşitsizliğin de artmasına yol açıyor, sonuçta kuralların devre dışı kaldığı,
mevzuatların işlemediği, düzenlemenin bulunmadığı koşullarda ekonomik
eşitsizlik daha da artıyor” diyor, ama kapitalizmin içine girdiği bu dönemde dünyayı
sürüklediği bu ölüm sarmalının bir devası bulunmuyor. Şirketlerin, onların gözde
siyasetçilerinin ve medyadaki yolsuzluk çamuruna bulanmış propagandacıların “devletin
hayatî rolünü kabul etmeleri” asla mümkün değil. Onların kendilerini düzene sokmaları
mümkün değil. Ayrıca “yeni bir toplumsal sözleşme” de meydana getiremezler.
Bu insanlar
zengin ve güçlüler. Zenginler, bir gün uyanıp “bencil bir pislik olmaya artık
bir son verelim de gelirimi yeniden dağıtayım” demezler. Güçlülerin zayıfların
sefil koşullarda yaşıyor oluşunu umursamaları asla mümkün değildir.
Para,
zenginlerden ancak bir şekilde alınabilir: Zorla. Güçlüler de imtiyazlarından
aynı şekilde mahrum bırakılabilirler: Başka tercihleri kalmadığında.
Liberaller ve
solcular, birçok sorunu benzer şekilde tanımlıyorlar. Ama solcular, gerçek
çözümlerin iktidardaki elitlere yoğun bir baskı uygulanmasını gerekli kıldığı
üzerinde duruyorlar. Karşı tarafı ikna edecek, zora dayalı bir tehdit, misal
şiddet araçlarını da kullanabilecek, barışçıl bir protesto, reformların
dayatılması noktasında kâfi gelebilir. Lâkin solcular takipçisi değilse o
reformlar yürürlükten kaldırılacaktır. Nihayetinde muktedirleri yerinden edecek
olan devrimdir ki o da şiddete muhtaç olan bir süreçtir.
Liberaller
değişim talep etmezler, değişimi nazikçe isterler. Onlar, şiddete ve karşı
tarafı ikna edecek, şiddete dayalı tehdide karşı olduklarından, esasen örtük
olarak siyasetin ve toplumun mevcut yapısında köklü bir değişime karşı
dururlar. Solculardan farklı olarak liberaller, iddialarına göre hasretini
çektikleri reformlara ulaşabilmek için kendilerine ait o ufak imtiyazları
riske atmak istemezler. Dolayısıyla bıçak kemiğe dayandığında liberaller, devrimci
müttefiklerini iktidara satacak, devletin baskısı ilk işaretini verdiği anda topuklayıp
kaçacaklardır.
Eğer
müttefikinize güvenemiyorsanız, demek ki o, hiç müttefikiniz olmamıştır.
Ted Rall
11 Temmuz 2019
Kaynak
11 Temmuz 2019
Kaynak
Dipnotlar
[1] Chris
Moody, “Bernie Sanders’ American Dream is in Denmark”, 17 Şubat 2016, CNN.
[2] Jerry
Kremer, Bernie Sanders: The Second Coming of George McGovern?”, 11 Şubat 2016, Liherald.
[3] Joseph
Stiglitz, “Progressive Capitalism Is Not an Oxymoron”, 19 Nisan 2019, NYTimes.
[4] Ana
Maria Santacreu, “How Does U.S. Income Inequality Compare Worldwide?”, 16 Ekim
2017, StLouis.
0 Yorum:
Yorum Gönder