Endonezya,
tarihsel planda İslam ve Marksizm arasında belirli bir ilişkinin kurulduğu çok
sayıda ülkeden biri. Bu ilişkinin ana özelliğini ise muhaliflik oluşturuyor.
Sömürgecilik döneminin sonlarında ve bağımsızlık sürecinin başlarında İslamî
komünizm geleneği, ülkede ciddi bir güce kavuştu. Ancak bu İslamî komünizm
ihtimali, ülke genelinde 1965-66 yıllarında komünistlere yönelik soykırımla
birlikte ortadan kaldırıldı. Bu soykırım esnasında CIA destekli Endonezya
ordusu, Müslüman paramiliter örgütler ve çetelerle birlikte, komünist
olduğundan şüphe edilen beş yüz bin kişiyi katletti.
Sonrasında
Suharto’nun yeni düzeni tesis edildi. Bu uzun süren otoriter idare altında
anti-komünist propaganda, okul eğitiminin ve genel söylemin dayanak noktası
hâline gelirken, burjuva tarzı Müslümanlık, zamanla egemenliğini tesis etti.
1998’den sonra Suharto’nun başta olmadığı Endonezya’da yeni eleştirel
söylemlere tanık olunup, sol halk hareketleri ortaya çıksa da komünizm, siyasi
anlamda o eski umacı vasfını hiç yitirmedi ve hâlen daha bir yerlerde gizlenen,
millete ve halkın İslamî değerlerine tehdit teşkil eden bir unsur olarak
görülmeyi sürdürdü.
Bu
bağlam sayesinde, hepsi de istisnai bir yer tutan belirli internet sitelerinde,
akademik kurumlarda ve halk hareketlerinde İslamî sol, ortaya çıkma imkânı
buldu. Burada İslamî sol hareket içerisinde önemli bir yere sahip olan Muhammed
Fayyadl’ın yazılarına bakılacak.
Fayyadl,
Endonezya’daki Şafi fıkıh geleneğinin genel çerçevesine “ilerici” Marksist
analizi dâhil ediyor. Bu noktada İslamî sosyalist düşünce tarihi içinde yer
alan ılımlı isimlerden ayrışan Fayyadl, açıktan Marksist analizin gerekli
olduğunu söylüyor ve toplumsal hayatın düzenlenmesi ile ilgili olarak İslam’ın
sunduğu önerileri materyalist bir zaviyeden ele alıyor, ama öte yandan da
gelenekçi İslamî muhakeme sahasında kalmayı sürdürüyor.
Fayyadl,
Cava’da İslamî yatılı okulu anlamına gelen pesantren ağı içerisinde
yetişip eğitim görüyor. Bu okullar, Nahdlatu’l Ulema [Ulemanın Dirilişi] isimli
kitle örgütüne bağlı. Nahdlatu’l Ulema’nın silâhlı kanadının 1965-66’daki
komünist katliamında önemli bir rol oynadığıysa herkesin malumu.
Fayyadl,
esasen dinî gelenek içerisinde farklı bir yerde duruyor. Süreç içerisinde
Nahdlatu’l Ulema’nın sola karşı çıkan çizgisinden kopuyor, ayrıca klasik fıkıh
geleneğine uzak olan modernist İslamî düşünceyi benimsemiş kimi ünlü İslamî
sosyalist düşünürlerden de ayrışıyor. Bu isimler, “geriye baktığını”
düşündükleri İslamî biçimlerin karşısına ikilikçi bir tutumla, “ilerici”
yaklaşımı çıkartıyorlar. Fayyadl’ın sunduğu yeni teorik çerçevenin amacı ise,
geleneksel İslam ilimlerinin Marksist düşünce ile ilişki kurup onu kapitalizmi
eleştirmeleri noktasında kullanabilecekleri, önemli bir söylem alanı
oluşturmak.
İslamî
(Neo)Liberalizm ve Ondan Hoşnut Olmayan “İlerici Müslümanlar
Fayyadl’ın
düşüncesi, son yirmi yıl içerisinde yaşanan politik ve ekonomik gelişmelere
tepki olarak oluşan, kapitalizme eleştirel yaklaşan söylem ve eylemin ülke
genelinde yaşadığı diriliş süreci içerisinde oluştu. 1997’de Asya’da yaşanan
finans krizi sonrası 1998 yılında bir kitle hareketi açığa çıktı ve bu hareket,
otokratik Suharto rejimini yıkmayı bildi, ama öte yandan ülke yönetimi,
koruyucu gümrük tarifelerinin kaldırılması ve devletin elindeki sektörlerin
özelleştirilmesi şartıyla IMF ile 40 milyar dolarlık bir kurtarma paketi
anlaşması imzaladı ve bu yardımı aldı. Bunun üzerine, küresel sermaye
karşısında küçük köylünün ve işçinin mücadeleleri tırmanmaya, öte yandan farklı
neoliberal ve zenginliği esas alan İslamî söylem biçimleri pıtırak gibi çoğalmaya
başladı.
Genç
Müslüman bir grup entelektüel, bu yönelimi hem maddiyat hem de söylem düzeyinde
eleştirmeye başladı. Fayyadl’ın adlandırmasıyla bu Müslüman aydın ve
eylemciler, kendilerine “ilerici Müslümanlar” dediler.
Endonezya
dilinde İngilizceden geçen “liberal” ve “ilerici” kelimeleri, genelde birbirine
yakın anlamlarda kullanılıyor. Kendisini “liberal” olarak tanımlayan, kadın ve
azınlık haklarını destekleyen, devletin yurttaşların kişisel özgürlüklerine
müdahalesine karşı çıkan kişiler, bir yandan da “ilerici” olarak
adlandırılıyorlar. Hatta bazen “liberal” ve “ilerici” kelimeleri birbirlerinin
yerine kullanılıyorlar. Oysa Endonezya solu, kendisini “ilerici” olarak
tanımlıyor ve “liberal” terimini yapısal ekonomik sömürüyle alakalı
meselelerden çok bireysel hakları dert edinen kişileri, bir miktar kötülemek
amacıyla, kullanıyor. Fayyadl da tam da bu noktada “İlerici İslamı İslamî
liberalizmden kopartmanın vakti gelmiştir” diyor. Ona göre orta sınıf liberal
Müslümanlar, sadece kendi sınıfsal çıkarları için “ilerleme” talep ediyorlar.
Bu
ilerici Müslümanların en fazla eleştirdiği grupsa “Liberal İslamî Ağ” (Jaringan
Islam Liberal ya da kısaca JIL). JIL’e karşı yürütülen polemikler,
İngilizce yayın yapan medya ve akademi ortamlarında kendilerine epey yer bulsa
da bu polemikler, hep “köktenci tepkiler” olarak nitelendirildi ve bunların
Endonezya İslamı dâhilinde “muhafazakâr sapma”nın sözüne destek sundukları
üzerinde duruldu. JIL ile ilgili eleştirilerin önemli bir bölümü, onun kitabî
olmayan, gelenekselden sapan öğretileri ile ilgiliydi elbette, ama İlerici
Müslümanların örgütle ilgili eleştirilerinin “köktencilik” suçlaması üzerinden
savuşturulması da doğru olmazdı, zira bu kesim, JIL’in feminizmle veya
azınlıklara hoşgörüyle ilgili görüşlerinden rahatsız değildi ve esas olarak
örgütün ekonomik liberalizmine saldırılıyordu.
JIL
hareketinin fikri açıdan bağlı olduğu gelenek, yetmişlerde oluşmaya başlayan
“İslamî tecdid” hareketine dayanıyordu. Bu hareketin Suharto’nun başında
bulunduğu otoriter devletle güçlü bağları vardı. Bu dönemin önde gelen
“müceddid” düşünürlerinden biri de halk arasında “Cak Nur” olarak anılan
Nurçoliş Mecit idi. “Dinî sosyalizm” diye bir fikri savunduğunu iddia eden
Mecit, aslında devletin piyasaya müdahalesine karşı olan bir isimdi.
Suharto’nun yıkılmasıyla başlayan demokratikleşme ve serbest piyasa döneminde
Batılı STK’ların paralarıyla beslenen JIL düşünürleri, piyasa liberalizminin
dinî ve sosyal liberalizm projelerinin zaruri bir bileşeni olduğunu söylediler.
Cak
Nur’un politik laikleşme ile ilgili yazılarından istifade eden JIL
kurucularından Lütfü Asyaukaniye, 2009’da kaleme aldığı bir yazıda, devletin
piyasaya da dinî hayata da müdahale etmemesi gerektiği üzerinde duruyordu.
Örgütün internet sitesinde yer alan yazısında kuruculardan Ulil Abşar Abdullah,
bir hadisten söz ediyor ve Peygamber’in Medine pazarında fiyatların
sınırlanmasına karşı olduğunu söylüyor, buradan da Peygamber’in de “pazardaki
görünmez elin işleyiş mekanizmasını gerçek manada anlamış bir piyasacı”
olduğunu iddia ediyordu.
İlerici
Müslümanlar, kapitalizmi İslamî renge boyayan İslamî liberalizme yoğun bir
saldırı gerçekleştirdiler. Fakat JIL’deki muhafazakâr eleştirmenlerden farklı
olarak bu İlerici Müslümanlar, JIL’i “marjinal bir sapma” değil, yönetici
sınıfın ideolojisi için gerekli bir fikrî aygıt olarak görüyorlardı.
Liberal
eğilim, hâkim İslamî öğretiden belirli yönlerden ayrışıyor, ama ekonomi
fikirlerinin beslendiği ideolojik yönelim açısından bu eğilim, İslam’ın piyasa
kaynaklı adaletsizlikler karşısında elini kolunu bağlayan hegemonik görüşlerin
yeniden üretilmesine katkıda bulunuyordu.
Esasında
zaten “şeriat bankaları”nın kurulması noktasında birçok liberal ve muhafazakâr
Müslüman aydın işbirliği içerisindeydi. Fayyadl’a göre bu şeriat bankaları,
“kapitalizmin İslamîleştirilmesi”nden başka bir anlama sahip değildi:
“Bu tür söz ve eylemlerin
kimlerin işine geldiğine bakmak lazım. Bu tür çabaların ardında İslamî
liberalizmin fon kurumlarıyla ve Üçüncü Dünya’yı sömürgecilik ve emperyalizm
üzerinden talan etmeyi öngören küresel ajandayla arasında tesis edilmiş
karmaşık güç ilişkileri var.”
JIL’e
yönelik en çarpıcı eleştirilerinden birini içeren 2018 tarihli Facebook notunda
Fayyadl, büyük bir madencilik ve enerji şirketinin düzenlediği galanın
davetiyesinin bir nüshasına yer veriyordu. Galada konuşacak isimler arasında
JIL’in kurucularından Abşar Abdullah da vardı. Konuşmasının başlığı ise “İslam
Endonezya’nın Ulusal Birliğini İstiyor”. Davetiye ile ilgili yazdığı yorumda
Fayyadl, Abşar Abdullah’ı alaya alıyor ve onun “yaptığı işlerle Endonezya
milletinin toprağını bölüp yok eden madencilik şirketinin yönetim kurulu
üyelerinin huzurunda milli kardeşlikten dem vuruyor” dedi.
İslamî
neoliberalizme saldırılar düzenleyen Fayyadl ve İlerici Müslümanlar, bir yandan
da alternatif bir İslamî politik-ekonomik vizyon öneriyorlardı. Fayyadl, 2014
yılında Islam Bergerak [“Müteharrik İslam”] isimli internet dergisini
yayınlamaya başladı. Burada çoğunlukla köylülerin hakları, çevrenin korunması,
İslam ve Marksizm arasındaki bağdaşma ile ilgili yazılara yer veriliyordu.
Dergi, ismini 1917 yılında Orta Cava’da aynı isimle çıkan yayından alıyordu. Bu
yayını çıkartan kişiyse, İslamcılık ve Komünizm isimli risalesiyle ünlü
olan, komünist Müslüman eylemci Hacı Misbah’tı.
Fayyadl,
ayrıca açıktan İslamî bir yönelim içerisinde olmayan Marksist çevrelerde ve
farklı entelektüel mahfillerde karşılık bulan bir isimdi. İslam üniversitesinde
lisans eğitimini tamamladıktan sonra Paris VIII Üniversitesi’nde felsefe
eğitimi gördü. Burada dünyanın dört bir yanından gelmiş eylemcilerle
toplantılara katıldı. Ayrıca solcu dergi IndoProgress için de yazılar
yazdı. Hatta verdiği bir söyleşide Islam Bergerak’ın IndoProgress’in
“Müslüman şubesi” olduğunu söyledi.
Peki
Fayyadl bu ilerici İslam’ı nasıl temellendiriyor, Marksizmle gelenekçi İslam
mezhepleriyle nasıl bağdaştırıyor? Henüz bu konuları özetleyen bir çalışma
ortaya koymadığı için ben, onun düşüncesini verdiği mülâkatlar, yazılar ve
Facebook notları üzerinden ele alacağım.
Marksizm
Fıkıh Sahasında
Fayyadl’ı
birçok isimden ayıran temel özelliği, kapitalist ilişkileri ve etkilerini
görmesi, kapitalizmin eşitsizlik ve çevresel tahribat gibi sonuçları üzerinde
durması. Fayyadl, bu meseleleri İslamî açıdan ele alıyor. Yatılı okullarda
kalan öğrencilere verdiği tavsiyede şunları söylüyor:
“Öncelikle bizim
kapitalizmi dinî ilimler sahasında karşılaştığımız türden ciddi bir mesele
olarak ele almamız, böylelikle onu eleştirebilmemiz lazım. […] Önümüzde 1 Mayıs
var. Herkes ‘bu işçiler neden sokaklara dökülüyor?’ diye sorabilir. Biz,
belirli bir anlayıştan yoksun birer İslam öğrencisiysek, bu gösterilerin dinle
alakasının olmadığını düşünebiliriz. Oysa tam aksine, bu gösteriler dinin emri
olan hak mücadelesinin bir parçası.”
Yoksulların
içinde yaşadıkları koşulları belirli bir duygudaşlıkla anlamayanlara cevaben
Fayyadl ısrarla, ümmetin “materyalist bir dindarlığa” ve fıkha muhtaç olduğunu
söylüyor. 2016 tarihli bir makalesinde şu tespiti yapıyor:
“Materyalist Müslüman
olmak nedir? Materyalist Müslüman olmak demek, olanla olması gereken arasındaki
çatışmayı, aykırılıkları ve eşitsizlikleri içeren somut toplumsal koşullara
bakmak, koşulları kuşatan maddi gerçeklerdeki değişiklikleri ve sapmaları idrak
etmek ve İslamî öğretinin kaynaklarına yapılacak atıfla, bu toplumsal koşulları
devrimci manada değiştirmek demektir.”
Burada
Fayyadl, aslında Ali Şeriati’nin “ideoloji olarak İslam” anlayışına yakın
şeyler söylüyor. Şeriati bu görüşü dâhilinde, “varolanla ideal olan koşullar
arasındaki çelişkinin somutlaşmasından” bahsediyor. Gelgelelim Fayyadl bu
görüşü dâhilinde, şu meseleyi tam olarak izah etmiyor: “İslamî öğretinin
kaynakları, toplumsal-ekonomik koşullar bağlamında olması gereken konusunda ne
söylemelidirler?”
Diğer
yazılarında Fayyadl, bu yaklaşımını belirli önermeleri esas alan temel bir dizi
ilke üzerine inşa ediyor. Kur’an’daki mal biriktirmeyle (tekasürle) ilgili
nasihati sıklıkla anımsatan Fayyadl, bu tür ayetlerin kapitalizmdeki kârı
maksimize etme pratiklerini eleştirdiğini, onları itham ettiğini söylüyor.
Hatta bir yerde, gerçek bir dindar materyalistin, “rahmet kapısını
aralayacağına inandığı şeriatın başkalarını sömüren, onlara zarar veren hiçbir
şeyi içeremeyeceğine inandığını” söylüyor.
İslam’ın
sosyo-ekonomik düzlemde taşıdığı eşitlikçi değerleri belirleyen Fayyadl, hâkim
fıkıh yaklaşımlarının geleneksel düzlemde eşitsizlik ve sömürü meselelerinin
nasıl aşılacağı üzerinde durmadığını tespit ediyor. Endonezya’da en güçlü
mezhep olan Şafiilik geleneği içerisinde ve tüm fıkıh sahasında sadece
kurallara bakan fakihler, genelde geniş kapsamlı ekonomik ilişkilere değil
bireysel ilişkilere odaklanıyorlar.
2019
tarihli “Marksizm ve Kurtuluş Fıkhının Yolu” isimli yazısında Fayyadl,
yöntemsel açıdan önemli üç ayrı hamlede bulunarak, bu bireyci yaklaşımın
sınırlarını toplumsala bakan bir yaklaşımla aşmaya çalışıyor.
İlk
hamle dâhilinde Fayyadl, İslam fıkhı içinde hukukî analizin iki düzeyi arasında
yapılan geleneksel ayrıma odaklanıyor: Bu düzeylerden birini sorumluluk
hükümleri (ahkâm-ı teklifiyye), diğerini ise koşul hükümleri (ahkâm-ı
vad’iyye) oluşturuyor. İlk hükümler haramı, helâli ve farzı, ikinci
hükümler şartı, sebebi ve mâniyi içeriyor.
İslam
fıkhında namaz gibi bir eylem, belirli koşullara bağlı olan farklı sorumluluk
hâlleri üzerinden icra edilebiliyor (bu anlamda bir eylem yasaklı, izinli ve
farz olabiliyor). Bu koşullar ise ergenlik çağına giren kişiyi bağlayan
şartları, güneşin gökyüzündeki konumu gibi zaruri faktörleri ve ibadet
esnasında arınmış olmak için belirli önleyici faktörleri içeriyor. İşte
Fayyadl, fıkıhta geçen bu “koşul hükümleri”ni ilerici ve özgürlükçü bir fıkha
alan açmak için kullanıyor:
“Politik ekonomiye ve
materyalizme dair bilinç, koşul hükümleri düzeyi temelinde inşa edilebilir.
Buna göre, eğer maddi gerçeklikte adaletsizlik ve zulüm varsa ona mani olunmalı
veya karşı çıkılmalıdır. Sorumluluk hükümlerine baktığımızda ise ‘kapitalizmin
yasak olduğunu’ söyleyen bir delile rastlanmıyor, çünkü ‘kapitalizm’ bir terim
olarak klasik fıkıh âlimlerince henüz bilinmemektedir. Ama koşul hükümleri
açısından bakıldığında, ‘kapitalizm zararın kaynağı ve sebebidir’ diyebilir
miyiz? Eğer diyebiliyorsak o vakit bunun sonucunda kapitalizmin yasak ve haram
olduğunu da söyleyebiliriz.”
Burada
Fayyadl, kapitalizm uygulamalarının olumsuz toplumsal etkilerini “mâni”,
önlenebilir sebep olarak görür ve buradan da bu uygulamalara cevaz
verilemeyeceği sonucuna ulaşır. Yöntemsel açıdan toplumsal zararı ve toplumsal
faydayı öne alan Fayyadl, böylece bizi ikinci yöntemsel hamlesiyle tanıştırır.
İkinci
aşamada Fayyadl, geleneksel Sünni fıkıhtaki “şeriatın yüce amaçları” (makâsıdü’ş
şeriat) anlayışından yararlanır. Buna göre şeriat içerisinde kapsayıcı
değerler belirlenir. Bu değerlerse hayatın korunması, akıl, iman, nesil ve
mülkle ilgilidir. Bu amaçların genel teorik çerçevesini klasik döneme ait
isimler olan Cüveynî (ö. 1085) ve öğrencisi Gazalî (ö. 1111) çizmişse de
sonrasında İbn Abdusselam (ö. 1262) ve Şâtibî (ö. 1388) gibi âlimler, bu
amaçları fakihlerin kanunların temeli olarak kullanacakları, daha doğrusu
kullanmak zorunda oldukları bir konuma taşımışlardır.
On
dokuzuncu yüzyılın sonlarından beri gelişme kaydeden modern Sünni düşünce
geleneği dâhilinde söz konusu çerçeve, fakihler arasında popüler hâle gelmiş,
bu teorik zemin, donmuş ve toplumsal şartlara karşı körleşmiş geleneksel
külliyatın ötesine uzanmak için kullanılmıştır.
Geleneksel
fıkhın sınırlarını aşmaya çalışan Fayyadl, şeriatın amaçları ile ilgili bahsi
edilen görüşe başvurur. Bu başvuru, Endonezya’daki gelenekçi Müslüman
cemaatinin benimsediği fıkıh anlayışı bünyesinde zaten karşılığı olan bir
pratiktir. Zira teorinin kökleri Şafii mezhebine mensup âlimlere (Cüveynî,
Gazalî ve Şâtibî’ye) dek uzanmaktadır. Endonezya’daki dinî okullarda İslam
fıkhı derslerinde genelde bu isimlerin çalışmaları okutulmaktadır. Geleneksel
İslam fıkhına hâkim bir isim olan Fayyadl, Endonezya’daki birçok yenilikçi
fıkıh âliminden farklı olarak, geleneksel Şafii mezhebinin fıkıh alanında tesis
ettiği birikimden istifade etmektedir. Bu literatür dâhilinde “yüce amaçlar”
meselesine odaklanan Fayyadl, maslahatı, topluma faydası olanları öne alıp
mefsedeti, topluma zararlı olanlardan kaçınmayı temel alan bir hukukî çerçeve
oluşturur:
“Diyelim ki bir yerde A
şirketi kurulmuş olsun. Varsayalım ki bu şirket, bulunduğu yerdeki halkın
ekonomik bağımsızlığını yok ettiği için esasen ona faydadan çok zararı var. O
vakit bu şirketi yasaklayabilir, onun haram olduğunu beyan edebiliriz. Onu farklı
tipte bir işletmeye dönüştürme çözümü ise herhangi bir etkiye sebep
olmayacaktır.”
Gerçekte
böylesi bir yöntem, bireyin işlerine cevaz verme meselesine odaklanmak şöyle
dursun, İslam fıkhının kapılarını sistemin yapısal eleştirisine açar. Peki ama
Fayyadl ve kafasındaki muhayyel fakih, o şirketin “uzun vadede bulunduğu
yerdeki halkın ekonomik bağımsızlığını yok ettiği” sonucuna nasıl ulaşmaktadır?
İşte
tam da bu noktada ilerici fıkhın dayandığı üçüncü hamle çıkar karşımıza. Artık
Marksizm sahasındayızdır. A şirketiyle ilgili örneğini tartışmaya devam eden
Fayyadl, şunu söylemektedir: “Bu hüküm, ancak sömürü ilişkileri ve sermayenin
niteliği gibi Marksizmde analize tabi tutulan konu başlıklarıyla ilgili bir
anlayışa sahipsek gündeme gelebilir.”
Bu
noktada Fayyadl, kritik hamlesini yapar ve Marksist toplum analiziyle İslam
fıkhındaki muhakeme sürecinin içsel yapısını bütünleştirir. İslam ilimleriyle,
Batı’nın toplumu bilim temelli ele alan düşünce tarzının birleştirilmesi
kimilerine garip gelebilir, lâkin şu unutulmamalıdır ki İslam fıkhı, hem Elen
mantığını hem de tıp alanındaki uzmanlığı kendi düşüncesine uzun zaman önce
katmıştır. Arapça dilbilgisi gibi mantık da geleneksel pesantren (din
okulu) eğitiminde “alet bilimi” (ilmi alet) olarak görülmektedir. Aynı şekilde,
birçok fıkhî meseleyle ilgili hüküm, kişinin tıbbi şartlarına bağlı olarak
verilmektedir. Bu da İslam fıkhının dayandığı muhakeme sürecinde tıp bilgisinin
önemli bir unsur olarak yer edinmesini sağlamıştır.
Son
dönemde Endonezya’da, bilhassa devlete ait İslam üniversitelerinde gelişen
İslamî düşünceyle alakalı eğilimler de genel anlayıştaki bu değişimin
gerçekleşmesini mümkün kılmıştır. Ülkenin bağımsız olduğu günden beri İslamî
üniversite sistemi içinde çalışan ve McGill gibi Batı üniversitelerinde eğitim
gören hocalar ülkeye döndüklerinde, öğrencilerine sosyal bilimler öğretmiş, bu
da kampüslerde bilim fakültelerinin açılmasını sağlamıştır. Kısa süre önce
Yogyakarta’da bulunan, Fayyadl’ın da mezun olduğu, Sunan Kalijaga Devlet İslam
Üniversitesi’nin eski rektörü Emin Abdullah (2001-2010) “bilimlerin
bütünlenmesi ve birbirine bağlanması” anlayışını gündeme getirmiş, bu anlayış
dâhilinde Batı’nın sosyal bilim kaynaklı düşüncelerinin İslamî ilimler
içerisinde ele alınmasını istemiştir. Batı sosyal teorisinin edinilmesini
sağlayacak külliyat ise Gramsci gibi Marksistleri ve Hasan Hanefi gibi Müslüman
solcuları içermektedir.
Aynı
şekilde Fayyadl da Marksizmi kapitalizmi teşrih masasına yatırmak için gerekli
bir fikrî ve ilmî alet (perangkat ilmiah) veya bir “bilim” olarak ele
almaktadır:
“Marksizmi, biz
Müslümanların Perşembe pazarına dönmüş suratlarımıza bakıp İslam’ın
kurtarıcılık misyonu konusunda hangi konumda olduğumuzu bize gösterecek bir tür
ayna olarak ele alabiliriz. İslam, her türlü özel mülkiyet biriktirme
pratiğinden (tekasür fil emval) kurtarılmış, sınıfsız toplum temelinde
inşa edilecek bir eşitlikçi toplum ideali sunar, ama gene de bu idealin
yeryüzünde nasıl gerçekleştirileceğine ilişkin o zor soruya cevap vermez. Bu
soru ise Marksizmi ‘birikim’in ne olduğunu açıklığa kavuşturan bir kılavuz
olarak ele almadan cevaplanamaz. O hâlde para veya mülkiyetten fazlasını ifade
eden ‘sermaye’nin niteliğini anlamadan, kapitalizm eleştirilemez, bu bilgi
yoksa söz konusu eleştiri hiçbir şeye kifayet emtez.”
Burada
“kapitalizmin niteliğini anlama kılavuzu” olarak Marksizm, tıpkı insanın
gövdesinin niteliğini izah eden tıp gibi, toplumsal gövdenin niteliğine dair,
yetke sahibi bir bilim olarak ele alınmaktadır.
Gelgelelim
Marksizmin “fikri alet” olarak tanımlanıp geleneksel İslam ilmiyle
bütünleştirilmesi, Marksist geleneğin toplumsal analiz boyutunun o ünlü ateist
felsefi dayanaklarından kurtulmasına ihtiyaç duyar.
Fayyadl,
Marksizmin İslam’la uyuşup uyuşmadığı meselesini ele alırken Marksizmi üçe
ayırır. Ona göre:
(1)
Ontolojik materyalizm, İslam dininin dünya görüşüyle çelişir. Ama buradan şunu
söyler:
(2)
Aksiyom temelinde İslam ve Marksizm uyuşur, zira ikisi de adaletsizliğe ve
eşitsizliğe son vermek için mücadele etmektedir.
(3)
Ama öte yandan epistemolojik açıdan tarihsel materyalizm, tarihe yön verenin
Allah değil de maddi koşullar olduğunu kabul etmese de, sosyo-ekonomik
ilişkileri kavrama noktasında etkili bir “alet”tir. Esasen bu tespit, yirminci
yüzyılda kaba maddi determinizmi eleştiren neomarksist okumalardan ve
teorilerden pek de uzak durmayan bir yaklaşımın ürünüdür.
Burada
kapitalizm, temelde sorunlu ve kaçınılması mümkün olmayan toplumsal bir
gerçeklik olarak görülür. Fayyadl, bu noktada şunu söyler: “Camiden çıkıp lüks
bir mağazaya girdiğimizde veya bankadan içeri adımımızı attığımızda istemeden
de olsa kapitalizmin ağına düşmüş oluruz.”
Bu
anlamda mevcut gerçekliğin dayattığı bir koşul olarak kapitalizm, belirli bir
“doğa”ya sahip bir olgudur. Marksizm ise kapitalizmin yapısökümü için gerekli
bilimdir. Dil için dilbilgisi, beden için tıp neyse kapitalizm için de Marksizm
odur. Dolayısıyla Marksizm idrak edilmelidir. Böylesi bir idrak, mevcut
kapitalizm bağlamında uygun bir İslamî hukuk temelli analiz için zaruridir.
Çokça
paylaşılan bir Facebook notunda Fayyadl, İslamî okul öğrencilerinin iki kitabı
birlikte olması gerektiğini söyler: İslamî metinler anlamında “sarı kitaplar” (kitab
kuning) ve Marksist literatür anlamında “kızıl kitaplar” (kitab merah);
Ayrıca öğrenciler Arapça dilbilgisi, siyasetnameler ve sosyoloji konusunda ehil
olmalıdırlar.”
Marksist
toplum analizini benimseyip bunu geleneksel İslam fıkhının yöntemiyle
birleştiren, sosyal fayda kategorisini öne çıkartan, Marksizmi toplumu anlamak
için gerekli bir “alet bilimi” olarak ele alan Fayyadl, İslam sahasının
kapılarını Marksist öğretilere ve analiz yöntemlerine açar. Örneğin bir yerde,
“materyalist ilerici İslam”ın sınıf temelli analizi esas alması gerektiğini
söyler. Yukarıda A şirketiyle ilgili tespitinde de görüldüğü üzere Fayyadl,
piyasadaki hâkimiyetin ekonomik faaliyeti nasıl etkilediğini ele alan
Marksizmin fıkhî muhakeme sürecine dâhil edilebileceğini düşünmektedir.
İlerici
Pratik
Öte
yandan Fayyadl’ın tek meselesi, fıkıh yöntemiyle ilgili teorik alan değildir.
Onun genel teorik çerçevesi, Marksist toplumsal eylem için de gerekli zemini
sunar. Fayyadl’a göre ilerici İslam, kapitalizmin sömürü pratiklerini teoride
yapısöküme uğratmakla yetinemez, bu pratikleri gerçekte söküp atmanın yollarını
bulmalıdır. Dolayısıyla ilerici İslam, mevcut sınıf mücadelesi dâhilinde
“kesintisiz işlemesi gereken örgütleme pratiği” içine girmelidir.
Sonuçta
Fayyadl, Müslüman olmayan toplumsal hareketlerle kurulan ittifaklar içerisinde
faaliyet yürüten bir isimdir. Örneğin Orta Cava’daki Kendeng şehrinde kurulan
çimento fabrikasına karşı mücadele yürüten köylü hareketini savunan açıklamalar
yapmış, kimi eylemlerde yer almıştır. 2013’te ise “Nahdliyin Halkın Doğal
Kaynaklar Üzerindeki Egemenliği Cephesi” isimli örgütün kurucuları arasında yer
almıştır. Örgütün amacı, Nahdlatu’l Ulema cemaatini hükümetin ve şirketlerin
tarımla ve balıkçılıkla geçinen insanları çevreyi tahrip eden girişimler
üzerinden yıkıma sürükleyen faaliyetlere karşı harekete geçirmektir. Fayyadl,
ayrıca Doğu Cava’da ailesinin başında bulunduğu yatılı okulda hocalık yapmaya
devam etmektedir.
Fayyadl’ın
geliştirdiği İslamî sosyalizm, özellikle onun gelenekçi İslam ilimlerindeki
söylemsel yapı içerisinden ilerici bir değişimi başlatma becerisinden
beslenmektedir. “Materyalist” bir vizyondan bahsediyor olsa da Fayyadl,
gelenekçi fıkhın genel düşüncesi içerisinde görülen belirli Marksizm
eleştirilerini dillendirmeye devam eder. Bu da onun, gelenekçi epistemolojilere
bağlı Müslümanların Marksizme ve solun devrimci eylemliliğine örgütlenmesini
mümkün kılan bir söylem alanı açmasını mümkün kılar. Gelenekçi Nahdlatu’l Ulema
örgütünün halktan en fazla destek gören İslamî örgüt olduğu, çocukların klasik
İslam ilimleri eğitimi aldığı bir ülkede bu tür bir çalışmanın çok önemli
olduğu görülmelidir.
Sawyer Martin French
19 Mayıs 2020
Kaynak