21 Haziran 2024

,

Filistin'in Büyük Tufanı III


Bölgesel Cephe

7 Ekim operasyonu, Filistin’deki askeri ittifak sistemine ait diğer unsurlarla net bir koordinasyon teşkil edilmeden gerçekleştirildi. Bunun bir nedeni, eylemin gizliliğini koruma arzusu, bir nedeni de Hamas’ın, IDF’in Hannibal Doktrini’ni ne ölçüde tatbik edeceğini, misillemenin olası ölçeğini ve önceden koordinasyon kurulmasına yönelik ihtiyacı kestirememesiydi. Buna karşın, sonrasında bölge düzleminde teşkil edilen koordinasyon dâhilinde askeri çatışmalar yaşandı.

Arap-İran devlet sistemi, üç tip eylem ortaya koyuyor. Filistin’deki silahlı eylemlerin bir türbin olarak harekete geçirdiği bu eylem türlerini şu şekilde sıralamak mümkün:

1. Direniş ekseni;

2. İsrail ve ABD arasında açıktan kurulmuş askeri işbirlikleri;

3. Arap milliyetçiliğine ve Siyonizm karşıtlığına farklı düzeylerde bağlı olan veya bu hareketlerle perde gerisinde işbirliği kuran “aracıların” veya cephe hattının dışında kalanların meydana getirdiği kamp. Silahlı mücadeleye farklı tarzlarda destek sunan Yemen, Suriye, İran, Irak ve Lübnan gibi ülkelerin meydana getirdiği cephenin birçok üyesi, ABD kontrolündeki güçlerin işgali veya saldırısı altında. İsrail ve ABD ile açıktan askeri işbirliği kuran ülkeler arasında Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Ürdün ve Mısır bulunuyor (tabii bu arada Mısır’da İsrail’le askeri düzeyde kurulan işbirliğine karşı çıkan siyasetçilere rastlanıyor). “Aracılar” veya “yumuşak destek” kategorisine ise Tunus, Katar ve Cezayir giriyor.

Direniş ekseni, Irak ve Suriye’de ABD ordusuna ait üslerle ve birliklerle açıktan savaşa girdi. Bombardımanlara şahit olduğumuz süreçte İsrail, eksenin Suriye’de ortak askeri stratejileri ve malzeme hareketlerini koordine etmek için kullandığı lojistik altyapısına sürekli saldırdı.

Yemen’de Ensarullah, İsrail’deki hedeflere füzelerle ve dronlarla saldırdı. Örgüt, bu saldırıları İslami kurtuluş teolojisini anıştıran ifadelerle gerekçelendirdi. “Arap ve Müslüman milletlerin devrimi”nden söz eden Ensarullah, “Amerikan-İngiliz-Fransız eliyle yürütülen Siyonist istilasına ve işgaline karşı milletin tüm yurttaşlarının adalete kavuşma haklarını savunduğunu” söyledi (Al-Asaad, 2023) ve bu yaklaşımını yoksulları dert edinen ideolojilerini dünyaya ihraç etme girişimleriyle ilişkilendirdi (Moussaoui, 2023, s. 233). Yemenliler, eylemlerinin düzeyini yukarı çekerek, İsrail bandıralı, İsrail adına çalışan veya onunla bağlantılı olup Kızıldeniz’deki Babülmendep Boğazı’ndan geçen gemileri durdurmaya, sonrasında da İsrail’e giden tüm gemileri donanmasıyla engellemeye başladı. Bu eylemler, 21 Aralık Yemen Devrimi’nin ideolojik taahhütleri ve meşruluğu zemininde anlam buldu.

Lübnan cephesi, Lübnan Hizbullahı ile İsrail güçleri arasında süren yıpratma savaşının damgasını vurduğu bir cephe. Bu çatışmalarda, İsrail’in yüksek teknoloji üzerine kurulu askeri yapısı imha edildi, kuzeyden gelecek saldırılara karşı oluşturulmuş Maginot Hattı’ndaki gözetleme merkezleri vuruldu, kışlalar, askeri kamp yerleri ve İsrail’e ait zırhlı araçlar hedef alındı. Bu operasyon sebebiyle IDF, askeri gücünün önemli bir kısmını ülkenin güneyinden ve orta kesiminden kuzeye çekmek zorunda kaldı, böylelikle, ordunun Gazze üzerinde kurduğu baskı belli ölçüde azaldı, bir yandan da İsrail’in kuzeyi boşaldı, ayrıca İsrail’i (ve Akdeniz’e caydırıcı bir hamle olarak gemi göndermiş olan ABD’yi) “ya Gazze’ye yönelik saldırıları durduracağız ya da geniş Arap coğrafyasında Hizbullah’la ikinci bir cephe açacağız” seçeneğiyle yüzleşmek zorunda bıraktı. İkinci cephe açılması durumunda Lübnan şehirleri hedef alınacak, buna karşılık, İsrail’de nüfusun yoğun olduğu merkezler zarar görecek, Lübnan’a karadan girilmesi durumunda İsrail de aynı akıbetle yüzleşmek zorunda kalacaktı. Irak, İran ve Hizbullah’ın eylemlerine misillemede bulunuldu: Hamas lideri Salah Aruri, 3 Ocak günü Beyrut’ta öldürüldü, 4 Ocak günü Bağdat’ta bulunan Haşdi Şabi (Halk Seferberlik Güçleri) karargâhı vuruldu.

Önemli bir Filistinli nüfusunun yaşadığı bir ülke olarak Ürdün, 1994’te İsrail’le barış anlaşması imzalamış, ABD ile askeri işbirliği içerisinde bulunan bir ülke. Bu anlamda Ürdün, yeni sömürgecilik dairesinde kendisine düşen tarihsel rolü oynamaya devam ediyor, Siyonist hareketle ve ABD’yle birlikte hareket ediyor (Shlaim, 1988), zira ülkenin başındaki elitler, rejimin bekası adına, emperyalizmin yardımlarına ve rant akışına eskisinden daha fazla muhtaç (Ufheil- Somers, 2015). Burası, toplumdaki rahatsızlıkların bastırıldığı, İsrail’i protesto etti diye binlerce eylemcinin hapse atıldığı, ABD’nin varlığının güçlü bir şekilde hissedildiği, ekonomik, politik ve askeri anlaşmalarla bir yerlere zincirlenmiş bir ülke. Bu süreçte Ürdün, Yemenlilerin dronlarını ve füzelerini düşürdü. Yemenlilerin denizde tesis ettikleri ablukayı aşma konusunda bir tür köprü işlevi gördü. Ürdün güvenlik güçleri, aslen Filistinli olan çoğunluğu ve Filistinli sözcülerin giderek popüler hale gelip destek buldukları Ürdün toplumunu kontrol altında tutmakta güçlük çekiyor. Son anketlere göre, ülkede 7 Ekim olaylarını destekleyenlerin oranı yüzde 66 (Anon, 2023).

Suudi Arabistan ve BAE, İsrail’in denizdeki ablukayı aşmasına yardım etti, İsrail’le sessizce veya alenen normalleşti, bölgede uygulamaya konulan ABD projesi yanında hizalandı. Hamas’ın başarısızlığı ve mahvolması, Suudilerin hoş karşılayacağı bir durum. 7 Ekim saldırısı, Suudilerin İsrail’le normalleşme ihtimalini ortadan kaldırdı ve Suudi liderlerinin ABD’ye bağlı aracılar üzerinden İsrail’e lafta da olsa saldırmak zorunda kalmalarına neden oldu.

Mısır, bu süreçte daha karmaşık bir role sahip. İsrail’le ilk barış anlaşmasını imzalayan Mısır, İsrail’le gaz ihracatından özel ekonomik bölgelere dek birçok konuda kapsamlı bir ekonomik işbirliği içerisinde. Mısır, aynı zamanda Gazze’de insani yardım düzleminde yaşanan felaketin ve kuşatmanın derinleşmesine sebep olan güç. Bu güç, Mısır-Gazze arasında uzanan ve kaçakçılık için kullanılan tünellere baskın düzenledi. Ama bir yandan da Mısır, etnik temizliğe ve nüfusun başka yerlere nakline de karşı çıktı. Burada biraz da kendi ekonomisinin istikrarsızlaşmasından ve silahlı kuvvetleri dâhilinde oluşan çatlaklardan endişelendi. Sonrasında Mısır, kapalı kapılar ardında Sina üzerinden Gazze’ye silah geçişine izin verdi.

Bu süreçte Katar, sistem yanlısı duruşuyla önemli bir rol oynuyor. ABD’ye ait bir donanma üssüne ev sahipliği yapan Katar, “Arap Baharı” denilen rejim değişikliğine yönelik propaganda faaliyetlerinin ve al-Jazeera Arabic televizyonuyla mezhepçiliği körükleyen girişimlerin merkezi olarak iş gördü. Kültür düzleminde ise Katar, Batı’daki ve Arap coğrafyasındaki “Arap Merkezleri” üzerinden üretilen kültürün yayılmasında önemli bir rol oynadı. Doha Yüksek Lisans Merkezi gibi okulları ve Arap Araştırma ve Politika Çalışmaları Merkezi gibi yayıncılık faaliyetleri ile bu sürece katkı sundu. Ayrıca Katar, Suriye’de ABD eliyle ortaya konulan rejim değişikliği faaliyetlerini destekledi.

Bugün Katar’ın Hamas, Mısır, ABD ve İsrail arasında arabuluculuk yapma üzerine kurulu rolünün “demokratikleşme” söyleminin “yeni” bir tür Arap milliyetçiliğiyle kaynaştırılmasıyla oluşan anlayışla birlikte sahnelendiğini görmek gerekiyor. Bu rol dâhilinde Katar, topraklarındaki ABD üsleriyle tarafsız bir ülke pozu kesebiliyor.

Lobi, ABD’nin Ulusal Güvenlik Doktrini ve Şiddete Dair Açıklamalar

ABD-İsrail operasyonları, batıdaki İsrail veya Siyonizm karşıtı hareketler ve küresel planda Arap dünyasında farklı biçimler alan yığınla tartışmaya sebep oldu. Bu tartışma, özünde ABD-İsrail operasyonlarının “rasyonalite”si, ABD hükümetiyle yönetici sınıfının İsrail’i diplomatik ve askeri düzlemde korumasının ardındaki dürtü ile ilgili. Bu tartışmalarda bir de İsrail’in ABD’nin gücü ve işlettiği birikim süreci açısından bakıldığında, İsrail’in dün olduğu gibi bugün de bir ayak bağı olup olmaması meselesi de ele alınıyor. Buradan şu sorulabilir: “İsrail Lobisi”, ABD’deki yönetici sınıfı İsrail’le uyum içerisinde, yıkıcı ve irrasyonel bir şiddet pratiğinin inşa ettiği, duvarları aynalarla kaplı bir salona mı kapatıyor?

Bu tartışma, ilkin Mearsheimer ve Walt’ın kaleme aldığı The Israel Lobby [“İsrail Lobisi” -2006] isimli kitabın yayımlanmasıyla birlikte batıdaki liberal çevrelerde gündeme geldi. Bu tartışmada mesele, Arap-İran coğrafyasında ABD dış politikasının toplumsal, politik ve ekonomik kökenleri. Özünde burada iki argüman dillendiriliyor:

1. Bölgede ABD dış politikası, “irrasyonel” bir nitelik arz ediyor veya “ABD’deki İsrail lobisi dış politikayı yoldan çıkartıyor.”

2. ABD, lobinin yok olması durumunda bölgede kendi “çıkarlar”ı peşinde koşar, bunun için “rasyonel” yollar bulur.

ABD’nin jeopolitik çıkarlarına dair özel bir vizyonu reklâm eden kurumlarının varlığını inkâr etmek, irrasyonel bir yaklaşım olacaktır. Bu kurumlar, orta sınıfların, özellikle Yahudilerin, ayrıca Batı’daki halk sınıflarının, örneğin evanjelik Siyonist kesimin desteğini arkasına almak için uğraşıyorlar. Oysa bu noktada ilgili tartışma, iç tutarlılıktan yoksun veya parçalı bir yapıda ilerliyor, çünkü tartışma, analizini Arap-İran bölgesinin ABD’nin işlettiği birikim sürecinde oynadığı rol üzerinde temellendirmiyor. ABD’nin “çıkarlar”ı sürekli ve ısrarla gündeme getiriliyor veya ülkeyi her daim kısıtlayan lobiden söz ediliyor. Bu genel çerçeveden yoksun yaklaşım dâhilinde sonuç, sebep zannediliyor, eldeki sonuçlar da gelişigüzel veya seçici bir tarz dâhilinde okunuyor.

İsrail, 1967 savaşında ilerici Arap milliyetçiliğin ana bileşenlerinin ortadan kaldırılmasında önemli bir rol oynadı. Her ne kadar bu süreçte Irak ve Libya’ya dokunamasa da İsrail, Sovyetler’in bölgedeki etkisini kırdı. Sovyetler dağıldıktan sonra İsrail, onlarca yıl ilerici Arap milliyetçiliğinin aldığı biçimlere doğrudan saldırmadı, sadece kimi vakit ABD’nin Irak ve Suriye gibi yerlere yönelik saldırılarına katıldı. Dolayısıyla, İsrail’in yol açtığı kargaşa, ABD çıkarları söz konusu olduğunda fazla abartılan bir konu.

ABD’deki yönetici sınıfının tanımladığı hâliyle ABD çıkarları denilen şey, bu tür konjonktürlerde gündeme gelmiyor. Bu “çıkar” denilen mesele esasen sınıfsal açıdan ele alınmalı, millet içerisinde oluşmuş birleşik bloklara ait bir şeymiş gibi görülmemeli. “Çıkar”, varsayımlarla değil, net tanımlarla açıklanmalı.

Bu anlamda, “Lobi, ABD’deki iktidarı başka yöne yönlendiriyor” anlayışı, tarihsel materyalizme yabancı. Çıkarlar konusunda geliştirilecek her türden anlayış, kapitalist birikimin tarihini esas almalı.

Bu tarih incelendiğinde, şiddetin ana unsur olduğu görülecektir. İlkel birikim ve savaşlar, sömürgecilikte vazgeçilmez olgulardır. Bunların mantığı, durgunluk, kıtlık ve soykırım yoluyla serveti çekip kendi kasasına akıtmak üzerine kuruludur. Buna bugün toplumların yok edilmesini ve “atığın birikimi” meselesini (Kadri, 2023; Patnaik & Patnaik, 2021) de eklemek gerekmektedir.

“Lobi Amerika’yı yönetiyor” anlayışının kaynağı, Soğuk Savaş döneminde geliştirilen modernizasyon teorisi. Bu teoriye göre, ABD’nin inşa ettiği ticaret ve kalkınma faaliyetlerinin ana binasına girildiğinde ABD tarzı birikim, kalkınma ve sanayileşme yoluna da giriliyor. Oysa tarih, henüz böyle bir şeyi kaydetmiş değil.

ABD’nin tercihi daha çok sıcak savaşlar yönünde (Kolko, 1986). Burada amaç, ülkeleri ana hammadde ihracatı ile tarımdaki yoğunlaşmayı esas alan modellere entegre etmek, onları stratejik açıdan belirlenmiş bölgelerde ihracat güdümlü sanayileşmeyi temel alan yeni uluslararası işbölümüne dâhil etmek ve teknolojiyi merkezde toplamak.

Mevcut kutuplu sistemi ayakta tutmak adına ABD, sermaye, teknolojik gelişim ve endüstriye ait özerk bir yapı inşa etmek yerine, çevre ülkelerini bir alt seviyede entegre ediyor. Japonya ve Almanya’nın yeniden sanayileşmesine ve ülkelerine inşa etmelerine bu sebeple izin verildi. Bunun tek şartı, bu iki ülkenin ABD’nin elindeki savunma şemsiyesinin altında, Soğuk Savaş’ta devrimci Çin ve Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılan kuşatma mekanizmalarının bir parçası olarak durmasıydı.

Bu dönem boyunca Arap-İran bölgesi, esas olarak ABD’nin öncülük ettiği dünya sistemine önce petrol kanalları (Kolko & Kolko, 1972) ardından da silah satışları üzerinden entegre edildi. Altmışların sonunda savaş sayesinde bölge, ABD’nin birikim stratejisiyle bütünleşti. Bu süreçte bölgedeki istikrarsızlık tohumlarını İsrail ekti, bölgedeki silah alımları için sürekli gerekçe üretti (Ajl, 2024b).

Seksenler ve doksanlar boyunca bu sisteme hiç halel gelmedi. İsrail’in bu dönemde Filistinlilere ve Arap devletlerine yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlar, Arapların zayıflığının ve biçareliğinin kanıtı gibiydi. “Yenilgi hali”, bu dönemde kökleşti (Kadri, 2014).

Öte yandan, ABD’nin bölgeye yönelik saldırıları, yaptırımlar ve ülkeleri geri bıraktırma çabaları aşamasından Irak ve Libya devletlerini ortadan kaldırma, Suriye’de yıkıcı sonuçlar doğuran vekalet savaşı, Suriye ve Yemen’de savaş ve yaptırımlar yoluyla kıtlığa sebebiyet verme aşamasına geçti. Bu süreçte söz konusu ülkelerin önemli bir kısmında sermaye birikimi yok oldu, insan ömrü kısaldı. Buradan söz konusu saldırı süreci Gazze’de zirvesine ulaştı. Bu politikalara ABD’deki politik elitler tam destek verdiler.

Bu “Lobi tezi”, bize emperyalizmin yönetim mekanizmasının daha rasyonel politikalar uyguluyorken bu ülkeleri istikrarsızlığa sürükleyen savaşın onu yolundan saptırdığını söylüyor. Görece zayıf olan ikinci hipotez ise İsrail saldırıları ve ondaki intikamcılık olmasaydı, Arap bölgesinin Üçüncü Dünya’daki parçalı sanayileşme ve tarımdaki yoğunlaşma gibi dinamiklerin damgasını vurduğu diğer bölgeler gibi olacağı üzerinde duruyor.

Oysa bu ikinci tez iki açıdan tarihe kör:

1. Bu tez, Afrika’nın büyük bölümü ithal ikamecilik ve ihracat güdümlü ekonomi üzerinden (Ossome & Naidu, 2021; Yeros, 2023) sanayileşme sürecinin dışında tutulurken, ihraç mallarının Doğu Asya’ya hâkim olduğu koşullarda Latin Amerika’daki eskiden beri emperyalizme bağımlı olan ülkelerin “prematüre” (Sato & Kuwamori, 2019) bir sanayisizleşmeye evrilmesinde olduğu gibi, dünya ölçeğinde görülen fazla sanayileşme sorununu görmezden geliyor.

2. Bu tarih dışı teorik çerçeve, ABD’nin yönettiği birikim sürecinin dayandığı genel sistem içerisinde birbirinden farklı bölgelerin birbirinden farklı roller oynadığı gerçeğini göz ardı ediyor.

Petrol, dünya piyasaları için zaruri olan, epey ticarileşmiş, yoğun bir metayı temin eden bölgeyi ayrıksı kılan ana unsur. Petrol üretimi, dünya ölçeğinde üretim baskılansın diye işleme tabi tutulmak, daha doğrusu, sabote edilmek zorunda (Blair, 1976; Wolfe-Hunnicutt, 2021). Petrol satışları dolar üzerinden gerçekleşiyor. Bu anlamda, bu satışlar petrodoların geri döngüsünün ana kaynağı, oysa bu döngü İsrail için bir “engel” (Spiro, 1999).

ABD’nin bölgede uyguladığı politikalar, kesintilerin dayatılması yoluyla uygulanan sistem yanlısı politik mühendisliğin ana yöntemleri olarak yaptırımlara ve gelir azaltma girişimlerine gayet uygun (Doutaghi, 2024; Doutaghi vd., 2022). Bu düzlemde ABD ve İsrail’in Arap-İran bölgesinde savaş ve yaptırımlar üzerine kurduğu düzen, ABD’nin işlettiği toplam birikim sürecine tek bir sorun bile çıkartmıyor. Gelir eşitsizliği, hisse senedi getirileri gibi ABD’nin elindeki zenginliğin ve gücün sağlam olduğuna dair göstergeler, bunu söylüyor.

Esasında İsrail ve ABD’nin savaş ve yaptırımlar üzerine kurulu düzeni, dünya genelinde ABD’nin ajandasına silahla ya da silahsız karşı gelen her türlü gücün dağıtılması konusunda önemli katkılar sundu. Bu ajanda dâhilinde alternatif sermaye birikimi merkezleri dağıtıldı, onlara eşlik eden devletler etkisizleştirildi, Küba ve Venezuela’da devlet iktidarını ele geçirmiş olan projeler budandı ve deforme edildi.

Soykırımın, kıtlığın ve sivillere yönelik katliamların hüküm sürdüğü, her yanı saracak savaş riskinin gündemde olduğu koşullarda, İsrail’in ABD’nin elindeki güç açısından yol açtığı tehlikelere işaret edenlere şu soruyu sormak gerekiyor: “ABD, Filistin’deki silahlı milislerin ve bölgedeki müttefiklerinin kendisine bağımlı olan devlet olarak İsrail’in yenilmesine izin verebilir mi?”

ABD, bölgedeki güvenlikle alakalı düzenlemeleri ve politikaları aracılığıyla, küresel birikime hizmet eden politik siperler örüyor. Bu küresel birikimse petrodolarlar, finans, silah, sınırlı sanayileşme ve kapsamlı hizmetler, ayrıca ihracat güdümlü tarım üzerinden gerçekleşiyor. Ayrıca ABD, dünyanın askerileşmesini istiyor. Bu anlamda İsrail’i ABD silahlarına, kontrgerillasına ve teknolojik değerin oluştuğu kanallara bağlıyor. Bu süreç, Arap coğrafyasındaki işçi sınıfının ilgili sistemin çıkarları adına mağlup olmasına neden oluyor.

Filistin Yönetimi, Arap coğrafyasındaki yeni sömürgeci ve sistem yanlısı güçlerin Filistin’deki yankısı olarak tasarlandı. Bu teşkilâtın amacı, Filistin demokrasisini ve direniş faaliyetlerini ezmek, ayrıca milyarlarca doları bulan emlâk değeri ve yürüyen altyapı geliştirme çalışmalarıyla Batı Şeria’daki geniş alanları ve 600.000 yerleşimciyi içine alan, İsrail eliyle yürürlüğe konulmuş yerleşim projesini istikrara kavuşturmak. Filistin Yönetimi’nin bir amacı da Filistinli sürgünlerin cumhuriyetçi ve devrimci hareketler içerisinde önemli roller üstlendiği Arap devletlerini istikrarsızlaştıran bir yangın olarak Filistin’i söndürmek (Kazziha, 1975, 1985).

İsrail’in “içsel” çelişkilerinden bahsetmişken, şunu belirtelim: bu yerleşim projesi, toprak ve kaynakların ilkel birikim sürecine tabi kılınması yoluyla Filistinlilerin sırtının yere getirilmesini, bunun yanında, Filistin’in silahların ve diğer İsrail yatırımlarının sınandığı laboratuvar işlevi görmesini ifade ediyor.

Yeni sömürgecilik ve işbirlikçilere yaslanan kuşatma faaliyeti, Filistin halkını “şeyleştiriyor” (Césaire, 2001). Bu şeyleştirme gayretinin karşısına Filistin, 2023 yılında “tarihi hatırlatan” bir eylemlilikle çıktı (Allday & Omar, 2023). Tarihte açılan bu yarığı kimse öngörmüyordu. Onun yol açtığı sonuçları şimdiden öngörmek isteyenler, olmayanı varmış gibi düşünmenin alanına girmek zorunda.

Gene de bugün elimizde kimi bilgiler mevcut: Eğer Hamas, 1967 öncesi sınırların kabulünü karşı tarafa kabul ettirirse, şu an yerleşimlerde yaşayan İsraillilerin yüzde onu evlerini boşaltmak durumunda kalacak. Bunun sonucunda yüz binlerce ev yapılacak, netice Yahudi sağı harekete geçecek. İç savaş çıkma veya toplumsal dağılma riski gündeme gelecek. Dolayısıyla, politik alanı düzenleyenlerin tek derdi, İsrail’deki statükoyu değiştirme becerisine sahip politik güçleri etkisiz kılmak, budamak veya parçalamak ki bu, Filistin Yönetimi’nin de gayet iyi bildiği bir gerçek.

Filistin Yönetimi’nden bir yetkili, bu sebeple “Hamas’ı yok edin, İsrail onu yok etmezse biz bittik” diyor (Aktaran: Faleh, 2023). Çünkü Hamas, İsrail ve ABD’nin kontrol altına alamadığı veya iç edemediği, ne kadar güç uygularsa uygulasın yok edemediği bir politik güç.

Hamas ve onun Gazze ile Batı Şeria’daki milisleri, Arap coğrafyasındaki ABD ve İsrail’in 1967’deki milliyetçi devletlerden oluşan Arap cephesine yağdırılan toplardan beri ana çalışma tarzı dâhilinde işçi sınıfına dayattığı politik-askeri yenilgiye meydan okuyorlar. Eğer Gazze’de ABD ve İsrail kaybeder, Hamas hayatta kalırsa Filistin Yönetimi, dolayısıyla İsrail istikrarsızlaşır, ayrıca İsrail ekonomisi savaş yüzünden ciddi kayıplar yaşar. İstikrarsızlaşma, hatta devletin çöküşüyle birlikte yüz milyarlarca dolar değerindeki ekonomik varlık ile yüksek teknolojiye yönelik sermaye yatırımları, buhar olur. Ayrıca bu asimetrik savaşta karşı tarafın yaşayacağı yenilgi, elde silah dövüşen farklı örgütleri ve yüz binlerce insanı yüreklendirir, Batı’nın askeri gücünün Batı Afrika’da olduğu gibi yenilebildiğini veya defedilebildiğini gören herkese cesaret verir, Rusya ile Çin’e yönelik caydırıcı adımlar hükmünü bir bir yitirir.

Sermaye kaybı muhayyeldir. İsrail, bir engel olarak görülmeye başlanır. Zira sermaye, kesintisiz askerileşme ve ilkel birikim süreci olmaksızın işlemez. Sermayenin biriktiği rakip merkezler hükmünü yitirir veya buharlaşır. Şiddet, bunun için devreye sokulur. Bu sürecin sonunda sermaye, dünya ölçeğinde birikim sürecine destek olan politik adımların yol açtığı kayıpların ağırlığından kurtulma yoluna da gidebilir.

Sonuçta belki de ortaya, tarihte varolmayan bir kapitalizm çıkar. Alternatif birikim merkezleri ve askeri güçlere varolma imkânı sunan, Üçüncü Dünya devletlerine finansal ve askeri düzlemde alan açan bir kapitalizmdir bu. Bunun ABD’nin arzulamadığı bir kapitalizm olduğu açık.

Bugün görülüyor ki Hamas ve bölgede ona müttefik olan devletler ve milis güçler, ABD’nin karşısına en uygun değilse bile ona yakın bir sonucun ve tercihler kümesinin çıkmasını sağlıyorlar. Bu koşullarda İsrail, ABD’nin içteki hegemonyası üzerinden bakıldığında, artık daha az cazip bir müttefikmiş gibi görünüyor. Ama aynı zamanda işleyen süreç, ABD yönetici sınıfının her şeye kadir olmadığını da ispatlıyor.

Bu da bizi iki önemli soruyla baş başa bırakıyor:

1. Lobi, madem ABD dış politikasının genel çerçevesini önemli ölçüde etkilemiyor, sadece sınırlı bir etkiye yol açıyor, o zaman bu lobi, esas olarak ne yapıyor?

2. Bu gerçek üzerinden stratejiyle alakalı ne tür sonuçlar çıkartabiliriz?

Esasında kapitalizm, politik düzlemde, şiddetin ülke dışında hüküm sürmesiyle alakalı adımlar üzerinden tasarlanması gereken bir şey değil. Şiddet ve politik baskılar, kapitalizmin politik ve kültürel çerçevesini güvence altına alacak tarzlar. Öz olarak kapitalizm, bu çerçeve dâhilinde politik onayı alıyor ve daha rahat işliyor. Dolayısıyla, lobi denilen şey, sahip olduğu arayüzle esas olarak hegemonyanın teşkil edildiği düzeyde faal. Lobi, politik kültürü kendi kalıbına dökerek, Siyonizm yanlısı konum üzerinden muhalefeti disipline ediyor, uluslararası ölçekte karşımıza çıkan politik, kültürel, düşünsel ve örgütsel alanlarda ise Siyonizmi propaganda ediyor, daha da özelde, kendisini Yahudi olarak tanımlayan ABD’li orta sınıfları Siyonizme örgütlüyor (Feldman, 2016). Sonuçta tarihsel planda Filistin (ABD’nin İsrail’e verdiği destek üzerinden) altmışların savaş karşıtı hareketinde ve Siyahî Güç hareketinde (Levin, 2017), seksenlerin nükleer karşıtı solunda (Ahmad, 2006) ve 2000’lerin başındaki eylemlilik sürecinde (INCITE!, 2017) karşılık buluyor. Ayrıca bu Amerika’nın Ulusal Güvenliği Yahudi Enstitüsü gibi biçimler alan “Siyonist” veya “Yahudi” lobisi, gerçekte Pentagon binasındaki danışmanların girip çıktığı bir tür döner kapı işlevi görüyor. Bu Pentagon binasındaki danışmanlarsa İsrail lobisinden çok silah lobisinin üyeleri.

Lobiye bağlı kurumlar, ırkçılık, Siyonizm ve emperyalizm karşıtı örgütlere ve örgütçülere karşı başvurulan, disipline edici bir mekanizma olarak iş görüyor. Ayrıca bu kurumlar, ırkçılık karşıtı örgüt ve kişilerle mücadele eden gerici örgütleri ve girişimleri besliyor. Gericiliğin politikası, bağışları alacaklara yönelik tercihlere nazaran daha az tutarlılık arz ediyor (IJAZN, 2015).

Lobinin ilk elden görünmeyen bir sonucu da onun sosyal adalet veya savaş karşıtı çalışmalar etrafında oluşmuş genel ilerici uzlaşma düzleminde “Filistin’i istisnai” gören anlayışların zemin bulmasını sağlaması. Bu bağlamda, Filistin’i desteklemek, sistem karşıtı veya enternasyonalist politikanın bir alameti hâline geliyor, hatta Üçüncü Dünya ülkelerinde, örneğin İran’da rejim değişikliğini savunan görüşlerle ilişkilendiriliyor.[7]

Esasında lafta anti-Siyonist olan kesimler, Siyonizmle mücadelenin gerçekte yükünü omuzlamış olanlara dair hiçbir şey söylemiyor, hatta bazen onlara açıktan karşı çıkıyorlar. ABD saldırıları karşısında lal olan enternasyonalizm karşıtlığı, ilerici entelektüel alana, özellikle Batı akademyasına hâkim oluyor.

Strateji düzleminde ise lobi, ABD-İsrail’in yürüttüğü sömürgeleştirme çabalarına yönelik muhalefetin diğer muhalif kesimlerin yüzleşmediği çatlaklarla yüzleşmesini ifade ediyor. İran ve Suriye’ye yönelik saldırılar konusunda çalışma yürüten daha ufak lobiler var ama bunlarda İsrail lobisindeki güç yok. Ama gene de bu yapılar, ABD’nin Suriye’yi işgal ettiği sürece karşı gelenleri örgütsüz kılma konusunda epey başarılı oldular.

Lobiden söz eden tez, bir yandan da önemli bir hususun gündeme gelmesini sağladı: bu tez sayesinde ABD’nin İsrail’in askeri faaliyetlerine ve sömürgeciliğine sunduğu desteğe onay veren kesimler içindeki çatlaklar ve kopuşlar görünür oldu.

Lobi üzerinden yürüyen tartışma, ABD’nin jeopolitikasını ciddiyetle ele almasa da, ABD’nin tarihi Filistin’de Arapların inşa edeceği demokrasiye destek olup olmayacağı sorusunu gerektiği şekilde değerlendirmeye tabi tutmasa da Batı yarıküredeki sistem karşıtı aktörlerin hedefiyle ilgili meselelerin gündeme gelmesini sağladı. İsrail’e uluslararası planda ve ABD içerisinde gerçekleştirilecek her türden itirazın, ABD, AB ve Körfez’deki yönetici sınıfların İsrail’in uyguladığı şiddete destek sunma politikasının ve Arap coğrafyasındaki sömürgeciliği normalleştirme çabalarının neticesinde ödeyeceği bedeli artırdığını görmek gerekiyor.

Bir de Lobi tezini sağından solundan düzeltmeye çalışan ama marjinal kalan bir materyalist yaklaşım var. Bu yaklaşım, Filistinlilerin millet olarak maruz kaldıkları zulmün dünya genelindeki birikim sürecinde oynadığı rol ile Arap ülkeleriyle İran’ın politik egemenliğini savunan veya o egemenliği arzulayan güçlerin yan yana gelişinin bu konjonktürde oynadığı sistem karşıtı rol üzerinde duruyor. Bu bakış açısı, Hamas’ı gardiyan teorisi üzerinden ele alıyor ve örgütün “İran’dan gelen askeri rantı muhafaza etmeye çalışan bir güç”, yani “yabancı kapitalistlerle yapılan alışverişlerde aracı konumu üzerinden devasa gelirler elde eden toplumsal bir yapı” olduğunu söylüyor. Bu bakış açısının debelendiği çamurun adı, ekonomizmdir. Bu yaklaşıma sahip olanlara göre “Hamas, proletaryayla aynı çıkarlara sahip değildir” (Minassian, 2023). Bu anlamda, bu ekonomist isimler, yerleşimci-sömürgeciliğin saldırıları karşısında politik egemenliğe kavuşma konusunda işçi sınıfının nesnel çıkarı olduğunu göremiyorlar.

Batı’daki Filistin Hareketi

2005 sonrası Filistinlilerin haklarına kavuşmasını talep eden BDS hareketi, onca baskıya, ayrıca liberal ve sol çevrelerde de görülen Müslüman, Arap ve Filistinli karşıtı ırkçılığa rağmen hızla büyüdü. 2013 sonrası bu hareket açıktan kabul edilmese de kısmen içteki iki kanat, devletlerden farklı düzeylerde baskı gördüğü için bölündü. Bu bölünme, esasında tarihsel planda Fetih’te, sonrasında Filistin Yönetimi’nde ve diaspora dâhilinde farklı biçimler alan normalleşme yanlısı örgütlerde somutlaşmış olan Filistin sağının yeniden ortaya çıktığının göstergesi.

Esasında tarihsel süreçte politik spektrumun en ucunu hep bu kesimler işgal ettiler. Fetih’in sağ kanadı, Aksa Şehitleri Tugayı içerisindeki sistem karşıtı unsurları bir biçimde muhafaza ederken, sola sapan kadrolar, sonrasında İslami Cihad’ı kurdular (Sing, 2013). Ama bu kesim, İkinci İntifada’nın sonlandırılmasıyla birlikte yok oldu.

Politika boşluk kabul etmez. Bahsini ettiğimiz, esasen belirli sınıfsal çıkarların karşılığı olan sağı bugün Ulusal Boykot Komitesi, Amerika ve Avrupa’daki Filistinli sürgünlerin ve diasporanın faaliyetlerine yön veren, ABD Filistinlilerin Hakları Kampanyası, Yahudilerin Barış Yanlısı Sesi, Filistin Dayanışma Komitesi gibi STK’lar ile BDS Ulusal Komitesi oluşturuyor. Silahlı mücadeleye açıktan karşı çıkan bu güçler, BDS içerisinde silahlı mücadeleye destek sunan örgütlerin kendilerini bu mücadeleyle tanımlamasına izin vermediği gibi, bu belirlenen hatta itiraz eden örgütleri ve kişileri BDS’den atıyor.

Bu bahsini ettiğimiz bölünme, Şam’daki Tahran elçiliğinin bombalanması karşısında 14 Nisan’da İsrail’e yönelik gerçekleştirilen misilleme eylemi sebebiyle İran’ın kötülenmesine yönelik kampanyada açık biçimde hissedildi. Bu üzerinde durduğumuz “sağcılar”, araştırma faaliyeti yürüten ağlarda, Kıbrıs İnşaat Şirketi’ne ait (Filistin diasporasındaki en zengin vakıf olan) Sabbah Vakfı’nda, Şebeke isimli, Rockefeller Vakfı’nın ve Alman Heinrich Böll Vakfı’nın fonladığı vakıfta ve Körfez ülkelerindeki Filistinli kapitalistler ve yatırım bankacıları dâhilinde epey güçlü bağlara sahipler. Bunların işi, Filistin sağını ideolojik açıdan meşrulaştıracak bir yapı meydana getirmek.

Bu sağın iki özel becerisi var:

1. Mücadelenin bölgeselleşmesine mani oluyor, yani kitlelerin Yemen ve Hizbullah konusunda sessiz kalmasını sağlamak için uğraşıyor;

2 ABD’nin Suriye ile Libya’ya yönelik gerçekleştirdiği savaşa destek sunuyor, ayrıca uluslararası hukuk veya onun strateji düzleminde verimsiz olduğu iddiası üzerinden silahlı mücadeleye karşı çıkıyor (Baconi, 2018; Intercepted, 2023). Bu kişilerin dilinde Gazze’ye ve dertlerine asla yer yok (Ajl, 2023a).

Bir de Avrupa ve Kuzey Amerika’daki örgütler içerisinde hâkim olan, ABD ve Avrupa’daki doğrudan eylem hareketleri içerisinde yer alan “radikal” bir kanat var. Bunların üyeleri, esas olarak sürgüne giden ilk kuşak Filistinlilerin içinden çıkmış organik aydınlar ve sürgündeki hareketlerde yer alan gençlerden oluşuyor. Bu insanlar, Batı Şeria’da, Gazze’de ve Lübnan gibi yerlerde çalışma yürütüyorlar, seslerini Mondoweiss ve Electronic Intifada gibi platformlarla akademi dışı yayınlar üzerinden duyuruyorlar. Silahlı direnişi savunan bu kesim, ABD’nin Arap coğrafyasına yönelik müdahalelerine karşı çıkıyorlar.

Hareketin her iki kanadı da kriminalize edilmese de yaptırımlarla yüzleşiyor. Çünkü Avrupa ve ABD, devlet düzeyinde BDS hareketine veya Siyonizm karşıtı fikirlerin açıktan ifade edilmesine zerre hoşgörü göstermiyor.

Terörle mücadele yasalarının radikal hattı benimseyenleri ezdiği koşullarda, onca baskının karşısına daha az radikal olan bir hatla çıkılıyor. Bu noktada “yumuşak” dil tutturan sivil toplumcu kontrgerilla faaliyetleri, akademi içerisindeki disipline edici adımlarda karşılık buluyor. Böylece ortaya akademi ve popüler fikir düzleminde Filistin ve İsrail konusunda uzlaşmacı bir anlayış çıkıyor. Burada asıl radikal olanın Filistin olduğu gerçeği üzerinden, dile getirilen stratejiler arasındaki farklılıklar göz ardı ediliyor. Milli hareket içerisindeki farklı güçler, birbirinden kopuk ve tek tek ele alınıyor. Milli hareketin sürgündeki hareketlerle ve sivil toplum kuruluşları arasındaki bağ ve bu unsurların sınıfsal niteliği bulanıklaştırılıyor.

Sonuç Bölümü Vesilesiyle Geleceğe Dair Notlar

Bu yazının yazıldığı sıralarda İsrail, açlık kuşatması üzerine kurulu savaş pratiğine, Gazze içerisinde ara sıra gerçekleştirilen baskınlar aşamasına ve kesintisiz bombalama faaliyetine geçiş yaptı. Nisan 2024 başından itibaren İsrail askerlerinin önemli bir bölümünü Gazze’den çekti. Şehri harap eden İsrail, 18 milyar dolarlık bir zarara yol açtı, tüm üniversite sistemini çökertti, Şifa Hastanesi’ni yıktı, kuzeydeki ve orta kesimdeki tüm evleri kullanılamaz hale getirdi.

Buna karşın, İsrail’in üst düzey analizcileri, ülkelerinin sadece İsrail-Filistin düzleminde değil, bölge düzleminde de yenildiğini kabul ettiler:

“Gerçek şu ki savaş dâhilinde belirlenmiş hedeflere ulaşamayacağız. Hamas yok edilemez. Rehineler, askeri baskı uygulayarak geri alınamayacak. Güvenlik yeniden tesis edilemeyecek.” (Levinson, 2024).

Eğer savaş, politikanın bir uzantısı ise Washington ve Tel Aviv’deki operasyonel düşünce şunu tespit ediyor olmalı: Eylem düzleminde çatışma sürecinden yenilgiyle çıkılması durumunda zafere bilinçli yaratılan kıtlığın uygulayacağı “dolaylı” şiddetle ulaşılabilir. Bu kıtlık üzerine kurulu şiddet eylemine İsrail’in Filistin’in karasını, denizini ve havasını kontrol altına almasına yönelik dolaysız şiddetle destek sunulmalı.

Savaşın tırmanma riski ortadan kalkmış değil. İsrail, Gazze’yi yaşanılmaz bir yer haline getirme hedefine ulaştı. Bu hedef, tek muhtemel stratejik seçenek aktarılırken dillendirildi. Bu stratejiye göre Sinvar ve Hamas’ın diğer liderleri, salgın hastalık ve kıtlık için atılacak adımlar üzerinden saklandıkları yerden çıkacak, böylelikle askeri-politik liderlik kuşatma savaşı üzerinden bu isimler diz çökmeye mahkûm edilecekti.

Onca şeye rağmen Hamas, askeri kapasitesini yitirmedi. Hatta görebildiğimiz kadarıyla Gazze’ye yeni yardımlar geldi. Politik pazarlıklar dâhilinde yapılmış olmasına ve sınırlı bir nitelik arz etmesine rağmen bu yardım önemli.

Bugün sayısız senaryo dillendiriliyor. İnsani düzeyden bakıldığında, bu savaşın kazananı olmayacak. Politik düzeyde ise İsrail, eski konumuna kavuşma imkânı bulamayacak. Politik egemenliğe, toprak bütünlüğüne ve silaha dayalı birikim sürecinin güvenliğine ihtiyaç duyan küresel birikim mekanizmasının bir dişlisi olarak İsrail’in geleceği de ABD ve NATO için oynadığı bölgesel jandarma rolü de riske girdi. Şurası artık kesin: 7 Ekim her şeyi değiştirdi.

Max Ajl
5 Haziran 2024

[Kaynak: Agrarian South: Journal of Political Economy, Cilt 13, Sayı 2, s. 200-217.]

PDF


Dipnotlar:
[7] Bu noktada, bazen İran İslam Cumhuriyeti’ni İsrail’le kıyaslayan, bu devlet yanlısı yazıları ve yayınları “savunmacı” çalışmalar olarak niteleyen, İran İslam Cumhuriyeti’ni “özgürlük” adına yıkmak isteyen, diasporadaki isimlerin oluşturduğu Jadaliyya [“Polemik”] sitesinin İran sayfasında bazı yazıların yayımlanmaması üzerinde durulabilir. Bkz.: Eshaghi (2020) ve Farnia (2023).

Kaynakça:
Abdel, K. N. (2013). Economic repercussions for the dissolution or collapse of the PA. Palestinian Center for Policy & Survey Research.

Abdo, N. (2014). Captive revolution: Palestinian women’s anti-colonial struggle within the Israeli prison system. Pluto Press.

Abu-Sittah, G. (2020). “Forum on biospheres of war: A discussion on the rights of future generations.”, Jadaliyya.

Ahmad, A. (2004). Iraq, Afghanistan, and the imperialism of our time. Leftword Books.

Ahmad, E. (1971). “Revolutionary war and counter-insurgency.” Journal of International Affairs, Sayı. 25(1), s. 1–47.

Ahmad, E. (2006). “Cracks in the Western world(view).” Yayına Hz.: C. Bengelsdorf, M. Cerullo & Y. Chandrani, The selected writings of Eqbal Ahmad içinde (s. 232–41). Columbia University Press.

Ajl, M. (2014). “From containment to counterinsurgency in the Gaza strip”, Jadaliyya.

Ajl, M. (2015). “What’s wrong with the Iran deal.” Warscapes.

Ajl, M. (2023a). “Interview with Mohammed Majdalawi.” Agrarian South Network Research Bulletin, Sayı. 19, s. 1–9.

Ajl, M. (2023b). “Logics of elimination and settler colonialism: Decolonization or national liberation?” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 259–283.

Ajl, M. (2024a). “Palestine: Solidarity or National Liberation?” Middle East Critique, yakında yayımlanacak.

Ajl, M. (2024b). “Palestine’s great flood: Part I.” Agrarian South: Journal of Political Economy, Sayı. 13(1), s. 62–88.

Al-Asaad, S. (24 Kasım 2023). “Palestinian cause is one of the first priorities of Yemen’s policy.” Tehrantimes.

Alavi, S. (2017). “Iran’s relations with Palestine: Roots and development” [Doktora Tezi]. School of Oriental and African Studies.

Alavi, S. (2019). Iran and Palestine: Past, present, future. Routledge.

Albanese, F. (26 Mart 2024). Anatomy of a genocide: Report of the special rapporteur on the situation of human rights in the Palestinian territories occupied since 1967 (A/HRC/55/73) (Advance Unedited Version). Human Rights Council

Aljazeera. (5 Eylül 2018). Israel says it launched 200 strikes in Syria since 2017. Jazeera.

Allday, L. & Omar, A. (16 Kasım 2023). “An unyielding will to continue:” An interview with Abdaljawad Omar on October 7th and the Palestinian Resistance. Ebb.

Anon. (2023). Istitlaa. Mawqa’ Amman Net. Amman.

Asharq Al Awsat. (16 Ekim 2023). “Israel targets Aleppo, Damascus airports 10 times in over a year to fight Iran.” Aawsat.

Asharq Al Awsat. (23 Ocak 2024). “Hamas: Communication network via special hubs, written messages.” Aawsat.

Baconi, T. (2018). Hamas contained: The rise and pacification of Palestinian resistance. Stanford University Press.

Barakat, R. (2021). “Ramadan does not come for free:” Refusal as new and ongoing in Palestine. Journal of Palestine Studies, Sayı. 50(4), s. 90–95.

Bhungalia, L. (2023). Elastic empire: Refashioning war through aid in Palestine. Stanford University Press.

Blair, J. R. (1976). The control of oil. Pantheon Books.

Césaire, A. (2001). Discourse on colonialism. Monthly Review Press.

Cohen, S., & Doumani, B. (1981). “Contesting Zionism: Two views of the question of Palestine.” MERIP Reports, Sayı. 100/101, s. 44–48.

Doutaghi, H. (2024). “Wealth drain and value transfer: A study of the mechanisms, harms, and beneficiaries of the sanctions regime on Iran” [Doktora Tezi]. Carleton University.

Doutaghi, H., Mullin, C., & Farnia, N. (21 Aralık 2022).” How sanctions are a weapon of imperialism, used to subordinate the global South” Geopoliticaleconomy.

Dunning, T., & Iqtait, A. (2023). “Arming Palestine: Resistance, evolution, and institutionalisation.” Yayına Hz.: M. Eslami & A. V. G. Vieira, The arms race in the Middle East: Contemporary security dynamics (s. 171–93). Springer.

Eshaghi, P. (22 Kasım 2020). “Mourners in common: Qassem Soleimani, Mohammad Reza Shajarian, and the ´pattern´ of Iranian culture.” Jadaliyya.

Faleh, A. (2023). “October 7th: The permanent death of the Oslo Accords.” Ebb.

Farnia, N. (2023). “The Iranian-American intelligentsia in U.S. foreign affairs: Ahistoricism, anti-Structuralism, and the production of idealism.” Middle East Critique, Sayı. 32(2), s. 243–258.

Feldman, K. (2016). A shadow over Palestine. University of Minnestota.

Gowan, P. (1999). The global gamble: Washington’s Faustian bid for world dominance. Verso.

Haider, A. (2021, May 27). “Land and existence in Gaza.” Viewpointmag.

Hanaysha, S. (2023). “‘Little Gaza’ in Jenin refugee camp: The resistance fights for survival.” Mondoweiss.

Hanieh, A. (2011). “The internationalisation of gulf capital and Palestinian class formation.” Capital & Class, Sayı. 35(1), s. 81–106.

Higgins, P. (2018). “The enemy at home: U.S. imperialism in Syria.” Viewpointmag.

Higgins, P. D. (2023). “Gunning for Damascus: The US war on the Syrian Arab Republic.” Middle East Critique, Sayı. 32(4), s. 1–25.

Hroub, K. (2017). “A newer Hamas? The revised charter.” Journal of Palestine Studies, Sayı. 46(4), s. 100–111.

Hussein, A. Q. (2021). “The evolution of the military action of the Izz Al-Din al-Qassam Brigades: How Hamas established its army in Gaza.” AlMuntaqa, Sayı. 4(1), s. 78–97.

INCITE! Women of Color Against Violence. (2017). The revolution will not be funded: Beyond the non-profit industrial complex, yeni basım. Duke University Press Books.

Intercepted. (2023). Historian Rashid Khalidi on Israel’s long reign of violence. Intercept.

International Institute for Strategic Studies (IISS). (2021). Open-source analysis of Iran’s missile and UAV capabilities and Proliferation. ISS.

International Jewish Anti-Zionist Network (IJAZN). (2015). The business of backlash.

Kadri, A. (2014). Arab development denied: Dynamics of accumulation by wars of encroachment. Anthem Press.

Kadri, A. (2016). The unmaking of Arab socialism. Anthem Press.

Kadri, A. (2017, April 19). “Imperialist reconstruction or depopulation in Syria and Iraq.” Network.

Kadri, A. (2023). The accumulation of waste. Brill.

Kates, C. (2014, January 27). “Criminalizing resistance.” Jacobinmag.

Kazziha, W. (1975). Revolutionary transformation in the Arab world: Habash and his comrades from nationalism to Marxism. Charles Knight.

Kazziha, W. (1985). “The impact of Palestine on Arab politics.” The International Spectator, Sayı. 20(2), s. 11–19.

Kolko, G. (1986). Confronting the Third World: United States foreign policy, 1945–1980. Pantheon Books.

Kolko, J., & Kolko, G. (1972). The limits of power: The world and United States foreign policy, 1945–1954. Harper & Row.

Lesch, A. M. (2023). “Prelude to the uprising in the Gaza Strip.” Digitalprojects.

Levin, G. P. (2017). “Arab students, American Jewish insecurities, and the end of pro-Arab politics in mainstream America, 1952–1973.” The Arab Studies Journal, Sayı. 25(1), s. 30–59.

Levinson, C. (11 Nisan 2024). “Saying what can’t be said: Israel has been defeated—a total defeat.” Haaretz.

Majdalawi, M. (12 Mayıs 2021). Başlıksız. Facebook.

Malm, A. (8 Nisan 2024). “The destruction of Palestine is the destruction of the Earth.” Versobooks.

Matar, L., & Kadri, A. (2018). Syria: From national independence to proxy war. Springer.

Mearsheimer, J., & Walt, S. (2006). “The Israel Lobby.” London Review of Books, Sayı. 28(6). LRB.

Minassian, E. (2023). “Gaza: An extreme militarization of the class war.” Brooklynrail.

Mohsen, A. (8 Kasım 2023). Limatha nuqatil [“Neden Mücadele Ediyoruz?”]. Al-Akhbar.

Morag, N. (2023). “Urban warfare: The recent Israeli experience.” Journal of Strategic Security, Sayı. 16(3), s. 78–99.

Mousa, R. (2006). “The dispossession of the peasantry: Colonial policies, settler capitalism, and rural change in Palestine, 1918–1948” [Doktora Tezi]. University of Utah.

Moussaoui, F. (2023). “Imamate’s asymmetrical strategies influence and the empowerment of Ansar Allah” [Doktora Tezi]. Instituto Universitario General Gutiérrez Mellado.

Moyo, S., & Yeros, P. (2011). “The fall and rise of the national question.” Yayına Hz.: S. Moyo & P. Yeros, Reclaiming the nation: The return of the national question in Africa, Asia and Latin America içinde (s. 3–28). Pluto Press.

New York Times. (13 Ocak 2019). “Israel, in rare admission, confirms strike on Iranian targets in Syria.” NYT.

Ofir, J. (2023). “Influential Israeli national security leader makes the case for genocide in Gaza.” Mondoweiss.

Omar, A. (2023). “Hopeful pathologies in the war for Palestine: A reply to Adam Shatz.” Mondoweiss.

Ossome, L., & Naidu, S. (2021). “The agrarian question of gendered labour.” Yayına Hz.: P. Jha, W. Chambati & L. Ossome, Labour questions in the Global South içinde (s. 63–86). Springer.

Patnaik, U., & Patnaik, P. (2021). Capital and imperialism: Theory, history, and the present. Monthly Review Press.

Pearlman, W. (2017). We crossed a bridge and it trembled: Voices from Syria. Harper Collins.

Popular Front for the Liberation of Palestine (PFLP). (1969). Strategy for the liberation of Palestine. PFLP.

Qato, M., & Rabie, K. (21 Nisan 2013). “Against the Law.” Jacobin.

Rabie, K. (2021). Palestine is throwing a party and the whole world is invited: Capital and state building in the West Bank. Duke University Press.

Rezeg, A. A. (2020). “Understanding Iran-Hamas relations from a defensive neorealist approach.” İran Çalışmaları Dergisi, Sayı. 4(2), s. 385–409.

Roy, S. (2016). The Gaza Strip: The political economy of de-development. Institute for Palestine Studies.

Salamanca, O. J. (2011). “Unplug and play: Manufacturing collapse in Gaza.” Human Geography, Sayı. 4(1), s. 22–37.

Samara, A. (1992). Industrialization in the West Bank. Al-Mashriq.

Sato, H., & Kuwamori, H. (2019). “A note on premature deindustrialization” [IDE Discussion Paper, Sayı. 763]. Chiba.

Shavit, A. (6 Ekim 2004). “Top PM aide: Gaza plan aims to freeze the peace process.” Haaretz.

Shlaim, A. (1988). Collusion across the Jordan: King Abdullah, the Zionist movement and the partition of Palestine. Oxford University Press.

Shoufani, Y. (2024). Palestinian class and anti-imperialism. Conference presentation, International Studies Association. San Francisco.

Sing, M. (2013). “From Maoism to Jihadism: Some Fatah militants’ trajectory from the mid-1970s to the mid-1980s.” Yayına Hz.: R. Lohlker & T. Abu-Hamdeh, Jihadi thought and ideology içinde (s. 55–82). Logos. Türkçesi: İştiraki.

Skare, E. (2021). A history of Palestinian Islamic Jihad: Faith, awareness, and revolution in the Middle East. Cambridge University Press.

Skare, E. (2022). “Affluent and well-educated? Analyzing the socioeconomic backgrounds of fallen Palestinian Islamist militants.” The Middle East Journal, Sayı. 76(1), s. 72–92.

Spiro, D. E. (1999). The hidden hand of American economy: Petrodollar recycling and international markets. Cornell University Press.

The Research Unit for Political Economy (RUPE). (2003). Behind the invasion of Iraq. Monthly Review Press.

Ufheil-Somers, A. (26 Mayıs 2015). “Jordan’s longest war.” Merip.

Usher, G. (1995). “What kind of nation? The rise of Hamas in the Occupied Territories.” Race & Class, Sayı. 37(2), s. 65–80.

Usher, G. (2003). “Facing defeat: The Intifada two years on”. Journal of Palestine Studies, Sayı. 32(2), s. 21–40.

Watkins, N. J., & James, A. M. (2016). “Digging into Israel: The sophisticated tunneling network of Hamas.” Journal of Strategic Security, Sayı. 9(1), s. 84–103.

Wolfe-Hunnicutt, B. (2021). The paranoid style in American diplomacy: Oil and Arab nationalism in Iraq. Stanford University Press.

Yeros, P. (2023). “Generalized semiproletarianization in Africa.” The Indian Economic Journal, Sayı. 71(1), s. 162–186.

0 Yorum: