19 Ağustos 2020

,

Cahilin Saadeti


1968’de Harun Karadeniz cumhurbaşkanına mektup yazıyor. Polisin genelevdeki ABD askerlerini koruduğunu söylüyor. Bugün Karadeniz’i anan sol, hem ABD askerlerini hem de fuhşu savunuyor. İlkine “ilericilik”; ikincisine “işçilik” atfediyor. Solun geldiği çizgi budur.

6. Filo’nun İstanbul’a gelişi öncesi devrimci öğrenciler eylem hazırlıkları yapıyorlar. Öğrenciler arasında Taksim’de buluşma konusunda anlaşma sağlanıyor. Ama Deniz’ler, filonun demir attığı limana doğru yürüyüş yapılmasını istiyorlar. Bunun provokatif bir çıkış olacağını düşünen Karadeniz ve arkadaşları, eylem esnasında Deniz’lerin önüne barikat dahi kuruyorlar. O barikat da yarılıyor ve Amerikan askeri denize dökülüyor. Sol, işte o Harun Karadeniz’in bile çok gerisine düşmüştür. Bugün sol, fuhuş ve Amerikan jandarmalığının üzerine süs niyetine liberal danteller örmektedir.

Alp Altınörs, Belarus muhalefetine işte bu liberal çizgi üzerinden destek sunuyor. Onun örgütsel hattı, geçmişte Ukrayna’daki Maidan protestolarını da sahiplenmişti. Sosyal medyalarında eylem görüntülerini paylaşanlar, göstericilerin Lenin heykelini yıktıklarını görünce bir süre sustular. Ama sonra Altınörs’ün yoldaşları, “diktatörlükler yıkılıyor” yazısı altında Lenin heykelinin yıkıldığı bir görseli paylaştılar. O yoldaşlar, Küba’daki devletten de rahatsızdı. Sonuçta bir yerlere sözler verilmişti.

O sözlerse Ukrayna’daki gösterilere katılan Neonazilerin Rojava’ya Müslüman avlamak için gitmesi ile ilgiliydi. O Neonaziler öldürüldüler, hemen şehit ilân edildiler, aynı isimlerin heykelleri dikildi. Altınörs ve yoldaşları, Lenin heykeli yerine Neonazi heykelleri dikmekte bir beis görmediler. Çünkü “liberal komünizm”, freni patlamış hâlde, yokuş aşağı iniyordu.

Bu faaliyetin tüm sosyalist harekete teşmil edilmesi, onu ele geçirmesi gerekiyor. O nedenle Altınörs, Condoleezza Rice gibi düşündüğünü, Belarus’u “Avrupa’nın son diktatörlüğü” olarak gördüğünü (şimdilik) gizlemek zorunda kalıyor.[1] Bize Belarus’un kapitalist bir ülke olduğunu söylüyor, kendisinin işçiden yana durduğunu ispatlamak için türlü akademik taklalar atıyor.

Lukaşenko bir röportajında, “Amerika bizi demokratikleştirmek istiyor. İyi ama neden Suudi Arabistan’ı demokratikleştirmiyor. Çünkü o ABD’nin kendi şerefsizi!” (“Bastard” kelimesini nazikçe “şerefsiz” diye çevirmek mümkün.) Bugün Belarus’u demokratikleştirmek isteyenler, NATO’nun ardına gizlenerek ilerliyorlar. Altınörs, bu ilerleyişte sol ve işçi maskesi takıyor.

Bu NATO solcuları, Venezuela ve Bolivya’da da Amerikan darbelerini destekliyorlar. Liberallerin “tek adam” ezberlerine sarılıyorlar. Orta sınıfın batı sermayesine ortak ve yoldaş olma arzularını kendilerinde örgütlemek için uğraşıyorlar.

Tek adamlık diktatörlükse, elli yıl tüm defileleri, programları, yarışmaları tek başına sunmuş Halit Kıvanç da diktatör! Ya da yazılmış tüm tezleri tek başına yayınlamış İletişim yayınları da! Ümit Kıvanç, Lukaşenko karşıtlığını herhangi bir tarihsel-toplumsal zemine dayandırmıyor, dolayısıyla babası ve yayınevi ile ilgili “diktatörlük” eleştirisi kadar saçma bir değerlendirmede bulunuyor.[2] Özünde sinikleştirdiği, başka güçlerden medet ummayı öğrettiği kitlesine “ne bu sessizlik!” diyor.

Diktatörlük eleştirisi, esasen liberal bir gevezelik. Ümit Kıvanç, bu tabiri bile layık görmüyor ve Lukaşenko’yu “diktatörlük müsveddesi” olarak niteliyor. Bir ara kendi ülkesinin “diktatör”üne destek sunmuş “yardakçı müsveddesi”, Belarus’un sosyal devlet niteliğini yitirmediğini, bazı konularda iyi durumda olduğunu kabul ediyor. Ama illaki adalet, özgürlük ve demokrasi gibi tılsımlı sözcükleri anmadan edemiyor. Bu üç sözcük de sınıfsal bir analize tabi tutulmuyor. Buna karşın, nedense solcuları ikna etmek için, “baksanıza, işçiler de karşı Lukaşenko’ya, siz de karşı çıksanıza!” diyor. Bunu, yıllarca “işçi sınıfı gericiliktir, ölmüş bitmiştir” diyen, kaslı işçi resimleriyle dalga geçmiş olan bir politik çizgi söylüyor. Altınörs ve Kıvanç, işçiyi umursadıklarından değil, kendi liberal savaşlarına işçileri ortak etmek için onların adını anıyor. Yalan söylüyorlar.

Ümit Kıvanç’ın şu tespiti doğru ama: “Arap Baharı, Hong Kong, Belarus… hepsinin ortak bir çizgisi var.” İşte o çizgi, NATO’nun ve ABD’nin yürüyüş hattı. Kıvanç’ın çizgisi, seksenlerde Polonya’da Batı’nın ve kilisenin güdümündeki karşı-devrimci sendika çizgisini savunmuştu. Çavuşesku’nun idamı karşısında sevinç çığlıkları atmıştı. Şimdi “Soros” diyerek, komplo teorileri ile ilgili gevezelikleri sıralayarak, meseleyi sulandırmak, örtbas etmek için uğraşıyorlar. Sonra bir de utanmadan Gezi’den bahsediyorlar. Gezi’yi tasfiye eden, devletle oturup anlaşan, direnişi seçimlere kilitleyen, halkın öfkesini dar sokaklarda boğan, kendileriydi. Osman Kavala’nın veya Muharrem İnce’nin devrim yapacağını düşünmek, aptallıktı.

Sonuçta Altınörs de Kıvanç da içeriye konuşuyor. Erdoğan karşıtı muhalefeti hizaya sokmak istiyor, ona nizamat vermeye çalışıyor. Sanıyorlar ki Belarus’taki gösteriler, buradaki gösterileri tetikleyecek. Bunun böyle olmadığını iyi biliyorlar. O sebeple Kıvanç, “yanı başınızdaki hasımla uğraşmayın, onun kesin kazanacağı hissiyle körelmeyin” diyor. Ne diktatörlüğü, ne adalet-özgürlük-demokrasi teslisini sınıfsal bir sorgudan geçiriyor.

Sendika.org da bir tuhaf! Belarus’taki olaylara ilişkin liberallerin tavrını, gösterilere verilen desteği eleştiren Kızıl Belarus Marksist Çevresi isimli bir örgütün bildirisine yer veriyor.[3] Yazının hemen yanında, gösterilere sınırsız ve sınıfsız bir yerden destek sunan Alp Altınörs’ün içi boş kitabının reklâmı duruyor. Sendika, herkese boncuk dağıtmayı, her telde oynamayı seviyor. Altınörs ise “gerçekçi ol imkânsızı iste” lafını bilerek ve kasten yanlış anladığı için(!) “İmkânsız Sermaye” diye kitap yazıyor. Altınörs, aslında sermayedeki o imkânsızlığı seviyor. Robotunun kahvesini doldurduğu, barlar sokağına bakan evinde kendi kibrini okşadığı günlerin hayalini kuruyor. Herkese “üretici güçler gelişiyor olum, ne direnişi bu böyle!” diyor.

Teorik gevezeliğini gerçek zanneden, hayal âlemini dünyanın yerine ikame eden bu tür kişiler, Rusya’daki bir komünist partinin “Maidan’a izin verilmemelidir” lafını hiç işitmiyorlar.[4] Parti, özelleştirmeci çizgiyi de Lukaşenko’daki küçük burjuva yönelimi de eleştiriyor. “İnsan hakları savunucuları”na kulak verilmemesini istiyor. Bu itiraz, Altınörs’ü ve Kıvanç’ı hiç ilgilendirmiyor. Çünkü onlar, “eski dönemin gerici, köhnemiş zihinleri”. “Liberal komünistler”, istila için Afrika içlerine ilerleyen misyonerlere benziyorlar. Direnç geliştiren her şeyi “gerici, yaşama hakkı bulunmayan, fazlalık, çöp” olarak görüyorlar. “Dünya nüfusu çok fazla, 500 milyon yeterli” diyorlar. Emperyalizmin ilerleyişini mutlak eşik ve ölçü kabul ediyorlar. Ezilenlerin-sömürülenlerin kolektif mücadelesine düşman oldukları için bu eşiğe ve ölçüye göre yaşıyorlar.

Robot teknolojisini sınıfsız ve sınırsız zanneden bu isimler, onu satabilmek için bu teknolojinin “kapitalizmle çeliştiğini”, “sosyalist” olduğunu iddia ediyorlar, bizi bu konuda ikna etmek, bize bu zokayı yutturmak için uğraşıyorlar.[5] Sanki kapitalizme hasımmış gibi rol kesiyorlar, ama onun teknolojisini tek kurtuluş reçetesi olarak sunuyorlar.

Oysa “teknoloji bir ideolojidir.”[6] Bu ideoloji bağlamında “liberter bireycilikle teknolojik determinizm” harmanlanıyor ve o, özel bireylere imtiyazlar bahşediyor. “Profesyonel yöneticiler, mühendisler, patronlar” yüce ve üst insan olarak kodlanıyorlar. Bu kodlamayı seven Kıvanç ve Altınörs, bizim gibi fukarayı o sebeple ciddiye almıyor, insandan saymıyor. Kendilerini çeşitli hilelerle avlayan düzen adına bizi avlamak için çabalıyor.

Sol hareket, kendi elitlerini üretiyor. Bu elitler, bize ağaların-paşaların eşiğini ve ölçüsünü dayatıyorlar. Hepimizi oraya göre hizaya sokmak için uğraşıyorlar. “Sömürü” yerine “dışlanmışlık, tahakküm” gibi kavramlara odaklanıyorlar. Böylece herkesi içermeye, ağalar ve paşalar için sorunsuz bir yol örmeye çalışıyorlar. Belarus’tan değil, Türkiye’den bahsediyorlar ve bu ülke insanını Erdoğan’la korkutup en rezil liberalizme kul etmek için uğraşıyorlar. Bunların karşısına Lenin’in şu sözüyle çıkılmalı: “Bizi cahilin, küçük burjuvanın saadeti değil, mücadelenin özgürlüğü ilgilendirmelidir.”[7]

Eren Balkır
19 Ağustos 2020

Dipnotlar:
[1] Alp Altınörs, “Belarus’ta Neler Oluyor?”, 18 Ağustos 2020, AG.

[2] Ümit Kıvanç, “Refleksler”, 18 Ağustos 2020, Duvar.

[3] Kızıl Belarus Marksist Çevresi, “Protesto Gösterilerinin Bir Özeti”, Çev. Hazal Yalın, 17 Ağustos 2020, Sendika.

[4] “Russian Communist Workers’ Party”, 16 Ağustos 2020, ID.

[5] “İmkânsız Sermaye”, 15 Ağustos 2020, Sendika.

[6] Jason Rhode, “Silikon Vadisi'nin Amentüsü”, 1 Nisan 2018, İştiraki.

[7] V. I. Lenin, “Belediye Sosyalizmi”, 24 Şubat 2014, İştiraki.

0 Yorum: