Halkın Mücahidleri’nin, komünistlerin ve
liberallerin yenilgisi sonrası İslam devleti kendisini iyice güçlendirdi,
karşılıklı ithamlar ve suçlamalar iyice çoğaldı. Sol, özellikle nahiflik,
deneyimsizlik, işbirliği, oportünizm, cinsiyetçilik, sosyalist ideallere
ihanet, aşırı işçicilik, Üçüncü Dünyacılık, popülizm, İran kültürü ve dilinden
kopuk olma, ateistlik ve yeterince dindar olmama üzerinden eleştirildi.
Şah yanlıları ve diğer muhafazakârlar, solu
politik İslam’ın ortaya çıkışından ve hâkim hâle gelişinden sorumlu tuttu.
Onlara göre, Humeyni’nin iktidara gelmesini kolaylaştıran soldu ve devrim
sonrasında sol, İslamcılarla işbirliğine gitmişti.[1] Muhafazakârlar, aynı
zamanda solu (Amerika’dan ödünç alınan bir ifadeyle) en net ve hâlihazırda
varolan bir tehlike olarak gördüler. Konuşmalarında ve (Londra’da çıkartılan Keyhan ve Sahand gibi gazetelerde karşımıza çıkan) yazılarında ilgili kesim
“sol denilen tehdidi” ifşa etmeyi sürdürdü ve İran’da orduyla bürokrasiye solun
sızdığından bahsetti. Muhafazakârlar, solu halktan kopuk, toplumsal köklerden
azade bir yapı olarak takdim ediyordu. Onlara göre, sol, halkın gözünde muteber
olmayan bir oluşumdu. Çelişki de tam olarak burada çıkıyordu karşımıza: Sol,
hem halktan kopuk bir yapı olarak takdim ediliyor, hem de onun İran’daki tüm
politik gelişmelerde varolduğu üzerinde duruluyordu. Sola dair bu tanımlamanın
kaynağı, sağda kökleşmiş olan komplocu zihniyetti. Bu zihniyet, sahiplerini
İslam Cumhuriyeti’nin önemli isimlerinden olan Başsavcı Hoynihe’nin Sovyet
yanlısı bir komünist olduğunu iddia etmelerine neden oluyordu. Sağcı aydınlar,
kafayı sola takmışlardı ve şahın yıkılışı ile İslamcıların başarısını solcu
örgütlere bağlıyorlardı. Süreçte bu insanlar, solun şah karşıtı hareketteki
rolünü abarttılar, ayrıca İslam Cumhuriyeti’nde komünistlerin belirli bir
nüfuza sahip olduğuna dair komplo teorisini geliştirdiler.
Liberaller ve milliyetçiler için soldaki ana
sorun, onun İran kültürüne ve siyasetine yabancı olmasıydı. Genelde bu
kesimler, solu İran sahnesi için fazla radikal ve etkili olma noktasında çok
genç ve deneyimsiz görüyorlardı. Onlar, ayrıca İslamî rejimi solcu söylemleri,
devrimci bir yolu ve İslam dışı, İran dışı politikalar benimsemekle
suçluyorlardı. Dolayısıyla liberallerin ve milliyetçilerin eleştirilerinde sol
ve İslamcılar yabancı unsurlar olarak görülüyor, onların yabancı, tuhaf ve
uygunsuz bir dili, fikri ve kurumları dayattıkları söyleniyordu.
Liberallerin ve milliyetçilerin
değerlendirmelerinde sola yönelik ana suçlama, devrim sonrasında karışıklık
yaratma ve çatışmaya neden olma ile alakalıydı. Bu eleştirilerin sebebi, solun
köklü bir değişim ve devrimci bir dönüşüm talep etmesi, ayrıca liberallerin tedrici
programını çökertip İslamcıları bu dönüşüm yönünde teşvik etmesiydi. Solun
eleştiriye tabi tutulduğu diğer bir konu da 1979’da İslamcılardan yana saf
tutup liberallere saldırması, demokrasiye dönük ihtiyaca yeterince hassasiyet
geliştirmemesiydi. Onlara göre, 1981-83 döneminde rejim karşısında yaşanan
yenilginin ve yapılan onca hatanın bir sonucu olarak solun İran’da bir geleceği
olamazdı.[2] Dolayısıyla liberallerin ve milliyetçilerin sola yönelik
eleştirileri, esas olarak şu hususlara odaklıydı:
(i) Sol, İran kültürüne yabancıdır;
(ii) Sol, ağır bir yenilgiye maruz kalmıştır, çok
zayıftır, parçalıdır ve demoralizedir, bu sebeple bir geleceği olamaz;
(iii) Solun programı, İran toplumuna ait gerçekler
karşısında fazla radikaldir, milliyetçilik ve din her türden sosyalist
hareketin önünde engeldir;
(iv) Sol, anti-demokratik ve otoriterdir, 1981
sonrası liberaller, siyaset sahnesinden silindikten sonra o, rejimle
işbirliğine gitmiştir. Bu anlamda liberaller ve milliyetçiler özellikle Tude
partisine düşmandır, zira bu parti, 1983’teki çöküşüne dek rejime desteğini
sürdürmüştür.
İslamcıların sola yönelik eleştirileri,
sağcıların, yani liberallerin ve milliyetçilerin eleştirilerine benzer. Sol
fazla batılıdır, gelenek dışıdır ve ekonomiyi fazla temel alır. Devrim
öncesinde, devrim esnasında ve devrim sonrasında sol, sıradan Müslüman halkın
hayatından ve isteklerinden kopmuştur. İslamcılar, solu geleneksel hayata ait
siyasete ve kültüre sızmış bir unsur olarak görmüşlerdir. Onlara göre,
solcuların faaliyeti, Batı’nın İslamî değerlere ve uygulamalara karşı yürüttüğü
komplonun bir parçasıdır. Ayrıca İslamcılar, solcuları ahlaksızlıkla
suçlamakta, programlarındaki cinsiyet eşitliğini uygunsuz bulmaktadır.
İslamcıların eleştirileri, Marksizme ve materyalizme karşıt felsefî argümanları
da içermektedir ve temelde hayatın manevi boyutuna vurgu yapmaktadır.
Eleştirilere
Cevap
Muhafazakârların sola yönelik eleştirisi, politikanın
ve ideolojinin belirlenimi altındadır. İran solunun devrimden sorumlu olduğunu
veya politik İslam’ın hegemonyasına katkı sunduğunu iddia etmek mantıksız bir
yaklaşımın ürünüdür. Şahın devrilmesine yönelik uluslararası ve entelektüel
komploya dair efsanenin de bir gerçekliği bulunmamaktadır. Gerçek şudur:
(a) devrim döneminde güçlü tek bir solcu örgüt
bile yoktur;
(b) İran devrimi tüm sınıfların ve toplum
katmanlarının dâhil olduğu, gerçek mânâda bir kitle hareketidir. Solun İslamcı
rejimi desteklediğini ve onun iktidara gelmesinden sorumlu olduğunu iddia etmek
tarihi çarpıtmaktan başka bir şey değildir.
1 Nisan 1979 tarihinde yapılan referandumda İslam
Cumhuriyeti seçmenlerin yüzden doksanından fazlasının oyunu almıştır; dahası
(Tude hariç) sol “İslam Cumhuriyeti’nden yana mısın değil misin?” sorusuna
karşı çıktığından, referandumu boykot etmiştir. İran solu birçok yanlış yapmış
olabilir, ama onun politik İslam’ın yükselişinden sorumlu olduğu iddiası saçma
bir iddiadır.
Mevcut İslam rejiminin solcu olduğu iddiasına da
bakmak gerekmektedir. Politik İslam’ın ideolojisi (velayet-i fakih) ve İslam
Cumhuriyeti’nin son on yıl içerisinde ortaya koyduğu uygulamaları, solun
politik-kültürel projesiyle yakınlaşma içinde olunduğuna dair efsaneye artık
bir son vermiş olmalıdır. Sadece millileştirme gibi ekonomi sahasında atılan
kimi adımlarda belirli bir yakınlaşma söz konusudur. Sola yönelik liberal
eleştiri, çifte standartçı bir yaklaşıma yaslanmaktadır. Örneğin liberallerin
solun İran halkına yabancı olduğu, İslamî rejimle işbirliği yaptığı, dağınık
olduğu, demokratik haklara yeterince ilgi göstermediği, İslamcılar karşısında
ağır bir yenilgi yaşadığı, artık İranlıların ona güvenmediği ile alakalı
tespitleri, bizzat liberaller için de dile getirmek mümkündür. İlk olarak şu
söylenmelidir: yeni devlet yapısının parçası olan sol değil, liberallerdir. Ana
liberal ve milliyetçi grupların üyeleri, Milli Cephe ve Özgürlük Hareketi
bakanlar kurulunda yer almış, 1979’da kurulan gölge devrim konseyinde ve resmî
hükümet kurumlarında çalışmıştır. İslam Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı,
kendisi bir liberal olan Abulhasan Beni-Sadr’dır. Liberaller ilk başta muhalif
değildir. Muhalefet hareketine sonradan dâhil olmuşlardır. İkinci olarak liberaller
de garbzadegi, yani Batı ile ağulanmış olmakla eleştirilmişlerdir. Üçüncü
olarak rejime karşı koyan ve kanlı bir çatışma sonrası mağlup olan solcu
örgütlerin aksine tüm liberal gruplar ve bireyler, durum zora girince hemen
dağılmışlardır. Bugün İran’da aktif olan tek liberal veya milliyetçi örgüt,
başını eski başbakan Mehdi Bezirgan’ın çektiği Özgürlük Hareketi’dir (Nehzat-e Azadi).
Sola daha derinlikli, dolayısıyla ciddiyetle ele
alınması gereken bir başka eleştiri daha yöneltilmektedir. Sürgünde bulunan,
Avrupa ve Amerika’daki üniversitelerde hocalık yapan birçok İranlı aydının
ifadesine göre, bilhassa solun temsil ettiği modernist vizyon ülkeye yabancı
bir vizyondur, her türden Müslüman ve molla “halka daha yakındır” ve “hakiki”
İran kültürünü ve kimliğini temsil etmektedir. Burada esas olarak solun fazla
batılı olduğu, “halkın dilini konuşmadığı”, kültür ve halkın hassasiyetleri
konusunda cahil olduğu iddia edilmektedir. Bu eleştirinin dayandığı “hakikilik”
iddiası şüphelidir. İran’ın kültürel bağlamına ait gerçeklerinden çok nostalji
ve romantizmin katkı sunduğu bir görüşün tezahürüdür. İdeoloji gibi kültür de
ilksel ve sabit olarak görülmemelidir. O koşullara tabidir ve değişir.
Karmaşık, gelişmekte olan, heterojen bir toplumda tek bir kültür yoktur, hepsi
de “meşru” ve “hakiki” olan birçok kültür mevcuttur. Dahası İran’ın “hakiki
kültür”ü ifadesi, alttan alta başka bir şey söylemektedir: sol, esasen solcu
olduğu için, yani sosyal demokrat, sosyalist veya komünist geleneklerle
ilişkili fikirlere, hedeflere ve kurumlara bağlı olduğundan saldırıya
uğramaktadır.[3]
Solu politik İslam’ın “hakiki” olduğu anlayışı
üzerinden eleştirip, Ali Şeriati ve Celâl Ali Ahmed’i mükemmel İranlılar olarak
görenler karşısında bizim devrim sonrası İran’ı tayin eden çelişkilere bakmamız
ve heterojen, karmaşık yapıdaki toplumlarda “hakikilik” ile alakalı anlayışın
ne işe yaradığını sorgulamamız gerekmektedir. Şurası açık ki “İran kimliği”
konusunda net bir uzlaşma söz konusu değildir. “Kimliği” ve “kültür”ü kim
tanımlamaktadır, bir toplumda farklı kültürel pratikler ve söylem gelenekleri
birlikte nasıl varolabilmektedir gibi sorulara herkesin uzlaşacağı bir cevap
bulmak mümkün değildir. Devrim sonrasında İran’da mücadele neyle ilgilidir?
Elimizde İslam Cumhuriyeti’nin nasıl ele alınacağı ile ilgili tek bir fikir
yoktur, dolayısıyla ona birçok farklı tepki gelişebilir. “İslam’a dönüş”, tüm o
muğlaklığı ve içerdiği farklı anlamlarla ve mutlakiyetçi dayanaklarıyla
ülkedeki politik ve kültürel krize çözüm sunması pek mümkün değildir.
İran’da asıl ihtiyaç
duyulan şey, politik ve kültürel açıklıktır, İslamcıların dayatmaya çalıştığı
tek tip ve bütünleştirici politik-kültürel model değil. Bu model, tek bir
biçime sahip “Müslüman kültürü”ne ilişkin yanlış bir varsayıma ve halkın
mollaların doğrudan idaresine, ideolojik tavsiye, seferberlik ve yönlendirme
çabalarına hazır ve açık olduğuna dair iddiaya dayanmaktadır.
Ali
Mirsepassi
[Kaynak:
Reformers and Revolutionaries in Modern
Iran, Ed. Stephanie Cronin, RoutledgeCurzon, 2004, s. 244-249.]
Dipnotlar
[1] G. Afkhami, The Iranian Revolution: Thanatos on a National Scale (Washington
DC: Middle East Institute, 1985); Arjomand, The
Turban For the Crown, 1988; Sepehr Zabih, The Left in Contemporary Iran (Londra: Croom Helm, 1986).
[2] Katouzian, Political
Economy; Mehdi Bazargan, Enghelab-e
Iran dar do Harakat [“İki Aşamada İran Devrimi”] (Tahran: Naraghi
Publisher, 1984).
[3] Burada belirtmek gerekir ki Bolşevikler de
kendi döneminde “ülkeye yabancı” olan bir Avrupa ideolojisini ithal etmiş
olmakla eleştirilmişlerdir. The Unfinished
Revolution (“Bitmemiş Devrim” -Boulder, CO: Westview Press, 1979) isimli
çalışmanın yazarı Adam Ulam’e göre, Bolşevikler toplumdan kopuk olan, sırf
aydınlardan müteşekkil bir parti olarak görülmektedir. Bu aydınlar,
sürgündeyken edindikleri bir Avrupa ideolojisini, yani Marksizmi ülkeye ithal
etmiş, endüstriyel hayat tarafından zihinleri bulanmış, köyden kopmuş, yeni
yeni şehirleşmiş proleterlerin desteği ile iktidara gelmişlerdir. Dolayısıyla
Ulam’in bu tezi gerçekte solculardan çok İslamcılara uygundur!
0 Yorum:
Yorum Gönder