Bu türden bir yaklaşım, politikleştirilmiş bir tür
reçete içerir bünyesinde. Avrupa, bu yaklaşım bağlamında, kapitalizmin,
modernitenin veya Aydınlanma’nın ilk oluştuğu saha olarak takdim edilir ve
Avrupalı olmayanlar “başka bir yer”e fırlatılıp atılır.[3] Devamında tarihsel
gelişmeler, Avrupa’ya has bir norma göre, özel olarak değerlendirmeye tabi
tutulurlar. Bu norma uymayan veya denk düşmeyen tarihlerse “sapma” veya “eksik”
denilerek çöpe atılırlar. Farklılıklar ise öze yerleştirilmiş ikilikler
aracılığıyla ve onlar üzerinden dillendirilirler ve ilga edilirler. Bu ikilikler,
prekapitalizm-kapitalizm, arkaik-çağdaş, dünya imparatorlukları-dünya sistemi
olarak özetlenebilir.
Eksiklik anlayışı ise kendi içerisinde
sömürgecilikte mevcut olan hiyerarşileri barındırır (bu hiyerarşiler,
barbarlık, medeni olmama, geri kalmışlık, yetersizlik gibi kavramlarla ifade
edilir). Sonuçta tarihsicilik, kültürel mesafeye dayalı bir ölçü belirler. “Bu,
Batı ile Batı dışı dünya arasında mevcut olan bir ölçüdür”[4] ve “Avrupalı
olmayanlara onların özerklik ve kabul görme çağrıları karşısında ‘daha değil’
diyebilmek için gerekli bir yöntem olarak kullanılır.”[5] Bu olgu, en net
biçimde “köylü” veya “madun”u incelerken açığa çıkar. Örneğin Eric Hobsbawm’ın
Hint köylüsünü tarih bağlamında “politika öncesi” ve “arkaik” olarak
tanımlamasının sebebi, onun Avrupa dışı dünyadaki gelişmeleri “eksik” olarak
anlamasıdır.[6] Bu tür unsurlar, prekapitalist ilişkilerin bakiyesi veya artığı
olarak görülür. Chakrabarty’ye göre, benzer bir strateji, “eşitsiz gelişme”
anlayışında karşımıza çıkar. Bu türden anlayışlar, “tarihsel gelişmeye
(bütünlük değilse de) en azından önemli bir yapısal birlik atfeder. Bu
yaklaşıma göre, zamanla belirli unsurların “anakronik” veya “modası geçmiş”
olarak tanımlanması mümkün hâle gelir.[7]
Özellikle modernitenin oluşumu dâhilinde köylünün
merkezî konumunu dikkate alırken, tarihsiciliğin sorunlu olduğu net olarak
görülür. Köylü denilen fail burjuva, seküler olmamasına, tarihsel düzlemde
sömürgecilik öncesinde varolan pratiklerle bağlantılı olmasına karşın, hâlen
daha, hem politik hem de moderndir.[8] David Washbrook’un dile getirdiği
biçimiyle, (modern dönemin aksine) toplumdaki geleneksel veya gerici
katmanların yaygınlığı, Güney Asya’da sömürgeciliğin yol açtığı bir
husustur.[9] Dolayısıyla köylü denilen faili, premodern, prekapitalist veya
prekapital başlığı altında toplamak, madunları elitlerin rasyonalist bilincine
ait kalıba zorla oturtmaktan, bunu da onları sömürgecilerin ve burjuva
milliyetçilerin idrak edebileceği birer unsur hâline getirerek yapmaktan başka
bir şey değildir.[10] Sonuçta başka şekilde önemli bir fail olarak
görülebilecek olan köylülük, tarih yazımı üzerinden lâl edilir, yanlış
tanıtılır veya kıyıya köşeye atılır.
Bu sebeple Partha Chatterjee, ekonomiye ait genel
bir kategori olarak sermayenin tarihsel planda gerçekleşmesinin sınırlarının
izah edilmesi suretiyle, Avrupa dışı dünyadaki moderniteye dair tarihsel soruyu
yeniden dile dökmeye çalışır.[11] Chakrabarty ise esas olarak Avrupa’nın dünyanın
merkezi olmaktan çıkartılması [provincialize]
ile ilgilidir. Ona göre bu çaba, genellemeci düşüncenin belirli tarihler
tarafından her zaman ve zaten değişime nasıl tabi kılındığını göstererek ortaya
konulmalıdır.[12] Başka bir ifadeyle, söz konusu yaklaşımın amacı, genelmiş
gibi görünen kavram ve kategorilerin her zaman kendi içinde genel, evrensel
olmayana ait izler taşıdığını ortaya koymaktır.
Chakrabarty, bu işlemi iki şekilde gerçekleştirir:
öncelikle o, politik moderniteye ait “genel” kavramların önceden varolan
kavram, kategori, kurum ve uygulamalarla çatıştığını göstermeye çalışır. Ona
göre, politik moderniteye ait kavramlar, bahsi geçen unsurlar eliyle tercüme
edilir ve belirli bir yapıya kavuşturulurlar.[13] İkinci olarak Chakrabarty,
genel kategorilerin esasında parçalı ve dar olduğunu gösterir. Ona göre, bu
kategoriler Avrupa’ya ait özel bir deneyimin ürünüdürler.[14] Aynı şekilde
Chatterjee de Avrupa’ya ait toplumsal formların sözde genelliğinin ancak özel
bir kapitalizm tarihine bağlı olarak genelleşen özel bir tarihsel deneyimi
maskelediğini söyler.
Avrupa’ya ait parçalı bir düşünceyi genel
felsefeye dönüştüren, Avrupa’nın dar ve sınırlı tarihini evrensel tarih hâline
getiren önemli bir moment varsa, o da sermaye momentidir. Sermaye, toprak
bağlamında ulaştığı menzille ve kavramsal hâkimiyetiyle genelleşmiştir.
Ticaretin, savaşın, soykırımın, fethin ve sömürgeciliğin şiddetini genel bir
ilerleme, gelişme, modernleşme ve özgürlük tarihine dönüştüren şey, sermayeyi
merkeze alan anlatıdır.[15]
Vivek Chibber, Madun Çalışmaları’na karşı son
saldırısında[16] esas olarak sermayenin evrenselleşme eğilimini kabul
etmeyenleri eleştirir. Chatterjee, Chakrabarty ve Ranajit Guha gibi isimleri
içeren ve madun çalışmaları yapan akademisyenler, esasında sermayenin
evrenselleşme eğilimine sahip olduğunu inkâr etmezler. Bilâkis bu isimler,
aslında başka bir şey söylerler: sermayedeki evrenselleşme eğilimi sınırlıdır,
bu eğilim, her zaman ve her yerde kısmîdir ki bu hususlara Chibber’ın kendisi
de işaret eder. Örneğin Chakrabarty, Marx’ın “sermayeye karşı direnişin
sermayeye içkin bir şey olduğuna” dair sözü üzerinde durur. Bu açıdan
Chakrabarty’nin de dile getirdiği biçimiyle, “sermayenin kendisini yeniden
üretmesi”, akla Marx’ın başka bir sözünü getirir:
“Sermayenin
kendisini yeniden üretmesi, sürekli
aşılan ama her daim açığa çıkan çelişkiler içerisinde gerçekleşir. Bunun
sebebi, Marx’ın da dile getirdiği biçimiyle, sermayenin ideal planda karşısına
çıkan sınırları gerçekte aşamadığı
ulusal sınırlar ve önyargılarla aşar.”[17]
İlginç olan şu ki Marx’ın Grundrisse’sinden alınan bu pasajı Guha da alıntılar. Guha
devamında şu tespiti yapar: “Sermayenin evrenselliği iddialarına dair bu
eleştiriden daha açık ve daha yıkıcı bir tespit yapılamazdı”[18] Bunun dışında
Guha, evrenselci ve karşı-evrenselci eğilimlerin çelişkili birliğinin Doğu ve
Batı (özellikle Avrupa) içerisinde işlemeye devam eden bir şey olduğunu söyler.
Guha’nın dile getirdiği biçimiyle, Marx’a göre:
“ideal
olarak sermayenin evrenselleşme eğilimi ile bu eğilimin gerçekte kırılması
arasındaki uyuşmazlık, ilgili dönemde
Batı’daki burjuva toplumların çelişkilerine ait bir ölçüdür, o ölçüye
özgüllük katansa farklılıklardır.”[19]
Guha’nın ifadesiyle,
“burjuvazinin tarihsel projesindeki yapısal fay hattı[20] Hint burjuvazisi ile
Avrupa’daki ecdadı arasında değildir.[21] Burada esasen tüm dünyayı boydan boya
kesen, daha kapsamlı bir uzamsal-zamansal fay hattı söz konusudur: Bu fay
hattı, İngiltere ve Fransa’daki “ilk dönem” burjuva devrimleri ile Elbe
Nehri’nin doğusuna, Avrupa ötesine uzanan sonraki burjuva devrimleri
arasındadır.
Alexander Anievas
Kerem
Nişancıoğlu
[Kaynak:
How The West Came To Rule, Pluto
Press, 2015, s. 33-35.]
Dipnotlar
[1] Chakrabarty, Provincializing Europe, s. 47-8. Aynı şekilde, kapitalizmin
genişlemesi meselesinin her şeyi içeren bir kategori altında toplanması, Batı
dışı toplumların Avrupamerkezci ve sorunlu tarihine yol açmaktadır.
[2] Chakrabarty, Provincializing Europe, s. 48.
[3] Chakrabarty, A.g.e., s. 7-8.
[4] Chakrabarty, A.g.e., s. 7. Dolayısıyla tarihsicilik, tarihsel geçiş anlatısına
damgasını vuran bir husustur. Geçiş teorisinde tarih iki eş kutup arasında
asılı gibidir: despotik/anayasal, ortaçağ/modern, feodal /kapitalist. Bu
noktada sömürge tarihlerinde söz konusu geçiş anlatıları, şiddet ve fetih
konusunda emperyalistlerin sahip olduğu kapasite ve imkân küstah bir dille
övülür (A.g.e., s. 32).
[5] Chakrabarty, A.g.e., s. 8; ayrıca bkz. Partha Chatterjee, ‘A brief history of
Subaltern Srudies’, Empire and Nation:
Selected Essays içinde (New York: Columbia University Press, 2010), s.
296-7. Sömürge ideolojisi dâhilinde bunun en açık örneği, muhtemelen John
Stuart Mill’dir. Oysa postkolonyalistler, söz konusu yaklaşımın izlerini
nispeten daha radikal düşünürlerin çalışmalarında da sürerler. Bunlardan biri
de Karl Marx’tır. Marx’a göre, “endüstriyel açıdan daha gelişkin olan ülke,
azgelişmiş olan ülkeye kendi geleceğine ait bir imajı gösterir. Bu tespit,
Wallerstein’ın Dünya Sistemi Teorisi’ni ve Robert Brenner’ın teorisini
belirler.
[6] Chakrabarty, A.g.e., s. 11-12.
[7] Chakrabarty, A.g.e., s. 112, 47.
[8] Postkolonyalizm teorisi, köylü denilen faili,
o tarihsiciliği altüst ettiği, tarihin ilerlediği ana güzergâha girişine izin
verilmemesine rağmen girdiği, burjuva öncesi değil de burjuva dışı, modern
öncesi değil ama modern dışı oluşu sebebiyle yere göğe sığdıramaz (Chakrabarty,
A.g.e., s. 10-11).
[9] David Washbrook, ‘South Asia, the world
system, and world capitalism’, Journal of
Asian Studies, Cilt. 49, Sayı. 3 (1990), s. 479-82.
[10] Chatterjee, ‘Subaltern Studies’, s. 292.
[11] Partha Chatterjee, ‘Peasants, politics and
historiography: a response’, Social
Scientist, Cilt. 11, Sayı. 5 (1983), s. 64-5.
[12] Chakrabarty, A.g.e., s. xiv.
[13] Chakrabarty, A.g.e., s. xii. İlginç olan şu ki Chakrabarty’ye göre bu, modern
tarihin genel bir kanunudur. “Eğer bu argüman Hindistan için doğru ise, o vakit
Avrupa dâhil diğer her yer için de doğrudur.” Ayrıca bkz. Chatterjee,
‘Subaltern Studies’, s. 294.
[14] Chakrabarty, A.g.e., s. xii.
[15] Partha Chatterjee, The Nation and Its Fragments: Colonial and Postcolonial Histories (Oxford:
Princeton University Press, 1993), s. 235.
[16] Chibber, nihayetinde iddiasını daha da
abartılı bir dille aktarır ve postkolonyalistlerin Doğu’nun özgüllüğünü
savunmaya çalıştıklarını, bunu da sermayenin başarılı biçimde genelleştiği
meselesini redde tabi tutup Batılı teoriye ait evrensel kategorilerin uygulama
imkânının bulunmadığını söyleyerek yaptığını iddia eder. Bu suçlamaların yanlış
bir zemine dayandığını söylemek gerekir. Bkz. Chibber, Postcolonial Theory, s. 212. Chibber’ın yanlış temellendirilmiş
eleştirisine yönelik önemli cevaplar için bkz. Partha Chatterjee, ‘Subaltern
Studies and capital’, Economic and
Political Weekly, Cilt. 48, Sayı. 37 (2013), s. 69-75; Sanjay Seth, ‘Review
of Vivek Chibber’s Postcolonial Theory and the Specter of Capital’, American Historical Review, Cilt. 119,
Sayı. 4 (2014), s. 1.218-20; Alexander Anievas ve Kerem Nişancıoğlu, ‘Chibber’s
follies: the potentials and pitfalls of Postcolonial Theory and the Specter of
Capital’, yayınlanmamış makale, 2015.
[17] Chakrabarty, Provincializing Europe, s. 85.
[18] Ranajit Guha, Dominance without Hegemony: History and Power in Colonial India (Cambridge,
Mass.: Harvard University Press, 1997), s. 16.
[19] Guha, Dominance
without Hegemony, s. 16, vurgular bize ait.
[20] Guha, A.g.e.,
s. 5.
[21] Chibber’ın iddialarının tam zıttı için bkz., Postcolonial Theory, s. 39.
0 Yorum:
Yorum Gönder