Antonio
Negri’nin eserleri, rekabetin oynadığı rolü küçük görmenin teorik analiz
noktasında ne kadar kritik olabileceğine dair bir emare. Negri’nin analizinin
genel çerçevesini “müşterek sermaye”nin himayesi altında varolan, bütünleşmiş
dünya kapitalizmi teşkil ediyor. Kendisinin de tarif ettiği biçimiyle,
“imparatorluk denilen postmodern dönemde devlet ve siyaset, süreç içerisinde
ulusötesi şirketlerin komuta merkezinde olduğu sistemle tümüyle
bütünleşmiştir.”[1]
Bu
teorinin merkezinde ekonomik rekabeti “genel anlamda sermaye” veya “müşterek
sermaye (ki aslında Negri iki terimi genelde eşanlamlı iki kelime olarak ele
alıyor) başlığı altında ele alan Marx okuması duruyor.[2] Söz konusu teori;
Marx’ın Grundrisse isimli eserine yönelik okuma üzerinde yükseliyor.
Negri’nin Grundrisse okuması ise postyapısalcı teoriye ait unsurları bir
araya getirme amacını güdüyor. Postyapısalcı teoriye göre kapitalizmi asıl
yönlendiren, iki karşıt sınıfsal öznellikler arasında mevcut olan,
politikleşmiş “güç ilişkileri”nin yaşadığı çatışma.
Negri,
önermelerini hem İmparatorluk isimli kitabında hem de ilk dönemine ait
yazılarında geliştiriyor. Marx’ın Ötesinde Marx isimli çalışmasında
Negri, Grundrisse’teki Marx ile Kapital’daki Marx’ı birbirinden
ayırıyor. Ona göre Grundrisse, kapitalist üretim araçlarını müşterek
emek ve müşterek sermaye arasındaki, çözülmesi mümkün olmayan çelişkinin
şekillendirdiği bir güç ilişkisi olarak analiz etmesini mümkün kıldığı için
önemli:
“Dolayısıyla, Grundrisse
genelinde gördüğümüz şey, teori dâhilinde gerçekleşen, müşterek işçi
ile müşterek kapitalist arasındaki uzlaşmaz karşıtlığın meydana getirdiği,
giderek kısıtlayıcı bir hâl alan, ileriye dönük bir harekettir.”[3]
Negri,
Grundrisse’in yazarının müşterek bir sermayenin oluşması beklentisi
içerisinde olduğunu söylüyor. Öte yandan “Kapital’in yazarının ele
aldığı kategorilerse genelde özel ellere ait, rekabetçi sermaye üzerinden
modellendirilirken, Grundrisse’te kategorilerin ait olduğu model
toplumsal sermayeye meyilli bir şemaya dayanıyor.”[4]
“Sermayenin gerçekte
dolaşıma girmesi ve toplumsallaşması ile birlikte […] toplumsal sermaye de her
şeyin ötesinde müşterek bir güç hâlini alıyor.”[5]
Bu
sürecin sonunda müşterek sermaye devletle kaynaşıyor:
“Marx’ın da bilhassa Grundrisse’te
ortaya koyduğu biçimiyle, devlet, sermaye demenin başka bir yoludur. Üretim
tarzındaki gelişme sayesinde devletin sermaye demenin yegâne yolu olduğunu
görürüz: bu sermaye toplumsallaşmış, birikimi güç düzleminde gerçekleşen bir
sermayedir. Böylelikle değer teorisi, komuta teorisine dönüştürülür ve
çokuluslu şirketlerin devletin gelişimi ve oluşturduğu halka merkezî bir
nitelik kazanır.”[6]
Sonuç
olarak değer yasası hükmünü yitirir, gündemden düşer:
“Değer Yasası iptal olur.
Sermaye ve küresel işgücü tümüyle toplumsal sınıflar hâline gelip kendi
değerini kendisi belirleyen, bağımsız birer faaliyete dönüştükçe Değer Yasası
ilişkinin kudretini (potenza) ve şiddetini temsil etmek dışında bir
anlama sahip olmaz. Değer yasası, güç ilişkilerinin oluşturduğu sentezdir.”[7]
Hâsılı
Negri, sermayeyi devletle sorunlu bir şekilde kaynaştırıp işçi sınıfı üzerinde
yeni bir iktidar kurumunun, yeni bir komuta merkezinin oluştuğunu söyler.
Buna
ek olarak Negri’nin “müşterek sermaye”nin (veya “genel anlamda sermaye”nin)
fiilî etkisiyle ilgili teorisi de pek ikna edici değildir. Bu teori ne derse
desin, “genel anlamda sermaye” tabiri en fazla teorik bir soyutlama olarak
görülebilir ki en mantıklısı da meseleye bu şekilde yaklaşmaktır.
“Genel
anlamda sermaye”yi müşterek sermayenin fiiliyatta varolan toplumsal biçimi
olarak ele almak yerine kaçınılmaz biçimde işbirliğine gitmek zorunda olan
“birden fazla sermaye” arasında cereyan eden rekabet temelli ilişkilerin farklı
düzeylerini (bölgesel, ulusal ve uluslararası düzeyi) analiz etmek daha hayırlı
olacaktır.
Dahası
bu analiz, bir yandan da bu “birden fazla sermaye”nin devletler ve devlet
ittifakları arasındaki rekabet ilişkilerinin özerk jeopolitik düzlemi dâhilinde
nasıl eklemlendiğini de ele almak zorundadır. Bu türden bir analiz, Negri’nin
rekabeti politikleştirilmiş üretim ilişkilerle ve iki müşterek özne arasındaki
düello ile ikame etmesine (veya en azından insanlığın bu türden bir gelişme
aşamasına doğru ilerlediğine dair tespitine) kıyasla daha verimli sonuçlar
üretecektir.[8]
Basit
bir tasvirle şunu söylemek mümkündür: üretim sahasında, uluslararası, ulusal
veya sektörel düzeyde faal olan yapılar arasındaki rekabet, fiiliyatta son
yirmi yıl içerisinde azalmıştır. Bu gelişme, esasen politika ile ekonominin
kaynaşmış olmasının bir sonucu değildir. Negri’nin teorisi bu noktada şu basit
çıkarıma ulaşmaktadır. Emtia fiyatları politik düzlemde belirlenmektedir ve
esas olarak ekonomik süreçlerden kaynaklanmamaktadır. Oysa Japonya, Almanya ve
ABD’de 1945 sonrası süreçte rekabetin sanayi sektörleri üzerinde sahip olduğu
etkiye dönük bir analiz, bu çıkarımın yanlışlığını ortaya koyacaktır.
Tobias ten Brink
[Kaynak:
Global Political Economy and the Modern State System, Brill, 2014, s.
53-54.]
Dipnotlar:
[1] Hardt ve Negri, “Empire: das hochste Stadium des Kapitalismus”, Le Monde
Diplomatique, 2001, s. 307.
[2]
Ücret ilişkilerinin “dikey” temeline tabi olan bir şey değil de önemli bir
yapısal özellikler olarak görüldüğü ölçüde rekabetin sahip olduğu önem
küçümsenmektedir. Başka Marksistlerin analizlerinde de rekabet (onunla
bağlantılı olan piyasadaki anarşi) sadece “yüzeysel bir olgu” olarak
algılanmaktadır. Esasında Marx Grundrisse’te rekabeti temelde sermayenin
değer kazanması için gerekli bir biçim olarak tarif eder (bkz.: Karl Marx, Grundrisse:
Foundations of the Critique of Political Economy, Londra, Penguin Books,
1973). Michael Heinrich’in de dile getirdiği biçimiyle, “bu analitik ayrım
sorunludur çünkü bir dolaşım süreci, gerektiğinde, ‘birden fazla sayıda’
sermaye ile birlikte tasvir edilmelidir. Oysa Grundrisse’te ele alınan
‘genel anlamda sermaye’ye dair soyutlama düzeyi dikkate alındığında böylesine
belirli bir tasvire girişilemez” (Bkz. M. Heinrich, Die Wissenschaft vom
Wert: Die Marxsche Kritik der politischen Ökonomie zwischen wissenschaftlicher
Revolution und klassischer Tradition, Munster: Westfalisches Dampfboot,
2003, s. 179-95). Genel anlamda sermaye, ortalama tekil sermaye düzeyinde idrak
edilemez. Hatta o, sermayenin doğasını anlama noktasında katkıda bulunacak
kavramsal bir soyutlamayı ifade eder. Kapital’in üç cildinde Marx tekil
sermaye ile müşterek sermaye arasında ayrım yapar. Böylelikle
sermayenin “yasalar”ını birden fazla sayıda sermayenin birbirleriyle kurduğu
ilişkileri ve tabi oldukları rekabeti anlamak suretiyle gösterme imkânı bulur
(M. Heinrich, a.g.e., s. 194-5).
[3]
Antonio Negri, Marx beyond Marx: Lessons on the Grundrisse, South
Hadley: Bergin & Garvey,1984, s. 4 (vurgular özgün metne ait).
[4]
Negri, A.g.e., s. 27.
[5]
Negri, A.g.e., s. 113, 121.
[6]
Negri, A.g.e., s. 188.
[7]
Negri, A.g.e., s. 172. Negri, esasen Marx’ın değer teorisini zaman
olarak ölçülebilen fiilî fabrika emeği ile değer inşa eden “soyut” emek
arasında kurduğu yanlış denklem üzerinden redde tabi tutmaktadır. Fabrika emeği
zaman içerisinde önemini kaybediyormuş gibi göründüğünden (ki uluslararası
ölçekte bu yanlış bir tespittir) değer teorisi de temelini yitirir. Oysa Marx’a
göre “soyut” emekle emeğin harcandığı o özel form aynı şey değildir, “soyut”
emek toplumsallığın aracılık ettiği bir kategoridir. Terimin de ortaya koyduğu
biçimiyle emeğin toplumsal niteliği özel olarak kullanılan bir şeydir ve bir
hastanede hemşirelik biçimini ya da bir araba biçimini alabilen emtiayı üretir
(Bkz. M. Heinrich, “Invaders from Marx, “Uber den Umgang mit der Marxschen
Theorie und uber die Schwierigkeiten einer heutigen Lekture – eine kritische
Auseinandersetzung mit Karl Heinz Roth und anderen”, Jungle World,
38,2005, yazı şurada mevcut: oekonomiekritik.).
[8]
“Yatay” rekabet ilişkilerini küçümsüyor oluşu, Negri’nin teorisinin açıklama
noktasında sahip olduğu güç bağlamında ciddi sonuçlara yol açmaktadır. Negri’ye
göre ekonomik krizler, iki müşterek özne arasındaki mücadelenin ifadeleridir,
kapitalist rekabet ilişkilerinin değil. Dahası, onun aldığı bu konum, kapsamlı,
birleşmiş bir dünya hâkimiyetinin ortaya çıkacağını düşünmesini mümkün
kılmaktadır.
0 Yorum:
Yorum Gönder