18 Mayıs 2017

,

IŞİD Yenildiğinde

IŞİD Yenildiğinde Arap Dünyasında Oluşacak
Entelektüel Boşluğu Kim Dolduracak?
Son birkaç aydır Ortadoğu’ya baktığımda, Arap aydınlarındaki sessizlik beni hayrete düşürüyor.
Michel Eflak, Corc Habeş, Raşid Gannuşi, Edward Said ve daha birçok ismi doğurmuş olan topraklar, kendi aydınlarını kıyıya köşeye atıyor.
Hayalleri, öngörüleri olan kimi Araplar, ya mezhepçi propagandaya akıtılan tonla paranın kulu kölesi oluyor, saldırılara uğramaktan korkuyor ya da ait oldukları mezhep, din veya politik kabile neyse onu aşan kolektif bir vizyon üretmeyi başaramıyorlar.
Bu boşluğu, işe yaramayan TV tartışmalarına katılan, birkaç özgün fikri geviş getirip sunan insanlar hâline getirilmiş Arap aydınlar oluşturdu. O boşluğu, herkese soykırım dolu bir gelecek vaat eden, aşırıcı sesler doldurdu.
Arapların ve Müslümanların aşırıcılığın en önemli mağdurları olduğu sır değil.
Oysa kendi karanlık politik gündemlerini başkalarına kabul ettirmek için dini gasp edenlere karşı en çok din âlimleri birleşip harekete geçiyor.
Birçok adım atmış olmalarına karşın, Müslümanların çoğunluğunu temsil eden bu Müslüman âlimlerin sesi medyada pek işitilmiyor.
Örneğin Haziran 2016’da Bangladeş’te yaklaşık yüz bin Müslüman din adamı IŞİD’i mahkûm eden bir fetva yayınladı.
Bu türden fetvalara daha sık rastlanıyor, binlerce Arap Müslüman âlim bu tür adımlara iştirak ediyor.
Ortadoğu, Asya, Afrika ve dünyanın geri kalan kısmında az çok popüler olan IŞİD bir şekilde İslam’ı ve tüm Müslümanları Batı’nın gözüyle tanımlıyor.
Batı medyasında ve akademisyenler arasında verimli ve inatçı bir tartışma sürerken İslamofobiyle zehirlenmiş isimler, büyük bir hevesle İslam’ı IŞİD’e indirgiyorlar, bazı isimler de örgütün kökenleri ile ilgili olarak bir dizi komplo teorisi geliştiriyorlar.
Bu herkesin morallerini çökerten tartışmada gereğinden fazla vakit harcadığımız açık.
Aşırıcılığın kökleri, Avrupa’yı karanlığın, Ortaçağ’ın içinden çıkartıp rasyonel felsefe ile bilimin yükselişe geçtiği bir döneme taşıyan bir dinde bulmak asla mümkün değil.
İslam’ın altın çağı boyunca Müslüman bilim insanları sayesinde simya, matematik, felsefe hatta ziraî yöntemler Müslüman, Hristiyan, Yahudi Araplar ve İranlı âlimler eliyle on ikinci yüzyıl başlarında, yüzlerce yıl süresince, Ortaçağ Avrupa’sına geçti.
Endülüs gibi gelişmiş Arap Müslüman kent devletleri Müslümanların geliştirdiği bilgilerin Batı Avrupa’ya geçiş kapısı görevi gördüler ve bitmek bilmeyen savaşların ve batıl inançların esir aldığı kıtayı etkilediler.
1492’de Granada’nın düşüşüyle her şey terse döndü. İspanya’da Araplar ve Yahudiler yüzlerce yıl katliamlarla yüzleştiler. Birçok Yahudi gelip Arap dünyasına sığındı ve bu barışçıl birlikte yaşama pratiği yirminci yüzyılın ortalarına dek devam etti.
Zaman akıp geçti, bir din olarak İslam’ın özü hiç değişmedi.
Âlimlerin ve aydınların elinde İslam dünyanın büyük bir kısmını etkiledi. IŞİD’li âlimlerin elinde ise İslam istimara uğradı ve bu süreçte her yanından kan damlayan, kadınları aşağılayıp köleleştiren fetvalar üretildi.
İslam hiç değişmedi ama “aydın” değişti.
IŞİD konusunda aramaya çalıştığımız cevapların büyük bir kısmı pek bir anlam ifade etmiyor, zira sorulan sorular Amerika’nın ve Batı’nın öncelikleri üzerinden biçimleniyor.
Israrla IŞİD’i Batı’nın güvenliğine dair bir mesele olarak tartışıyoruz ve onun ortaya çıkışını ABD ile Batı’nın Irak, Suriye, Libya ve Yemen’e yönelik müdahaleleri bağlamında değerlendirmekten imtina ediyoruz.
IŞİD, Kaide veya diğer aşırıcı örgütler Batı’nın Ortadoğu’daki askerî operasyon sahaları ile rabıtalıdır. Aşırıcılık, güçlü merkezî iktidarların olmadığı veya politik meşruiyetten ve halk desteğinden mahrum yerlerde gelişip serpiliyor, bu da yabancı güçlerin müdahalelerine kapı aralıyor.
Yemen’de, Somali’de, Libya’da ve Mali’de uzun yıllardır güçlü bir merkezî iktidar yok. Bu yerlerin hem aşırıcıların hem de müdahalecilerin birer kurbanı olmaları hiç de şaşırtıcı değil.
Müdahaleci bir siyaset güden yabancı güçler çoğunlukla “savaşçı aşırıcılığı” başka ülkelerin içişlerine karışmaya dönük adımlarını meşrulaştırmak için kullanıyor. Bu da müdahaleleri daha fazla adam, para ve destekleyici gerekçe temin etmek için kullanan aşırıcıları güçlendiriyor.
2003’teki Irak işgalinden beri Ortadoğu oluşan fasit dairenin esiri.
Kaosun ve aşırıcılığın takip ettiği müdahaleler arasındaki ilişkiyi Batı medyası her daim gözden kaçırıyor.
Öte yandan Arap dünyasında farklı bir sorun daha var.
Son yıllarda “fikir pazarı” daraldı, bu daralma aydınların satın alınması ve makul fiyata satılması ile alakalı.
Bir gazetenin yayın yönetmeninin gazetesini Ortadoğu’daki bir tarafın sözcüsü olarak kullanması gayet yaygın bir durum. Ayrıca bu tür kişilerin sık sık taraf değiştirdiğine tanıklık ediliyor.
Bu noktada asıl önemli olan, en çok parayı kimin verdiği.
Bir zamanlar geleceği parlak olarak görülen birçok aydın da bu sürecin mağduru ve bu isimler de sadece sözcülük yapıyorlar.
Oysa bir zamanlar Arapları etkileyen milliyetçi, sosyalist ve İslamî ideolojilerin bileşiminden oluşan, özel bir anlatıyı dillendiren Arap aydınları vardı.
Bazen halk hareketlerinin kimi uzantıları belirli bir bireye veya iktidar partisine bağlı olsalar da, sömürgecilik karşıtı mücadele ve sömürge sonrası dönemde gündeme gelen diğer mücadeleler esnasında ortaya çıkmış Arap aydın hareketi geçerliliğini, canlılığını ve gücünü korumayı bildi.
2011’deki ayaklanmalar, isyanlar ve iç savaşlar sonrası yaşanan geri çekilme yoğun bir kutuplaşmaya neden oldu. Batı’ya kaçmış olan birçok Arap aydın ya hapse atıldı ya da sessiz kalmayı tercih etti.
Öte yandan sözde aydınlar birilerinin safına geçti ve eski bağlılıklarını en fazla parayı verene sattı.
Aydın sahasında oluşan bu boşluğu IŞİD, Kaide gibi örgütler doldurdu.
Onların gündemi karanlık ve dehşet verici. Ama onların Arap toplumlarının ümitsizliğe kapıldığı bir dönemin makul sonuçları olduğunu da görmek gerek. Bu dönemde yabancılar bölgeye müdahale ettiler ve bu toprakların mahsulü olan aydın hareketi ortaya çıkıp Arap milletine zorbalıktan ve işgalden arınmış bir geleceğe uzanan bir yol haritası sunamadı.
IŞİD yenilse bile ideolojisi yok olmayacak. Belli ölçüde bu ideoloji değişip dönüşecek ki IŞİD’in kendisi de diğer bir dizi aşırıcı ideolojinin değişip dönüşmüş hâli.
Bugün mevcut boşluğu ne Batılılaşmış Arap aydını ne de birilerinin adamı olan isimler doldurabilir. Bu durum da oportünist aşırıcılığın her fırsatta dolduracağı, daha fazla karışıklıkla yüklü bir alanın oluşmasını sağlıyor.
Bu, özünde devlet destekli Arap medyasının veya Batı üniversitelerinin yürütebileceği bir tartışma değil. Bu ortamlar sadece kendilerine hizmet eden hikâyeler anlatıyorlar ve bu hikâyeler hep onlar lehine olan sonuçlara ulaşıyor.
Bu noktada tartışmayı esas olarak Müslüman veya Hristiyan, tüm özgür Arap düşünürler yürütmeli. Bu tartışma, bölgeye başka bir gelecek sunacak hareketin doğmasını sağlayacak.
Fazla iyi niyetli mi düşünüyorum? Sanmam. Aydın cenahında bu tür bir diriliş gerçekleşmezse Araplar her daim şu iki seçeneğe esir olacaklar: onlar ya Batılı güçlerin uşağı olmaya devam edecekler ya da sadece kendisine hizmet eden rejimlerin esiri olacaklar.
Bu iki seçenek de halklar için hiç de uygun bir seçenek değil.
Remzi Barud
19 Nisan 2017

0 Yorum: