Dünya Sistemi Teorisi’nde, işlem dâhilinde
kullanılan “işbölümü” ve “uzmanlaşma” gibi kavramlar, Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği isimli içselci [itnternalist]
klasik sosyal teoriden türetilmiştir.[8] Sonrasında bu kavramların nasıl biçim
değiştirdiklerini dikkate almaksızın, ilgili kavramlar, uluslararası ölçeği
kapsayacak şekilde, hiçbir aracı olmadan anlamlandırılmıştır. Yurtiçine atıfta
bulunan analojiye dair yanılgının tuzağına düşen Dünya Sistemi Teorisi[9],
farklı toplumlar çokluğunun birlikte varoluşundan ve aralarındaki etkileşimden
doğan, birbirinden farklı tespitleri teoriye katmaz.[10] Bunun yerine,
toplumlararası ilişkilere dair belirlemeler, tek bir bütün olarak algılanan
dünya sistemine ait ve o sistemi işleten ana mantığa tabi kılınırlar.[11]
İçeriden dışarıya bakan bir gözün başvurduğu bu
yöntem, Dünya Sistemi Teorisi’nin [DST] geliştirdiği tarih çalışmasında da
kullanılır. Harici ve küresel faktörlere çok fazla vurguda bulunmasına karşın
DST, ontolojik düzlemde tek tip bir Avrupamerkezci “içkinlik mantığından”
kurtulamaz.[12] Sonuçta Wallerstein, feodalizmden kapitalizme geçiş sürecinin
Avrupa’nın sınırları dâhilinde, kıtaya özel ve özerk bir tarzda meydana
geldiğine dair Avrupamerkezci görüşü yeniden üretir.[13] Asya’daki
imparatorluklar, kapitalizme doğru ilerleme potansiyeline ilişkin kimi emareler
sergilemiş olmalarına karşın[14], Avrupa’da 1300-1450 arası dönemde feodalizmin
krizi ve bu krizin çözülmesiyle, “belirli bir coğrafî sahada kapitalist dünya
ekonomisinin tarih sahnesine çıkması mümkün olmuştur.”[15]
Bundan sonrasında dünya tarihi, Avrupa’daki bu
icadın dışarıya nasıl yayıldığıyla, tüm dünyayı nasıl kuşattığıyla, “elde kalan
tüm yeniden dağıtım üzerine kurulu dünya ekonomilerinin ve küçük müşterek
sistemlerin süreç içerisinde ortadan kaldırılmasıyla” ilgilidir.[16] Özetle, on
dördüncü yüzyıl sonrasında yaşanan toplumsal dönüşümler, temelde
Avrupamerkezciliğe ait lineer gelişmecilikle alakalı terimlerle anlaşılmıştır.
Bu anlayışa göre, Avrupa’daki toplumsal formlar “Doğu”ya aktarılmaktadır. Bu
yaklaşımda, Avrupamerkezciliğin atacı ve despotik Doğu ile kapitalist Batı
arasında yaptığı ayrıma tanık olunmaktadır. Artık Doğu çevredir, Batı da
merkezdir. Bu şemada “Batı, bir kez daha modernitenin öncü yaratıcısı olarak
takdim edilirken, Doğu, “belirleyici özellikleri bulunmayan, artığı pasif
biçimde merkeze aktaran, kendi bağrında kapitalizmi yaratamayan, geriletici ve
hiç de istisnai olmayan bir varlık olarak tarif edilir.”[17] Bu da Doğu’ya ait
failliğin iki kez çöpe atılmasını sağlar.[18] “Bu anlayışa göre, Doğu’daki
elitler, kapitalist dünya sistemi içerisinde kendi maddi yeniden üretimlerini
daha iyi imkânlarla güvence altına alabilmek adına Batı’nın talimatlarına iradî
olarak uymak zorundadırlar.”[19] Batı dışı direniş biçimleri, ya görmezden
gelinmekte ya da bunların kapitalist dünya sistemini bilmeden, pasif olarak
yeniden ürettiği üzerinde durulmaktadır.[20]
Bu son husus özellikle çok çarpıcı, zira Marx’ın
teorisinde, kapitalizmin genişleme kaydettiği farklı kapsama süreçlerine yer
veriliyor. Ona göre, kapsama süreci, mülkiyeti, tabiyeti ve emek sürecinin
sermayenin kendisini değerleme eğilimine uygun bir forma dönüştürülmesini
içerir. Bu sürecin iki ana momenti olan biçimsel kapsama ve gerçek kapsama,
mevcut emek süreçleriyle çatışma durumlarını ifade eder. Biçimsel kapsama,
sermayenin önceden varolan üretim biçimlerini etkisi altına almasıdır. Sermaye,
bu üretim biçimlerine dokunmaz ve mevcut hâliyle emek süreci üzerinden artığı
temin eder. Gerçek kapsama ise önceden varolan emek süreçlerinin ya
dönüştürüldüğü, ya yok edildiği ya da sermayenin imajı dâhilinde yenisinin icat
edildiği durumları ifade eder.[21]
Her iki durumda da kapsamanın niteliği ile
emek-sermaye arasındaki ilişki, sınıfsal çelişkiler dâhilinde ve onlar
aracılığıyla belirlenir. Üreticiler, bu sınıfsal çelişkiler dolayımıyla,
yönetici sınıfın artık emeğe erişim ölçüsünü ve biçimini tersten mümkün
kılarlar veya ona karşı direnirler ve onu sınırlamaya çalışırlar.[22] Yani
üretimin sermayeye bağlandığı, farklı ve çok sayıda forma sahip olan “dünya
genelindeki işbölümü”, basit mânâda kârın maksimize edilmesiyle ilgili teknik
ihtiyaçlar uyarınca farklı sömürü biçimlerinin açığa çıktığı, sermayeye ait bir
işlev değildir. O, aslında hangi üretim yöntemleriyle yüzleşirse yüzleşsin,
sermayenin mücadelelerine ait çok çeşitli sonuçların bir çıktısıdır. Dünya
Sistemi Teorisi’nin kapitalizmin bu tarz mücadeleleri içeren bir süreç
dâhilinde biçimlendiği ve yeniden biçimlendiği çoklu ve lineer olmayan
tarihleri ele alamaması, sonuçta onun “çevrenin” tarihini “merkez”in tarihi
üzerinden yazmasına neden olmaktadır.
Bu noktada Wallerstein’ın analizinde, nispeten
daha somut bir mesele açığa çıkmaktadır: o, temelde kapitalist üretim tarzı ile
kapitalist olmayan üretim tarzlarını net bir biçimde ayırmakta ve bu üretim
tarzlarının birlikte, bir bileşke dâhilinde varolabileceği ihtimalini
dışlamaktadır.[23] Bu, özünde teoriyi sakatlayan bir sorundur, zira bu sorun
dâhilinde Wallerstein, kapitalizme geçişe ait her türde teorileştirme
girişimini büyük ölçüde şüpheli kılmaktadır. Eric Mielants’in tespitiyle:
“[…]
‘Geçiş dönemi’ denilen kavramı, birlikte varolan en az iki üretim tarzının
gerekli olduğu, bir tarzın diğerine hükmettiği ile ilgili tespit üzerinden
yorumlamak mümkündür. Eğer bir üretim tarzının doğuşunu, diğerinin yok oluşunu
analiz etmek istiyorsak, bir noktada bu iki tarzın birlikte işlediğini kabul
etmek zorundayız. Eğer bu birlikteliği görmezsek, feodalizmin Avrupa’da on altıncı
yüzyılda ortadan kaybolduğuna dair argümanla yetinmek zorunda kalırız.”[24]
Aynı şekilde C. P. Terlouw da şu tespiti
yapmaktadır:
“Bu
uzun geçiş aşaması boyunca feodalizm, yavaş yavaş kapitalizme dönüşmüş ve onun
tarafından aşılmıştır. Yani esasında en az iki yüz yıl boyunca feodalizm ve
kapitalizm, tek bir dünya sistemi içerisinde, birlikte varolmuşlardır.
Dolayısıyla Wallerstein, bir yandan açıktan, tek bir dünya sisteminde iki
üretim tarzının birlikte olamayacağını söyler ama bir yandan da örtük olarak da
1450-1650 arası dönemde bu birlikteliğin geçerli olduğunu iddia eder. Çok uzun
bir dönem boyunca bir dizi üretim tarzının tek bir sistemde birlikte
varolabileceğini kabul edersek, ufak ve tümüyle mantıklı bir adım atarak, dünya
sistemi tarihinin herhangi bir momentinde bir dizi üretim tarzının eşzamanlı
olarak varolabileceğini söyleyebiliriz.”[25]
Wallerstein’ın
Avrupamerkezciliği temelde, onun birden fazla üretim tarzının birlikte
varolmasını ve aralarındaki etkileşimi teoriye yedirememesi ile alakalıdır.
Kapitalizmin oluşumu öncesi varolan toplumsal ilişkiler, oluşum sonrası yaşanan
gelişmelere dair anlayışımızla ilişkilendirilmemektedir, bu sebeple elimizde
sadece ya faillik ya da sonuçlar açısından, dünya sistemine ait, farklılaşmadan
yoksun bir resim kalır. Ernesto Laclau’nun ifadesiyle, Wallerstein’ın dünya
sistemi, “boşlukta salınan, homojen bir bütünlüktür”, yani bu sistem, tarih ve
teori düzleminde, farklılıkların dile dökülmesi yerine onların imha edilmesiyle
oluşturulan bir sistemdir.[26] Dünya Sistemi Teorisi, birden fazla, farklı
üretim tarzının birlikte varolabileceğini redde tabi tutarak, toplumsal
farklılığı ve çokluğu, ayrıca onlardan kök alan etkileşimleri inkâr eder. “Batı
dışı” dünyanın tarihinin “Batı”nın tarihine dâhil edilmesini sağlayan
mekanizma, teori ve tarih düzleminde daha başında tıkanır.
Alexander Anievas
Kerem
Nişancıoğlu
[Kaynak:
How The West Came To Rule, Pluto
Press, 2015, s. 16-19]
Dipnotlar
[1] Reşat Kasaba, The Ottoman Empire and the World Economy: The Nineteenth Century (Albany,
N.Y.: SUNY Press, 1988); Huri İslamoğlu-İnan (ed.), The Ottoman Empire and the World-Economy (Cambridge: Cambridge
University Press, 1987).
[2] Cağlar Keyder, State and Class in Turkey: A Study in Capitalist Development (Londra:
Verso, 1987).
[3] Giovanni Arrighi, ‘Peripheralization of
southern Africa, I: changes in production processes’, Review, Cilt. 3, Sayı. 2 (1979), 161–191; Immanuel Wallerstein ve
William G. Martin, ‘Peripheralization of southern Africa, II: changes in
household structure and labor-force formation’, Review, Cilt. 3, Sayı. 2 (1979), s. 193–207; William G. Martin,
‘Southern Africa and the world-economy: cyclical and structural constraints on
transformation’, Review, Cilt. 10,
Sayı. 1 (1986), s. 99–119.
[4] Ravi Palat vd., ‘The incorporation and
peripheralization of South Asia, 1600–1950’, Review, Cilt. 10, Sayı. 1 (1986), s. 171–208; K. N. Chaudhuri, ‘The
world-system east of longitude 20: the European role in Asia 1500–1750’, Review, Cilt. 5, Sayı. 2 (1981), s.
219–45; Ravi Palat vd., ‘Of what world-system was pre-1500 “India” a part?’,
Sushil Chaudhury ve Michel Morineau (ed), Merchants,
Companies and Trade: Europe and Asia in the Early Modern Era içinde (Cambridge:
Cambridge University Press, 1999).
[5] Y. So Alvin, ‘The process of incorporation
into the capitalist world-system: the case of China in the nineteenth century’,
Review, Cilt. 8, Sayı. 1 (1984), s.
91–116; Satoshi Ikeda, ‘The history of the capitalist world-system vs. the history
of East-Southeast Asia’, Review,
Cilt. 19, Sayı. 1 (1996), s. 49–77; Stephen K. Sanderson, ‘The transition from
feudalism to capitalism: the theoretical significance of the Japanese
case’, Review, Cilt. 17, Sayı. 1 (1994), s. 15–55.
[6] Ramon Grosfoguel, ‘From Cepalismo to
neoliberalism: a world-systems approach to conceptual shifts in Latin America’,
Review, Cilt. 19, Sayı. 2 (1996), s.
131–54.
[7] Wallerstein esasında Avrupamerkezciliğin çok
farklı yüzlere sahip niteliğine vurgu yapan, Avrupamerkezci olmayan tarihin
yazılmasına dair meseleler üzerinde bir isim. Ne var ki o, kapitalizmin
kökenlerine ilişkin olarak, içselcilik meselesi üzerinde durmuyor. Bkz.
Wallerstein, ‘Eurocentrism and its avatars: the dilemmas of social science’, New Left Review, Series 1, Sayı. 226
(1997), s. 93–108.
[8] Brenner, ‘Origins of capitalist development’,
s. 34.
[9] Hedley Bull, ‘Society and anarchy in
international relations’, H. Butterfield ve M. Wight (ed.), Diplomatic Investigations içinde (Londra:
Allen & Unwin, 1966), s. 35–50.
[10] Benzer eleştiriler konusunda bkz. Theda
Skocpol, ‘Wallerstein’s world capitalist system: a theoretical and historical
critique’, American Journal of Sociology,
Cilt. 82, Sayı. 2 (1977), s. 1075–90; Aristide R. Zolberg, ‘Origins of the
modern world system: a missing link’, World
Politics, Cilt. 33, Sayı. 2 (1981), s. 253–81.
[11] Örneğin bkz. Christopher Chase-Dunn,
‘Interstate system and capitalist world-economy: one logic or two?’ International Studies Quarterly, Cilt.
25, Sayı. 1 (1981), s. 19–42.
[12] John M. Hobson, The Eurocentric Conception of World Politics: Western International
Theory, 1760–2010 (Cambridge: Cambridge University Press, 2012), s. 236.
[13] Immanuel Wallerstein, The Politics of the World-Economy: The States, the Movements and the
Civilizations (Cambridge: Cambridge University Press, 1984), s. 23.
[14] Wallerstein, Modern World-System, I, s. 51–63.
[15] Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 23.
[16] Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 153.
[17] Hobson, Eurocentric
Conception, s. 236.
[18] Hobson, Eurocentric
Conception, s. 240.
[19] Wallerstein, Politics of the World-Economy, s. 123.
[20] Hobson, Eurocentric
Conception, s. 240–2.
[21] Bkz. Marx, Capital, I, 975–1059.
[22] Brenner, ‘Origins of capitalist development’,
s. 60.
[23] Wallerstein’ın değerlendirmesi şu yönde:
“1450-1750 arası dönemi feodalizmden kapitalizme geçişe tanıklık eden uzun bir
‘dönem olarak tanımlamada geçiş kavramının somuta dökülmesi riski mevcuttur,
zira sadece ‘saf’ kapitalizme ait dönemleri sıfırlıyoruz ve elimizde geçiş
döneminden başka bir şey kalmıyor” (The
Modern World-System, Cilt. II: Mercantilism
and the Consolidation of the European World-Economy, 1600–1750 (Berkeley,
Calif.: University of California Press, 2011 [1980]), s. 31). Modern Dünya Sistemi isimli eserinin
birinci cildinin yeni baskısına yazdığı önsözde Wallerstein daha da ileri
giderek, farklı üretim tarzlarıyla tanımlanmış, birbiriyle etkileşim içerisinde
olan farklı toplumların önemini görmezden geliyor, bu yönde bir
değerlendirmenin “toplumsal gerçekliği anlama becerimize pek bir katkısının
olmayacağını” söylüyor (2011 baskısı, s. xxi). Bu yaklaşım, temelde
toplumsal-tarihsel gelişimin etkileşime açık, farklı ve birden fazla hattı
takip eden biçimlerini ve yörüngelerinin yaratacağı etkilere mani oluyor.
[24] Eric Mielants, The Origins of Capitalism and the ‘Rise of the West’ (Philadelphia,
Pa.: Temple University Press, 2008), s. 22.
[25] C. P. Terlouw, Regional Geography of the World-System (Utrecht, Neths: State
University of Utrecht, 1992), s. 57–8.
[26] Ernesto Laclau, Politics and Ideology in Marxist Theory (Londra: New Left Books,
1977), s. 45.
0 Yorum:
Yorum Gönder