Hintli
yazar Arundhati Roy, 2014’te STK’ların mücadeleyle ilişkilerine ve yol açtığı
tehlikelere dair bir makale kaleme alıyor.[1] Konuyla ilgili daha önceden dile
getirdiği ifadelerle birlikte bu yazı da nasıl oluyorsa, Türkiye’de bilfiil
fonlanan, emperyalist STK’ların maşası hâline gelmiş kurum ve kişilerce
sahipleniliyor. Almanya’dan ve ABD’den para aldığı açığa çıkan, “Ümit Özdağ’a “sizin
sayenizde büyüdük” diyen Medyascope, Roy ile röportaj yapıyor.[2] Soros gibi
yerlerden fonlanan, emperyalist vakıflardan nasıl para alınacağına dair rehber
hazırlayan KaosGL, konuya dair kelam ediyor. Roy’un eleştirisini susturmak için
türlü taklalar atılıyor.
İç
ve dış devletin solculuğunda pratik, bu şekilde işliyor. Tehlikeli olabilecek
unsurlar kuşatılıp iç ediliyor, böylece onlar, kontrol altına alınıyorlar. Bu
solcular nereye bağlılarsa, oranın emirleri uyarınca hareket ediyorlar. Ancak burjuvazinin
modernleşme, ilerleme, batılılaşma ve aydınlanma ile ilgili hamlelerine ajan olabiliyorlar.
O ajanlığı Marksizm ve sosyalizm diye pazarlayabiliyorlar.
Gabriel
Rockhill, CIA arşivinden çıkan bir raporu ele alan bir yazı yazıyor.[3] Raporda
söylendiğine göre CIA, komünistlere ve Marksist teoriye karşı konum alan solcu
Fransız teorisyenlere arka çıkmış. Bugün bu solcu teorisyenleri okuyan solcu
gençler, “Amerika karşıtlığı, antiemperyalizm değildir” diyorlar. Bazıları,
antiemperyalizmin gericilik olduğunu, çünkü emperyalizmin üretici güçlerin
gelişim seyrinde ileri bir aşamaya denk düştüğünü söylüyor. Bu fikir, sırf
Rojava’da savaştı diye, bugün Ukrayna’da gördüğümüz Neonazilere ve oradaki
NATO’culuğa sahip çıkıyor. “Marksizm, on dokuzuncu yüzyıl düşüncesinin, kömür
çağının düşüncesidir” diyen Foucault ve Bookchin gibi isimleri buradaki
solcular pazarlıyorlar, CIA ile aynı yöntemleri kullanarak.
İlginç
olan şu ki, Rockhill’in değerlendirmesini de o Marksizme ve komünizme düşman
olan Medyascope yayınlıyor.[4] Bu da yetmiyormuş gibi, Rockhill’le röportaj
gerçekleştiriyor.[5] Röportajı yapan çevirmen, örtük
olarak Rockhill’i “komploculuk” minderine çekmeye ve orada ezmeye çalışıyor. Yazarın eleştirisi
ve sesi, boğuluyor. Burada esasen, Baba filmindeki
kural işliyor. “Baba’yı kim vurdu?” sorusu üzerine, yardımcısı, “hastaneye ziyaretine ilk
kim gelirse, vuran odur” cevabını veriyor. Bu tür eleştirilere ilk
kim sahip çıkıp, pazara çıkartıyorsa, esasında o eleştirileri boğmak için
uğraşıyor.
Rockhill, yazısıyla ilgili eleştirilere verdiği cevapta, CIA’in amacının komünistleri bölmek, yalnızlaştırmak, komünist parti dışı solu meşru kılmak olduğunu söylüyor.[6] Ayrıca yazar, kimlik politikası konusunda önemli tespitler yapıyor.
Bugün Türkiye ölçeğinde bu eleştirinin mas edilmesi, ezilmesi gerekiyor. Çünkü
sol örgütler, tam da o meşruiyet için çırpınıyorlar, komünist hareketi tasfiye
etmek için uğraşıyorlar. Örneğin bu ülkenin komünist partisi, CIA müdahalesine gerek kalmadan, içeride yapılan hamleyle, KP dışı sol geleneğe teslim ediliyor.
Bugün CIA’ye gerek yok. Belirli solcu kurumlar, bu işleri bizatihi yapıyorlar. Kimlik politikası savunusu, tüm sol siyaseti ele geçiriyor. Bu kurumlar, olası eleştirileri mülk ediniyor, imkânları ortadan kaldırıyor, itirazları dilsizleştiriyorlar.
1920’de resmi komünist partisi kurup, tüm komünist
faaliyetleri yasak eden devlet aklı, CIA’yi ve bugünün STK ve vakıflardan
fonlanan solcuları keserek, bugüne geliyor. Bugün gördüğümüz “komünist” veya “sosyalist”
etiketli siyasetlerin hepsi, bu çizgiye sonuna kadar bağlı.
Bu
çizgi, hayatı boyunca Filistin’e, Arap’a, Müslüman’a düşman olmuş Ayşe Düzkan gibi
isimlerin, Dünya genelinde Siyonist devleti köşeye sıkıştıracak bir pratik
olarak kurulan BDS pratiğinin Türkiye şubesinin başına getirilmesinde karşılık buluyor.[7] Bu tür
pratiklerin ardında, iç ya da dış, illaki devleti aramak gerekiyor. Devlet, pürüz de çapak da sevmiyor.
O devlet, İttihat Terakki’yi “bu topraklardaki ilk devrimci örgüt” olarak niteleyen Merdan Yanardağ’ı her şeyin başına geçiriyor. Her taşın altında o çıkıyor. 12 Eylül’de gözaltına alındıktan sonra nasıl oluyorsa örgütü dağılıyor. Kadrolar, hapse düşüyorlar. Yanardağ ise medyaya yerleştiriliyor. Bir şekilde Aydınlık’ta yayın yönetmenliği koltuğuna oturtuluyor. O Aydınlık, her zaman Pir Sultan’ın köyünde yapılan anma etkinliğini, Salman Rüşdi kitabının yayınlandığı günlerde, Sivas kent merkezine taşıyor.
Bu anlamda Perinçek, saldırının Rüşdi ile alakasının olmadığını söylerken, yalan söylüyor.[8] Solcu hükümetin başta olduğu dönemde o oteldeki insanlar, saatlerce kurtarılmıyorlar. Ordu birlikleri, bir emirle geri çekiliyorlar. Katliam yaşanıyor. Dün Perinçek “CIA”, Bugün Merdan Yanardağ, “İslamcı gericilik” diyerek, bağlı olduğu devleti aklıyor.[9] TKP ise çizdiği karikatürle Madımak’ın yağını çıkartıp, yavan şirket ve bürokrat eleştirisine malzeme etmeye çalışıyor.[10] Kendi şirketini ve bürokrasisini savunuyor.
Aslında hepsi de biliyor katili,
katliamın sebebini. Hepsi de aynı operasyonun parçası olarak hareket ediyor.
Yanardağ gibi isimlerin bir altı, bir de üstü var. Alttakileri hor görüyor, üsttekilere yalvar yakar oluyor. Zizek ile ilgili attığı mesaj da bunun bir sonucu.[11] O, Zizek’in Marksist olmadığını bile bilmiyor. Kendisinin de Marksist ve sosyalist olmadığını bilmiyor.
Yanardağ’ın ağzından çıkan her şeyi bir tür yalvarma, iş dilenme
faaliyeti olarak görmek gerekiyor. Her ettiği laf, Marksizmi ve sosyalizmi
sulandırmayı, CHP çizgisinde boğmayı iş edindiğini ispatlıyor. Görevini layıkıyla ifa ediyor.
Altmışlarda
CIA’in yürüttüğü operasyonun benzerleri, bugün de yürütülüyor. Marksizm ve
sosyalizm dışı, küçük burjuva ve burjuva tüm fikirler, Marksizm ve sosyalizm ambalajında
satılıyorlar. Yanardağ, bu koşullarda, galiba intihalci arkadaşı Emre Kongar’ı da Marksist ve
sosyalist zannediyor.
Küçük
burjuva ve burjuva fikirlerin Marksizm ve sosyalizm diye pazarlandığı ülkede
kimse, doğal olarak Yanardağ’a “Aydınlık’tan, Kurtuluş dergisine, Yalçın Küçükçülükten
ÖDP’ye, oradan CHP’ye, Fethullah’tan televizyon alacak kudrete, Süleyman Soylu'nun tercih ettiği gazeteci sıfatına hangi fikirle ulaşabildin, tek çözüm yolumuz bu ‘siyasi fahişelik’ midir?” sorusunu sormuyor. Kimse bu tür kişilere,
“çalıştırdığın emekçilerin maaşına niye çöreklendin?” sorusunu da yöneltmiyor.
Bugün
kimse, Mahir’in, Hüseyin’in, Ulaş’ın yerlerini devlete ihbar edenlere neden sonrasında
örgüt kurdurulduğunu da sormuyor mesela. Çünkü herkes, düzenin dayatması sonucu “devrim
olmak”tan memnun. Devrime örgütlenmektense nefret ediyor.[12] Örgütlendiği takdirde,
soruların içeriğinin de değişeceğini görmüyor.
CIA’in
Fransız aydınları içerisinde yürüttüğü operasyonun benzerleri, bugün Türkiye’de
de yürütülüyor. Küçük burjuvazi, vazgeçilmez olma düşkünlüğü, işe örgütlenememe
konusundaki inadı, işin başı ve sonu olma takıntısı sebebiyle, devletten ve
sermayeden hep bahşiş ve emir bekliyor. Bu niteliği, sol siyaseti de belirliyor.
Bugün
solcular, AKP bahanesi ardına saklanıp, yoksul, işçi ve ezilen düşmanı olduklarını
açıktan dillendirme imkânı buluyorlar. Önerdikleri Kovid politikalarını,
tümüyle bu düşmanlık tayin ediyor. Şimdilerde Kovid kazanı, yeniden ısıtılıyor. Devletlerin
ve sermayenin kendi ajandası ve planı uyarınca maniple ettiği, kullandığı pandemi
sürecinde kitlelerin boynuna takılacak dizgin olma görevini, sol üstleniyor. Bu
noktada sol, açıktan fayzer türü ilâç tekellerine çalışan kişi ve kurumlara kol
kanat geriyor.
Küçük
burjuvazi, vazgeçilmez olmak, işin başı ve sonunu tayin edebilmek için sürekli devlete ve
sermayeye yalvarıyor. Devletin ve sermayenin mevzilerindeki ilerleme konusunda, kendi
içinde anlaşamasa da küçük burjuvazi, bu ilerlemede pay sahibi olmak, ondan pay
almak istiyor. Bu istek, sol siyaseti de şekillendiriyor. Sol, aydınlanma, ilerleme,
batılılaşma, modernleşme pazarında kendisine yer bulmak için bir devlete, bir
sermayeye yalvarıp duruyor. Buna Marksizm, sosyalizm ve devrimcilik diyor.
Bu
açıdan, bugün “Kovid inkârcılığı”ndan çok “devrim inkârcılığı”ndan söz etmek
gerekiyor. Bizi aşı inkârcılığından, bilim inkârcılığından çok o
ilgilendirmeli. Devrimin mevzileri, aydınlığı, ilerlemesi, coğrafi konumu,
bugünü konuşulmalı. Burjuva devrimlerine bağlılık yemini edenlerle, ittihatçıları ilk ve son devrimciler sananlarla hesaplaşılmalı. Devletten ve sermayeden iş ve ekmek dilenenler, devrimi tasfiye
ediyorlar, bu görülmeli. Altmışlarda Fransa’da CIA’in işini bugün solcular
yapıyor, bu bilinmeli.
Eren Balkır
5
Temmuz 2022
Dipnotlar
[1] Arundhati Roy, “Direnişin STK’laşması”, 4 Eylül 2014, İştiraki.
[2]
Haldun Bayrı, “Arundhati Roy: İnsanlığın Hayatta Kalmak İstediğinden Emin Değilim”,
17 Ekim 2016, Medyascope.
[3]
Gabriel Rockhill, “The CIA Reads French Theory: On The Intellectual Labor of
Dismantling The Cultural Left”, 28 Şubat 2017, Salon. Türkçesi: İştiraki.
[4]
Gabriel Rockhill, “Sartre’a Karşı Foucault: Fransa’da Radikal Solun CIA
Destekli Tasfiyesi”, 14 Ağustos 2019, Medyascope.
[5]
İlker Kocael, “Rockhill: CIA’in Tüm Dünyada Uzantıları Olduğunu Bugün Açık Bir
Şekilde Biliyoruz.” 20 Mayıs 2017, Medyascope.
[6]
Gabriel Rockhill, “Foucault, Anti-Communism & The Global Theory Industry: A
Reply to Critics”, 1 Şubat 2021, Salon. Türkçesi: İştiraki. Rockhill'in eleştirilere konu olan Foucault yazısı için bkz.: İştiraki.
[7]
Eren Balkır, “Zelda”, 20 Haziran 2017, İştiraki.
[8]
Ahmet Nesin’in “Madımak Katliamı’nın Arkasında Doğu Perinçek Var” İddiasına Sert
Yanıt, 17 Eylül 2020, Youtube.
[9]
Merdan Yanardağ, “Madımak Katliamı derin devletin işiydi demek büyük yanılgı”,
2 Temmuz 2022, Twitter.
[10]
“Sait Munzur katliamın gerçek failini çizdi”, 2 Temmuz 2022, Sol.
[11]
Merdan Yanardağ, “Marksist Zizek hayal kırıklığı yarattı”, 3 Temmuz 2022, Twitter.
[12] Maurizio Lazzarato, “Devrime Yeniden Bağlanmak”, 26 Haziran 2022, İştiraki.
0 Yorum:
Yorum Gönder