16 Haziran 2017

,

Celebin Sopası


Bugün itibarıyla solun gözünde Nuriye ve Semih’in Enis Berberoğlu kadar değerinin olmadığı anlaşılmıştır. Onlar için kılını kıpırdatmayanlar, “terörle mücadele” kapsamında dağın başına masa kurmuş bir gazeteci için sokağa dökülme derdine düşmüşlerdir. “Ölüme tapan bir örgütün emirlerini yerine getiren kuklalar” dedikleri isimler değil, bir gazetecidir değerli olan.

Doğaldır, özellikle üç-beş yıldır solun başbuğu, Kılıçdaroğlu’dur. O, dağdaki demiri eritip solu kurtuluşa götürecek mi, göreceğiz. Asıl mesele ise bu son hamlenin CHP’nin iç krizi ile alakalı olmasıdır. Sonuçta düzene bağlananlar, düzenden kopuş dinamiklerini küçümsemek durumundadırlar. Fethullahçılık, Asena mı, Kılıçdaroğlu Börteçine mi, hep birlikte anlayacağız.

* * *

Üç-beş değil aslında belki de yetmiş-seksen yıldır solun öncüsü, CHP’dir. TKP’nin iç kavgasına nedense müdahil olan TÖP çevresi, “biz Şefik Hüsnücüyüz” lafını bu bağlamda, bu öncülüğe bağlılığı üzerinden ediyor.[1] Çünkü Doktorcu olmak, artık arkaik ve gericidir. Kopuş denemeleri, tarihsel bir sapmadır, bugünün yeknesaklığında hükümsüz kılınmalıdırlar. Yoldan ayrılanları kurt kapmıştır.

Hatta herkes artık “Yiğidim Aslanım” şarkısını gözyaşları içerisinde Anıtkabir’e dönerek söylemekte, böylece laik dinî ayinini ifa etmektedir. Herkesin dini vardır.

Şiir, Bedri Rahmi’ye aittir ve Nâzım için yazılmıştır. Şair, 15-16 Haziran’daki işçi ayaklanmasında fabrikasında mahsur kalmış Vitali Hakko’yu işçilerin elinden kurtarandır. Bugün artık şiiri ve bestesi Uğur Mumcu ve Atatürk için mırıldanılmaktadır. Sonuçta herkes, patronu işçilerin elinden kurtarmaya ant içmiştir. Çünkü patron ilerici, işçi gericidir.

* * *

“CHP tabanı, tavanından bağımsız bir şekilde Türk toplumunun en aydın, en ilerici ve en devrimci kesimidir. CHP tabanı, eksiğiyle gediğiyle Türkiye'nin aydınlanma mirasını ve devrimci dinamizmini bünyesinde barındırır. Sosyalizm adına güçlü bir dinamik ortaya çıkacaksa, bunun temel bileşeni CHP tabanı olacak.”

Bu sözler, bir Sosyal Demokrasi Vakfı üyesine aittir. Yazar, bu lafın öncesinde emek-sermaye çelişkisinden bile söz ediyor. Ve bu sözler, etnisite, kimlik ve mezhebe edilen politik küfürlerle birlikte dillendirilir. Çünkü aslında emek safında değildir bu kişi, sadece egemenlerin siyaset alanından bu tür çapakları temizlemek derdindedir.

Asıl temizlikse, emek-sermaye çelişkisinin yol açtığı pürüzlerle ilgilidir. Yani emekten, ezilenden yana kudret biriktirme, hat açma ve devrim gibi bir derdi yoktur onun. Bu temizlik siyaseti, Şefik Hüsnü ile Aybar’dan bugüne dek uzanır ve her zaman CHP’ye bağlanır. Asıl dert, işret sofralarını dilencilerin, evsizlerin, yoksulların rahatsız etmemesidir. Bu siyasetin ufku bu kadardır. CHP, sosyalist hareket içerisindeki ajanlarıyla birlikte ilerler.

* * *

Yukarıdaki resimde, 2000’deki ölüm orucu sürecine uzanan direniş dâhilinde, hapishanelerdeki saldırıya karşı koyarken devlet güçlerince kolu kopartılan biri vardır. Yanındaki ise o günlerde o saldırıyı yürüten partinin üyelerinden biridir. Bağlanma ve teslimiyet budur.

Benzer bir durum, birçok Sivas Katliamı anmasında eli öpülen, selam durulan Kamer Genç için de geçerlidir. O katliamın yapıldığı dönemde Genç, Çiller’in partisindedir. Sosyalist hareket, CHP ajanlarıyla ilerler.

Çünkü bugün safça “CHP’nin bütün kurumlardan kovulduğuna” inanılmaktadır. Onca Kaypakkaya, onca aydınlanma eleştirisi, dönüp dolaşıp CHP’ye bağlanmıştır. Bu sözü sarfeden, doğrudan ya da dolaylı olarak orduya hizmet ediyordur. “Bütün kurumlar” dediğine göre, orduyu da kastetmektedir. Bu sözlerin sahibi, mesajını vereceği yeri iyi bilmektedir. Postalı giymiştir, egemenlerin siyasetine insan devşirmektedir. Kişisel ömür putlaştırılmış, herkesin ait olduğu kavgalı hayat geri plana atılmıştır. Nedense bütün kurumlardan şutlanmış olan CHP’ye gene o kurumlardan bilgi yağmaktadır.

Bu tür zihinlerde baş çelişki-tali çelişki ayrımı, yerini baş yanılsama-tali yanılsama ayrımına bırakmıştır. Devrim hayal, burjuva demokratlık gerçektir; ilki Parisli, ikincisi Muşludur.

* * *

Bugün birileri, sosyal medyada Can Dündar’ın iki yıl önce kaleme aldığı, “Sabredin 40 Gün Sonra Gidiyorlar” başlıklı yazısını paylaşmıştır. Asıl hayalcilik, devrimcilik değil, Dündar ve Kılıçdaroğlu gibi celeplerin salladığı sopaya güvenip peşlerine takılmaktadır.

Kavgalı hayatın çileli halkı, koyun olarak görülmektedir. Ondaki irade tehlikelidir, törpülenmelidir. Son hamle, bunun içindir. Yeniden kursakta kalacak hevesin adıdır. Uğranılacak sükut-u hayalin karşılığıdır. Yiğitler, aslanlar burada yanılmaktadır.

Çünkü o sopa, koyun görülen halk için sallanmaktadır ve bir yönüyle içe dönüktür. Yani CHP, kendi iç krizini Berberoğlu ve Fethullah yürüyüşüyle aşma derdindedir ve ne kadar kitleselleşirse o ölçüde mevkiini koruyacaktır. Hayalcilik, bu partiden demokrasi mücadelesi ve devrim beklemektedir. Kendi düştükleri kuyunun ağzından gördüklerini dünya zannedenler, nefslerini ilahlaştırmaya mecburdurlar. Aza, öze değil, kendisi gibi yüce olana bakılmaktadır.

SEP gibi yapıların[2] son günlerde neden Kürt hareketi eleştirileri kaleme aldıkları artık anlaşılmıştır. 7 Haziran günü limandan ayrılan Nuh’un gemisine binenler, kısa sürede gemiyi terk etmişlerdir. O yazılar, yeni yönelimin diyetidirler. Bunlar, doksanlarda Kürtler solla ittifak yaptığında, “Oylar CHP’ye” diyenlerdir, bugün de dillerinden bundan başka politik bir cümle dökülememektedir.

* * *

Faşizm düzler. Düzlenmiş olmak, eşitlikçi ideolojiye bağlı olanları öne fırlatır. Devrimci politika ise saflaşmak, hat çekmek, ayrım yapmak, çentik atmaktır. Bu irade, düzlenmiş olanı ayrımsız, çentiksiz, nimet olarak görenlere zararlı görünür. Egemenlerin siyaseti içinde çekilen silik çizgileri devrimci zannedenlerin yanılsaması buradadır.

Bugün CHP, AKP’nin de parçası olduğu devlet kurgusuna aykırı hiçbir şey yapamaz. O devlete karşı güç biriktirmek zorunda olanların bir kuyruğa bağlanmaları, verili dönüşüm momentinin hayrınadır. Yenikapı’nın parçası olan siyasi yapıdan devrim yolunu çizmesini beklemek, asıl hayalcilik budur.

CHP, bir komünizmle mücadele yöntemidir. 1974’te Bülent Ecevit, meclisteki konuşmasında Adalet Partisi sıralarına dönüp, “sizin komünizmle mücadele yönteminizi denedik, sıra bizimkinde” der. Bu söz, birkaç ay sonra çıkartılacak olan genel afla ilgili olarak edilmektedir. Rahşan Affı da bu dizgenin parçasıdır. İki affın özgür kıldıkları isimlerden özgürlük mücadelesi vermesi beklenemez.

Turan İtil de diğer bir parçadır.[3] Mahkûmlar arasında devlet adına psikolojik incelemeler yapan bu zat, “teröristler idealist, ancak bağlı oldukları gruplar değil” demektedir. Ülküye ve davaya bağlılık, yukarı çıktıkça zayıflamaktadır.

Aydın Çubukçu’nun onca sınıftan, diyalektikten dem vurduktan sonra, Londra’daki saldırı sonrası büyük harflerle HAYAT’tan bahsetmesinin sebebini burada aramak gerekir.[4] O, yazısında Batılı egemenlerin, terör uzmanlarının ağzıyla konuşmakta, terör listesinden, İslam’ın doğası gereği “terörist” olduğunu söylemektedir.

Özünde demek ki emek-sermaye çelişkisinden dem vuranların belirli bir kısmı, bu çelişkiyi bünyelerinde aştıklarına inanırlar ve bu çapağı temizleme vaadinde bulunurlar. Liberal ve sosyal demokrat siyaset, buradan neşvünema bulur.

“Tek kelimeyle HAYATA; kendi dışında akıp giden ve bir türlü içine girmeye cesaret edemediği, cesaret etse fırsat ve imkân bulamadığı hayata!” yönelik öfke ve düşmanlığa öfke ve düşmanlık beslemeleri, bu siyasi sapmayla alakalıdır.

* * *

Her birimizin yaşadığı, ömürdür; ait olduğumuz hakikatse, hayattır. Hayatı kendi kişisel ömrüne kapatanlar, sınıfsal-politik varlıklarını da iptal etmek zorundadırlar. Bugün sol örgütlerin bir kısmının tabeladan ibaret olduklarını, CHP’ye iltihak ederek ortaya koymalarının nedeni buradadır. “Baş düşmanın burjuva demokrasisi lehine gerilemesi evladır” denilmesinin sebebi de buradadır. Herkes, yuvasına dönmüştür.

Devrim “taktik menzil” değil, bugünde, bugündeki güçlerle ilerleyen bir güçtür, ölçüdür, mizandır. Devrimcilik, Mahir’i ittifak dâhilinde Kemalistlere ettiği laflar ve 9 Mart değerlendirmeleri yüzünden “Kemalist” olarak yaftalamak, sonra da darbeyi savunmak, burjuva kliklerinden birinin kuyruğuna yapışmak değildir.

Hayatın kişisel ömür lehine düzlendiği koşullar, bazı solcuların Nuriye ve Semih için içişleri bakanının ettiği lafları dile dolamasına neden olmaktadır. Bu laflar, eyleme verilen desteği kırmıştır. Demek ki aynı lafları edenler, devletin saldırısının parçasıdırlar. Bu solcular, hâllerinden ve direnişin geldiği noktadan memnundurlar.

Dolayısıyla Aydın Çubukçu’nun IŞİD yazısı, bir yönüyle sola yöneliktir. Hayata girmek, yaşamayı bilmek, özgür bireyler olmak, emirler bu yöndedir. O, ölüm orucu günlerinde “ben en iyi eserlerimi hücrede verdim” diyendir. Eser vermek kıymetlidir, ölüme yatmak, zaten ölmeyi haketmenin, kıymetsizliğin öteki adıdır.

Sol, en azından geride bıraktığı miras karşısında utanmayı bilmelidir. Kitlesini CHP’ye taşeron kılanın, milis kuvvet hâlinde ona örgütleyenin, varsa, yüzü kızarmalıdır. Marx’ın dediği gibi, “Utanmak devrimcidir.”

Eren Balkır
16 Haziran 2017

Dipnotlar:
[1] “TKP Tartışmalarına Dair”, 11 Haziran 2017, .

[2] V. U. Arslan, “Yapma Be Sırrı Süreyya”, 14 Haziran 2017, SG.

[3] Eren Balkır, “Artık Gerçek”, 9 Haziran 2017, İştirakî.

[4] Aydın Çubukçu, “This is for Allah”, 11 Haziran 2017, Evrensel.

0 Yorum: