10 Temmuz 2022

,

Filistin'de Adalet Mücadelesi


Filistinliler kazanıyor. Bu söz, kulağa kibirli, hatta duygusuzmuş gibi gelebilir. Ama önce şunu söylemem lazım: birçok yönden bakıldığında, artık hiçbir şey eskisi kadar kötü değil. Bu kelimeleri yazdığım günlerde, Gazze Şeridi’ndeki bir milyon yedi yüz bin insan, en karanlık günlerini yaşıyordu. İsrail kuşatması ve savaşla geçen onca yılın ardından, birçok insan, günde on sekiz saat elektrik kesintileriyle baş etmeye çalışıyor. Boru namına bir şey kalmadığından, tüm kanalizasyon sokaklara akıyor. Su içilmez durumda, İsrail ve müttefiki olan Mısır’daki askerî rejim, Gazze sınırlarını kapattığı için kaçacak bir yer de yok.

Biraz mesafe alıp baktığınızda, işgal altındaki Batı Şeria’da da durumun nispeten biraz daha iyi olduğunu görüyorsunuz. Kendisini muzaffer gören ve açıktan beyan ettiği biçimiyle, aşırı sağcı olan bir partinin yönettiği İsrail, Filistin toprağından arta kalanları “Yahudileştirmek” için yerleşim politikasını şiddet yoluyla, tüm acımasızlığı ile uyguluyor. Son yirmi yıl içerisinde İsrail işgalinin eksiklerini kapatan, nispeten daha sinsi bir şey daha çıktı karşımıza: Filistin Yönetimi’nin tatbik ettiği işbirlikçi neoliberal rejimi, daha “devlet olma”dan bile önce, halkın sahip olduğu, ekonomik açıdan kendisine yeterli olmaya dair beceriyi ve kontrol yeteneğini onun elinden aldı.

Öte yandan, bugün İsrail vatandaşı Filistinlilerse kendilerini “Yahudi devleti”nde istenmeyen birer casus olarak gören İsrailli liderlerin tahrik ve saldırılarına maruz kalıyorlar. 1948’den beri sürgünde çileler çekmiş Filistinli mülteciler için hayat daha ümitsiz. Filistinli mültecilerin neredeyse yarısının yaşadığı Suriye’deki korkunç iç savaşta yerinden yurdundan olmuş milyonlar içinde iki yüz binden fazla Filistinli de var. Mısır’da Hüsnü Mübarek’in 2011’de devrilmesinden sonra Mısır-İsrail barış anlaşmasının yürürlükten kaldırılmasını tehdit edecek boyuta varan Filistinlilerin haklarına dönük devrimci ifadeler, Filistinlileri günah keçisi ilân eden özel medya ve darbe rejimi eliyle hükmünü yitirdi. Anavatanlarına geri dönmesine mani olunan Filistinliler, bir kez daha üzerinde hiçbir kontrol imkânlarının bulunmadığı, şiddetin hüküm sürdüğü jeopolitikanın insafına kaldılar. Zerre etkisi olmayan, her türden vizyondan mahrum liderlerin yükünü çeken Filistinlilerin kaderi, görünüşe göre, ummanın ortasında salınıp duran kibrit çöpünün kaderine benziyor.

Kimsenin inkâr edemeyeceği tüm bu gerçeklere karşın, kendi kaderini tayin etme hakkı ve kurtuluş için mücadele eden bir halk olarak Filistinliler, politik projelerinin meşruluğundan ve bu projelerin uzun süre varlığını koruyacaklarından hiç şüphe etmiyorlar, hatta içlerinde bu konuda en ufak bir kaygı bile yok.

ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, “Bugün İsrail’in nispeten güvende ve müreffeh olduğu gerçeği, mevcut statükonun yarın varolmayacağı gerçeğini hiçbir şekilde değiştirmez” uyarısında bulunuyor.[1] Kerry’nin krize bulduğu çözümse, seleflerinin geliştirdikleri çözümler kadar kıt bir muhayyileye dayanıyor ve gerçekdışı bir nitelik arz ediyor. Onun “yaşama ihtimali olan, bağımsız bir Filistin devletinin kurulması ve İsrail’in de Yahudi halkının anavatanı olarak kabul edilmesi” fikrine dayanan iki devletli çözümünün hiçbir temeli bulunmuyor.

Bu vizyonun gerçekleştirilebileceğine inananların sayısı giderek azalıyor. Kimse, artık barışa veya adalete bu formülle kavuşulacağını düşünmüyor. Kerry’nin dile getirdiği “çözümler”e dair ezberler, sıklıkla yerini Filistin’deki “sorun”a yönelik, giderek baskın hâle gelmiş tanımları tefekkür edip bunlarla boğuşmaya, ilgili sorunun nasıl çözüleceği üzerine kafa patlatmaya bırakıyor. Bu açmazı sürdürmek için harcanan her türden çabaya ümit bağlarsak, Filistinlilerin geleceği de birçok kişinin bugün yaşadığı mevcut koşullar kadar iç karartıcı olacaktır. Bana kaç kez “tek çözüm iki devlet, onsuz hiçbir şey değişmez” denildiğini hatırlamıyorum bile. Oysa devletlere ve sınırlara dair takıntımız, her şeyin değiştiği gerçeğini çoğunlukla gölgeliyor, bu görülmeli.

Bugün “Yahudi devleti olarak varolmak İsrail’in hakkı” sözü, artık herkesin itiraz ettiği bir husus hâline geldi. Bu, on yıl öncesinde bile kimsenin aklına gelmeyecek bir gelişmeydi. Bugün İsrail’deki Filistinli gençler, dedelerinin, ninelerinin sürgün edildikleri topraklara geri dönmek için kimseden izin dahi beklemiyorlar. Gençler, Celile’deki Küfr Birim ve İkrit gibi köylere dönmeye başladılar bile. Hayfa’da bulunan Arap Gençliği Derneği Beledna direktörü Nedim Naşif’in ifadesiyle, “gençliğin öncülük ettiği bu halk hareketi, ülkeye geri dönüş hakkı için verilen mücadelenin tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir durum” ve bu hareket, İsrail devletinin Filistin karşıtı, ırkçı temellerini sarsıyor.[2] Filistinlilerin İsrail’in kudretiyle başa çıkmaları ve onu yenmeleri mümkün. Daha önce yazdığım üzere, örgütlü ve kararlı bir itirazla karşılaştığında, İsrail hükümetinin on binlerce Filistinli bedeviyi topraklarından zorla etmeyi öngören “Prawer Planı”nı geri çekmek zorunda kaldığına dair haberlere tanık olunuyor.[3] İster İsrail geçici süre geri adım atmış olsun isterse sonunda zafere ulaşmak ucu açık bir mesele olarak görülsün, Filistinlilerin sürmekte olan mücadelede kararlı adımlarla ilerlemeleri gerek.

Bugün İsrail, tüm dünya genelinde yeni yoldaşlar edinen, her geçen gün yeni başarılar kazanan BDS (Boykot, Tecrit, Yaptırımlar) hareketine karşı yürüttüğü mücadeleye eşi benzeri görülmemiş miktarlarda kaynak aktarıyor. Birkaç yıl önce akademi birliklerinin, sendikaların, kiliselerin ve emeklilik fonlarının Filistin halkına karşı işlenen suçların ortağı olan yabancı şirketlerin ve İsrail kurumlarının tecrit edilmesine dönük politikaları tartışıp benimseyecek noktaya gelmeleri hayal bile edilemezdi.

Akademik boykota yönelik itirazını bir biçimde terk eden, Amerikalı önde gelen Yahudi felsefeci Judith Butler, bugün şunları yazıyor:

“Son iki yıl içerisinde bireylerin ve grupların nasıl o dilsiz korkularını ve kaygılarını geride bırakıp çekinerek de olsa konuşmaya karar verdiklerine tanık oldum.”[4]

BDS, aradaki diyalogu kestiği iddiası üzerinden eleştiriliyor, oysa o aslında eskisine nazaran daha fazla tartışmaya ve eyleme yol açıyor. Bu hareket, İsrailli Yahudiler arasında bile henüz küçük, ama sayıca giderek çoğalan bir kitleye kavuşuyor ve yeni destekler bularak ilerliyor. Filistinlilerin yürüttükleri BDS kampanyasını destekleyen İçeriden Boykot grubunun kurulmasına katkı sunan Ronnie Barkan, desteğini şu şekilde izah ediyor:

“Bugüne dek tek derdi, suni yollardan yaratılmış Yahudi çoğunluğun muhafaza edilmesi olan, etnik temizlik ve etnik ayrımcılık üzerine kurulu bir ülkede, bu tarz bir fikriyata verilebilecek tek cevap, onu tümden reddetmektir.”

Barkan, ayrıca Siyonizme itiraz etmenin “bu bölgede demokrasi için verilen mücadele”den ayrılamayacağını söyleyen bir isim.[5]

Bu çabaların bir sonucu olarak “Filistin” sorun olmaktan çıktı, onun yerine Siyonizmin ortaya koyduğu Filistin halkının tarihini, haklarını, hatta varlığını bile inkâr etme girişimleri ve yerleşimci-sömürgeciliğin kendisi bir sorun olarak görülmeye başlandı. Bu dönüşüm dâhilinde Filistinliler, artık kültürel ve ırksal üstüncülük ideolojisinden kaynaklanan sistematik şiddetle yüzleşen ABD ve dünyadaki başka insanlarla ortak bir mücadele yürütmenin gerekliliğini yeniden keşfediyorlar. Bunlar, hükümetlerin veya politikaların İsrail’e birden meydan okuma cüreti gösterebilmeleriyle değil, aksine bu cüreti gösterememeleriyle alakalı. Çünkü, örnek vermek gerekirse, Nelson Mandela anmasına katılan Filistin Yönetimi lideri Mahmud Abbas, Güney Afrika’da “hayır, İsrail’in boykot edilmesine dönük çabaları desteklemiyoruz” diyor.[6] Ama milyonlarca insan, onunla asla aynı fikirde değil. Fiilî değişim, esasında tüm dünya genelinde, köylerinde, tarlalarında, balıkçı teknelerinde, mülteci kamplarında ve İsrail hapishanelerinde Filistinlilerin sergiledikleri direnişe ve kararlılığa yanıt veren insanların İsrail’i yaptıklarının hesabını vermeye zorlamak amacıyla örgütlenmesi sayesinde gerçekleşiyor.

Filistinliler, dünya halklarının desteğini her zaman arkalarında hissettiler, ama bu destek dönem dönem sokaklarda yapılan, önemli kimi gösterilerle sınırlı kaldığından veya temsil gücü zayıf hükümetler eliyle kanalize edildiğinden, kolayca etkisiz kılındı. Oysa bu sefer Filistinliler ve dünya genelinde hüküm süren dayanışma hareketi, bu desteği İsrail’in kendisini “hâkimiyetine dönük varoluşsal bir tehdit” olarak tanımladığı, uzun soluklu bir kampanyada vücut buluyor.

Artık ana iddiama geçebilirim: Filistinliler süren tartışmada kazanıyorlar, Siyonistlerse kaybediyorlar. İsrail, güçlü bir karşı saldırı gerçekleştiriyor. Panikleyen İsrail’in bu saldırısı da gösteriyor ki Filistin’deki adalet mücadelesi, her zaman olduğu gibi bugün de öncelikle bir fikirler mücadelesidir. Mücadelenin bir tarafında, “Siyonizmin Filistin’e yerleşmeye, orada yaşayan yerli halkı kovmaya ve kalanların haklarını inkâr etmeye hakkı vardır, Yahudiler Filistin’de hak iddia eden bir kolektiftirler, Siyonizmin Filistin’i ele geçirmesine direnmek ‘aşırıcılık’ ve ‘terörizm’, bu duruma rıza göstermek ‘ılımlılık’ ve ‘barışçıllık’tır, taksim ve ayrışma dışında bir sürece yer yoktur, sömürge olmaktan kurtulma ve herkesin tarihsel Filistin’de adil bir geleceğe kavuşmasının ihtimali yoktur” diyenler durmaktadır.

Neyin mümkün neyin imkânsız, neyin adil neyin adaletsiz, neyin istenilir neyin istenilmez olduğu, bu türden görüşlerle ve bu görüşlerin ne ölçüde “gerçekçi” ve meşru olduğu ile alakalıdır. Mevcut fikirlerin dayatılmışlığından kopmamıza mani olunmaktadır. Bunun için İsrail ve lobileri, tartışmanın önünü almak adına, bilhassa İsrail’in vazgeçilmez destekçisi olan ABD’de, çok yoğun bir çaba ortaya koymaktadırlar.

Gelecekte neler olacağının bir garantisi yok. Bugün Filistin civarındaki bölgede birçok insanın felâketlerle yüzleşmesi karşısında ümitsizliğe kapılmaksa kolay bir yol. Ama ben, birkaç yıl içerisinde köklü bir dönüşüm yaşanmasına dair açık uçlu, ümit verici ve insanı heyecanlandıran ihtimallerin bulunduğuna inanıyorum.

Kanaatimce, Filistinlilerin ve müttefiklerinin İsrail’deki ırk ayrımcılığına, yerleşimciliğe ve ırkçılığa karşı kazanacakları zafer, sadece onların bir zaferi olmayacak, o, eşitliğe ve adalete inanan, bu değerler için mücadele eden herkesin zaferi olacaktır.

Ali Ebunima
Aralık 2013

[Kaynak: The Battle for Justice in Palestine, Haymarket Books, 2014, s. 1-5.]

Dipnotlar:
[1] John Kerry, “Remarks at the Saban Forum”, yayınlanan haber, ABD Dışişleri Bakanlığı, 7 Aralık 2013.

[2] Nadim Nashef, “Palestinian Youth Assert Right of Return with Direct Action,” 11 Eylül 2013, Electronic Intifada.

[3] “The Government’s Decision to Cancel the Prawer Plan Bill Is a Major Achievement,” yayınlanan haber, 12 Aralık 2013, Adalah.

[4] Judith Butler, “Academic Freedom and the ASA’s Boycott of Israel: A Response to Michelle Goldberg,” 8 Aralık 2013, Nation.

[5] Cecilia Dalla Negra, “‘I Can’t Dictate Methods of Palestinian Struggle’: Israeli Boycott Activist Interviewed,’ 8 Ağustos 2012, EI.

[6] Peter Fabricius, “Palestinian Head Rejects Boycott of Israel,” The Star (South Africa), 11 Aralık 2013.

0 Yorum: