Sisi’nin Mısır’da ülkeyi vitrine koyma fırsatı
yaratan o cafcaflı kalkına konferansına uluslararası yatırımcıları davet
etmesinden sadece iki yıl sonra, rejimin daha parlak bir ekonomik gelecekle
alakalı vaatleri milyonlarca Mısırlıya artık bayat geliyor. IMF’in 12 milyar
dolarlık kredi karşılığında talep ettiği reformlar enflasyonu yükseltti, onca
baskıya rağmen hayal kırıklığı, sokaklarda ve işyerlerinde ortaya konulan yeni
bir toplumsal tepkide karşılığını buldu. Yılın sonunda Sisi rejimi, en ağır
sonuçlara yol açacak değişimlerin bir kısmı üzerinden hayatta kalmayı bildi. Bu
değişimler dâhilinde, geçen Kasım ayında para devalüe edildi, yeni bir KDV
belirlendi ve yakıtla ilgili teşvikler düşürüldü. Ama ülke genelinde önemli bir
tepkiye rastlanmadı. Aksine bu politikalar, sanki kabul edilmiş gibiydi.
Kendiliğinden ve parçalı halk hareketlerinin ekonomik ve toplumsal
protestolarında sayıca artış yaşanmasına karşın, bilhassa işçi hareketi,
işyerlerinde sessizliğini korudu. Rejimin IMF’in kredi için öne sürdüğü
şartları başarıyla yerine getirmesi de halkın desteğinin azalmasına önemli bir
katkı sundu.
Bu makalede Mısır işçi hareketinin mevcut durumunu
ve diriliş imkânını değerlendireceğiz. İleride de ifade edeceğimiz üzere, işçi
hareketi, neoliberal ajandaya karşı etkin bir halk direnişi noktasında en
önemli imkân olarak varlığını muhafaza ediyor. Örgütlü işçiler, ekonomideki
belirli sektörleri felç etme kapasitesine sahip. Bu işçiler, son on yıl
içerisinde özörgütlenme konusunda ciddi bir deneyim edindiler. Rejimin bu
geleneği tasfiye etmeye dönük çabalarına karşın, grev hareketinin mevcut düzeyi
ve grev denemelerinin de gösterdiği üzere, rejimin söz konusu çabasında
başarılı olamadığı görülüyor.
İşçi hareketi, iki ayrı baskı altında ve
hangisinin belirleyici olacağını bugünden belirlemek kolay değil. Bir yandan
Mısır’daki yoksul çoğunluk açısından ekonomik ve toplumsal krizin yoğunluğu
işçileri ve yoksul halkı kolektif eyleme zorluyor. Ancak diğer yandan da
eylemci işçilerin uyguladığı doğrudan baskının düzeyleri, geçen yıl içerisinde
ciddi oranda arttı. Bu da devletin şiddetine yol açtı. Hatta kimi insanlar
ortadan kayboldu, işkence salgın gibi her yana yayıldı, güvenlik güçleri
eylemcileri yargısız infazlarla katlettiler.
IMF’in şartlarını yerine getirmek adına devletin
son üç yıl içerisinde aldığı ekonomik tedbirler, yoksul sınıfların ve işçi
sınıfının sırtına ağır bir yük bindirdi. Bu tedbirler, 2016-17 bütçesinde yakıt
teşviklerinin yüzde kırk oranında kesilmesini içeriyordu. Bu süreçte enflasyon
arttı, mal ve hizmetlerle alakalı KDV oranı yüzde 13’e çıkartıldı. Mısır
lirasının 3 Kasım 2016 itibarıyla serbest bırakılması kararıyla bu enflasyonist
baskılar iyice arttı. Mısır lirası dolar karşısında yarı yarıya değer kaybetti.
Bu da mal ve hizmetlerde, ilâçlarda, sağlık hizmetinde ve eğitimde fiyatlarının
artışına yol açtı.
Öte yandan ücretler pek artmadı. Örneğin devlet
bütçesinde ücretlere tahsis edilen kısım 2016-17’de ancak yüzde 7,6 oranında
arttı. Oysa resmî rakamlara göre, aynı dönemde enflasyon oranı yüzde 11,5’ti.
Bu, altı milyon devlet çalışanının yüzde dörtlük ücret kesintisiyle yüzleştiği anlamına
geliyordu. Gerçekte ücret kesintisi devlet bütçesindeki tahminlerden daha
fazlaydı, zira enflasyondaki artış pratikte daha yüksekti. Mısır Merkez
Bankası, Şubat ayında yıllık enflasyon oranının yüzde 33 olduğunu, Ocak’ta
yüzde 28’e gerilediğini, Aralık 2016’da yüzde 24’e indiğini duyurdu. Muhtemelen
banka, 2016-17 mali yılının son çeyreğinde yükselişe tanıklık edileceğine dair
bir rapor hazırlayacak.
7 Şubat’ta Mahalletü’l Kübra kentinin Delta
kasabasında bulunan Misr İplik Şirketi’nde tekstil işçilerinin başlattığı grev,
işyerlerinde öfkenin arttığına dair bir alametti. Şirkete bağlı fabrikalardaki
işçiler aynı gün bir grev örgütlediler. Greve 4.000 işçi katıldı. Grev, daha
çok hazır giyim, çarşaf ve havlu fabrikalarında yoğunlaştı. Eylemde kadın işçilerin
ağırlığı yüksekti. Öncülük eden isimler, kadın işçilerin Aralık 2006’da
başlattığı grevi anımsattılar. O dönemde işçiler “Kadınlar burada! Erkekler
nerede?” sloganını atıyorlardı. Şubat’taki grevde de benzer sloganlar atıldı.
2006’da kadınların eylemi, fabrikanın geri kalan
kısmında başlayacak bir grevi tetiklemiş, ülke genelinde işçi hareketinin
gelişiminde önemli bir dönüm noktasını işaretlemiş, tüm yurtta grev dalgası
tekstil sektörünü ve başka sektörleri kuşatmıştı. O grev denemesini idare durdurmayı,
daha başlamadan sona erdirmeyi bilmişti. Ama son yılda yüzlerce işçinin
katıldığı toplumsal eylemlere tanıklık ettik. Bunlar, yoksullar nezdinde
ekonomik ve toplumsal koşulların daha da ağırlaşmasına yönelik birer tepkiydi
ve temelde devletin toplumsal rolünü azaltması, mal ve hizmetlerle alakalı
teşviklerin değeri ile etkisindeki düşüş, toplumsal güvenlik ağının
zayıflamasının bir yansımasıydı.
Misr İplik Şirketi’ndeki grev girişiminden birkaç
hafta sonra, ekmek karnesindeki müdahaleye yönelik olarak ülke genelinde yedi
kentte gösteriler düzenlendi. Mısır Ekonomik ve Toplumsal Haklar Merkezi’nin
hazırladığı rapora göre, 2016’da gösterilerde ciddi bir artış yaşandı. 1.700
gösterinin 700’ü işçi eylemiydi, 600’ü ise toplumsal meselelerle alakalıydı. Bu
da işçi eylemlerinin yoğunluğunun önemli oranda düştüğü 2013-15 arası dönemden
sonra ruh hâlinin dönüştüğünü ortaya koyuyor. Burada karşımıza, süregiden
baskı, “terörle mücadele” sloganı altında yürütülen resmî propagandanın
etkisi, Şarmu’l Şeyh konferansı sonrası geliştirilen yeni ekonomi
projelerinin dayattığı düzen üzerinden dile getirilen beklentiler, Süveyş
Kanalı’nın ve civar bölgenin genişletilip geliştirilmesi gibi bir dizi faktör
çıkıyor.
2016’da işçi grevleri ile toplumsal talepler
üzerine kurulu eylemlerdeki yoğunlukta yaşanan artışa, baskı düzeyindeki ve
grevlerin ezilmesine dönük saldırılardaki yükselme eşlik etti. Önemli bir
gelişme de İskenderiye Tersanesi işçilerinin kışkırtıcılık suçlaması ile askerî
mahkemeye çıkartılması ve grev kışkırtıcılığı suçlaması ile Kahire’de bulunan
Kamusal Ulaşım Kurumu’ndan işçi liderlerinin yargılanmasıdır. Bu dönemde IFFCO
yiyecek fabrikasından işçiler de yargılanmıştır.
Şubat ayında Misr İplik Şirketi’ndeki grev
denemesi işte bu bağlamda gerçekleşmiştir. Bu deneme, daha duyurulduğu ânda
kitlelere umut aşılamışsa da söz konusu pratiğin işçi hareketinin maruz kaldığı
genel koşullardan ayrı ele alınması mümkün değildir. Grevci işçilerin
kovuşturmalara maruz kalması, işyerlerindeki eylem sürecini kilitlemiş, grev tehlikeli
görüldüğünden, işçiler grev örgütlenmesine dönük adım atmaktan imtina
etmişlerdir. Ancak Misr İplik Şirketi’ne bağlı fabrikalardaki koşullar da bu
süreçte önemli bir rol oynamıştır. 2006 sonunda işçi hareketinin yükselişinde
öncülük etmiş olan bu fabrika, diğer işyerlerine nazaran daha fazla baskıya
maruz kalmış, hem güvenlik soruşturmalarına hem de işçilerin idare tarafından
mağdur edilmesine dönük uygulamalara tanıklık edilmiştir. Bu sebeple önceki
yıllarda önemli roller oynayan işçi liderlerinin önemli bir kısmının işlerine
son verilmiş veya bu işçiler başka bölümlere transfer edilmiş, burada aynı
işçiler gerekli etkiyi yaratamamış, geride kalanlar, idare tarafından sürekli
gözetim altında tutulmuş, bu da başarılı bir grev örgütleme olasılığını azaltmıştır.
Ancak greve 2.500 ilâ 5.000 civarında işçinin iştirak etmiş olması gene de
önemlidir.
Şubat başında Mahalle’de yaşanan olaylar, işçi
hareketi üzerindeki iki ayrı baskının, ağırlaşan ekonomik koşulların ve polis
coplarının karşılıklı etkileşiminin bir ispatı niteliğindedir. Gelgelelim,
geçen yıl içerisinde yaşanan eylemlerin sayısının gösterdiği etki, polis
coplarının işçi hareketinin yükselişine mani olma vasfını belli ölçüde
yitirdiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca 2016 yılı, Tiran ve Sanafir adalarının
Suudi Arabistan’a teslim edilmesini öngören anlaşmaya dair politik gösterilere
de tanıklık etmiştir.
Sisi rejiminin maruz kaldığı baskıların ardında
başka faktörler de rol oynamaktadır. Neoliberal reformların son kısmı, uzun
vadede rejiminin hayatta kalma becerisine son verecek niteliktedir. Son kırk
yıl içerisinde “yapısal ayarlama amaçlı önceki programlara karşın, ülkede ardı
ardına kurulan bir dizi hükümet, Nasır’ın devlet kapitalizmine dayalı
politikalarından ödünç alınan toplumsal istikrarı güvence altına alacak
mekanizmalara bel bağlamıştır. Bu mekanizmalar, IMF yöneticilerinin ortadan kaldırmaya
hevesli oldukları devlet teşvikleri sistemini, ayrıca milyonlarca memura ödenen
ücretleri de içermektedir. Aynı dönem boyunca Sedat ve Mübarek, Nasır’ın
ülkedeki huzursuzluğu yönetmek için icat ettiği, devlet eliyle idare edilen
“sendikalar” ve şirket yanlısı iktidar partisine sırtlarını yaslamaya devam
etmiştir. Sisi’nin ekonomi politikaları ise kamu sektörüne yönelik başka bir
neoliberal saldırı dalgasını ifade etmektedir. “Terörle mücadele”yle ve 2013
darbesi sonrası devreye sokulan baskıcı uygulamalarla yüklü o hummalı iklimin
ötesinde Sisi rejimi, eski iktidar partisi ile devletin yönettiği
sendikacılığın geride bıraktığı boşluğu dolduracak, istikrar arz eden hiçbir
şey bulamamıştır.
7 Şubat’ta Mahalle’de
kadın işçilerin başlattıkları eylem, tarihe başarısız bir grev girişimi olarak
kaydedilemez. Aksine en geniş bağlam dâhilinde bu eylem, ileride açığa çıkacak
direnişle ilgili ihtimallere dair bir emare ve işçi hareketindeki yeni
yükselişe dair bir alamet olarak görülebilir.
Mustafa Bessiyuni
Anne Alexander
23 Mart 2017
23 Mart 2017
0 Yorum:
Yorum Gönder