20 Haziran 2017

,

Zelda


Saldırıda ölen kadına “ismi Aybüke, demek ki türkçü faşist” diyen birine sahip çıkmak, bu ülkenin feministlerine düştü.[1] Demek ki feminizm mahkemesinde Aybüke’nin kadın olmadığına hükmedilmişti. Özel, seçkin, üstün ve yüce olan bir mit olarak “Kadın” ideolojisi karşısında sağcı olduğu düşünülen kişinin kadın olarak görülmesi, zaten beklenemezdi.

Biz de yazarın yöntemini kullanalım ve ayşe düzkanın “Sabetayist ve/veya Yahudi” olduğuna dair çıkarımlarda bulunalım, onu buradan eleştirelim. Bu, doğru bir yol olmasa gerek.

Öyle olmasa bile, ayşe düzkanın İsrail’de 27 Mayıs günü düzenlenen gösteriye katılan Türkiyeli Yahudileri tanıdığını söylüyor olması, her çatışmada buradan asker ve milis olarak yüzlerce kişinin uçağa binip Tel Aviv’e gittiği koşullarda, manidar.[2] Kendisi de zaten Ankara’ya Tel Aviv’den bakmaya ahdetmiş bir isim. Türkiyeli Yahudileri 10 Ekim’de barış mitingine katılanlarla ilişkilendirmesinin sebebi burada. Aklınca İsrail iyi, Türkiye kötü. Bu yaklaşım, içteki, tarihe sinmiş İsrail’i gizliyor. Bizi Türkiye İsrail olsun diye uğraşmaya, İsrail olan kısmını savunmaya ikna etmeye çalışıyor. Ayşenin düz kanı bunu emrediyor.

Anlaşıldığı kadarıyla, ordudaki liberalleşme ve belirli politik yüklerden arınma sürecinde, özellikle 28 Şubat sonrası dönemde, ordunun görevlerini sol denilen yapı üstlenmiş. Çevik Bir’in “bin yıl sürecek” dediği 28 Şubat, bir İsrail projesi. Dolayısıyla, bir tür solun sağın alanına sızma girişimleri, bu bağlamda anlam kazanıyor. Bu açıdan, Soner Yalçın Küçük gibi isimlerin Sabetayist avcılığı, özünde hem sağın alanına girme hem de bu Sabetaycı unsurların aklanması, arındırılması amacını güdüyor.

Yani ayşe düzkanın İsrail sopası ile Ankara’yı dövmesi, bir anlam içermiyor. Oradan bakıldığında, buradaki İsrail görülmüyor, aksine gizleniyor. Tek derdi, İslamcıların hanesine yazılı Filistin sahasını boşaltmak olanların yürüttüğü pratik, en fazla Çevik Bir’e alan açıyor. “Laik-demokratik Filistin” dedikleri, Türkiye Cumhuriyeti’nden başka bir şey değil.

Dünyanın dört bir yanında İsrail, hasbara adı altında propaganda faaliyeti yürütüyor. Bu amaçla birçok dernek, kuruluş, birlik kuruyor, üniversitelere, devlet kurumlarına yerleşiyor. Örneğin internet sahasında belirli muhalif siteleri etkisiz kılmak için yüzlerce sahte hesap üzerinden ciddi bir çalışma yürütüyor. İsrail’i sevdirmek adına, çevre ve LGBT başlıklarında bir yığın masal üretiyor. Zulmünü yeşile, mora ve gökkuşağı renklerine boyamak için uğraşıyor.

Buna karşılık, Filistinliler ve Filistin sevdalıları da boykot, tecrit ve yaptırımlar başlığı altında başka bir karşı faaliyet içerisinde. BDS olarak anılan bu hareket, dünya genelinde bazı belediyelerin İsrail’le ilişkisini kesmesine katkı sunuyor, yerleşimlerden gelen malların boykot edilmesini sağlıyor, akademisyenlerin ve sanatçıların İsrail’i protesto etmeleri yönünde çağrıda bulunuyor.

Bizdeki BDS’nin başında ayşe düzkan gibi isimler olunca, solun kıymet verdiği sanatçılardan Selda Bağcan’ın İsrail çıkartmaları, Yahudi festivallerinde boy göstermeleri, tek bir protestoya bile konu olmuyor. BDS’nin belirlediği, İsrail kaynaklı ürünleri veya İsrail'e destek veren ürünleri üreten şirketleri içeren listeyle buradaki BDS’ye giden bir genç, ayşe düzkandan "biz bu tür boykot işleriyle ilgilenmiyoruz” cevabını alıyor. Bu cevap, hasbara aparatçileri açısından gayet normal!

Birkaç yıldır Yahudi cemaatiyle ve hasbara ile sıkı bir bağ kuran, BDS Türkiye’nin protesto etmediği Selda, yakın dönemde Yahudi bir patrona ait olan bir plak şirketiyle anlaşıyor ve bir anda ünlü oluyor. Bu haberi parlatmak ve hasbaranın gücünü göstermekse, Cüneyt Özdemir’e düşüyor.[3]

Özdemir’in aktardığı kadarıyla, Selda’yı keşfeden isim, Erkan Özerman. Büyük olasılıkla Yahudi olan Özerman, erkek mankenlere uygunsuz tekliflerde bulunup, onları kölelik sözleşmelerine bağlayan bir isim. Ayrıca, güzellik yarışmalarının piri. O yarışmaların, modanın, tekstil sektörünün yayın pratiğini de geçmişte ayşe düzkan gibiler üstleniyor.

Özdemir’in aktarımıyla, Özerman, nedense müzik piyasasının Yahudilerin elinde olduğunu düşünerek, Selda’nın ismini plağın üzerine “Zelda” olarak yazıyor. İbranice olan “Zelda”, “mutlu, kutsanmış” gibi anlamlara sahip. Bizim Selda’nın kutsandığı açık, çok kısa zamanda ünlü oluyor.

1990’da dört kez[4] İsrail’e giden Zelda’nın yolu birkaç kez daha buraya düşüyor.[5] Ama hiçbirisinde BDS Türkiye’nin radarına girmiyor. Tek bir eleştiriye bile maruz kalmıyor. “Yaz gazeteci!”[6] diye bağıran Selda, sokak ortasında öldürülen genç kızları, çocukları, toprakları çalınan Filistinli köylüleri, yukarıdaki resimde görülen bombaları, üzerine düşülen notları hiç anmıyor.

Milattan sonra 50’de Kudüs’te faal olmaya başlayan bir Yahudi örgütü var. Tarihçiler, bu örgüte sicarii diyorlar. İsmini ucu kıvrık hançerden alıyor. O hançerlerle Romalı yöneticileri ve onlarla işbirliğine giden toprak ağalarını öldürüyorlar. Yaklaşık iki bin yıl sonra, Filistin’de başlayan bıçak intifadası[7], belki de ezilenlerin mücadele geleneğinin kesintili bir süreklilik içerisinde olduğunun kanıtı. Ezilenler, dipten derinden işleyen bir öğrenme pratiği ile ilerliyorlar.

Selda’nın gazetecisi ayşe düzkan, o bıçaklardan ve hançerlerden hiç bahsetmiyor. Sadece Kaypakkaya anmasında tutuklanan arkadaşı için “onun kaypakkaya ile ne alakası var, hapiste ne işi var” diye yazabiliyor. Kaypakkaya’yı ve Kaypakkayacıları içeri alınacak, terörist kişi olarak takdim ediyor. Ve bir şeyden daha bahsediyor laf arasında, solun Filistin meselesini İslamcılara teslim etmesinden yakınıyor.[8]

BDS başında olmasının sebebi bu. AKP’yi bahane ederek, bu alanı temizleme faaliyeti içerisinde. Öte yandan, düzkanın o çok yücelttiği, ama tek bir sözünü bile dinlemediği, sırf vitrin malzemesi olarak kullandığı FHKC, Burak’ın Vaadi[9] diye operasyon düzenliyor.

Operasyon, adını 1929’da Siyonistlerin Kudüs’teki “Burak” adını taşıyan duvara bayrak dikip, “burası bizim” demeleriyle başlayan Burak Devrimi’nden alıyor.[10] Bu, hiç de düzkanın laik-demokratik mücadelesine teslim edilecek cinsten bir olay değil. Onun bir peygamberin miraca yükselirken bindiği atın adını alan devrime düşman olduğunu söylemeye bile gerek yok.

Çünkü düzkan, “Yahudi devleti” olarak görülen yapıya karşı geliştirilen Müslüman itirazının kökünü kazımak niyetinde. Bunun için FHKC, basit bir kürekten başka bir şey değil. Onun dışında bir anlamı yok. Çünkü büyük olasılıkla FHKC de düzkanın haz etmeyeceği ölçüde, özgürlükçü olmayan bir örgüt. Hele ki elinde baltalarla Yahudi merkezine saldıran militanlara sahip, gerçekten tüyler ürpertici!

Onun kök ve tüy yolma işini burjuva basınının çıkarttığı ucuz kadın dergilerinden öğrenmiş olması muhtemel. Bu dergilerde pişmiş birisinin sola akıl ve yön veriyor olması, ülkede orta sınıf siyasetinin kökleşmesiyle alakalı. Bu siyasetse, kendisine yönelik her türden eleştiriyi, teori, ideoloji ve politika dışı gördüğü, can gibi, yaşamak gibi ilkel, temel olguları yücelterek savuşturuyor. Özünde düzkan gibiler, AKP denilen tencerenin kapağı. İçinde kısık ateşte kaynayan suda çığlık atan kurbağaların hiçbir değeri yok.

Dolayısıyla, mazrufa, şekle, vitrine pek takılmamak gerekiyor. Bir sene boyunca “Türkiye’nin asıl Syriza’sı benim” kavgası veren örgütler, Yunanistan’daki gelişmeler için hiçbir şey yapmıyorlar. İsrail’le yürütülen tatbikatlara dair tek bir laf etmiyorlar. Venezuela’da yaşanan karışıklığa dair, Venezuela dostluk derneği kurmuş olan sol, hiçbir şey söylemiyor. Her şey, özellikle sosyal medyada, zevahirden, istismardan ibaret. Filistin meselesi de basit bir resim, ambalaj.

“Ayşe düzkanın eline burjuvazi karşısında yine burjuvazinin ideolojik ölçüleri baz alınsın diye kalem tutuşturuluyorsa, AKP’ye de bulunduğu mevki bu nedenle teslim ediliyor.” O ölçüler, mücadeleye ait olguları basit bir resme indirgiyor ve içeriksizleştiriyor. Burjuvazi, kendisini aşacak içeriğe ve kütleye asla tahammül edemiyor. Laiklik ve demokrasi savunusu, özünde bu tahammülsüzlüğü gizliyor.

Eren Balkır
20 Haziran 2017

Dipnotlar:
[1] Ayşe Düzkan, “Türkler İçin Düşünme Vakti”, 11 Haziran 2017, Artı Gerçek.

[2] Ayşe Düzkan, “Tel Aviv’e Ankara’dan Bakmak”, 31 Mayıs 2017, Artı Gerçek.

[3] Cüneyt Özdemir, “Selda Bağcan”, Youtube.

[4] “Selda Bağcan”, Wikipedia.

[5] “Selda Bağcan İsrail’de”, 20 Eylül 2016, Şalom.

[6] “Yaz Gazeteci”, Youtube.

[7] Budur Yusuf Hasan, “Bıçak İntifadası”, 27 Ocak 2016, İştirakî.

[8] Ayşe Düzkan, “Harun”, 28 Mayıs 2017, İştirakî.

[9] FHKC, “Promise of Al-Buraq”, 17 Haziran 2017, PFLP.

[10] “Al-Buraq Revolution”, 18 Haziran 2017, Samidoun.

0 Yorum: