Son
dönemde bir dizi sosyalist, otorite ilkesi dedikleri hususa karşı savaş açtı.
Onlara, şu veya bu eylemin mahkûm edilmesi için onun otoriter olmasının
yetmeyeceğini söylemek yeterli olacaktır. Özet sunmayı esas alan bu tarz, bir yolu
bulunup suiistimal edileceğinden, meseleyi biraz daha detaylı ele almak
gerekecek.
Burada
kullanıldığı biçimiyle “Otorite” kelimesi, başkasının iradesini bize
dayatmasını ifade ediyor; diğer yandan otorite, teslimiyeti de varsayıyor.
Teslimiyet ve otorite, kulağa kötü gelen iki ayrı kelime. Temsil ettikleri
ilişki de teslim olan tarafın reddine mazhar oluyor, dolayısıyla, bu noktada
söz konusu ilişkiden kurtulmanın bir yolunun olup olmadığı sorusu gündeme
geliyor. Bu soruyu, günümüz toplumundaki mevcut koşullar karşısında bizim
otoritenin artık varolmadığı, sonuç olarak ortadan kaybolduğu, başka bir
toplumsal sistemi yaratıp yaratamayacağımız sorusu takip ediyor.
Bugünün
burjuva toplumunun temelini biçimlendiren ekonomik, endüstriyel ve tarımsal
koşulları incelerken biz, söz konusu koşulların ana bir eğilim olarak,
bireylerin birleşik eyleminin tecrit edilmiş eylemin yerini almasını giderek
daha fazla sağladığını tespit ediyoruz. Tüm o büyük fabrikaları ve
imalathaneleriyle, yüzlerce işçinin buharla çalışan, karmaşık makineleri
yönettiği modern sanayi, ayrı çalışan üreticilerin elindeki küçük atölyeleri
aşmıştır. Karayollarında gördüğümüz nakliye araçlarının ve vagonların yerini
trenler almıştır, aynı şekilde, çift yelkenli gemiler ve yelkenli tekneler
yerini buharlı gemilere bırakmıştır. Tarım bile makinenin ve buharın
hâkimiyetine girmiştir. Artık büyük kapitalistler, küçük toprak sahiplerini
yerini almışlardır ve bu insanlar, büyük arazileri kiraladıkları işçilerin
yardımıyla ekip biçmektedirler.
Birleşik
eylem ve birbirine tabi olan süreçlerin karmaşıklaşması, her yerde bireylerin
bağımsız eylemlerinin yerini almıştır. Bugün kim birleşik eylemden söz
ediyorsa, örgütlenmeden de bahsediyordur. Peki bugün otoritesi olmayan bir
örgütlenme mümkün müdür?
Günümüzde
zenginliğin üretimi ve dolaşımı üzerinde otorite sahibi olan kapitalistleri
tahtlarından indirecek bir toplumsal devrimin gerçekleştiğini, otorite
karşıtlarının bakış açılarını tümüyle benimseyip, toprağın ve emeğin
araçlarının o araçları kullanan işçilerin kolektif mülkiyetine geçtiğini
varsayalım. O vakit otorite ortadan kaybolacak mı yoksa otorite, başka bir
biçim mi alacak? Bu soru üzerinde durmak gerek.
Bu
noktada pamuk eğirme imalathanesi örneğine bakalım. Pamuk, ip olmadan önce en
az altı aşamadan geçmek zorunda. Bu işlemler farklı odalarda gerçekleşiyor.
Devamında makinelerin çalışması, buhar motorunun bakımının mühendis eliyle
gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor, tamirciler tamir işlemlerini yapıyorlar,
diğer işçilerse ürünleri bir yerden bir yere aktarıyorlar. Kadın, erkek, çocuk,
tüm bu işçiler, buharın otoritesi üzerinden belirlenmiş saatlerde işe başlayıp
paydos ediyorlar. Burada bireyin özerkliğinin hiçbir önemi yok. Bu nedenle
işçiler, ilkin çalışma saatlerini öğreniyorlar. Bu saatler sabitlendikten
sonra, istisnasız herkes tarafından bilince çıkartılıyor. Her odada belirli
sorunlar açığa çıkıyor ve bu sorunlar, genelde üretim tarzı, malzeme dağıtımı
gibi konularla ilgili oluyor. Bu sorular, emek sürecinin her bir kolunu yöneten
bir heyet tarafından karara bağlanıyor, bu noktada mümkün olduğu ölçüde
çoğunluğun oyuna başvuruluyor. Her bir bireyin iradesi, her daim bu çoğunluğa
tabi oluyor. Yani tüm sorulara otoriter bir tarzda çözüm bulunuyor. Büyük bir
fabrikada otomatik olarak işleyen makineler, işçileri istihdam eden küçük
kapitalistlerden daha despotik. Çalışma saatleri ile birlikte, bu fabrikaların
ana giriş kapılarına her daim şu yazılıyor: “İçeri girdiğinizde tüm
özerkliğinizi eşikte bırakınız!” [Lasciate ogni autonomia, voi che entrate!]
İnsan,
bilgisi ve icatlar konusunda gösterdiği dehası sayesinde, doğanın güçlerini
kontrol altına alıp kendisine tabi kılmış, kendisi için kullanılır hâle
getirmiştir. Burada tüm toplumsal örgütlenmeden bağımsız, gerçek bir despotizm
devrededir. Geniş ölçekli sanayide otoriteyi ortadan kaldırmayı istemek,
sanayinin kendisini ortadan kaldırmakla, mekanik olarak çalışan dokuma
tezgâhını yok edip çıkrığa geri dönmekle eşdeğerdir.
Demiryolu
örneğine de bakmak mümkün. Burada sonsuz sayıda birey işbirliği yapmak
zorundadır. Bu işbirliği de sabitlenmiş bir çalışma süresi boyunca devreye
sokulmalıdır ki hiçbir kaza meydana gelmesin. Burada da işin ilk koşulu, tüm
tali soruları çözüme kavuşturacak, hâkim bir iradenin ortaya konulmasıdır. Bu
noktada bahsi geçen iradenin ilgili kişilerin çoğunluğunun vereceği kararların
icrasından sorumlu bir heyet veya komite tarafından temsil edilip edilmediğinin
bir önemi yoktur. Her iki durumda da açıktan ilân edilmiş bir otorite
mevcuttur. Demiryolunda çalışan işçilerin otoritesi ortadan kaldırıldığı
durumda ilk trenin harekete geçmesi nasıl mümkün olacaktır?
Otorite,
emredici otorite, en çok açık denizlerde seyir hâlinde olan bir geminin
güvertesinde görülüyor. Tehlike anında herkesin hayatı, tüm insanların tek bir
kişinin iradesine eksiksiz ve her an itaat etmesine tabidir.
Bu
tür argümanları o çok hızlı otorite karşıtlarına sunduğumda bu isimler hemen şu
cevabı veriyorlar: “Evet haklısın, ama delegelerimize bahşettiğimiz otorite
değil yetki!” Bu beyler, eşyanın ismini değiştirdiklerinde eşyayı da
değiştirebileceklerini zannediyorlar. Bu pek bilgili düşünürlerimiz tüm
dünyayla alay ediyorlar.
Böylelikle,
nasıl bahşedildiğinden bağımsız olarak, belirli bir otoritenin ve belirli bir
teslimiyet ilişkisinin tüm toplumsal örgütlemeden bağımsız olduğunu, bunların
bize üretim yaparken ve ürünleri dolaşıma sokarken belirleyici olan maddi
koşullarla birlikte dayatıldığını görmüş bulunuyoruz.
Ayrıca
üretimin ve dolaşımın maddi koşulları, geniş ölçekli sanayi ve geniş ölçekli
tarımla birlikte, kaçınılmaz olarak gelişiyor, böylece otoritenin kapsamı da
genişliyor. Bu nedenle otorite ilkesinin kesin olarak kötü olduğundan, özerklik
ilkesinin de kesinlikle iyi olduğundan söz etmek saçma. Özerklik ve otorite,
toplumun gelişiminde mevcut olan muhtelif aşamalarla birlikte farklılaşan
yüzeylere sahip, göreceli şeylerdir. Eğer özerkçiler, sadece gelecekteki
toplumsal örgütlenmenin otoriteyi üretim koşullarının kaçınılmaz kıldığı
sınırlara hapsedeceklerini söyleselerdi, birbirimizi anlamamız mümkün
olabilirdi, ama bu insanlar, her şeyi zorunlu kılan tüm gerçeklere karşı
körleşiyorlar ve dünyaya karşı tutkulu bir mücadele içerisine giriyorlar.
Peki
otorite karşıtları, politik otorite olarak devlete karşı bağırıp çağırmakla
neden yetinmiyorlar? Tüm sosyalistler kabul ederler ki politik devlet, politik
otoritesiyle birlikte, ileride gerçekleşecek toplumsal devrimin bir sonucu
olarak ortadan kaybolacak, yani kamusal işlevler politik niteliğini yitirecek
ve bunlar, toplumun gerçek çıkarlarının gözetildiği, basit idarî işlevler
hâline gelecek. Oysa otorite karşıtları, politik devletin tek darbede, hatta
onun varolmasını sağlayan toplumsal koşullar ortadan kaybolmazdan önce yok
olmasını talep ediyorlar. Onlar, toplumsal devrimin ilk olarak otoriteyi
ortadan kaldırmasını istiyorlar. Bu beyler hiç devrim görmüşler mi? Kesin olan
şu ki bir devrim en otoriter şeydir; devrim, halkın bir kesiminin iradesini
diğer bir kesime tüfeklerle, süngülerle ve toplarla dayattığı bir eylemdir ve
bu irade, her daim otoriter bir biçimde dayatılır. Eğer zafer kazanan taraf boş
yere dövüşmüş olmak istemiyorsa, gericilere karşı elindeki silâhlarla, terör
aracına dayanarak, mevcut egemenliğini muhafaza etmek zorundadır. Paris Komünü,
burjuvaziye karşı silâhlı halkın otoritesine başvurmamış olsaydı, onun bir gün
bile ayakta kalması mümkün olabilir miydi? Yoksa bizim bu otoriteyi özgürce ve
yeterli ölçüde kullanmadığı için Paris Komünü’nü eleştirmemiz mi gerekiyor?
Dolayısıyla,
ya otorite karşıtları ne söylediklerini bilmiyorlar ki bu, onların kafa
karıştırma dışında bir işe yaramadıklarını ortaya koyuyor ya da biliyorlar ki
bu da özünde onların proletarya hareketine ihanet ettiklerini kanıtlıyor.
Temelde her iki ihtimalde de otorite karşıtları gericiliğe hizmet ediyorlar.
Frederick Engels
1872
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder