Hamas
liderleri, Pazartesi günü Katar’ın başkenti Doha’da düzenledikleri basın
toplantısında, harekete yön verecek ana ilkeleri ortaya koyan bir belgeyi
açıkladılar.
Konuyla
ilgili yapılan haberler, çoğunlukla belgenin İsrail devleti yanında bir
Filistin devletinin kurulması için gerekli temel olarak 1967 sınırlarını kabul
edişine odaklandı. Ayrıca belgede örgütün çatışmanın kökenlerine, direnişin
rolüne ve Yahudilere yönelik konuma dair görüşlerine de yer verildi.
Belgenin
amacı, Hamas’ı Filistin’deki ulusal uzlaşmanın bir parçası olarak yeniden
konumlandırmak ve onun nihayetinde uluslararası planda gerçekleşecek politik
çözümün parçası olan bir muhatap olarak takdim etmek.
Belge,
bunları temel ilkelerden taviz vermeden yapıyor ki bu, özünde mevcut
çelişkilere yol açan bir uygulama.
Hamas,
aynı zamanda bölgedeki bir dizi rejimin düşman olarak gördüğü, Mısır’da
yaklaşık yüz yıl önce kurulmuş olan İslami hareket Müslüman Kardeşler’den
bağımsız olduğunu ortaya koymaya çalışıyor.
Herkesin
okuması için örgüt, “Genel İlkeler ve Politikalar Belgesi”nin Arapça ve İngilizce versiyonlarını birlikte
yayınladı.
Hamas
lideri Halid Meşal’in ifadesine göre, bu yeni belge iki yılda
hazırlandı, ama o, aslında on yılı aşan iç tartışmaların bir sonucu.
Yahudiler
Düşman Değil
Hamas
liderlerine göre, örgütün 1988’de tek kişi tarafından kaleme alınan kuruluş
bildirgesi, Filistin içerisinde ve dışında politik sonuçlara ulaşma konusunda
önemli bir engel hâline gelmişti.
Bazılarına
göre, ilk belgenin en kötü yanı, Yahudi karşıtı dile sahip olmasıydı. Eskiden
Avrupa’da görülen antisemitizmden beslenen bu belge, Çar’ın ürettiği Siyon
Pirleri Protokolleri isimli sahte belgeye bile atıfta bulunuyordu.
Bu
yaklaşım, uzun zaman önce terk edilmiş olmasına karşın, söz konusu nefret
uyandıran ifadeler, İsrail’in Filistin karşıtı propagandasının en güvendiği
silâhlarından biri olarak iş gördü.
Oysa
bu yeni belgede şu söyleniyor:
“Hamas, çatışmanın ana
sebebi olarak, dinlerinden ötürü Yahudileri değil, bizatihi Siyonist projenin
kendisini görür. Hamas, sırf Yahudi oldukları için Yahudilere karşı mücadele
yürütmez, asıl mücadele, Filistin’i işgal eden Siyonistlere karşı verilmektedir.
Siyonistler, kendilerini Yahudilikle tanımlamakta, Yahudileri kendi sömürgeci
projeleriyle ve yasadışı yapıyla ilişkilendirmektedir.”
Bu
tespit ışığında Hamas, Filistin ulusal hareketinin tarihsel konumuna uygun bir
konuma gelmektedir. Filistin Kurtuluş Örgütü başkanı Yaser Arafat’ın 1974’te
BM’de yaptığı konuşmasında dile getirdiği biçimiyle, “biz, Yahudilikle Siyonizm
arasında ayrım yapıyoruz. Sömürgeci Siyonist harekete karşı olduğumuzu tespit
ediyor, Yahudi dinine saygı duyuyoruz.”
Meşal,
2012’de Gazze’ye yaptığı ziyarette buna benzer bir açıklamada bulunmuştu.
“Biz, sırf Yahudi diye
Yahudilerle mücadele etmiyoruz. Biz, Siyonist işgalcilerle ve saldırganlarla
mücadele ediyoruz. Topraklarımızı işgal etmeye çalışan veya bize saldıran
herkese karşı bu mücadele ileride de devam edecektir.”
Sömürgecilik
Karşıtı Mücadele
İlk
belge, Filistin’deki sorunu “Müslüman-Yahudi kavgasından kaynaklı bir sorun
olarak tanımlıyor, Filistin yurdunu İslamî bir vakıf olarak değerlendiriyordu.
Ama
2007’de kaleme aldığı Hamas: İçeriden Tarih isimli çalışmasında
akademisyen Azzam Tamimi’nin belirttiği üzere Hamas liderleri, bu kavramlardan
uzaklaşıp daha evrensel bir dil bulma ihtiyacı duydular.
Tamimi’nin
tespitine göre, Abdulvahab Elmessiri gibi düşünürlerin etkisiyle, “Filistin
sorunu, Hamas üyeleri ve liderleri gibi birçok İslamcı tarafından sömürgeci
projenin bir çıktısı” olarak görülmeye, projenin kendisi de dinî terimlerden
ziyade politik, toplumsal veya ekonomik terimlerle izah edilmeye başlandı.
Yeni
belge, bu düşünceyi ortaya koyuyor:
“Filistin davası, özünde,
işgal edilmiş topraklara ve yerinden yurdundan edilmiş bir halka ait bir
davadır.”
Ayrıca
metin, Filistin’i İslamî vakıf olarak gören ifadeleri çıkartıyor ve
“Filistin’in diğer dinler gibi İslam’ın da yüce bir konuma yerleştirdiği bir
yurt” olduğunu söylüyor: “Filistin, İsa’nın doğduğu, peygamberlerin gelip
dinlendiği yerdir.”
İrlanda
Modeli?
Yeni
belgede Hamas, “İsrail’in kuruluşunun tümüyle yasadışı olduğunu, Filistin
halkının devredilemez haklarını ihlal ettiğini” söylüyor. Belge, mültecilerin
geri dönüş hakkı konusunda hiçbir tavizde bulunulmayacağını, “gasıp Siyonist
yapı”nın asla tanınmayacağını ortaya koyuyor.
Ama
çelişkiymiş gibi görünen bir ifade dâhilinde, şu söyleniyor:
“Siyonist yapının reddi
konusunda tavizde bulunmadan ve Filistinlilerin her türden hakkından feragat
etmeden, Hamas, başkenti Kudüs olan, 4 Haziran 1967 sınırları dâhilinde
oluşacak egemen ve bağımsız bir Filistin devletinin kurulması, ulusal uzlaşma
formülü olarak ülkeden kovulanların ve mültecilerin evlerine dönüşü üzerinde
duruyor.”
Başka
bir ifadeyle Hamas, resmi planda iki devletli çözüme onay veriyor, oysa bu
onay, söz konusu çözümün gerçekleşmeyeceği bir dönemde dile getiriliyor.
Hamas’ın
adımı konusunda iyi bir analoji olarak İrlanda’daki milliyetçi parti Sinn Féin’in 1998 tarihli Belfast
Anlaşması’nı kabul edişine bakılabilir. Bu anlaşma sayesinde Kuzey İrlanda’da
güç paylaşımını öngören bir hükümet kuruldu ve bölünmeye karşı çıkıldı.
Britanya’da
AB’den çıkışın oylandığı referandum sonrası Sinn Féin, Kuzey İrlanda’nın ilga
edilip tek bir ada devletinin kurulması yönünde kampanya yürütmeye başladı. Bu,
Belfast Anlaşması’nın referandumda çoğunluğun desteklemesi durumunda oluşmasına
imkân sağladığı bir seçenekti.
Benzer
bir hususu yıllardır Hamas da dillendiriyor. 2006’da New York Times’da
çıkan makalesinde Hamas danışmanı Ahmed Yusuf, uzun süreli bir ateşkes önerdi
ve Filistinlilerin konumlarını terk etmeksizin çatışmaya son vermek için
gerekli bir model olarak İrlanda barış sürecine atıfta bulunmuştu. Yusuf’un
tespitiyle, “bir yıllık sessizlik dönemi, bugün varolmayan, sağlam bir politik
barış ortamının koşullarını ileride yaratabilecek” bir unsurdu.
2009’da
Meşal, New York Times’a yaptığı açıklamada, partisinin uzun süreli
ateşkes üzerinden, geri dönüş hakkı, yerleşimlerin yıkılması ve Doğu Kudüs’ü de
içeren, 1967 sınırlarında kurulacak bir Filistin devletini kabul edeceğini
söyledi.
Yeni
belge, iç siyasetle ilgili olarak benzer bir dengeleyici hamle yapmaya
çalışıyor. Belgenin tespitine göre, 1993 tarihinde FKÖ ile İsrail arasında
imzalanan Oslo Anlaşması, “Filistin halkının devredilemez haklarını ihlal
etti”. Ayrıca belge, İsrail güçleriyle Filistin Yönetimi arasında hâlen devam
eden güvenlik koordinasyonunu sert bir dille eleştiriyor.
Ama
Hamas, aynı zamanda Filistin Yönetimi’ni de bir gerçeklik olarak kabul ediyor
ve “onun Filistin halkına hizmet etmesi, halkın güvenliğini sağlaması,
haklarını ve ulus projesini koruması gerektiğini” söylüyor. Hamas, aynı zamanda
hâlihazırda kendisinin üyesi olmadığı FKÖ’nün “demokratik temeller” üzerinden
yeniden inşa edilmesini istiyor.
Direniş
2006’daki
seçimleri kazandığından beri Hamas, Filistin sorunu konusunda otorite ve
yetkiye sahip olduğunu iddia eden, AB, BM, ABD ve Rusya’nın oluşturduğu,
“Dörtlü” denilen geçici grup tarafından ayrımcılığa tabi tutuldu.
Muhatap
olarak kabul görmesi için Hamas’ın şiddeti kınaması, İsrail’i tanıması ve
önceki tüm anlaşmaları kabul etmesi gerektiği üzerinde duruluyor.
Ama
öte yandan, İsrail’in de Filistin devletini veya Filistinlilerin haklarını
tanıması gerektiği üzerinde durulmuyor. İsrail, şiddete başvurmaya bugün de
devam ediyor, “Dörtlü” denilen grubun sağladığı silâhları kullanıyor, ama tek
bir ceza bile almıyor. İsrail, bizatihi imzaladığı anlaşmaları bile ihlal
ediyor, işgal edilen Filistin toprağını kapsamlı bir biçimde yerleşime açarak
uluslararası hukuka aykırı davranıyor.
Bu
yeni belgesinde Hamas, “silâhlı direniş dâhil tüm direniş imkânlarının
uluslararası norm ve yasalarla, ayrıca ilahi yasalarla güvence altına alınmış,
meşru bir hak olduğunu” söylüyor. Esasında herkesin de bildiği üzere, işgale
karşı silâhlı direniş hakkı, uluslararası planda kabul edilmiş bir hak.
Ama
belge, aynı zamanda “direniş araçlarını ve mekanizmalarını geliştirmenin halkın
bir hakkı olduğunu” tespit ediyor.
“Direnişi tırmandırma veya
yoğunluğunu düşürme ya da araçlarla yöntemlerin çeşitlendirilmesi bağlamında
yönetme meselesi, çatışmayı yönetme sürecinin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu
yönetim işi, direniş denilen ana ilke hilafına ifa edilemez.”
Başka
bir ifadeyle Hamas, silâhlı direnişi koşulların dayattığı bir olgu,
kullanılacak veya kullanılmayacak bir araç olarak görüyor. Eğer politik
koşullar değişirse, örgüt bu hakkından ödün vermeden, diğer direniş ve kurtuluş
hareketleri gibi, silâhlı direnişten vazgeçebileceğini ortaya koyuyor.
Geçiş
Süreci
İsrail,
kimseyi şaşırtmayan bir yaklaşımla, bu yeni belgeyi daha yayımlamadan önce
önemsemediğini belirtti ve onun “dünyayı aptal yerine koyan bir adım” olduğunu
söyledi.
Oysa
gerçekte aralarındaki farklılıklarına rağmen, Filistin ulusal hareketinin iki
önemli kanadı da İsrail’le uzlaşmaya farklı düzeylerde hazır olduklarını beyan
etmişti.
Filistin
toprağını açgözlü bir şekilde soyma pratiğine sınır koyan her türden politik
sürece veya anlaşmaya inatla karşı çıkan, İsrail’in ta kendisi.
Yeni
tespitleri yanında Hamas’ın bu belgesi, hareketin uzun erimli değişimler
içerisinde olduğunu doğruluyor ve bu değişimleri yüceltiyor. Bu değişimler,
Meşal’in geçen Eylül ayında istifa edebileceğine dair açıklamada bulunduğu bir
dönemde gerçekleşiyor.
Sahip
olduğu tüm önemiyle bu belge, Filistin’de kurumsallaşmış olan ulusal hareketin
başına dert açan en temel sorunu çözüme kavuşturmuyor: Hamas da Mahmud Abbas’ın
başını çektiği Filistin Yönetimi de iki devletli çözümün anlamsızlaştığı bir
dönemde, Filistinlileri hakları için harekete geçirecek ve birleştirecek bir
vizyondan yoksun.
Ali Ebunima
2
Mayıs 2017
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder